bilgiliadam
Yeni Üye
BaĞlamanin Anadolu Medenİyetlerİndekİ İzlerİ Uğur KAYA Ilk mesken dönem itibarıyla MÖ 3000 yıllarına varan Sivas, bu zamandan günümüze dek bir çok medeniyete ve devlete ev sahipliği yapmıştır Sivas'a birincil yıllarda önce Hititler daha sonraları Roma ve Bizanslılar etken olmuştur Alparslan'ın Anadolu'yu fethiyle Türklerin eline geçerek bugüne değin gelmiştir Buraya dek anlatılanlar Sivas Şehrinin aşina tarihi seyrinin kolay bir anlatımından diğer bir şey değildir Sivas'ın ve özellikle Anadolu'nun Türk yurdu haline gelmesi daima bugüne kadar Türklerin Orta Asya'dan göçerek uzun süren mücadeleler sonucu bu topraklara yerleştiği şeklinde olmuştur Oysa bu bilgileri biz ihtiyatla karşılamak zorundayız Bizi bu düşünceye sevk eden, konu üstünde septik davranmamızı gerektiren de tarihi belgeler ve buluntular olmaktadır Nitekim, bir dostumdan edindiğim resimler ve talimat düşüncelerimizi doğrular mahiyettedir Bunlar, MÖ 1600 Hitit dönemine ait bağlama eşliğinde oyun oynayan bayan ve erkek oyuncuların kabartma resim figürleridir Tekrar MÖ 700 yıllarına ait iki kabartma resimde, Hitit müzisyenlerinin bağlama, çifte kaval ve zil eşliğinde raks eden insan figürlerinin, bir diğer kabartma resim figüründe de tef, zil, zurna çalan insanların oluşturduğu bugünkü mehter benzeri tören resimlerinin varlığı, bizi konunun öbür boyutlarda ele alınması gereğini ortaya koymaktadır Bu Vesile Ile elimizde yer alan enstrümanların tarihini gelişimini daha nesnel olarak belirlememiz de söz konusu olacaktır Binlerce yıllık geçmişiyle bir fazla medeniyete sahne olan Anadolu toprakları bununla birlikte bu medeniyetlerin kültürel ve sanatsal yaşantılarının da konut sahipliğini yapmıştır Dünyanın bilinen tarihinin ilk mesken ve hayat belirtilerinin mekanı, Anadolu ve buraya yakın bölgeler olmuştur Günümüze değin Anadolu'da 120 uygarlığın muhtelif zamanlarda var olduğunu tarihi belgelerden öğrenmekteyiz1 İnsanlığın yer yüzünde birincil temsilcisi olarak aşina Adem ve öteki peygamberlerin doğrudan ya da dolaylı olarak Anadolu ile ilişkileri olmuştur İnsanlığın ikinci babası olarak tanıdık Hz Nuh, tufandan sonraki hayatına Anadolu'da devam ettiği düşüncesi ağırlıktadır Geminin karaya oturduğu yer iki dağ telaffuz edilmektedir ve bu dağlar Anadolu coğrafyası içerisinde yer almaktadır Söz konusu edilen dağlar Hıristiyan kaynaklarında Ararat, İslamî kaynaklarda ise Cudi Dağı'dır Büyük tufandan daha sonra Cudi Dağı'nda karaya oturan gemi sakinleri Güneydoğu ve Doğu Anadolu yaylalarında yeni hayatlarına başlamışlardır2 Hakkari dolaylarında yer alan kaya resimleri buralardaki ikametin kanıtları olduğu uzmanların ittifak ettikleri fikirler arasındadır İnsanlık tarihi ile ilgili olarak zaman hususunda o kadar fazla şey söylenir On binli yıllardan milyonlara dek öyle çok tarihler vardır ortada Ancak bu tarihlerin içinde iki taraflı olan husus, bu zamanın belgelere dayandırılarak MÖ 5000'e kadar geriye doğru gittiğidir Bunda bilim adamları birleşmekle beraber, bunu birkaç bin yıl daha geriye alıp tarihlemeyi MÖ 7000'li yıllara kadar da götürmek de, sanırım öyle hatalı tavır sayılmaz Bu dönemler tufandan sonraki dönemler olabileceği gibi ola ki evvelki dönemleri de kapsayabilir Yeryüzünün en eski ve en gelişmiş neolitik merkezleri Anadolu'da ortaya çıkmaktadır Anadolu, neolitik açıdan ele alındığında dünyanın en önemli merkezidir Mezopotamya ve Darı ayrıca son dönem araştırmalarıyla İndus MÖ 4000 yıllarında büyük bir patlama geçirmişse de bundan evvel insanlık Anadolu platolarında birincil yerleşme evrelerini tamamlamış; buradan diğer bölgelere geçmiş ve Anadolu'da medenilik stajını tamamlayanlar Mezopotamya'da, Darı'da ve İndus'da uzmanlıklarını yapmışlardır3 Buradan anlaşılacağı üzere, Anadolu'nun medeniyetlerin oluşumuna liderlik ettiği ve buradan başka bölgelere gidenlerin oralardaki imkânları en iyi şekilde değerlendirdikleridir dahası Orta Asya adı bahşedilen ve Türklerin anavatanı olduğu öne sürülen coğrafyaya gelince; burası yukarıda bahsi geçen dönemlerde iyice insandan mahrum bir yerdir Zaman olarak tespiti netleşmemiş birkaç delgi ve kesicilerin arkasında ortaya konan Asya kültürleri en eski olarak MÖ 3000 yılının ortalarına tarihlenen Kelteminar Kültürü; daha sonra MÖ 25001700 yıllarına tarihlenen Afanesyeva; MÖ 17001200 yıllarına tarihlenen Andronova; MÖ 1200700 yılları arasında Yenisey nehrinin baş kısmında Karasuk Kültürü; MÖ 700100 arasındaki kültüre de Tagar Kültürü adı verilmiştir Bu kültürler eskilik itibarı ile bakılırsa Afanesyeva Kültürü hariç batıdan doğuya içten sıralanır Bu kültürler Mezopotamya'dan yayılarak doğuya doğru gider Medeniyet işte Mezopotamya'dan Orta Asya'ya içten yayılmaktadır Bu gelişme Orta Asya'nın doğusundan değil, batısından doğusuna doğrudur Bu durumda Mezopotamya kıyaslanmayacak şekilde Orta Asya'dan eski ve köklüdür MÖ 4 binde Mezopotamya yazıyı kullanırken Asya'da insan bile yaşamamaktaydı4 Bir süre gelmiş Mezopotamya boşalmaya başlamış ve buradan ayrılanların bir kısmı Asya'ya gitmiştir Her nedense, tarihçiler kadar bu husus üstünde böylece durulmamıştır Mezopotamya'dan göçen kavimler Asya'ya İran üzerinden olasılıkla Luristan'dan gitmişler; Anadolu'ya da yine büyük ihtimalle Mezopotamya'ya gelmişlerdir Ele geçen Sümer yazınsal tabletlerinde Türkçe olan kelimelere rastlanmıştır Bu tabletlerin ortaya çıktığı dönemlerde Orta Asya'da az önce insan yokken Anadolu, vakit içinde höyükleşen binlerce Neolitik merkez ile doymuş idi Bu höyüklerin sahipleri bin bir türlü sebeplerle çoktan Anayurdu terk etmiş ve Mezopotamya'da yepyeni bir kültür tesis etmişlerdi Mezopotamya'dan ayrılan çeşitli gruplar İran üzerinden Aral Gölü çevresine, Yenisey boylarına ve Moğolistan bozkırlarına yayılmışlardır Bugün bizim Türk olarak niteleyebileceğimiz Ilk Türkler Asya Hunlarıdır Bunlara ait bilgiler yazılmış olarak Çin yıllıkları ile bizlere ulaşır Süre olarak ta bunlar MÖ 300 yıllarından itibaren karşımıza çıkar Yukarıda bahsi geçen kültürler, tamamiyle Türk değil de Proto Tükler yani sonra Türk adını alacak kavimlerin özelliklerini üzerinde bulunduran halklara ait kültürlerdir Anadolu'dan Mezopotamya üzerinden Asya'ya geçen halkların bir kısmı, Kafkaslar üzerinden Avrupa'ya geçme ihtimali de oldukça kuvvetlidir Bu Proto Türkler ile Yüksek Dağ ırkları aralarında iskelet yapısı olarak büyük benzerlikler vardır Bugün İtalya bölgesinde yaşayan Etrüskler ile Orta Avrupa'dan geldikleri sayılan ve bugün Trakya bölgemize adını Thraklar'ın da aynı adı paylaşması dikkate şayandır Etrüsk ve Trak kelimelerinin fonetik olarak Türk kelimesi ile ses benzeşmesi kavimlerin dilleri nazara alınırsa büyük bir benzerlik ortaya koyar Ruslar 9 ve 10 yüzyıllarda Tükleri Torklar olarak niteler Bu açıklama Rus dili ve gırtlak yapısı ile böylece ifade edilirse İtalya'ya kadar dışarı giden Türklerin Etrüsk biçiminde ve Yunanlılarında bu bölgelere gelen Türklere Thrak şeklinde bir açıklama yadsınmayacak bir haldir Hem Anadolu'da MÖ 5 yüzyıllarda yaşamış ve bugün Ordu ilimizin sınırlarını yaratıcı bölgede yaşayan Halybler ile ilgili olarak Xenephon'da bahşedilen data önemlidir Perslere karşı mağlup olan Batı Anadolu Satrabı Xerkses'in ordusundan ayrılan ücretli on bin Helen askeri, yurtlarına dönmek üzere Karadeniz civarlarında seyahat ederken burada 'Demiri döven Khlaybler' ile karşılaşmışlardır5 Demircilik Türk Milletinin mesleğidir Altay Dağları bölgesinde oturan Göktürkler'in demircilikleri Juan Juanlara silah yaparak hayatlarını kazandıkları bilinmektedir Keza demiri eritmek Davut Peygamberin bir mucizesidir Demiri işlemesini bilen Hz Davut ilk defa zırhı yapan kişidir MÖ 1200'lü yılların demir çağına geçiş zamanı olduğu bilimsel otoriteler göre ortaya konmaktadır Bu tarihin Davut Peygamberin zamanına tekamül etmesi kuşkusuz tesadüf değildir Hz Davut'un saltanat sürdüğü yerler ile bu kavmin yaşadığı coğrafya her ne dek uzaktan gibi görünse de kısa sürede Kalybler'in bu teknolojik gelişmeyi kendi bölgelerine intikalleri, daha önce Tunç teknolojisine malik bir halk için zor olmasa gerekir Bu kavmin bugün Peçenekler olduğu da söylenmektedir6 Ordu ilimizde bulunan bir taş kabartmada Göktürkçe 'Tanrı' kelimesi yazılı olduğu dil bilimci Doç Dr Necati Demir kadar söylenmektedir Ayrıca bölgenin demir madeni açısından bolluğu ve engebeli coğrafyası bize Ergenekon Destanı'nı hatırlatmaktadır İhtimaldir oysa, buralarda geçirdikleri olaylar, başlarına gelen dramatik hadiseler, yüzyıllar boyu nesilden nesile anlatılarak önceki yurt Anadolu'ya karşı bir özlem uyandırmış ve bu topraklar tekrardan ulaşılabilecek birer maksat olarak görülmüştür Yıllar önce terk edilen Anayurda, her taraftan göç olmuş ve Türk boyları, hafızasında yaşattığı yurdunu arayıp bulmak üzere dünyanın dört bir tarafına dağılmışlardır Derelerin ırmaklara, ırmakların denizlere akması gibi Türkler ayrıca kuzeyden, hem güneyden, keza de batıdan Anadolu'ya girmişler ve yüzyılların özlemini dindirmişlerdir Uyarı edilmesi gerekli bir diğer husus da İranlı olabilecekleri üzerinde durulan İskit Türkleri ile ilgili konudur İskitler ile ilgili olarak MÖ 5 asır tarihçilerinden Herodotos'ta birincil bilgileri bulabilmekteyiz Nuh tufanından sonradan, Karadeniz kıyılarını Yafes'in torunu Aşkenaz'ın mekan tuttuğu ileri sürülmüştür Bunlara, Euxeinos denilmiştir Bu tarihlerde görüldüğü gibi tüm Karadeniz sahilleri Türklerle doludur Brekisefal bu Türklerin kuşkusuz buralara Asya'dan geldikleri düşünülemez Buna karşılık buralardan Asya'ya gitmesi daha doğaldır Heredotos'un bahsettiği bu tarihlerde Asya'da Andronova ve Karasuk kültürleri vardır fakat, bunlar, İskit'lerin işgal ettikleri alanlardan daha sıcacık bir alanı oluştururlar Karadeniz'deki İskit yayılımı daha geniş detaylı ve medeniyet olarak daha iyi bir durumdadır Tekrar Güney Karadeniz bölgesinin efsanevi halkı olan Amazon'ların bu İskit'lerin eşleri olması ihtimalide kuvvetlidir Savaşmak için Anadolu'ya gelen ya da Anayurdu savunan bu İskit savaşçıları savaşı kaybedince kalan kadınlar kendilerini müdafaa etmek ihtiyacına düşmüşler ve gösterdikleri kahramanlıklar onlarla ilgili bu akıl almaz hikâyeleri ortaya koymuştur Karadeniz geçmişte İskit Denizi, Kimmer Denizi gibi isimlerle yad olunmuş bir denizdir7 Anadolu'nun bu kısa kronolojik tarihinden, şu sonuç çıkmaktadır: 1 Anadolu, medeniyetlerin başlatılmasında üzerinde yaşanılan en önemli topraklardır ve burada yaşamış halklar, diğer medeniyetlerin kurulmasında ve gelişmesinde büyük rol oynamışlardır 2 Orta Asya ve uzak doğu kültürleri tarih olarak burada yaşayan medeniyetlerden daha yenidir ve batıdan doğuya giden halklar tarafından geliştirilmiştir 3 Türkler, buraya Orta Asya'dan göç etmeden daha önce buraları mesken tutmuş Anadolu kökenli insanlardır Çünkü dil, din, tarih, folklorik özellikler gibi kültür dokusu bir milletin var olmasında, kimliğinin belirlenmesinde belge niteliğindeki unsurlardır Kültürel dokunun oluşmasında manâlı bir yeri olan ve birazcık önce sözünü ettiğimiz folklorik inşa ise, Türk insanının yerleşip yaşadığı tekrar varlığını sürdürmekte olup,lüzum İslamiyet öncesi gerekse İslamiyet sonrası kimliğini hiç bozmadan bugüne kadar gelebilmiştir Türk örf, adet ve töresince gerek İslamiyet'e geçmiş Türk topluluklarında, gerekse şaman inancını içeren diğer Türk topluluklarında benzer töreler halen bulunmaktadır Lüzum Orta Asya bozkırlarında yaşamış sayıları onlarla açıklama edilen Türk toplulukları ile gerekse Amerika'da yaşayan ve gün geçtikçe Türk asıllı oldukları görüşü tartma şampiyon Kızılderililer ve Anadolu'da yaşamış Türkmen boylarının geleneksel birtakım özelliklerinin benzer şekil de örtüşmesi sanırım öyle tesadüf olmasa gerek Ekmek yapmaları, yün eğirmeleri un elemeleri giyimleri, cet binmeleri, süslemeleri, çadırları, kullanılan eşyalar, aletler ve söylemiş oldukları ezgiler, ezgilerin icrasında kullanılan enstrümanlar özellikle şaman geleneğini sürdüren kavimlerin tanrıya yakarış biçimleri dansları ve dans şeklindeki ibadetleri (oysa bu daha çok AleviBektaşi inancını simgeleyen semah dönmeye benzer) vs vs defalarca müşterek hususlar olarak karşımıza çıkar Bağlama ve öteki bazı Türk sazları MÖ 1600 yıllarından beri kullanılan enstrümanlardır Bu bilgiler, Anadolu Medeniyetleri Müzesinden edindiğimiz belgelerle gün ışığına çıkmış ve konu daha anlaşılabilir ülkü gelmiştir Sözünü ettiğimiz belgede görülen sazın bağlamaya benzemesi ve omuzda çalınması bizim için oldukça önemlidir ve bu alanda göz ardı edilmeyecek önemli bir vesikadır Lüzum sazın bedensel yapısından gerekse onu çalan sanatçının sazı tutma pozisyonundan bunu anlayabiliriz Sazın sağ omuza dayalı bir pozisyonda çalınması, günümüzde halen kullanılmaktadır Anadolu'da Kars ve Erzurum dolaylarında âşık sazı, Azerbaycan'da ve Kafkaslarda âşık sazı ve tar, öteki Türkü Topluluklarda dombra gibi sazlarında bu şekilde omuza veya ayakta kucakta tutar şekilde çalınması fazla da garip bir benzeşme değildir Yaşamış ve yaşatılan gelenek, gerçekten resimdeki sazın öp öz bir Türk sazı ve sanatçısına ait olduğunu bildiren en manâlı belgedir MÖ 1600 yılına ait bu resimdeki bağlamanın tablete işlendiği tarihten daha eskilere dayandığı inancındayım Bu durumda bağlamanın ortaya çıkış tarihinin MÖ 2000'li hatta 3000'li yıllara kadar varabileceği düşüncesindeyim Çünkü bir enstrüman, gelişimini aniden tamamlayamaz Resimden de anlaşılacağı üzere, bağlamanın keza söze ayrıca de oyunculara eşlik ettiği görülmektedir Oyuncular bir ibadete başlar gibi ellerini göğe dürüst kaldırır vaziyette ya da ellerini ortak olarak birbirine vuracak şekilde resimlendirilmişlerdir Her ikisi de muhtemeldir Elleri müşterek vurur şekilde düşünüldüğünde bu cins oyunların bilhassa Doğu Anadolu ve Güney Doğu Anadolu bölgemizde oynanan oyunları hatırlattığı gibi, Sivas'ta mükemmel aşina 'çemberim' isimli oyunun hoplatma kısmındaki figürleri de akla getirmektedir bundan başka, oyuncuların duruş şekli, iki taraflı olarak semaha duran iki kişiyi de çağrıştırmaktadır Çünkü oyuncuların bu şekilde yüz yüze bakarak ellerini göğe açar vaziyette oyun oynama şekillerinin semah oyunlarında var olduğunu biliyoruz Bu da tanrıya yakarmanın ve yaklaşmanın bir diğer şeklidir Bir çok şaman Türklerinde de bu stil ibadetin var olduğunu düşünürsek resmin değeri bir kat daha artmaktadır Türklerin İslamiyet'e geçmesiyle, ibadet şekillerinde köklü şansın dönmesi olmuştur Bir fazla folklorik değerden günah olur düşüncesiyle vazgeçilmiş dolayısıyla bu değerlere sahip meydana çıkan Türk topluluğu azalmıştır Bilhassa musiki ve halk oyunları gibi değerlerimiz yeni dini inanç sistemi içerisinde kendine bir yer bulamamış, bunlarla uğraşan insanlarımızın öyle birçok bu sistem içerisinde dışlanmıştır Fakat öylesine önemli bir zümre var ki, keza İslam inancı içerisinde olup ayrıca de bu değerlerin günümüze taşınmasında manâlı bir ödev üstlenmişler olan AleviBektaşi inancına mensup zümredir Bu açıdan bakıldığında, binlerce yıl önce bağlama adı aşağı var olan saz, benimsemek gerekir ama, bu Türkler baştan sona varlığını sürdürebilmiştir Dedem Korkut ve öteki ozanlar, cet soylayıp boy boylayarak, Hakanın yanına birincil ve son sözü söyleyen bilge birer kişi olarak uzun yıllar geleneği yaşatan insan olmuştur İşte Dedem Kokut'un elinde tuttuğu saz, söylediği laf, tarihler her tarafında bir fazla Türk ozanının sermayesi olmuştur Kimi vakit Karacaoğlan'ın kimi vakit Emrah'ın, Pir Sultan Abdal'ın, Âşık Veysel'in sazında ve sözünde yeniden şekillenmiştir Başka hiç bir İslamî ülkede saz ve laf ile tanrıya yakarma biçimi yoktur Öpöz Türkmen kökenli olan AleviBektaşiler, ozanlık geleneğinin günümüze taşınmasında, bence fazla önemli bir görevi yerine getirmişlerdir İslamiyet öncesi Türk töresini yüzyıllar boyu yaşatma başarısını bildiren Alevi topluluğuna, bir halkbilimci olarak bu bakımdan çok şeyler borçlu olduğumuz inancındayım Anadolu'nun dört bir tarafına bakıldığında bağlama çalma geleneğinin bütün yurtta yaygın olarak kullanıldığını görüyoruz Özellikle Türkmen boylarının hudut çizdiği alanlarda üslup, hitabe ve ağız özelliklerinin de yöreye göre değişerek varlığını sürdürdüğünü bir gerçektir Ağızdan ağza söylenerek günümüze dek ulaşan türkülerimiz, illerimizin ve ülkemizin coğrafik sınırlarının dışına taşarak farklı bir sınır çizmektedir Her ne dek sınırlarımız Kurtuluş Savaşı sonrası yapılan anlaşmalarla çizilmişse de bir Kars, Iğdır veya Artvin folklorunun, Gürcistan Azerbaycan, Nahcıvan Folklorundan; bir Urfa Folklorunun Kerkük folklorundan; bir Edirne, Kırklareli folklorunun Rumeli,Bosna, Kosova folklorundan öyle ayrı özellikler göstermeyeceği düşüncesindeyim Ama folklorumuz, tarihin hiç bir döneminde bu kadar değil olma tehlikesi ile karşı karşıya kalmamıştı Globalleşme sürecine giren ve üstünde o kadar fazla ulusun yaşadığı dünyada milletler çabuk karşılıklı kültüre doğru gitmektedir Bu korkunç koşul, az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde daha süratli bir seyir takip etmektedir ve bu ülkeler her geçen gün gelişmiş ülkelere yem olmaya devam etmektedir Bu bakımdan, kendi kültürel politikamızı çizmediğimiz süre globalleşmenin bizlere de fazla önemli kayıplar vereceği kaçınılmaz bir gerçektir Tarih her tarafında Türk devletinin yaşatılmasında önemli bir yeri olan Kültürel değerlerimizin bir birçok bugün artık bir müzelik eser olarak görülmekte veya ağırlama unsuru olarak değerlendirilmektedir Fert ve devlet olarak bizlere düşen, Türk'e has değerleri bulup ortaya dahil etmemek; var olan kültürel değerlerimizi de daha pozitif yozlaşmadan tespit etmek, korumak ve yaşatmak olmalıdır Bağlama eşliğinde kadın ve erkek oyuncular (MÖ 1600) Hitit müzisyenleri bağlama, çifte kaval, zil ve raks (MÖ 700) Tef, liyr, zurna çalanlardan oluşan mehter yarı merasim alayı (MÖ 700) KAYNAKLAR 1) Ekrem AKURGAL , Anadolu Uygarlıkları, 19 2) Mehmet Faik KÖKSAL , Peygamberler tarihi, 105 vd 3) Firuzan KINAL , Eski Anadolu Tarihi, 27 4) Akdes Nimet KURAT , Karadeniz'in Kuzeyindeki Türk Devletleri Tarihi, 16 vs 5) Xenephon, Anabasis,V,V,I 6) Mehmet Faik KÖKSAL , ae, 181 vd 7) Adem IŞIK, Antik kaynaklarda Karadeniz Bölgesi, 2 vd