Son Konu

Ergenlerde Sosyal Medya Bağımlılığı

Garfield

Yeni Üye
Katılım
9 Ocak 2022
Mesajlar
171,000
Tepkime
0
Puanları
36
Yaş
45
Credits
0
Geri Bildirim : 0 / 0 / 0


Ergenlik büyümektir, değişimdir, dönüşümdür, başkalaşımdır diyen Talat Parman, Ergenlik ya da Merhaba Hüzün kitabında ergenliğin melankoli ve hüzün dönemi olduğunu, çünkü çocuğun ergenlikle beraber geçmiş yaşantısı, çocukluğu ve ailesinden uzaklaştığını söyler ve ekler; ergenlik bundan dolayı onurlu bir hüzündür.

Ergenlikle beraber uzaklaşılan kişi, yaşantı ve çevrenin yerini başka kişiler, yaşantılar ve çevreler alır. Elbette bu durum bir anda gerçekleş(e)mez. Çocuğun yaşadığı bu kayıp artık ergen birey için hayatı boyunca cevap arayacağı soruyu doğurur: Ben Kimim? Talat Parman’a göre bu soru çocukluktan (dün) ergenliğe geçmiş bir ergen için kolay yanıtlanabilir bir soru değildir. Ergen ‘‘Ben Kimim?’’ sorusuna ‘‘Ben nerden geldim?’’ sorusuyla yanıt aramaya başlar. Bu yüzdendir ki çocuk 9 yaş(soyut işlem dönemi başlangıcı) itibariyle ebeveynlerine ‘‘Ben küçükken nasıl bir bebektim? Ben anasınıfında ne yapıyordum? Küçükken nasıl davranıyordum?’’ gibi sorular sorar. Burada çocuğun amacı uzaklaştığı geçmiş yaşantısı, çocukluğu ve ailesiyle bağ kurmak, bu bağ üzerinden ‘‘Ben kimim?’’ sorusunu yanıtlamaktır. Bu arayışa Parman, ‘‘Kendini Tarihlendirme Süreci’’ diyecektir ve bu süreç içerisinde iki evreden bahsedecektir: Unutkanlığa karşı koruma / Kişisel Tarihten hareketle gelecekteki ilişkiler dünyasını oluşturma. Kendini tarihlendirme sürecine giren ergen artık tarihçi çırağıdır. Çıraklığını yaptığı tarihçiler ise elbette ebeveynlerdir. Ebeveynlerinden aldıkları tarihle kendilerini tanımaya, tanımlamaya ve anlamaya çalışırlar. Bununla ilgili bir Afrika atasözü der ki; Nereye gideceğini bilmiyorsan, nereden geldiğini hatırla. Çocukluktan ergenliğe geçen bir birey için yaşanan durum tam da budur. 

Parman, D.W. Winnicott’ın ‘‘Ergenlik bireysel bir keşiftir’’ sözünden hareketle ergenliği Amerika Kıtası’nın keşfi olarak tanımlar. Bu tanımlamadan hareketle 12-15 yaş arası kaotik ergenliğe Cristof Colomb, süregelen 15-18 yaş arası ergenliğe ise Amerigo Vespucci metaforu yapılabilir. Bu metafor içerisinde Colomb dönemi; ergenin ilk defa ana karadan ayrıldığı, bilmediği sularda fırtınalar yaşadığı, ayrıldığı yerdeki yakınlarını özlediği ve nereye gideceğini tam olarak bilmediği bir dönem olarak tariflenebilir. Vespucci dönemi ise; yeni bir ben’in varlığını fark ettiği, tanımladığı ve bu benlik ile ilgili fikirlerinin ve gelecek planlarının oluştuğu dönemdir. 

Ergenlikle başlayan üstte değindiğim olgulardan uzaklaşma davranışı akran ilişkilerinde bir başka davranış olan yakınlaşma davranışını beraberinde getirir. Akran ilişkilerinde “yakınlık” kavramı önemlidir. Ergenlerin akranlarıyla ilgili görüş ve ilişkilerin temelini bu kavram oluşturmaktadır. Yakınlık kavramının cinsel ya da fiziksel bir temas içermesi gerekmez. Yakınlık iki kişi arasındaki duygusal bağı ifade etmektedir. Bu konudaki en önemli yaklaşım Harry Stack Sullivan’ın (1953) ve Erik Erikson’ın (1968) çalışmalarıdır (Akt; Steinberg, 2005). 

        Ergenlerdeki yakınlık kavramı ergenler için söylenen, ‘‘Sosyalleşme ihtiyacının karşılanmasında sanal ortamın kullanılması anormal bir tutumdur.’’ hipotezini yanlışlamış olur. Yetişkinler için ifade edilen yakınlık fiziksel bir temasa ihtiyaç duyarken, ergenler için bu söz konusu olmayabilir. O halde ergenler için gerçeklik, ‘‘Sanal iletişim ergenler için bir sosyalleşme araçlarından bir tanesidir’’. Elbette yetişkinlerin ergenler için bu hipotezi kurmalarının da bir nedeni vardır. Bu neden; insan beyninin bir özelliği olarak ifade edilen ‘‘plastisite’’dir. Oxford Üniversitesi’nden nöropsikolog Susan Greenfield, beynin önemli bir özelliğinin çevresel değişikliklere uyum göstermesi olduğunu, bu özellik sebebiyle beynin bu dijital değişime de uyum sağlayacağını vurgulamaktadır. İnsan beyni ile çevre arasındaki etkileşim tek yönlü değildir. Beyin teknolojiyi yaratırken aynı zamanda belirli insan tutumlarını da şekillendirmektedir. Plastisite adı verilen bu özellik 23 yaş itibariyle etkisini kaybetmektedir. Bu yüzden jenerasyonlar arasında teknolojinin kullanımının pratik ölçüde sağlanması ve kullanım sıklığı yeni kuşakların lehine değişkenlik göstermektedir. 

        O halde yeni nesil çevrimiçi olmayı sosyalleşmenin bir türü, bileşeni olarak algılamaktadır. Sosyal ağları kullanmanın psikolojik zemininde ne olabilir diye bakıldığında ait olma ve kendini sunma etkisinden bahsetmek mümkün. Ait olma ihtiyacı sosyal ilişkiler kurma ve sürdürmenin, dolayısıyla da sosyal medya kullanmanın bir gerekçesi olarak görülmektedir. Peki ergenlerde anormal durum olarak ifadelendirilen ‘‘Sosyal Medya Bağımlılığı’’ hangi koşullarda aranmalıdır? Anormal durum değerlendirilirken birbiriyle ilişkili bir kaç alan öne çıkmaktadır. Bu alanlar: Özgüven, Mahremiyet ve Empati’dir. 

        Özgüven ile narsizm arasında ince bir çizgi vardır. Bu çizginin aşımı ergene sunulan değerin miktarına göre değişkenlik gösterir. Çocuk ve ergenlere verilen aşırı değer narsizme yol açabilir. Çocuk ve/veya ergen sunulan aşırı değer üzerinden kendisini ve yeterliliklerini tanıdıkça hak etmediği bir değere maruz kaldığını düşünecek ve bu suçluluktan kurtulmak adına saldırgan, eleştiriye kapalı, nevrotik bir kişilik yapısına bürünecektir. 21.yy itibariyle ergenlerin sosyalleşme ihtiyaçlarını karşıladıkları sosyal medya bu tip bir bozukluğa alan açmaktadır. 

    Sosyal medyanın narsist ve nevrotik bir kişilik yapısına alan açtığı hipotezini bir metaforla açıklamak gerekirse; sosyal medya hesapları derebeyliklere benzetilebilir. Kullanıcı (yani ergen) ise bu derebeyliğin kralıdır. Kullanıcılar sosyal medya hesapları içerisinde gelişen olaylara karşı yargılarını, tıpkı beyliğin kralları gibi tek bir cümle veya davranışla uygulayabilirler. 

Kralların güç ve şehvetlerinin sınırı yoktur. Bu güç ve şehveti korumak adına sayısız insan öldürebilirler. Sosyal medya kullanıcıları ise yargıladıkları herhangi bir kişiyi yakınlık derecesi ne olursa olsun tek bir tuşla hesaplarından çıkarabilir, yani onları (sanal) yaşamlarından afaroz veya infaz edebilirler. Narsizmi dış dünyadan soyutlanan benlik olarak tanımlarsak, dış dünya 'ben' olmadığı için narsisist kişi dış dünyayı anlayamaz/algılayamaz ve bu durum kişide korku yaratır. Kral gitgide daha yıkıcı, daha yalnız ve korkak olur. Kişi narsizmin bir tezahürü olarak ne kadar saygıdeğer olduğu inancında ise bir o kadar anti-sosyal davranışlar sergileyecek, hak ettiğinden daha fazla sosyal destek arayışına girerek durum güncellemesi yaptığında “like” almazsa veya yorum yapılmazsa sinirlenir, olumsuz yorum yapanlardan ise intikam alma peşinde olurlar. Bu bir paradoks halinde başka davranışları beraberinde getirerek; yabancıların arkadaşlık tekliflerini kolayca kabul etmeyi, ilgi için sürekli profil güncellemeyi, her fırsatta kendiçekim fotoğraflarını paylaşmayı doğurur. 

       Paradoksun yıkıcı etkilerini gösterdiği alan mahremiyettir. Mahremiyetin ergenlik içerisinde önemi büyüktür. Ruhsal yapının oluşumu ve bireyselleşme mahremiyetin gelişimiyle oluşacaktır. Birbiriyle ilişkili iki tür mahremiyetten söz etmek mümkün: Bedensel Mahremiyet – Ruhsal Mahremiyet.

       Beden ve beden mahremiyeti çocukluktan ergenliğe geçişte hızlı ve algılanamaz şekilde değişime uğrar. Artık ergen olan birey için bu değişimi kabullenmek oldukça zordur. Çocukluk dönemi itibariyle birey bir kendilik imgesine sahiptir. Ancak kendilik imgesi ergenlikle gelen bedensel değişimi algılayamaz, sahiplenemez. Böylece kendilik ile beden arasında bireyin psikolojisini negatif yönde etkileyen bir fark oluşur. Talat Parman ergenin bu değişimi aynadan takip ettiğini ifade eder. Parman’a göre bu süre zarfında kişi bedeniyle kavgaya tutuşur ve ayna karşısında sürekli kendi bedenini gözlemleyerek zorunlu değişimlere karşı kendi eliyle değişiklikler yapmaya çalışır. Bunun nedeni çocuksu bedeninden vazgeçmek istememesinden kaynaklanır. Çocuksu beden; ailevi imgeler ve zorunluluklarla kurulan bağımlılık ilişkisi ve koşulsuz kabulün yıllar boyu garantisidir. Teknolojinin içinde bulunduğu dönem insanına sunduğu imkan ile bu takip aynadan özçekime(selfie) aktarılır. Teknoloji kullanımı bununla da sınırlı kalmaz. Hali hazırda bedeniyle kavgaya tutuşan ergen, artık ayna karşısında geçireceği vakti daha sınırsız ve hızlı olan photoshop programlarında geçirmeye başlar. 


Ayna yerine kullanılmaya başlayan özçekim ve photoshop programları ergene bedeniyle tutuştuğu kavgada üstünlük sağlayarak beden imgesini tekrar kazanmasını zorlaştırır. 

       Ruhsal mahremiyeti oluşturan temel faktör, sır edinimi ve sırların saklanmasıdır. Ergen gün içerisinde yaşadığı olayları ve anları anılaştırarak sır edinimi sağlar. Bu olayların sır pozisyonunda değerlendirilmesinde bir başka insan için önem arz etmesi gerekmez. Anılaştırmanın sır niteliği kazanmasında ergenin olayı yaşarken hissettiği duygu durumu etkendir. Bu duygu durum ergenin ilgi ve tercihine göre bir sırdaşa veya kağıda aktarılır. Kişilerarası tercihler ve sınırlar bunun üzerinden oluşacaktır. Bununla birlikte ruhsal mahremiyetin en önemli kazanımı kendi kendine olmanın değeridir. Sosyal medya kullanımında paylaşım içeriği ve sıklığı ters orantılı olarak kendi kendine olmanın değerini etkileyecektir. Özgüven ve mahremiyet parametreleri birbirleriyle korelasyon halindedir. Sağlıklı gelişen mahremiyet ergenin özgüveni ve bağımsız birey olma süreci adına pozitif yönlü etkiye sahiptir.

       Sosyal medya kullanımında dikkat edilmesi gereken bir diğer alan empatidir. İlkel insanlardan bu yana iletişim ve bu iletişime bağlı sosyalliğin temel ihtiyaçlarından biri olan empati, sözlük anlamıyla duygu sezgisi, duygudaşlık (TDK) olarak tanımlanmakla birlikte Rogers empatiyi, ‘‘bireyin kendisini karşısındaki insanın yerine koyup, onun duygu, düşünce, algı ve hissettiklerini doğru olarak anlaması ve bu durumu ona iletmesi süreci’’ olarak ifadelendirmiştir. 

       Yüzyüze sağlanan sosyal iletişimde tarafların duygu ifadesi belirten mimik ve davranışları sergilemesi, karşılıklı hisleri, dile getirdiklerini, dile getirileni anlamayı etkilemektedir. Bu noktada sanal ortamda kişilerin saldırgan ve tahammülsüz davranışlarının nedenleri arasında kişilerin yüzlerini görememek, dolayısıyla duygu sürecini anlamada referans oluşturan mimik ve davranışların fark edilememesinden kaynaklanan empati düşüklüğü gelmektedir. 

İletişimdeki empati durumunun önemli parametrelerinden biri olan yüzyüzelik, sosyal medyanın insan hayatına girmesinden çok daha önce insan ilişkilerinde önem kazanmaya başlamıştır. Cep telefonlarının çıkışıyla beraber iletişim araçlarına katılan mesajlaşma bu değişimin ilk gözlendikleri yerdir. Bu gözleme karşılık insanlar empati ihtiyaçlarını karşılamak adına bir yöntem geliştirmişlerdir. Klavyede bulunan noktalama işaretlerini belirli bir mimik oluşturmak adına bilinçli olarak bir araya getirerek mesajlaşma içerisinde ilkel bir empati süreci başlatmışlardır ( örn. ^.^ : ) : / :eek: . ). Mesaj içerisinde agresif bir tutum olarak algılanabilecek bir cümlenin sonuna konan iki nokta ve bir sağ parantez, cümlenin aslında agresif veya ciddi bir tutum olmadığını ilkel bir şekilde belli etme olanağı sağlamıştır. 


Daha teknolojik (akıllı)telefonların çıkmasıyla bu ilkel metod telefon yazılımcıları tarafından ihtiyacı karşılamak adına profesyonel olarak ele alınarak ‘‘Emoji’’ adı verilen semboller oluşturulmuştur. Emoji kelimesinin de oluşturulmasında bu ihtiyaca cevap niteliğinde bir kelime türetimi söz konusudur. Kelime kökeni ‘‘emotion’’, türkçe karşılığıyla duygudur. Bu değişimi internet kullanımının yaygınlaşması takip ederek 21.yy’ın iletişim araçlarına facebook gibi arkadaşlık siteleri eklenmiştir. Kişilerarası iletişimde yeni bir akım oluşturan bu siteler zamanla kendi kullanım normlarını oluşturmuşlardır. Giderek benzer araçların sayısı artmış ve etki alanları genişlemiştir. Günümüzde yalnızca kişisel iletişim aracı rolünden ekstra roller üstlenen bu siteler, 21.yy’ın kitlesel iletişim araçlarıdır. Artık hayata dair önemli olaylar, dünya gündemi, haberler buradan takip edilmektedir. Haberlerin ve önemli olayların sosyal medya platformlarından takip edilmesi, içerik adına bir çok etik ve ahlaki istismarı da beraberinde getirmektedir. Bu istismarlardan bir tanesi de topluma karşı duyduğumuz empatinin istismarıdır. Bunu bir örnekle açıklayalım: Birey sosyal medya hesabının ana sayfasında gezinirken(gezinmek gibi dış dünya ile bağı hedefleyen bir eylemin internet sitesi içerisinde yapılan tıklamalar için kullanılması da tesadüf değildir) gördüğü bir terör haberini ele alalım. Bu haberin başlığı ve başlığı tarifleyen tek bir fotoğraf dahi kişinin olay karşısında topluma ve olayı yaşayan insanlara duyduğu empati sürecini başlatır. Fakat başlatılan bu empati süreci tam olarak gerçekleşmeden sönümlenecektir. Bu sönümlenme; kişi bir tık aşağı indiğinde maruz kalacağı bir başka kullanıcının komik, rahat, mutlu, seksi ve benzeri paylaşım içeriklerinden kaynaklanmaktadır. Bu durum bir nevi bireyin sosyal medya üzerinden kendi kendine yaptığı sistematik duyarsızlaştırmadır. Bireyin bir çok kişinin yaşamını olumsuz etkileyen olaylar karşısındaki kanıksama eyleminin altında yatan nedenlerden biri de sosyal medyanın bu yönde etkisidir. Narsistik K.B. ve Anti-Sosyal K.B. gibi psikopatolojileri değerlendirirken, DSM Tanı Ölçütleri kitabında empati sürecinin yoksunluğuna dair maddeler bulunmaktadır. Empati düşüklüğü veya yoksunluğu başta narsistik ve anti-sosyal olmak üzere çeşitli psikopatolojilerin sebeplerindendir. 


 
Üst Alt