iltasyazilim
Yeni Üye
Atatürk'ün Çağdaş Türk Tiyatrosunu Ilerletmek İçin Yaptığı Incelemeler Nelerdir
Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet dönemi müzik çalışmalarında nasıl fakat, millet ezgilerinin derlenerek, en son müzik kurallarına göre işlenip yeni Türk müziğininyaratılmasını gaye göstermişse tiyatro ve opera alanında da Türk tarihinden, mitolojisinden, ahali kültüründen yararlanılmasını istemiştir
Atatürk, çok okuyan, okuduğundan milleti için yardımcı sonuçlar çıkaran bir cumhurbaşkanıydı Dünya tiyatro ve opera tarihinin manâlı eserlerinde, antik Yunan tiyatrosunda ve W Shakespeare'in eserlerinde mitolojinin, epope ve efsanelerin bol bol kullanıldığını, bu sayede ihtişamlı eserler yaratıldığını çok iyi biliyordu bundan başka, önünde Tanzimat, Meşrutiyet dönemi tiyatrosuyla Dârû'l Bedâyi'nin tiyatro, operet mirası duruyordu Ziya Gökalp gibi, iyi bir kültür kuramcısını tanıma fırsatını bulmuştu Avrupa'yı da kısmen gezmişti
Ülkemizde tiyatroda halk kültüründen kullanma düşüncesinin uygulamalarına bilinçsiz bir şekilde Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde başlanmıştır Şinasi, Şair Evlenmesi'nde (1859); halk müziği diline yaklaşmaya çalışmış, bu amaçla bol bol özdeyiş ve deyim kullanmıştır 1868 Nisan'ında İstanbul Gedikpaşa Tiyatrosu'nda birincil ahenkli temsiller verilmeye başlandığında; Güllü Agop, tiyatroya seyirci çekebilmek için Leylâ ile Mecnun hikâyesine el atmış, bu hikâyeyi, Dinibütün Mustafa Efendi'ye oyunlaştırmıştır Recaizâde Mahmut Ekrem'in 1874 yılında yazdığı Çok Bilen Çok Yanılır oyunu 1001 Gece Masalları'ndan uyarlamadır
Meşrutiyet dönemi oyun yazarlarından, mitolojiye layık verip oyunlarında en fazla kullananı Abdülhak Hamit Tarhan olmuştur Tarhan'ın konusunu mitolojiden, efsane ve masallardan, tarihî olaylardan alan oyunları şunlardır: Nesteren (1877), Eşber (1880), Zeynep (1908), Garam (1912), İlhan (1913), Turhan (1916), İbni Musa (1917), Hakan (1935) 1874'te yazdığı Sabr ü Sebat oyununda ise 73 özdeyiş ve 36 deyim kullanmıştır Feraizcizâde Mehmet Şakir Evhamî (188586) oyununda gölge ve orta oyunu tiplerinden yararlanmıştır Musahipzâde Celâl ise oyunlarında Türk Halk Edebiyah'ndan, millet tiyatrosundan, gelenek ve göreneklerimizden bilinçli bir şekilde yararlanmasını bilmiştir İstanbul Efendisi (191314) ve Kaşıkçılar (1920) oyunlarında bu özelliği açık açık görülmektedir
29 Ekim 1923'te Cumhuriyet ilân edildikten daha sonra, her alanda olduğu gibi güzel sanatlar alanında da incelemeler bir disipline bağlandı Osmanlı'dan, intikal eden Darü'l Elhan, Darü'l Bedâyi, Muzıkai Hümayun ve Sanayii Nefise Mektebi Ali'si tekrar yapılandırıldı, adları değiştirildi halk müziği derlemelerine başlandı (1925) Ankara'da Musiki Muallim Mektebi (1924) ve Ankara Devlet Konservatuvarı (1936) açılarak Batı Müziği eğitimine tartma verildi Müzik, opera, bale, tiyatro dallarında gereksinim duyulan sanatçıların yetiştirilmesine başlandı
Atatürk döneminde profesyonel tiyatro çalışmalarının merkezi Dürü'l Bedâyi idi Hem özel tiyatro grupları da vardı Osmanlı'dan intikal eden bu kuruluşun başına 1927 yılında Muhsin Ertuğrul getirildi ve büyük gelişme kaydedildi Kadın oyuncuların sayısı artırıldı Oyun dağarcığı geliştirildi Bilindiği gibi, Afife Jale'den sonra Atatürk'ün isteğiyle Bedia Muvahhit de öncelikle İzmir'de sahneye çıkmış (Temmuz 1923), filmlerde rol almıştı 25 Haziran 1927 gün ve 1167 sayılı kanun çıkarılarak eğitim amaçlı temsillerden ve konserlerden tüketim vergisi alınmaması sağlandı 19 Kasım 1930 tarihinde Darü'l Bedâyi'ye ast bir Tiyatro Iş okulu açılarak yeni sanatçılar yetiştirilmeye başlandı 1931 yılında Darü'l Bedâyi'nin adı İstanbul Şehir Tiyatroları olarak değiştirildi
Atatürk döneminde acemi tiyatro çalışmalarının merkezi ise önceleri Türk Ocakları, 1932 yazından itibaren de Halkevleri'ydi Halkevleri'ndeki dokuz şubeden biri Temsilcilik Şubesiydi Temsiltiyatro şubesinde aniden fazla tiyatro grubu bulunabiliyordu Halkevleri Alıştırma Talimatnamesi'ne tarafından, şubelerde oynanacak temsillerin CHP yönetimince seçilmiş olması, kadın rollerinin erkeklerce oynanmaması durum koşulmuştu, Talimatnamenin 48 maddesinde, Karagöz ve kukla sanatlarımıza da çalışmalarda yer verileceği belirtilmişti
İstanbul Şehir Tiyatrolarının 1930 yılında açtığı Tiyatro Iş Okulu başarılı olamadı 1936 yılında Ankara'da Paul Hindemith'in yönetiminde bir Devlet Konservatuvarı kuruldu Tiyatro bölümünün başına Prof Carl Ebert getirildi Üç kız (Melek ÖkteGün, Muazzez LutasKurdaoğlu, Nermin Sarova) ve beş erkek öğrenciyle (Ertuğrul İlgin, Esat Tolga, Mahir Canova, Nüzhet Şenbay, Salih Canar) öğretime başladıKonservatuvarın şan ve bale bölümlerinden opera ve bale, müzik bölümlerinden de orkestra sanatçıları yetişmeye başladı Konservatuvar sanatçıları yetişinceye değin, Ankara'da temsillerde Müzik Hoca Okulu, Gazi Eğitim Enstitüsü, Kız Lisesi, İsmet Paşa Kız Enstitüsü öğretmen ve öğrencilerinden yararlanıldı
Tiyatro, opera, bale sanatlarının daha aşağı yapısı oluşturulurken, yeni oyun ve operalar yazılması, bestelenmesi konusu gündeme geldi Atatürk, Cumhuriyet dönemi güzel sanatlar çalışmalarının kaynağını Türk tarihinin, Türk insanlar kültürünün ve Cumhuriyet'in getirdiği yeni değerlerin oluşturmasını istiyordu Bu amaçla, bir takım oyunların konularını kişisel olarak kendisi vermiş, bu oyunların metinlerini bir dramaturg gibi inceleyip düzeltmiş, birincil temsillerinde de hazır bulunmuştur Atatürk, tarih konusuna eğildiği vakit Faruk Nafiz Çamlıbel'e AkınÖzyurtKahraman üçlemesini yazdırmış, Akın oyununun yazılışını denetlemiş, sonunu değiştirmiştirBehçet Kemal'in Çoban oyununun temsilinden (3 Nisan 1932) daha sonra da; Tiyatro bir memleketin kültür seviyesinin aynasıdırdemiştir Atatürk, Münir Hayri Egeli'nin 1932 yılında yazdığı Bayönder, Bir Hale Yolu ve Taş Bebek oyunlarının metinlerini de bir damaturg gibi incelemiş, üstünde önemli düzeltmeler yapmıştırCet, Abdülhak Hamit Tarhan'ın Hakan (1935) oyununu da okumuş bazı satırların altını çizmiştir Bu oyunlardan Bayönder'i Necil Kâzım Akses'e, Taş Bebek'i Ahmet Adnan Saygun'a vererek opera olarak bestelemelerini istemiştir Atatürk, keza Öz Soy operasının librettosu İçin Münir Hayri Egeli'yi görevlendirmiş ve operanın konusunu bizzat kendisi vermiştir Türk ve İran mitolojilerini birleştiren, Türkİran dostluğunu, kardeşliğini vurgulayan bu opera, Ahmet Adnan Saygun göre bestelenmiş ve İran Şahı Rıza Pehlevi'nin Ankara'yı ziyareti sırasında Haziran 1934 tarihinde Ankara Halkevi'nde sahneye konulmuştur
Ulu Atatürk'ün gelenekten kaynaklanan kültürel eser yaratma dinamizmineyerinde ilk önemli eser Faruk Nafiz Camlıbel'in Akın oyunudur Manzum bir destandır Akın'ın konusu kısaca şöyledir:
Orta Asya'da yıllarca süren kuraklığın sona ermesi için, ihtiyar Hakan İstemi Han, yasa uyarınca, kurban edilecektir Gün, Batı ve Doğu Beyleri bu hükmü yerine getirmek üzere İstemi Han'a gelirler Bu üç beyin oğulları da, devlet yönetimini öğrensinler diye, Hakan'ın yanındadırlar Üç başbuğ hileye başvurur ve kuraklık devam edeceği için, kurban edilme sırasının İstemi Han'dan sonra kendilerine de geleceğini düşünerek,
Han yerine kızı Suna'nın öldürülmesi için başbakıcıyı kandırırlar Gün Başbuğu'nun oğlu Demir, Suna'yı sevmektedir, bu yüzden hileyi meydana çıkarır Mertliğe sığmayan bu tutumları yüzünden, insanlar üç başbuğu öldürür Bunların oğulları Bumîn, Hanımefendi ve Demir başbuğ olur ve İstemi Han'ın Akınülküsünü gerçekleştirmek için boylarıyla birlikte üç yöne dağılırlar
Akın, önce Ankara Halkevi'nde sahneye konuldu Yüce Atatürk, provaları çoğu kez İzledi ve 4 Ocak 1932 gecesi Ankara Halkevi'nde verilen ilk temsiline de geldi, takdirlerini belirtti
Atatürk, Muhsin Ertuğrul'dan Akın'ın İstanbul Büyük Kasaba Tiyatrolarınca da temsilini ister Fena oynanırsa tenkit edeceğini söyler Oyunda İstemi Han'ı Muhsin Ertuğrul oynamaktadır 11 Şubat 1932 tarihinde İstanbul Tepebaşı Tiyatrosu'ndaki temsile Atatürk, İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ'Ia birlikte kazanç Muhsin Ertuğrul'un bu temsille ilgili anıları yayımlanmıştırBirincil perdenin sonlarına dürüst gözlerinden yaşlar süzülür Oyundan daha sonra Atatürk, Muhsin Ertuğrul'a; Bahsi kazandın Sen bizim en kıymetli sanatkârımızsın!der
1930'lu yıllarda, Atatürk'ün belirlediği kasıt doğrultusunda, konusunu Türk Tarihinden, uygarlığından, epope ve efsanelerinden ahali kültüründen, Cumhuriyet'in erdemlerinden, devrimlerinden, getirdiği yeni değerlerden alan birçok oyun yazıldı Bunlardan önemlilerini şöyle sıralayabiliriz:
Faruk Nafiz Çamlıbel: Akın, (1932), Özyurt (1932), Kahraman (1933), Yangın (1933)
Münir Hayri Egeli: Bayönder (1932), Bir Hale Yolu (1932), Taş Bebek (1932)
Behçet Kemal Çağlar: Çoban (1933), Ergenekon (1933), Attilâ (1935)
Yaşar Nabi Nayır: Mete 1932, İnkılâp Çocukları (1933), Beş Atama (1933), Köyün Namusu (1933)
İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci: Şeriye Mahkemesinde (1933), Belkıs (1934)
Halit Fahri Ozansoy: On Yılın Destanı (1933)
Necip Fazıl Kısakürek: Tohum (1933)
Aka Gündüz: Beyaz Kahraman (1932), Yarım Osman (1933), Gazi Çocuktan İçin (1933), Köy Muallimi (1933), Mavi Yıldırım (1934), O Bir Devirdi (1938)
Abdullah Ziya Kozanoğlu: Kazanoğlu (1932)
Vedat Nedim Tör: Yirmi Dokuz Birinciteşrin (1933)
Vehbi Cem Aşkun: Oğuz Destanı (1935), Atatürk Köyünde Bir Uçak Günü (1936)
Reşat Nuri Güntekin: İstiklâl (1933), Vergi Hırsızı (1933)
Nihat Sami Banarlı: Kızıl Çağlayan (1933)
Vasfi Mahir Kocatürk: Yaman (1933)
Peyami Safa: Gün Doğuyor (1937)
Abdülhak Hâmit Tahran: Hakan (1935)
Nahit Sırrı Örik: Sönmeyen Ateş (1933)
Galip Naşit: Destan (1933)
Ziya Boral: Yaşamış Ölü (1936)
Ferit Celâl GüvenRaşit Rıza Samako: Çakır Ali (1937)
Burhan Cahit Morkaya: Gavur İmam (1933)
Celâl Tuncer: Devrim Yolcuları (1937)
Saim Kerim Kalkan: Vatan ve Vazife (1938)
Ahmet Naim Celâl Edip: Uzun Mehmet (1938)
Şükrü Halil Tuğal: Kartal (1936)
Yusuf Sururi Eruluç: Yanık Efe (1936), Bir Gönül Masalı (1938)
Musahipzâde Celâl: Atlı Ases (1936), Köprülüler (1936), Lâle Devri (1936)
Aziz Nogay: İstibdattan Cumhuriyet'e (1933), Sevr'den Lozan'a (1933)
Şinasi Okur: Gâzi'nin Yolu (1935), Kadın Saylav (1935)
Naci Tanseli: Başarı İçin (1933)
Yunus Nüzhet Unat: Gaye (1934), Haydi Suna (1938)
Halit Fahri: Ali Baba ve Kırk Haramiler (1936)
Feyzi Kutlu Kalkancı: Timurhan (1934)
Osman Cemal Kaygısız: Üfürükçü (1935)
Necmeddin Veysi: Güneş (Epope, 1934)
Nüzhet Haşim Sinanoğlu: Sakarya (1934), Bir Zâbitin 15 Günü (1934)
Ali Mustafa Soylu: Cem (1931)
Hüseyin Hüsnü: Vatandan Vatana (1933)
Kâzım Naim Duru: Uyanış (1933)
İbrahim Tarık Bilmek: Bozkurt (1935)
Behzat Butak: Atillâ'nın Düğünü (1935), Esas (1936)
Osman Sabri Adal: Vatan Uğruna (1931)
Fuat Edip Altan: Tarih Anlatıyor (1935)
Vedat Ürfi Bengü: Kanun Adamı (1938)
F Şemsettin Benlioğlu: Albayrak (1935)
Ahmet Faik Türkmen: Vasiyet (1936)
Aİsmet Ulukut: Sümer Ülkerleri (1934)
Karagöz Oyunları
Ahmet Süleyman: Karagöz'ün Açıkgözlülüğü (1931), Karagöz'ün Evden Kovulması (1931), Karagöz'ün Evlenmesi (1931), Karagöz'ün Florya Seyahati (1931), Karagöz'ün İç Güveyliği (1931)
Rahmi Balaban: Özdemir Onbaşı (1938), Şehir mi Tövbeler Tövbesi (1938)
Hayalî Küçük Ali: Hayal Perdesi (1937)
MVasıf Okçugil: Karagöz Güvey (1933), Karagöz Salıncakçı (1933), Karagöz Yalova Sefâsında (1933), Karagöz Ahçıbaşı (1933), Karagöz Çılgın (1933)
Karagözcü Kâzım: Karagöz Milyoner (1934), Karagöz'ün Dünyaya Dönüşü (1934)
Karagöz oyunlarında günün şartlarına tarafından yenileştirme yapılmıştır Bu kavrama doğrultusunda sonraki yıllarda Ismayıl Hakkı Baltacioğlu: Karagöz Ankara'da (1940), Ercüment Behzat Lav; Karagöz Stepte (1940) oyunlarını yazmıştır *
Mustafa Kemal Atatürk, Cumhuriyet dönemi müzik çalışmalarında nasıl fakat, millet ezgilerinin derlenerek, en son müzik kurallarına göre işlenip yeni Türk müziğininyaratılmasını gaye göstermişse tiyatro ve opera alanında da Türk tarihinden, mitolojisinden, ahali kültüründen yararlanılmasını istemiştir
Atatürk, çok okuyan, okuduğundan milleti için yardımcı sonuçlar çıkaran bir cumhurbaşkanıydı Dünya tiyatro ve opera tarihinin manâlı eserlerinde, antik Yunan tiyatrosunda ve W Shakespeare'in eserlerinde mitolojinin, epope ve efsanelerin bol bol kullanıldığını, bu sayede ihtişamlı eserler yaratıldığını çok iyi biliyordu bundan başka, önünde Tanzimat, Meşrutiyet dönemi tiyatrosuyla Dârû'l Bedâyi'nin tiyatro, operet mirası duruyordu Ziya Gökalp gibi, iyi bir kültür kuramcısını tanıma fırsatını bulmuştu Avrupa'yı da kısmen gezmişti
Ülkemizde tiyatroda halk kültüründen kullanma düşüncesinin uygulamalarına bilinçsiz bir şekilde Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde başlanmıştır Şinasi, Şair Evlenmesi'nde (1859); halk müziği diline yaklaşmaya çalışmış, bu amaçla bol bol özdeyiş ve deyim kullanmıştır 1868 Nisan'ında İstanbul Gedikpaşa Tiyatrosu'nda birincil ahenkli temsiller verilmeye başlandığında; Güllü Agop, tiyatroya seyirci çekebilmek için Leylâ ile Mecnun hikâyesine el atmış, bu hikâyeyi, Dinibütün Mustafa Efendi'ye oyunlaştırmıştır Recaizâde Mahmut Ekrem'in 1874 yılında yazdığı Çok Bilen Çok Yanılır oyunu 1001 Gece Masalları'ndan uyarlamadır
Meşrutiyet dönemi oyun yazarlarından, mitolojiye layık verip oyunlarında en fazla kullananı Abdülhak Hamit Tarhan olmuştur Tarhan'ın konusunu mitolojiden, efsane ve masallardan, tarihî olaylardan alan oyunları şunlardır: Nesteren (1877), Eşber (1880), Zeynep (1908), Garam (1912), İlhan (1913), Turhan (1916), İbni Musa (1917), Hakan (1935) 1874'te yazdığı Sabr ü Sebat oyununda ise 73 özdeyiş ve 36 deyim kullanmıştır Feraizcizâde Mehmet Şakir Evhamî (188586) oyununda gölge ve orta oyunu tiplerinden yararlanmıştır Musahipzâde Celâl ise oyunlarında Türk Halk Edebiyah'ndan, millet tiyatrosundan, gelenek ve göreneklerimizden bilinçli bir şekilde yararlanmasını bilmiştir İstanbul Efendisi (191314) ve Kaşıkçılar (1920) oyunlarında bu özelliği açık açık görülmektedir
29 Ekim 1923'te Cumhuriyet ilân edildikten daha sonra, her alanda olduğu gibi güzel sanatlar alanında da incelemeler bir disipline bağlandı Osmanlı'dan, intikal eden Darü'l Elhan, Darü'l Bedâyi, Muzıkai Hümayun ve Sanayii Nefise Mektebi Ali'si tekrar yapılandırıldı, adları değiştirildi halk müziği derlemelerine başlandı (1925) Ankara'da Musiki Muallim Mektebi (1924) ve Ankara Devlet Konservatuvarı (1936) açılarak Batı Müziği eğitimine tartma verildi Müzik, opera, bale, tiyatro dallarında gereksinim duyulan sanatçıların yetiştirilmesine başlandı
Atatürk döneminde profesyonel tiyatro çalışmalarının merkezi Dürü'l Bedâyi idi Hem özel tiyatro grupları da vardı Osmanlı'dan intikal eden bu kuruluşun başına 1927 yılında Muhsin Ertuğrul getirildi ve büyük gelişme kaydedildi Kadın oyuncuların sayısı artırıldı Oyun dağarcığı geliştirildi Bilindiği gibi, Afife Jale'den sonra Atatürk'ün isteğiyle Bedia Muvahhit de öncelikle İzmir'de sahneye çıkmış (Temmuz 1923), filmlerde rol almıştı 25 Haziran 1927 gün ve 1167 sayılı kanun çıkarılarak eğitim amaçlı temsillerden ve konserlerden tüketim vergisi alınmaması sağlandı 19 Kasım 1930 tarihinde Darü'l Bedâyi'ye ast bir Tiyatro Iş okulu açılarak yeni sanatçılar yetiştirilmeye başlandı 1931 yılında Darü'l Bedâyi'nin adı İstanbul Şehir Tiyatroları olarak değiştirildi
Atatürk döneminde acemi tiyatro çalışmalarının merkezi ise önceleri Türk Ocakları, 1932 yazından itibaren de Halkevleri'ydi Halkevleri'ndeki dokuz şubeden biri Temsilcilik Şubesiydi Temsiltiyatro şubesinde aniden fazla tiyatro grubu bulunabiliyordu Halkevleri Alıştırma Talimatnamesi'ne tarafından, şubelerde oynanacak temsillerin CHP yönetimince seçilmiş olması, kadın rollerinin erkeklerce oynanmaması durum koşulmuştu, Talimatnamenin 48 maddesinde, Karagöz ve kukla sanatlarımıza da çalışmalarda yer verileceği belirtilmişti
İstanbul Şehir Tiyatrolarının 1930 yılında açtığı Tiyatro Iş Okulu başarılı olamadı 1936 yılında Ankara'da Paul Hindemith'in yönetiminde bir Devlet Konservatuvarı kuruldu Tiyatro bölümünün başına Prof Carl Ebert getirildi Üç kız (Melek ÖkteGün, Muazzez LutasKurdaoğlu, Nermin Sarova) ve beş erkek öğrenciyle (Ertuğrul İlgin, Esat Tolga, Mahir Canova, Nüzhet Şenbay, Salih Canar) öğretime başladıKonservatuvarın şan ve bale bölümlerinden opera ve bale, müzik bölümlerinden de orkestra sanatçıları yetişmeye başladı Konservatuvar sanatçıları yetişinceye değin, Ankara'da temsillerde Müzik Hoca Okulu, Gazi Eğitim Enstitüsü, Kız Lisesi, İsmet Paşa Kız Enstitüsü öğretmen ve öğrencilerinden yararlanıldı
Tiyatro, opera, bale sanatlarının daha aşağı yapısı oluşturulurken, yeni oyun ve operalar yazılması, bestelenmesi konusu gündeme geldi Atatürk, Cumhuriyet dönemi güzel sanatlar çalışmalarının kaynağını Türk tarihinin, Türk insanlar kültürünün ve Cumhuriyet'in getirdiği yeni değerlerin oluşturmasını istiyordu Bu amaçla, bir takım oyunların konularını kişisel olarak kendisi vermiş, bu oyunların metinlerini bir dramaturg gibi inceleyip düzeltmiş, birincil temsillerinde de hazır bulunmuştur Atatürk, tarih konusuna eğildiği vakit Faruk Nafiz Çamlıbel'e AkınÖzyurtKahraman üçlemesini yazdırmış, Akın oyununun yazılışını denetlemiş, sonunu değiştirmiştirBehçet Kemal'in Çoban oyununun temsilinden (3 Nisan 1932) daha sonra da; Tiyatro bir memleketin kültür seviyesinin aynasıdırdemiştir Atatürk, Münir Hayri Egeli'nin 1932 yılında yazdığı Bayönder, Bir Hale Yolu ve Taş Bebek oyunlarının metinlerini de bir damaturg gibi incelemiş, üstünde önemli düzeltmeler yapmıştırCet, Abdülhak Hamit Tarhan'ın Hakan (1935) oyununu da okumuş bazı satırların altını çizmiştir Bu oyunlardan Bayönder'i Necil Kâzım Akses'e, Taş Bebek'i Ahmet Adnan Saygun'a vererek opera olarak bestelemelerini istemiştir Atatürk, keza Öz Soy operasının librettosu İçin Münir Hayri Egeli'yi görevlendirmiş ve operanın konusunu bizzat kendisi vermiştir Türk ve İran mitolojilerini birleştiren, Türkİran dostluğunu, kardeşliğini vurgulayan bu opera, Ahmet Adnan Saygun göre bestelenmiş ve İran Şahı Rıza Pehlevi'nin Ankara'yı ziyareti sırasında Haziran 1934 tarihinde Ankara Halkevi'nde sahneye konulmuştur
Ulu Atatürk'ün gelenekten kaynaklanan kültürel eser yaratma dinamizmineyerinde ilk önemli eser Faruk Nafiz Camlıbel'in Akın oyunudur Manzum bir destandır Akın'ın konusu kısaca şöyledir:
Orta Asya'da yıllarca süren kuraklığın sona ermesi için, ihtiyar Hakan İstemi Han, yasa uyarınca, kurban edilecektir Gün, Batı ve Doğu Beyleri bu hükmü yerine getirmek üzere İstemi Han'a gelirler Bu üç beyin oğulları da, devlet yönetimini öğrensinler diye, Hakan'ın yanındadırlar Üç başbuğ hileye başvurur ve kuraklık devam edeceği için, kurban edilme sırasının İstemi Han'dan sonra kendilerine de geleceğini düşünerek,
Han yerine kızı Suna'nın öldürülmesi için başbakıcıyı kandırırlar Gün Başbuğu'nun oğlu Demir, Suna'yı sevmektedir, bu yüzden hileyi meydana çıkarır Mertliğe sığmayan bu tutumları yüzünden, insanlar üç başbuğu öldürür Bunların oğulları Bumîn, Hanımefendi ve Demir başbuğ olur ve İstemi Han'ın Akınülküsünü gerçekleştirmek için boylarıyla birlikte üç yöne dağılırlar
Akın, önce Ankara Halkevi'nde sahneye konuldu Yüce Atatürk, provaları çoğu kez İzledi ve 4 Ocak 1932 gecesi Ankara Halkevi'nde verilen ilk temsiline de geldi, takdirlerini belirtti
Atatürk, Muhsin Ertuğrul'dan Akın'ın İstanbul Büyük Kasaba Tiyatrolarınca da temsilini ister Fena oynanırsa tenkit edeceğini söyler Oyunda İstemi Han'ı Muhsin Ertuğrul oynamaktadır 11 Şubat 1932 tarihinde İstanbul Tepebaşı Tiyatrosu'ndaki temsile Atatürk, İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ'Ia birlikte kazanç Muhsin Ertuğrul'un bu temsille ilgili anıları yayımlanmıştırBirincil perdenin sonlarına dürüst gözlerinden yaşlar süzülür Oyundan daha sonra Atatürk, Muhsin Ertuğrul'a; Bahsi kazandın Sen bizim en kıymetli sanatkârımızsın!der
1930'lu yıllarda, Atatürk'ün belirlediği kasıt doğrultusunda, konusunu Türk Tarihinden, uygarlığından, epope ve efsanelerinden ahali kültüründen, Cumhuriyet'in erdemlerinden, devrimlerinden, getirdiği yeni değerlerden alan birçok oyun yazıldı Bunlardan önemlilerini şöyle sıralayabiliriz:
Faruk Nafiz Çamlıbel: Akın, (1932), Özyurt (1932), Kahraman (1933), Yangın (1933)
Münir Hayri Egeli: Bayönder (1932), Bir Hale Yolu (1932), Taş Bebek (1932)
Behçet Kemal Çağlar: Çoban (1933), Ergenekon (1933), Attilâ (1935)
Yaşar Nabi Nayır: Mete 1932, İnkılâp Çocukları (1933), Beş Atama (1933), Köyün Namusu (1933)
İbnürrefik Ahmet Nuri Sekizinci: Şeriye Mahkemesinde (1933), Belkıs (1934)
Halit Fahri Ozansoy: On Yılın Destanı (1933)
Necip Fazıl Kısakürek: Tohum (1933)
Aka Gündüz: Beyaz Kahraman (1932), Yarım Osman (1933), Gazi Çocuktan İçin (1933), Köy Muallimi (1933), Mavi Yıldırım (1934), O Bir Devirdi (1938)
Abdullah Ziya Kozanoğlu: Kazanoğlu (1932)
Vedat Nedim Tör: Yirmi Dokuz Birinciteşrin (1933)
Vehbi Cem Aşkun: Oğuz Destanı (1935), Atatürk Köyünde Bir Uçak Günü (1936)
Reşat Nuri Güntekin: İstiklâl (1933), Vergi Hırsızı (1933)
Nihat Sami Banarlı: Kızıl Çağlayan (1933)
Vasfi Mahir Kocatürk: Yaman (1933)
Peyami Safa: Gün Doğuyor (1937)
Abdülhak Hâmit Tahran: Hakan (1935)
Nahit Sırrı Örik: Sönmeyen Ateş (1933)
Galip Naşit: Destan (1933)
Ziya Boral: Yaşamış Ölü (1936)
Ferit Celâl GüvenRaşit Rıza Samako: Çakır Ali (1937)
Burhan Cahit Morkaya: Gavur İmam (1933)
Celâl Tuncer: Devrim Yolcuları (1937)
Saim Kerim Kalkan: Vatan ve Vazife (1938)
Ahmet Naim Celâl Edip: Uzun Mehmet (1938)
Şükrü Halil Tuğal: Kartal (1936)
Yusuf Sururi Eruluç: Yanık Efe (1936), Bir Gönül Masalı (1938)
Musahipzâde Celâl: Atlı Ases (1936), Köprülüler (1936), Lâle Devri (1936)
Aziz Nogay: İstibdattan Cumhuriyet'e (1933), Sevr'den Lozan'a (1933)
Şinasi Okur: Gâzi'nin Yolu (1935), Kadın Saylav (1935)
Naci Tanseli: Başarı İçin (1933)
Yunus Nüzhet Unat: Gaye (1934), Haydi Suna (1938)
Halit Fahri: Ali Baba ve Kırk Haramiler (1936)
Feyzi Kutlu Kalkancı: Timurhan (1934)
Osman Cemal Kaygısız: Üfürükçü (1935)
Necmeddin Veysi: Güneş (Epope, 1934)
Nüzhet Haşim Sinanoğlu: Sakarya (1934), Bir Zâbitin 15 Günü (1934)
Ali Mustafa Soylu: Cem (1931)
Hüseyin Hüsnü: Vatandan Vatana (1933)
Kâzım Naim Duru: Uyanış (1933)
İbrahim Tarık Bilmek: Bozkurt (1935)
Behzat Butak: Atillâ'nın Düğünü (1935), Esas (1936)
Osman Sabri Adal: Vatan Uğruna (1931)
Fuat Edip Altan: Tarih Anlatıyor (1935)
Vedat Ürfi Bengü: Kanun Adamı (1938)
F Şemsettin Benlioğlu: Albayrak (1935)
Ahmet Faik Türkmen: Vasiyet (1936)
Aİsmet Ulukut: Sümer Ülkerleri (1934)
Karagöz Oyunları
Ahmet Süleyman: Karagöz'ün Açıkgözlülüğü (1931), Karagöz'ün Evden Kovulması (1931), Karagöz'ün Evlenmesi (1931), Karagöz'ün Florya Seyahati (1931), Karagöz'ün İç Güveyliği (1931)
Rahmi Balaban: Özdemir Onbaşı (1938), Şehir mi Tövbeler Tövbesi (1938)
Hayalî Küçük Ali: Hayal Perdesi (1937)
MVasıf Okçugil: Karagöz Güvey (1933), Karagöz Salıncakçı (1933), Karagöz Yalova Sefâsında (1933), Karagöz Ahçıbaşı (1933), Karagöz Çılgın (1933)
Karagözcü Kâzım: Karagöz Milyoner (1934), Karagöz'ün Dünyaya Dönüşü (1934)
Karagöz oyunlarında günün şartlarına tarafından yenileştirme yapılmıştır Bu kavrama doğrultusunda sonraki yıllarda Ismayıl Hakkı Baltacioğlu: Karagöz Ankara'da (1940), Ercüment Behzat Lav; Karagöz Stepte (1940) oyunlarını yazmıştır *