iltasyazilim
Yeni Üye
Atatürkün vatan ve halk sevgisiyle ilgili anısı
Vatanımın Toprağı Temizdir
Kral Edward İstanbul'a geldiği süre, yatından bir motora binerek Dolmabahçe Sarayı'na yanaştı Atatürk de rıhtımda onu bekliyordu Deniz dalgalı idi ve Kral'ın bindiği motor inip çıkıyordu Kral rıhtıma çıkmak istediği bir sırada eli yere değdi ve tozlandı O sırada Atatürk de Kral'ı rıhtıma almak üzere elini uzatmış bulunuyordu Bunu görebilen Kral bir mendille elini silmek istediği bir anda Atatürk:
Vatanımın toprağı temizdir, o, elinizi kirletmez!diyerek, Kral'ı elinden tutup rıhtıma çıkarıverdi
Gerçek İnsan
Atatürk, muhtelif vesilelerle maiyetinde çalışan kimselerin açık sözlülük ve sadakatlarını sınav etmesini gayet iyi bilirdi İnsanların haleti ruhiyesini, kasıt ve emellerini teşhis ve temyiz etmekte şelaleler saçan bir zekaya malikti
O büyük insan, bir gece Çankaya köşkündeki bir ziyafette devrin vekillerinden maruf bir zata şöyle bir sual sorar:
Beni hakikaten sever misiniz?
Muhatabı anında cevabı yapıştırır:
Sevmek ne kelime Ata'm, taparım!
Peki her dediğimi de yapar mısınız?
Hemen
Atatürk, bu söz üstüne belinden tabancasını çıkarır ona uzatır
Öyleyse, al tabancamı, sık kafana
Aman Atamder, herhalde benimle şaka ediyorsunuz Benim ölmemi istemezsiniz Meseleyi anlayan Atatürk, yeleleri kabaran bir aslan mehabetiyle dışında hizmet eden askeri yanına çağırıp aynı sualleri sorup, cevabını aldıktan sonra, karşısında Toroslar'dan kopmuş bir kaya parçası gibi duran bu bağrı yanık Anadolu çocuğuna tabancasını uzatıp kafasına sıkmasını emreder Aslan Mehmetçik, bu emri bilatereddüt yerine getirir, ama kendisine bir şey olmaz Çünkü, Atatürk, daha önce tabancasındaki merminin kurşununu çıkarmıştır
İşte o zaman, Atatürk yanındakilere şöyle der:
Beni ve vatanı seven hakiki insanı gördünüz mü?
Geçmiş olsun
Karşısında kim olursa olsun, milleti ve devletinin itibar ve itibarını alakadar eden mevzularda seremoniyi aşarak hakikatleri ders verir gibi konuşmak yiğitliği Atatürk ’le devlet literatürüne girmiştir 4 Ekim 1933 ’de Dolmabahçe Sarayı ’nda, İstanbul ’a gelen Yugoslavya Kralı II Aleksandr ile Kraliçe Mary ’yi kabul etmiş, aynı akşam şereflerine gösteri vermişti Baş başa kaldıklarında Yugoslav Kralı:
“Size bir hakikati anlatmak isterim 1919 ’da İngilizler, Ege sahillerinizin işgali için Yunanlılardan evvel bana başvuru ettiler Fazla çekici teklifler de yaptılar Ama ben reddettim Ekselansınızı tanıdıktan sonradan bu kararımın doğruluğunu yeniden anladım dedi
Başkası olsa ne yapardı? Teşekkür ederdi yok mi?
Hayır! Yugoslav Kralı cümlesini tamamlayıp cevap bekler gibi hitabe alınca, Atatürk ayağa kalktı, bunun üstüne kral da kalkmıştı Ona bir iki adım attı ve dudaklarında kendisine fazla yakışan manalı tebessümü ile elini uzattı:
“Geçmiş olsun majeste dedi
Çünkü Mustafa Kemal ’in, kendisine İstanbul Rumları şivesi ile Kosti dediği Yunan Kralı Konstantin, ordusu denize döküldükten sonradan taç ve tahtını kaybetmişti
Atatürk ile devlet hayatımızda yaşanılan günü düşünme ve nabza göre şerbet verme illetinden kurtulunmuştur
Milletine Olan Güveni
Toplantıda kendisinden evvel söz söyleyenlerden biri ona: Nereden ilham ve kuvvetaldığını sormuştu; Atatürk bu soruya halk müziği hizmetinde bulunan insanların ilham kaynakları hakkında, uzunca bir tahlil yaparak yanıt verdi Sonunda özet olarak demişti ki:
Beyler İlham ve güç kaynağı milletin kendisidir; milletin ortak arzusu, hakiki temayülüdür Varlığımızı, istiklalimizi kurtaran bütün teşebbüs ve hareketler; milletin ortak fikrinin, arzusunun azminin yüksek tecellisinden başka bir şey değildir
Herkesin Millete İnanmasını İstedi
Zaferi müteakip yaptığı seyahatte Samsun'a da uğramış, orada öğretmenlerle görüşüyordu
Öğretmenler adını konuşanların, kendisi hakkında çok sitayişkarane sözler söyleyişlerini sükunetle dinledikten sonra, onlara şu cevabı vermişti:
Vatandaşınız olan herhangi bir şahsı, istediğiniz gibi sevebilirsiniz; kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi, evladınız gibi, sevgiliniz gibi sevebilirsiniz! Ama bu sevgi, sizi milli varlığınızı, bütün muhabbetlerinize karşın herhangi bir şahsa, herhangi bir sevdiğinize vermenize sebep olmamalıdır Bunun tersine hareket dek büyük kusur olmaz Ben ama vazifemi yaptım Bana, bu ilhamı ve kudreti nereden aldığımı soruyorsunuz Cevap olarak diyebilirim fakat, bugünkü uyanıklığı, düne, geçmişe borçluyuz Geçmişte bu milletin çektiklerinden büyük bir ilham ve kudret kaynağı olamaz!
Millet Adamıydı
Milli Mücadele'nin buhranlı günlerinde, Ankara civarında yaptığı bir gezintiden dönerken, yolda sarıklı bir hocaya rast gelmişti Konuşurken, üstlerinden geçen uçağı göstererek, sordu:
Hocam, bu uçak nasıl uçuyor?
Ne bileyim ben Öğretmediler fakat bize?
Peki, sen ne bilirsin?
Ne mi bilirim Bu uçağa bin dersin, binerim, oradan kendini aşağı beygir dersin, atarım İşte ben bunu bilirim ama, bunu da senden öğrendim, Paşam!
Mustafa Kemal, bu laf üstüne:
Var ol hocam! Lakin, şunu da bil ki, ben de senin gibiyim Ben de, milletin hiçbir arzusunu, hiçbir isteğini, hayatım pahasına da olsa, yapmamazlık edemem!
Kırk Asırlık Türk Yurdu
1923 Martı'nın on beşinci pazar günüydü Atatürk, Adana istasyonunda trenden inmiş, sağı solu dolduran halkın coşkun alkışları ve Yaşa, varol!sesleri aralarında yayalara ait olarak şehre gidiyordu
Benzeri yolda karalar giymiş bir bayan kalabalığı göze çarptı; sonra onların arasından ikişer levha taşıyan dört genç kız çıktı; Atatürk'ün önünde durdular, arkalarında bir kız daha belirdi ve önüne geçti Hıçkırıklar, iniltiler ve yalvarışlarla doymuş bir hitabe söylemeye başladı Bu genç kızın şahsın da henüz esir bulunan İskenderunlu Antakya'nın Türk olan tüm halkı, Bizi de kurtar!diye yalvarıyordu
Herkesin gözleri yaşarmıştı; hıçkırıklarını tutamayanlar vardı
Atatürk'ün de gözleri nemliydi ve başı eğilmiş gibiydi Genç kızın nutku bitince, alnı yükseldi; mavi gözlerinde ve pembe yüzünden bir çelik parıltısı görüldü Her kelimesi üstünde kuvvetle durarak:
Kırk yüzyıllık Türk yurdu tanıdık olmayan elinde kalamaz!dedi
On altı sene daha sonra Hatay davasının en heyecanlı günlerinde hasta ve halsiz olmasına, mutlak istirahat tavsiyesine karşın, Hatay'a yakın almak için tekrar Adana'ya gitti Dört saat ayakta durmak ve hedeflemek gibi olağanüstü metanet gösterdi Hatay kurtuldu, fakat Atatürk'ü kaybettik
İsmail Habib bu bahsi şöyle bitirir:
Hatay, Hatay! Seni kurtaran aynı zamanda senin şehidin oldu*
Vatanımın Toprağı Temizdir
Kral Edward İstanbul'a geldiği süre, yatından bir motora binerek Dolmabahçe Sarayı'na yanaştı Atatürk de rıhtımda onu bekliyordu Deniz dalgalı idi ve Kral'ın bindiği motor inip çıkıyordu Kral rıhtıma çıkmak istediği bir sırada eli yere değdi ve tozlandı O sırada Atatürk de Kral'ı rıhtıma almak üzere elini uzatmış bulunuyordu Bunu görebilen Kral bir mendille elini silmek istediği bir anda Atatürk:
Vatanımın toprağı temizdir, o, elinizi kirletmez!diyerek, Kral'ı elinden tutup rıhtıma çıkarıverdi
Gerçek İnsan
Atatürk, muhtelif vesilelerle maiyetinde çalışan kimselerin açık sözlülük ve sadakatlarını sınav etmesini gayet iyi bilirdi İnsanların haleti ruhiyesini, kasıt ve emellerini teşhis ve temyiz etmekte şelaleler saçan bir zekaya malikti
O büyük insan, bir gece Çankaya köşkündeki bir ziyafette devrin vekillerinden maruf bir zata şöyle bir sual sorar:
Beni hakikaten sever misiniz?
Muhatabı anında cevabı yapıştırır:
Sevmek ne kelime Ata'm, taparım!
Peki her dediğimi de yapar mısınız?
Hemen
Atatürk, bu söz üstüne belinden tabancasını çıkarır ona uzatır
Öyleyse, al tabancamı, sık kafana
Aman Atamder, herhalde benimle şaka ediyorsunuz Benim ölmemi istemezsiniz Meseleyi anlayan Atatürk, yeleleri kabaran bir aslan mehabetiyle dışında hizmet eden askeri yanına çağırıp aynı sualleri sorup, cevabını aldıktan sonra, karşısında Toroslar'dan kopmuş bir kaya parçası gibi duran bu bağrı yanık Anadolu çocuğuna tabancasını uzatıp kafasına sıkmasını emreder Aslan Mehmetçik, bu emri bilatereddüt yerine getirir, ama kendisine bir şey olmaz Çünkü, Atatürk, daha önce tabancasındaki merminin kurşununu çıkarmıştır
İşte o zaman, Atatürk yanındakilere şöyle der:
Beni ve vatanı seven hakiki insanı gördünüz mü?
Geçmiş olsun
Karşısında kim olursa olsun, milleti ve devletinin itibar ve itibarını alakadar eden mevzularda seremoniyi aşarak hakikatleri ders verir gibi konuşmak yiğitliği Atatürk ’le devlet literatürüne girmiştir 4 Ekim 1933 ’de Dolmabahçe Sarayı ’nda, İstanbul ’a gelen Yugoslavya Kralı II Aleksandr ile Kraliçe Mary ’yi kabul etmiş, aynı akşam şereflerine gösteri vermişti Baş başa kaldıklarında Yugoslav Kralı:
“Size bir hakikati anlatmak isterim 1919 ’da İngilizler, Ege sahillerinizin işgali için Yunanlılardan evvel bana başvuru ettiler Fazla çekici teklifler de yaptılar Ama ben reddettim Ekselansınızı tanıdıktan sonradan bu kararımın doğruluğunu yeniden anladım dedi
Başkası olsa ne yapardı? Teşekkür ederdi yok mi?
Hayır! Yugoslav Kralı cümlesini tamamlayıp cevap bekler gibi hitabe alınca, Atatürk ayağa kalktı, bunun üstüne kral da kalkmıştı Ona bir iki adım attı ve dudaklarında kendisine fazla yakışan manalı tebessümü ile elini uzattı:
“Geçmiş olsun majeste dedi
Çünkü Mustafa Kemal ’in, kendisine İstanbul Rumları şivesi ile Kosti dediği Yunan Kralı Konstantin, ordusu denize döküldükten sonradan taç ve tahtını kaybetmişti
Atatürk ile devlet hayatımızda yaşanılan günü düşünme ve nabza göre şerbet verme illetinden kurtulunmuştur
Milletine Olan Güveni
Toplantıda kendisinden evvel söz söyleyenlerden biri ona: Nereden ilham ve kuvvetaldığını sormuştu; Atatürk bu soruya halk müziği hizmetinde bulunan insanların ilham kaynakları hakkında, uzunca bir tahlil yaparak yanıt verdi Sonunda özet olarak demişti ki:
Beyler İlham ve güç kaynağı milletin kendisidir; milletin ortak arzusu, hakiki temayülüdür Varlığımızı, istiklalimizi kurtaran bütün teşebbüs ve hareketler; milletin ortak fikrinin, arzusunun azminin yüksek tecellisinden başka bir şey değildir
Herkesin Millete İnanmasını İstedi
Zaferi müteakip yaptığı seyahatte Samsun'a da uğramış, orada öğretmenlerle görüşüyordu
Öğretmenler adını konuşanların, kendisi hakkında çok sitayişkarane sözler söyleyişlerini sükunetle dinledikten sonra, onlara şu cevabı vermişti:
Vatandaşınız olan herhangi bir şahsı, istediğiniz gibi sevebilirsiniz; kardeşiniz gibi, arkadaşınız gibi, babanız gibi, evladınız gibi, sevgiliniz gibi sevebilirsiniz! Ama bu sevgi, sizi milli varlığınızı, bütün muhabbetlerinize karşın herhangi bir şahsa, herhangi bir sevdiğinize vermenize sebep olmamalıdır Bunun tersine hareket dek büyük kusur olmaz Ben ama vazifemi yaptım Bana, bu ilhamı ve kudreti nereden aldığımı soruyorsunuz Cevap olarak diyebilirim fakat, bugünkü uyanıklığı, düne, geçmişe borçluyuz Geçmişte bu milletin çektiklerinden büyük bir ilham ve kudret kaynağı olamaz!
Millet Adamıydı
Milli Mücadele'nin buhranlı günlerinde, Ankara civarında yaptığı bir gezintiden dönerken, yolda sarıklı bir hocaya rast gelmişti Konuşurken, üstlerinden geçen uçağı göstererek, sordu:
Hocam, bu uçak nasıl uçuyor?
Ne bileyim ben Öğretmediler fakat bize?
Peki, sen ne bilirsin?
Ne mi bilirim Bu uçağa bin dersin, binerim, oradan kendini aşağı beygir dersin, atarım İşte ben bunu bilirim ama, bunu da senden öğrendim, Paşam!
Mustafa Kemal, bu laf üstüne:
Var ol hocam! Lakin, şunu da bil ki, ben de senin gibiyim Ben de, milletin hiçbir arzusunu, hiçbir isteğini, hayatım pahasına da olsa, yapmamazlık edemem!
Kırk Asırlık Türk Yurdu
1923 Martı'nın on beşinci pazar günüydü Atatürk, Adana istasyonunda trenden inmiş, sağı solu dolduran halkın coşkun alkışları ve Yaşa, varol!sesleri aralarında yayalara ait olarak şehre gidiyordu
Benzeri yolda karalar giymiş bir bayan kalabalığı göze çarptı; sonra onların arasından ikişer levha taşıyan dört genç kız çıktı; Atatürk'ün önünde durdular, arkalarında bir kız daha belirdi ve önüne geçti Hıçkırıklar, iniltiler ve yalvarışlarla doymuş bir hitabe söylemeye başladı Bu genç kızın şahsın da henüz esir bulunan İskenderunlu Antakya'nın Türk olan tüm halkı, Bizi de kurtar!diye yalvarıyordu
Herkesin gözleri yaşarmıştı; hıçkırıklarını tutamayanlar vardı
Atatürk'ün de gözleri nemliydi ve başı eğilmiş gibiydi Genç kızın nutku bitince, alnı yükseldi; mavi gözlerinde ve pembe yüzünden bir çelik parıltısı görüldü Her kelimesi üstünde kuvvetle durarak:
Kırk yüzyıllık Türk yurdu tanıdık olmayan elinde kalamaz!dedi
On altı sene daha sonra Hatay davasının en heyecanlı günlerinde hasta ve halsiz olmasına, mutlak istirahat tavsiyesine karşın, Hatay'a yakın almak için tekrar Adana'ya gitti Dört saat ayakta durmak ve hedeflemek gibi olağanüstü metanet gösterdi Hatay kurtuldu, fakat Atatürk'ü kaybettik
İsmail Habib bu bahsi şöyle bitirir:
Hatay, Hatay! Seni kurtaran aynı zamanda senin şehidin oldu*