Son Konu

TACİRİN HİKAYESİ

kral41

Yeni Üye
Katılım
10 May 2017
Mesajlar
456
Tepkime
0
Puanları
16
Credits
0
Geri Bildirim : 0 / 0 / 0
TACİRİN HİKAYESİ



Bir tacirin bir dudusu vardı, kafeste hapsedilmiş, güzel bir duduydu Tacir, Hindistan’a gitmek üzere yol hazırlığına başladı Kerem ve ihsan dolayısıyla, kölelerinin, cariyeciklerinin her birine “Çabuk söyle, sana Hindistan’dan ne getireyim? dedi Her birisi ondan bir şey diledi O iyi adam hepsine, istediklerini getireceğini vad etti Duduya da “Sen ne armağan istersin, sana Hindistan elinden ne getireyim? dedi Dudu dedi ki: “Oradaki duduları görünce benim halimi anlat Dedi ki: Sizin müştakınız olan filan dudu, Tanrı’nın takdiriyle bizim mahpusumuzdur Size selam söyledi, yardım istedi; sizden bir çare, bir kurtuluş yolu diledi
Dedi ki: Reva mıdır ben iştiyakınızla gurbet elde can vereyim Sıkı bir hapis içinde olayım da siz gah yeşilliklerde, gah ağaçlarda zevk ve sefa edesiniz Dostların vefası böyle mi olur? Ben şu hapis içindeyim, siz gül bahçelerinde Ey Ulular! Bir seher çağı şarap meclisinde bu inleyen garibi de hatırlayın!
Dostların sevgiliyi anması, sevgiliye ne mutludur Hele anan ve anılanın biri Leyla, öbürü Mecnun olursa Ey güzel endamlı sevgilinin mahremleri! Kendi kanımla doldurduğum peymaneleri içmem reva mı? Sevgili! Bana da bir nasip vermek istersen beni anarak bir kadeh iç! İçerken bu yerlere serilmiş düşkün aşığı yad ederek toprağa bir yudum şarap dök! Şaşılacak şey! Nerde o ahit, nerde o yemin? Oşeker gibi dudağın verdiği vaadler hani? Bu kulun ayrı düşmesi, fena kulluktansa kötüye kötülükle mukabele edersen aramızda ne fark kalır?
Fakat hiddetle, şiddetle senden gelen kötülük, sema’dan, çengin namelerinden daha zevkli, daha neşeli Ey cefası devletten daha güzel, intikamı candan daha sevimli dilber! Ateşin bu acaba nurun nasıl? matem, bu olunca düğünün nice? Cevrinde öyle tatlılıklar var kimalik olduğun letafet yüzünden kimse seni hakkıyla anlayamaz Hem inlerim, hem de sevgili inanır da kereminden o cevri azaltır diye korkarım

Kahrına da hakkıyla aşığım, lütfuna da Ne şaşılacak şey ki ben bu iki zıdda da gönül vermişim Tanrı hakkı için bu dikenden kurtulur, gül bahçesine kavuşursam bu sebepten bülbül gibi feryat ederim Bu ne şaşılacak şey bülbüldür ki ağzını açınca dikeni de gül bahçesiyle beraber yutar, ikisini de bir görür! Bu bülbül değil ateş canavarı! Onun aşkıyla bütün kötü şeyler, kendisine hoş gelmekte! Güle aşık, halbuki esasen kendisi gül, kendisine aşık, kendi aşkını aramakta!
Can dudusunun hikayesi de bu çeşittir Fakat nerede kuşlara mahrem olan kişi? Nerede zayıf ve suçsuz bir kuş ki onun içine Süleyman, askeriyle ordu kurmuş olsun! Şükür yahut şikayetle feryat edince yere, göğe zelzeleler düşsün! Her demde ona Tanrı’dan yüz mektup, yüz haberci erişsin; o bir kere “Ya Rabbi deyince Hak’tan altmış kere “Lebbeyk sesi gelsin! Hatası, Tanrı indinde ibadetten daha iyi olsun; küfrüne nispetle bütün halkın imanı değersiz kalsın! Öyle kişiye her nefeste hususi miraç vardır Tanrı, onun tacının üstüne yüzlerce hususi taç koyar Cismi topraktadır, Canı Lamekan Aleminde, O Lamekan Alemi, saliklerin vehimlerinden üstündür (vehimlere sığmaz) O Lamekan Alemi, vehmine gelen bir alem olmadığı gibi hayaline de doğmaz(ne idrak edebilirsin, ne tahayyül!) Cennetteki ırmak, nasıl cennettekilerin hükmüne tabi ise mekan alemiyle Lamekan Alemi de, o alemin hükmüne tabidir Bu ilahi akıl kuşlarına ait olan bahsi kısa kes, bu sözden yüzünü çevir, sukut et! Doğrusunu, Tanrı daha iyi bilir Dostlar biz yine kuş, tacir ve Hindistan hikayesine dönelim: Tacir, Hindistan’daki dudulara, dudusundan selam götürmeyi kabul etti
Hindistan uçlarına varınca kırda birkaç dudu gördü Atını durdurup seslendi, dudunun selamını ve kendisine emanet ettiği sözleri söyledi O dudulardan birisi, bir hayli titredi ve düşüp öldü, nefesi kesildi
Tacir, bu haberi verdiğinden dolayı pişman oldu, dedi ki: “Bir cana kıydım, Bu dudu, olsa olsa o duducağızın akrabası olacak, galiba bunların cisimleri iki, canları bir Bu işi neye yaptım, o haberi neye verdim? Bu münasebetsiz sözle biçareyi yaktım, yandırdım Bu dil, çakmak taşıyla çakmak demiri gibidir

Dilden çıkan da ateşe benzer Manasız yere gah hikaye yoluyla, gah laf olsun diye çakmak taşıyla demirini birbirine vurma! Zira ortalık karanlıktır, her tarafta pamuk dolu Pamuk arasında kıvılcım nasıl durur? Zalim onlardır ki gözlerini kapamışlar, söyledikleri sözlerle bütün alemi yakmışlardır
Bir söz, bir alemi yıkar, ölmüş tilkileri aslan eder Canlar aslen İsa nefeslidir; bir anda yara, bir anda merhem olurlar Canlardan perde kalkaydı; her canın sözü, Mesih'i’ sözü gibi tesir ederdi Şeker gibi söz söylemek istersen sabret, haris olma , bu helvayı yeme! Feraset sahiplerinin iştahları sabradır, onlar sabretmek isterler Helva ise, çocukların istediği şeydir
Sabreden, göklerin üstüne yükselir; helva yiyense geriler, kalır! “Ey gafil! Sen nefis ehlisin, toprak içinde kan yiyedur! Fakat gönüle sahip olan kişi , zehir bile yese o zehir bal olur Gönüle sahip olan kişi, apaçık öldürücü bir zehir bile yese ona ziyan gelmez Çünkü o, sıhhat bulmuş, perhizden kurtulmuştur Fakat zavallı talip (kemale ermemiş salik), henüz hararet içindedir
Peygamber buyurdu ki:Ey cüretli talip! Sakın hiçbir matlup ile mücadele etme! Sende Nemrut’luk var, ateşe atılma, atılacaksan önce İbrahim ol! Madem ki sen ne yüzgeçsin, ne de denizci aklına uyup kendini denize atma! Yüzgeç ve denizci, denizden inci çıkarır, ziyanlardan bile bir hayli fayda elde eder Kamil, toprağı tutsa altın olur; nakıs, altını ele alsa toz toprak kesilir O gerçek er, Tanrı’ya makbul olmuştur, bütün işlerde onun eli Tanrı elidir
Nakıs kimsenin eli ise Şeytan’nın, ifritin elidir Çünkü Şeytan’nın teklif ve hile tuzağına tutulmuştur Kamile göre bilgisizlik bile bilgi olur, nakısın bildiği bilgi ise bilgisizlik kesilir İlletli kimse, ne tutarsa illet olur Kamil kafir bile olsa o küfür, din ve şeriat haline gelir Ey yayan olduğu halde süvari ile yarışa girişen! Sen bu müsabakada kazanmayacak , onu geçmeyeceksin, iyisi mi, dur!
Melun Firavun’un zamanında sihirbazlar Musa ile kin güderek mücadeleye girdiler Fakat onu büyük tuttular, öne geçirdiler, ağırladılar Zira ona “Ferman senin İstiyorsan önce sen asanı at dediler
Musa “ Hayır, ey sihirbazlar, önce siz büyülerinizi meydana koyun dedi
Musa’ya karşı gösterdikleri o kadar hürmet , din sahibi olmalarına sebep oldu; inat yüzünden de elleri ayakları kesildi Sihirbazlar Musa’nın hakkını anladıklarından evvelce işledikleri suça karşılık olarak ellerini, ayaklarını feda eylediler
Yemek yemek ve nükte söylemek, kamile helaldir; madem ki sen kamil değilsin yeme ve sukut et! Çünkü sen kulaksın, o dildir; o senin cinsinden değil, Tanrı, kulaklara “Ansitü buyurdu
Çocuk önce, süt emme kabiliyetinde doğar, bir müddet susar ve tamamı ile kulak kesilir Lakırdı söylemeyi öğreninceye kadar bir zaman dudağını yumması, söz söylememesi gerekir Kulak vermezse “ti ,ti “ diye manasız sözler söyler; kendisini alemin dilsizi yapar Anadan sağır doğan ise hiç dinlemediği için dilsiz olur; nasıl dile gelsin? Çünkü söz söylemek için önce dinlemek gerekir Söze, kulak verme yolundan gir Evlere kapılardan girin; rızıkları, sebeplerine teşebbüs ederek arayın! Dinleme ihtiyacı olmaksızın anlaşılan söz, ancak tamahsız ve ihtiyaçsız olan Tanrı’nın sözüdür
Tanrı, yarattığını eşsiz, örneksiz yaratır; üstada tabi değildir Herkes ona dayanır; onun dayanacağı bir varlık yoktur Ondan başka bütün mahlukat; hem sanatında, hem sözünde üstada tabidir, örneğe muhtaçtır Bu söze yabancı değilsen bir hırkaya bürün, bir viraneye çekil ve göz yaşı dök! Çünkü Adem, Tanrı itabından ağlamakla kurtuldu; tövbekarın nefesi ıslak göz yaşlarıdır Adem, yeryüzüne, ağlamak için, daima feryadetmek, inlemek ve mahzun olmak için gelmiştir
Adem, Firdevs’ten, yedi kat göklerin üstünden ayakları dolaşarak en adi yere, ta kapı dibine, özür dilemek için gitti Eğer sen de Ademoğluysan onun gibi özür dile, onun yolunda yürü!
Gönül ateşiyle göz yaşından çerez düz Bahçe, bulutla güneş yüzünden yetişmiş, yeşermiştir Sen göz yaşı zevkini ne bilirsin? Görmedikler gibi ekmek aşığısın! Bu karın dağarcığından ekmeği boşaltırsan ululuk incileri ile doldurursun Önce can çocuğunu Şeytan sütünden kes de sonra onu meleklere ortak yap
Sen karanlık, mükedder ve bulanık oldukça bil ki melun Şeytanla süt kardeşisin! Nur ve kemali arttıran lokma, helal kazançtan elde edilen lokmadır Çırağımıza katılınca söndüren yağa yağ deme, çırağı söndüren yağa su de!
İlim ve hikmet helal lokmadan doğar; aşk ve rikkat helal lokmadan meydana gelir Bir lokmadan hasede uğrar, tuzağa düşersen; bir lokmadan bilgisizlik ve gaflet meydana gelirse, sen o lokmayı haram bil!
Hiç buğday ektin de arpa verdiğini gördün mü? Hiç attan eşek sıpası olduğunu gördün mü? Lokma tohumdur mahsulü fikirlerdir Hizmete meyletmek ve o cihana gitmek azmi, ağza alınan lokmanın helal olmasından doğar
Tacir alışverişi bitirip muradına nail olarak evine geri geldi Her köleye armağan getirdi, her halayığa ihsan da bulundu Dudu “ Bu kulun armağanı hani? Ne gördün ve ne dedinse söyle dedi
Tacir, “Söylemem, zaten elimi çiğneyip parmaklarımı ısırarak, cahilliğimden, akılsızlığımdan böyle saçma haberi niye götürdüm diye hala pişman olup durmaktayım dedi
Dudu, “Efendim, pişmanlık neden, bu hiddete bu gama ne sebep oldu? dedi
Tacir dedi ki: “Şikayetlerini sana benzeyen dudulara söyledim İçlerinden biri senin derdini anlayınca ödü patladı, titreyip öldü Ben “Ne yaptım da bu sözü söyledim diye pişman oldum ama bir kere söylemiş bulundum Pişmanlık ne fayda verir? Ağızdan bir kere çıkan söz, bil ki yaydan fırlayan ok gibidir Oğul, o ok gittiği yerden geri dönmez, seli baştan bağlamak gerek Sel önce bir kere coşup da etrafı kapladıktan sonra dünyayı harap etse şaşılmaz
Yapılan işin gayp aleminde eserleri doğar, o meydana gelen eserler, halkın hükmüne tabi değildir onların bize nispeti varsa da hepsi, ancak tek Tanrı tarafından yaratılmıştır Mesela Amr’e Zeyd bir ok atar; o ok, Amr’i kaplan gibi yaralar Yara, bir yıl kadar Amr’ın vucudun ağrılar, sızılar meydana getirir O dertleri, Hak yaratmıştır, insan değil
Oka hedef olan Amr, o anda korkudan ölürse, yahut ölümüme kadar bedeninde yaralar, oluşursa, o ağrılardan, o illetlerden ölürse Zeyd’e; ilk sebepten, ok attığından dolayı katil de! Hepsi, Tanrı’nın icadı ise de o ağrıları Zeyd’e nispet et!
Ekin ekmek, nefes almak, tuzak kurmak, çiftleşmek de böyledir Onların sesleri hep Hak’ka mutidir (eken, nefes alan, tuzak kuran, çiftleşen kuldur; bitiren, yaşatan, tuzuğa düşüren, doğurtan yahut bunların aksini meydana getiren Hak’tır)
Velilerde Tanrı’dan öyle bir kudret vardır ki atılmış oku yoldan geri çevirirler Tanrı velisi, pişman olursa sebeplere eserlerin kapılarını kapar (fiilleri neticesiz bırakır) Fakat bunu Tanrı eliyle yapar Tanrı kudretiyle; söylenmiş bir sözü söylenmemiş hale getirir Bir hale ki ne şiş yanar ne kebap! Bütün kalplerdeki nükteleri işitir, gönüllerden o sözü yok eder
Ey ulu kişi! Sana delil ve huccet gerekse “Min ayetin ey nünsiha ayetini oku “Ensevküm zikri ayetini de oku velilerin kalplere nisyan koyma kudretini anla!
Veliler, hatırlatma ve unutturmaya kadirdirler; şu halde herkesin gönlüne hakimdirler Veli, unutturma kudretiyle bir kişinin istidlal yolunu bağladı mı, o adamın hüneri bile olsa bir iş yapamaz
Siz, yüce kişileri alaya aldınız, bundan bir şey çıkmaz sandınız ama Kuran’da “Ensevküm ayetini bir okuyun!
Şehir ve köye sahip olan, cisimlerin padişahıdır Gönül sahibi ise gönüllerinizin sultanıdır Hiç şüphe yok ki işler, görüşlerin ferridir Şu halde insan, ancak göz bebeğinden ibarettir Ben bunu, tamamı ile söyleyemiyorum, çünkü merkez sahipleri (Peygamberler) men ediyorlar Madem ki halkı unutması, ve hatırlaması onun elindedir, imdatlarına da o erişir
O güzel huylarla huylanmış olan zat, her gece gönüllerden yüz binlerce iyi ve kötü hatırayı giderir; gündüzün gönülleri, yine o hatıralarla doldurmakta; o sedefleri, incilerle dopdolu bir hale getirmektedir Evvelki düşüncelerin hepsi, Tanrı’nın hidayetiyle sahiplerini tanırlar Uyanınca, sanat ve hünerin, sebepler kapısını açmak üzere yine sana gelir
Kuyumcunun hüneri demirciye gitmez, bu güzel huylunun huyu, öteki kötüye mal olmaz Hünerler ve huylar, kıyamet günü, çeyiz gibi sahibine döner Güzel olsun, çirkin olsun bütün huylar ve hünerler, sabah çağında sahiplerine gelir; nitekim posta güvercinleri, gönderilen mektupları, yine uçtukları şehre getirirler
Dudu, o dudunun yaptığını işitince titredi, düştü, kaskatı oldu Sahibi, onun böyle düştüğünü görünce yerinden sıçradı, külahını yere vurdu Onu, bu renkte, bu halde görerek yerinden fırlayıp yakasını yırttı
Dedi ki: “ Ey güzel ve hoş nağmeli dudu! Sana ne oldu, niçin bu hale geldin? Vah yazık, benim güzel sesli kuşum! Vah yazık, benim gönüldeşim, sırdaşım Yazık, benim güzel nağmeli kuşum; ruhumun neşesi, bahçem, çiçeğim! Süleyman’ın böyle kuşu olsaydı hiç başka kuşlarla uğraşır mıydı? Vah yazık; ucuz bulduğum kuştan ne çabuk ayrıldım! Ey dil, sen bana çok ziyan veriyorsun! Söyleyen sen olduktan sonra ben sana ne diyeyim? Ey dil, sen hem ateşsin, hem harman! Ne vakte kadar harmanı ateşe vereceksin? Can, ne dersen onu yapmakla beraber gizlice yine senin elinden feryad etmektedir
Ey dil, sen hem bitmez tükenmez bir hazinesin; hem dermanı olmayan bir dertsin! Hem kuşlara çalınan ıslık, yapılan hilesin; hem yalnızlık ve ayrılık zamanının enisisin!
Ey aman bilmez! Bana hiç aman vermiyorsun Sen, yayını beni öldürmek için kurmuşsun İşte benim kuşumu uçurdun Zulüm ve sitem otlağında az otla! Ya bana cevap ver, yahut insafa gel, yahut da bana sevinç ve neşe sebeplerinden birini an! Eyvah benim karanlığı yakıp mafeden nurum; eyvah, benim gündüzü aydınlatan sabahım!
Vah benim güzel uçan; ta sondan başlangıca kadar uçup gelen kuşum! Cahil insan ilelebet mihnete aşıktır Kalk, “Fikebed e kadar “La uksimü yü oku!
Senin yüzünü gördüm de mihnetten kurtuldum; senin ırmağında köpükten, tortudan arındım Bu eyvah demeler, bu acınmalar onu görmek, peşin ve elde olan kendi varlığından kesilmek hayali iledir
(Bu kuşun ölümüne sebep) Tanrı’nın gayreti (kıskanması) idi Hak’kın hükmüne çare bulunmaz Nerede bir gönül ki Tanrı’nın hükmünden yüz parça olmamış olsun!
Gayret (kıskançlık) de her şeyden gayrı olan; vasfı söze ve sese sığmayan Tanrı gayretidir (kendisinden başka her şeyi kıskanır)
Ah keşke gözyaşım deniz olsaydı da o güzel dilberimin yoluna saçaydım! Benim dudum, benim anlayışlı kuşum; düşüncelerimin, sırlarımın tercümanı! Rızkını vereyim, vermeyeyim benim enisimdi İlk söylenen sözlerden onu hatırlarım benimle ezeli bir aşinadır O öyle bir duduydu ki sesi, vahiden gelirdi; varlığı varlık meydana gelmeden önceydi
O dudu, senin içinde gizlidir Sen, şunda bunda onun aksini görmüşsün O, kuş senin neşeni alır, fakat yine sen ondan neşelenirsin Onun yaptığı zulmü, adalet gibi kabul edersin
Ey can uğruna canını yakıp duran! Canını yaktın, tenini aydınlattın Ben yandım, kavını tutuşturmak isteyen bana gelsin, benden tutuştursun da çerçöpü alevlensin, yaksın! Kav, ateş alma kabiliyetindendir, şu halde ateşi cezbeden kavı al!
Vah vah vah; yazıklar olsun öyle bir ay bulut altına girdi!
Nasıl bahsedeyim? Gönül ateşi şiddetle alevlendi; ayrılık aslanı çıldırdı, kan döker bir hale geldi Ayıkken bile titiz ve sarhoş olan, kadehi ele alınca nasıl olur? Anlatılamayacak derecede sarhoş olan bir aslan, çayırlığa gelince oraya yayılmış yeşilliklerden neşelenir, sarhoşluğu büsbütün fazlalaşır
Ben kafiye düşünürüm; sevgilim bana der ki: “Yüzümden başka hiçbir şey düşünme! Ey benim kafiye düşünenim! Rahatça otur, benim yanımda devlet kafiyesi sensin
Harf ne oluyor ki sen onu düşünesin! Harf nedir? Üzüm bağının çitten duvarı! Harfi sesi sözü birbirine vurup parçalayayım da seninle bu üçü olmaksızın konuşayım! Adem’den bile gizlediğim sırrı, ey cihanın esrarı olan sevgili, sana söyleyeyim Halil’e bile söylemediğim sırrı, Cebrail’in bile bilmediği gamı, Mesih’in bile dem vurmadığı, hatta Tanrı’nın bile kıskanıp biz olmadıkça kimseye açmadığı sırrı sana açayım
Biz (ma) kelimesi, sözlükte nasıl bir kelimedir? İspata ve nefye delalet eden bir kelime Halbuki ben ispat değilim; zatım, varlığım yoktur ki ispat edilebilsin (Varlığım olmadığından ) Nefiy de değilim (yokun varlığı nefiy de edilemez, esasen olmadığı için yoktur da denemez)
Ben varlığı yoklukta buldum, onun için varlığı yokluğa feda ettim Padişahların hepsi kendilerine karşı alçalana alçalırlar Bütün hak, kendisine sarhoş olanın sarhoşudur
Padişahlar, kendilerine kul olana kul olurlar Halk umumiyetle kendi yolunda ölenin yolunda ölür Avcı onları ansızın avlamak için kuşlara av olmaktadır
Dilberler; aşkları, canla, başla ararlar Bütün maşuklar aşıklara avlanmışlardır Kimi aşık görürsen bil ki maşuktur Çünkü o, aşık olmakla beraber maşuk tarfından sevildiği cihette maşuktur da Maden ki aşık odur, sen sus artık Maden ki o, kulağını çekmekte, sen tamamıyla kulak kesil
Sel akmaya başlar başlamaz önünü kes, yolunu bağla Yoksa alemi perişan ve harap eder, her tarafı yıkar Fakat harap olmaktan niye gamlanayım? Harebenin altında padişah hazinesi var! Hakka dalan kişi daha ziyade dalmak, can denizinin dalgası altüst olmak ister
Denizin altı mı daha hoştur, yoksa üstü mü? Onun oku mu daha ziyade gönül çekici ve güzeldir, o oka karşı siper tutmak mı?
Şu halde ey gönül! Neşe ve sefayı cefa ve beladan ayırt edersen vesveseye zebun olmuş olursun Tutalım ki senin isteğinde şeker tadı var; sevgilinin isteği, isteksiz murat ve maksadı terk etmek değil mi? Onun her bir yıldızı yüzlerce hilalin kan diyetidir Ona, alemin kanını dökmek helaldir!
Biz değeri de bulduk kan diyetini de Ve o yüzden can vermeye koştuk Ey aşık ! aşıkların hayatı ölümledir Gönlü gönül vermeden başka bir süretle bulamazsın Yüzlerce naz ve işveyle gönlünü almak istedim; sevgili bana istiğna yüzünü gösterdi, bahaneler etti
“Bu akıl, bu can, senin aşkına gark olmuş değil mi ki? dedim, dedi ki: “Git, git; bana bu efsunu okuma! Ben, senin ne düşündüğünü bilmez miyim? Ey iki gören! Sen, sevgiliyi nasıl gördün; buna imkan mı var? Ey ağır canlı! Sen onu hor gördün; çünkü çok ucuz aldın! Ucuz alan ucuz verir Çocuk bir inciyi bir somuna değişir
Ben öyle bir aşka gark olmuşum ki evvel gelenlerin aşkları da benim bu aşkıma batmış, yok olmuştur, sonra gelenlerin aşkları da!
Ben, aşkı kısaca söyledim, tamamıyla anlatmadım Anlatacak olsam hem dudaklar yanar hem dil! Lep (dudak) dersem maksadım lebi derya (deniz kıyısı) dır; La (hayır) dersem muradım illa (ancak, evet) dir
Tatlılıktan dolayı yüzümü ekşitmiş olarak otururum; fazla sözden dolayı sükut etmekteyim İsterim ki bu suretle tatlılığımız, yüzümüzün ekşiliğiyle iki cihandan da gizli kalsın; bu söz, her kulağa girmesin Onun için yüz ledün sırrından ancak birini söylemekteyim
Hak kıskançlıkta bütün alemlerden ileri gittiği içindir ki bütün alem kıskanç oldu O, can gibidir, cihan beden gibi Beden; iyiyi, kötüyü, canın tesiriyle kabul eder
Kimin namazında mihrap ve kıblesi Ayn (Tanrı’nın zatı cemali) olursa onun tekrar iman tarafına gitmesini ayıp ve kusur bil
Padişaha esvapçıbaşı olan kişinin, padişah hesabına ticarete girişmesi ziyankarlıktan ibarettir Padişahla birlikte oturan kimsenin padişah kapısında oturması yazıktır, aldanmaktır
Bir kimseye padişaha elini öpmek fırsatı düşer de o, ayağını öperse bu, suçtur Her ne kadar ayağa baş koymak da bir yakınlıktır, fakat el öpme yakınlığına nispetle hatadır, düşkünlüktür Padişah, birisi yüzünü gördükten sonra başkasına meylederse kıskanır
Tanrı’nın gayreti buğdaya benzer, harmandaki saman da insanların kıskançlığıdır Kıskançlıkların aslını haktan bilin Halkın kıskançlıkları, şüphe yok ki Tanrı kıskançlığının fer’idir Bunu anlatmayı bırakayım da o, on gönüllü hercai sevgilinin cefasından şikayet edeyim Feryadedeyim, çünkü feryat ve figanlar, hoşuna gidiyor İki alemden de ona ancak feryed ve figan lazım Onun macerasından acı acı nasıl feryad etmiyeyim ki sarhoşlarının halkasına dahil değilim Onun gözünden ayrı, güne gün katan yüzünün vuslatından mahrum bir haldeyken nasıl gece gibi kapkara olmam?
Onun hoş olmayan şeyi de benim canıma hoş geliyor Ogönül inciten sevgilime canım fede olsun! Naziri olmayan tek padişahımın hoşnut olması için ben, hastalığıma da aşığım, derdime de İki deniz gibi olan gözlerimin incilerle dolması için gam toprağını gözüme sürme gibi çekmekteyim Halkın onun için döktüğü gözyaşları incidir; halk gözyaşı sanır Ben canlar canından şikayetçi değilim, hikaye etmekteyim
Gönül, ben ondan incindim dedikçe, gönlün bu asılsız ve ehemmiyetsiz nifakına gülmekteyim
Ey doğruların medarı iftiharı! Doğrulukta bulun Ey baş köşe! Ben senin kapında eşiğim Mana aleminde baş köşe nerede, eşik nerede? Ey canı biz ve ben kaydından kurtulan! Ey erkekte kadında söze ve vasfa sığmaz ruh! Erkek, kadın kaydı kalkıp bir olunca o bir, sensin Birler de aradan kalcınca kalan yalnız sensin Kendi kendinle huzur tavlasını oynamak için bu “ben ve “bizi vücuda getirdin Bu suretle “ben ve “sen ler, umumiyetle bir can haline gelirler, sonunda da sevgiliye mustağrak olurlar(Ben, biz, ben ve bizim, varlıkların varlığı ve yokluğu, hulasa) söylediklerimin hepsi vardır, vakıdir Ey kün emri, ey gel denmekten ve söz söylemekten münezzeh Tanrı, sen gel!
Ten gözü, seni görebilir mi; senin gamlanman, neşelenip gülmen hayale gelir mi? Gama, neşeye merbut olan gönüle, onu görmeye layıktır, deme! Keder ve neşeye bağlanmış olan; bu iki ariyet vasıfla yaşar Halbuki yemyeşil aşk bağının sonu, ucu, bucağı yoktur Orada gamdan ve neşeden başka ne meyveler var! Aşıklık bu iki halden daha yüksektir; baharsız, hazansız terütazedir
Ey güzel yüzlü! Güzel yüzünün zekatını ver; yine pare pare olan canı şerh et, onu anlat (dedim!)Fettan gözünün ucuyla ve nazla bir baktı da gönlüme yeni bir dağ vurdu Kanımı bile dökse ona helal ettim Helal sözünü söyledikçe o, kaçmaktaydı Mademki topraktakilerin feryadından kaçmaktasın Kederlilerin yüreğine niye gam saçarsın? Her sabah; doğudan parlayınca seni, doğu pınarı (güneş) gibi coşmak ta, zuhur etmekte buldu
Ey şeker dudaklarına paha biçilmeyen güzel! Divanene ne bahaneler buluyorsun? Ey eski cihana taze can olan! Cansız ve gönülsüz bir hale gelmiş olan tenden çıkan feryat ve figanı işit!
Allah aşkına olsun, artık gülü anlatmayı bırak da gülden ayrılan bülbülün halini anlat! Bizim coşkunluğumuz gamdan neşeden değildir; aklımız irfanımız, hayal ve vehimden meydana gelmemiştir Nadir bulunur bir halettendir; inkar etme ki Hak’kın kudreti pek büyüktür Sen bu hali insanların ahvaline kıyas etme, cevir ve ihsan menzilinde kalma!
Cevir ve ihsan, mihnet ve neşe, gelip geçicidir Gelip geçenlerse ölürler; Hak onlara varistir
Sabah oldu, ey sabahın penahı Tanrı! (Ben özür serd edemiyorum), bize hizmet eden Hüsamettin’den sen özür dile! Aklıı Küll’ün ve canın özür dileyeni sensin; canların canı, mercanın parıltısı sensin
Sabahın nuru parladı, biz de bu sabah çağında senin Mansur şarabını içmekteyiz Senin feyzin bizi böyle mest ettikçe şarap ne oluyor ki bize neşe versin! Şarap, coşkunlukla bizim yoksulumuzdur; felek; dönüşte aklımızın fakiridir Şarap bizden sarhoş oldu, biz ondan değil Beden bizden var oldu, biz ondan değil!
Biz arı gibiyiz, bedenler mum gibi Tanrı, bedenleri bal mumu gibi göz, göz ev, ev yapmıştır Bu bahis çok uzundur, tacirin hikayesini anlat ki o iyi adamın ne hale geldiği, ne olduğu anlaşılsın
Tacir, ateşler, dertler, feryatlar içinde, böyle yüzlerce karmakarışık sözler söylüyordu Gah birbirini tutmaz sözler söylüyor, gah naz ediyor, gah niyaz eyliyor; gah hakikat aşkını, gah mecaz sevdasını ifade ediyordu Suya batan adam fazla debelenir, eline geçen ota tutunur O tehlike zamanında elini kim tutacak diye can korkusuyla şuraya, buraya elini sallar durur, yüzmeye çalışıp çabalar Sevgili, bu aneliği, bu perişanlığı sever Beyhude yere çalışıp çabalamak, uyumaktan iyidir
Padişah olan; işsiz, güçsüz değildir hasta olmayanın feryat ve figan etmesi, şaşılacak şeydir! Tanrı, ey oğul, onun için “Külle yevmin hüve fi şe’n “ buyurdu
Bu yolda yolun, tırmalan, son nefese kadar bir an bile boş durma! Olabilir ki son nefeste bir dem inayete erişirsin O inayet, seni sırdaş eder Padişahın kulağı, gözü penceredir; erkeğin canı olsun, kadının canı olsun bir can neye çalışırsa, onu duyar, görür!
Tacir ondan sonra duduyu kafesten dışarı attı Duducuk, uçup bir yüksek ağacın dalına kondu Güneş, ufuktan nasıl süratle doğarsa o dudu da, o çeşit uçtu
Tacir, hiçbir şeyden haberi yokken kuşun esrarını bu işe şaşırıp kaldı Yüzünü yukarı çevirip “Ey bülbül! Halini bildir, bu hususta bize de bir nasip ver! Hindistan’daki dudu ne yaptı da sen öğrendin, bir oyun ettin, canımızı yaktın! dedi
Dudu dedi ki: “O, hareketiyle bana nasihat etti; “Güzelliği, söz söylemeyi ve neşeyi bırak; çünkü söz söylemen seni hapse tıktı dedi Bu nasihati vermek için kendisini ölü gösterdi
Yani “Ey avama karşı da, havassa karşı da nağme ve terennümde bulunan! Benim gibi öl ki kurtulasın Taneyi gizle, tamamı ile tuzak ol Goncayı sakla damdaki ot ol Kim güzelliğini mezada çıkarırsa ona yüzlerce kötü kaza yüz gösterir
Düşmanların kem gözleri, kin ve gayızları, hasetleri; kovalardan su boşalır gibi başına boşalır Düşmanlar kıskançlılarından onu parça, parça ederler; dostlar da ömrünü heva ve hevesle zayi eder, geçirirler
Bahar zamanı, ekin ekmekten gafil kişi, bu zamanın kıymetini ne bilsin! Tanrı lütfunun himayesine sığınman gerektir Çünkü Tanrı, ruhlara yüzlerce lütuflar döktü Tanrı’nın lütfuna sığınman gerek ki bir penah bulasın Ama nasıl penah? Su ve ateş bile senin askerin olur
Nuh’a ve Musa’ya deniz dost olmadı mı? Düşmanlarını da kinle kahretmedi mi? Ateş, İbrahim’e kale olup da Nemrut’un kalbinden duman çıkartmadı mı? Dağ, Yahya’yı kendisine çağırarak ona kastedenleri taşlarıyla paralayıp sürmedi mi? Ey Yahya! Kaç, bana gel de keskin kılıçlardan seni kurtarayım, demedi mi? “ dedi diye cevap verdi
Dudu ona hoşa gider bir iki nasihat verdi, sonra “Allahaısmarladık, artık ayrılık zamanı geldi dedi Efendisi dedi ki: “Allah selamet versin git Sen bana yeni bir yol gösterdin
Tacir kendi kendine dedi ki: Bu bana nasihatti Onun yolunu tutayım, o yol aydın bir yol Benim canım neden dududan aşağı olsun? Can dediğin de böyle iyi bir iz izlemeli



':bilgilihocamcommesnevi2htm'Mesnevi'den Hikayeler

 
Üst Alt