Son Konu

Bahailik

iltasyazilim

Yeni Üye
Katılım
25 Ara 2016
Mesajlar
2
Tepkime
1
Puanları
38
Yaş
35
Credits
-2
Geri Bildirim : 0 / 0 / 0
Bahailik Mumsema Bu mezhebi, İsnaaşeriye fırkasına mensup olan bir kişi kurmuşur
Bu mezhebi, bu kitapta anlatmamız, onun İslâmi bir mezhep oluşundan değildir Biz bu mezhebi, İslâmî olduğu için değil, müslümanların arasında yayıldığı ve asıl kurucusunun, İslâmî mezheplerden birine mensup bir kişi olduğu için burada tanıtıyoruz
Bu mezhep, müslümanların, üzerinde ittifak ettikleri esaslardan ve İslâm dininin temel prensiplerinden sapmış bir mezheptir
Bu mezhebin kurucusu, Hicri 1252, Miladî 1820 de İran'da doğan «Mirza Ali Muhammed eşŞirazi» dir Bu zat, daha önce Isnaaşeriye mezhebine mensuptu Fakat bu mezhebin sınırlarını aştı Bu mezhep ile «İsmailiyye» mezhebinin sapık görüşlerini ve «Sebeiyye» fırkasının «Hulul» fikrini birleştirdi Böylece, İslâm inancından çok uzak olan karma bir mezhep ortaya koydu
İsnaaşeriye mezhebinde «gizlenen iman» diye bir prensip vardır Bu mezhebe göre, onikinci İmam, gözler önünden kaybolmuştur İsnaaşerîler, bu imamın dönmesini beklemektedirler Mirza Ali Muhammed, İran halkının çoğunluğunu teşkil eden İsnaaşeriyye fırkası içinde yaşadığı için, önceleri bu mezhebin inançlarına sıkı sıkıya bağlıydı Mezhebini büyük gayretlerle savunmuş ve bu sebeple, dikkatleri üzerine çekmişti Kendisini psikolojik incelemelere ve felsefi düşüncelere vermişti İnsanların, kendisine itibar etmeleri ve çalışmalarında kendisini teşvik etmeleri, Mirza'yı, «Kaybolan İmam adına konuşan tek kişi ve ona açılan tek kapı» olma iddiasına sürükledi Çünkü, İsnaaşeriye mezhebinin bir gereği olarak, diğer imamlar gibi, kaybolan bu imamın da, kendisine özel olarak verilen yetki mucibince, kendisine tâbi olmayı gerektiren bir ilmi bulunduğu, kendisinin, hidayet ve bilgi kaynağı olduğu kabul edilmektedir
Mirza Ali, Nurani İmam'ın bilgisinin kendisine verildiği varsayımından hareket ettiği için, kendisine uyanlara göre, sözleri, diğer imamlarınki gibi tartışma kabul etmeyen bir hüccet, bir delil kabul ediliyordu Bu sebeple Mirza Ali, taraftarlarından mutlak bir itaat gördü ve her söylediği kesinlikle kabul edileli
Mirza Ali, zamanla çok aşırı gitti «Kaybolan İmamın ilmini aktardığı» iddiasını ortaya attı Hicri 260 tarihinde kaybolan imamdan bin sene sonra ortaya çıkacak Mehdi'nin kendisi olduğunu iddia etti Bununla da yetinmeyip, Allah'ın kendisine girdiğini, yarattıklarına O'nun şekline bürünerek göründüğünü, Hz Musa ile Hz İsa'nın, âhir zamanda ortaya çıkmalarının tek yolunun, kendisi olduğunu iddia etti Umumi olarak inanıldığı gibi, sadece Hz İsa'nın döneceğini söylemekle kalmayıp, ona Hz Musa'yı da ilâve etti Ve bunların tekrar geri dönmelerinin tek yolunun kendisi olduğunu iddia etti
Mirza Ali, bu iddialarla, kendi tesirinde kalan bir topluluk elde etti Fakat, İmamiye mezhebine mensup olsun veya olmasın, bütün âlimler bu iddialara karşı çıktılar Çünkü bu adamın, kendisinde varlığını iddia ettiği hususlar, İslâmi gerçeklere ve Kur'anı Kerîm'in getirdiği esaslara tamamen ters düşmekte idi
Fakat Mirza Ali, âlimlerin eleştirilerine kulak asmadı Aksine, insanları onlardan nefret ettirmeye girişti Onları, ikiyüzlülük, maddecilik ve idarecilere yağcılıkla suçladı Her söylediğini delilsiz olarak, safça kabul eden insanlar da buldu
Mirza Âli, kendisinde bir kısım şeylerin varlığını iddia ettikten sonra, itikadi mevzularda ve hukuki meselelerde bazı saçma düşünceler ileri sürdü İtikadı mevzularda ileri sürdüğü saçma düşüncelerden bazıları şunlardır:
a) Âhiret gününe, müminlerin mükâfatlandırılacakları bir cennetin ve suçluların cezalandırılacakları bir cehennemin varlığına ve bunların, insanın hesaba çekilmesinden sonra gerçekleşeceğine inanmaması
Mirza Ali, Allah'ın huzuruna çıkmanın ve âhiret gününün, yenilenmekte olan ruhi bir hayatın sembollerinden başka bir şey olmadığım kabul eder
b) Mirza Ali'nin, davet ettiği itikadi meselelerden biri de, kendisinin, geçmişteki bütün peygamberlerin gerçek temsilcisi olduğuna, ilâhî peygamberliklerin kendisinde toplandığına, bu nedenle bütün diğer din sahiplerinin kendisinde birleştiğine iman etmeye çağırmasıdır
Bahailikte, Yahudilik, Hristiyanlık ve İslâm birleşmekte ve aralarında herhangi bir fark gözetilmemektedir
c) Allah'ın bizzat kendisine girdiğine inanması Mirza Ali, Allah'ın, kendisine hulûl ettiğini ve kendisinden sonra da başkalarına hulul edeceğini ilân etti Böylece hululü, sadece kendi tekelinde bulundurmadı
d) Mirza Ali, Hz Muhammed'in peygamberliğinin, son peygamberlik olduğuna inanmaz
e) Mirza Ali, birlikte bulunan bazı harfleri ve harflerin, hesapta kullanılan rakamlarını zikrederek birçok garip iddialara girişti Rakamların, bu adamın görüşlerine büyük tesiri vardı Özellikle (19) rakamının ona göre ayrı ve üstün bir değeri vardı
Hukuka ve muamelata ait bazı mevzularda, ileri sürdüğü sapık görüşlerinden bazıları da şunlardır :
a) Mirasta ve diğer mevzularda kadını, erkekle tamamen eşit kabul ediyordu Bu görüşüyle Mirza Ali, Kur'anı Kerim'in bir kısım açık hükümlerini inkâr etmiştir Bu hükümleri inkâr etmek ise, insanı kâfirliğe götürür
b) Mirza Ali, bütün insanların eşit olduğunu söyleyerek, insanlar arasında cins, renk ve din bakımından ayırım yapılmamasına davet etti Bu görüşü, genellikle İslâmi gerçeklere uygun düşmektedir Mirza Ali, bu görüşlerini «Beyan» diye adlandırdığı bir kitabında topladı
Görüldüğü gibi bu görüşler, genellikle, İslâmın dışına çıkan görüşlerdir Hatta İslâmın gerçek mahiyyetini tamamen inkâr mânâsına gelen, Abdullah İbni Sebe'nin, Allah'ın, Hz Ali'ye hulul ettiği iddiasını tekrar hortlattı ki, bu iddia apaçık bir kâfirliktir Bu sebeple devlet, bunlara karşı çıktı Mirza Ali ve ona tâbi olanların peşini bırakmadı Onu, otuz yaşlarına vardığı bir dönemde 1850 tarihinde idam ettiler Kendisini takibedenler de dağıtıldılar
Fakat ne yazık ki Mirza Ali, ölmeden önce «Subhi Ezel» ve «Bahaullah» adlarında iki mürit seçmişti Bunların her ikisi de İran'dan sürgün edilmişlerdi Subhi Ezel, Kıbrıs'ı, Bahaullah da Edirne'yi kendilerine karargâh seçtiler
Subhi Ezel'e tâbi olan kişiler çok az idi Fakat Bahaullah'ın peşinden gidenler bir hayli çoktu Bu mezhebe, Bahaullah'a izafeten «Bahailik», bazan da asıl kurucusuna izafeten «Babilik» denilmiştir ki mükemmel bir şekilde yürütebilmesi için, kendi şahsında yeniden Subhi Ezel, Babiye mezhebinin, olduğu gibi muhafaza edilmesini ve insanların, ona davet edilmeleriyle yetinilmesini isterken, Bahaullah kendisinde Mirza Ali'nin yetkilerini topladı Hatta, daha fazla yetkisi olduğunu ileri sürdü Bu itibarla Bahaullah, Allah'ın kendisine hulul ettiğini (girdiğini) ve kendisinin, Allah'ın tam bir görünümü olduğunu ilân etti Hristiyan inancında Yahya'nın, Hz İsa'nın gelmesine zemin hazırlayan biri olduğu gibi, Bahaullah da hocası Mirza Ali'nin, kendisi için zemin hazırlayan bir nitelikte olduğunu ve kendisini müjdelediğini iddia etti
Goldzhier, «ElAkide ve eşŞeria» adlı kitabında şöyle der: «Bahaullah'ın, kendisinden önce gönderilen ve reklamını yaptığı dâvayı mükemmel bir şekilde yürütebilmesi için kendi şahsında yeniden ilâhlık düşüncesi ortaya çıktı Bahaullah, «bab'a»dan daha büküktür Çünkü «baba», ayakta duran, Bahaullah ise, ayakta tutan, yani, devam eden ve ebedi kalandır Bahaullah kendisine, «Allah'ın görünümü» veya «Allah'ın manzarası» isminin takılmasını tercih etti Çünkü, Allah'ın zatının güzelliği, onun görünümünde müşahade edilir Ve o, bir ayna gibi, Allah'ın güzelliğini yansıtır Bahaullah kendisini, değerli, parlak bir mücevherin parladığı gibi, ışık saçan, gökleri ve yeri aydınlatan, Allah'ın güzelliği kabul eder Bahaullah, cevherden meydana gelen bir suret ve bir yansımadır Cevheri bilmek, ancak Bahaullah vasıtasıyla mümkün olur
Bahaullah'a tâbi olanlar, onun, insanlığın üstünde olduğuna inanıyor ve ona birçok ilâhî sıfatlar veriyorlardı1
Bahailikteki beynelmilel anlayış ve Bahaullah'ın, kendisine ilâh süsü vermesi sebebiyle Bahaullah, kitaplarını doğuda ve batıda bulunan bütün yöneticilere gönderdi Kitapçıklarında, ilâhın, kendisine girdiğini iddia ediyordu Kur'anı Kerîm'in surelere, ayrılması gibi, o da yazdıklarını bölümlere ayırıyor ve onlara «Sure» adını veriyordu Bahaullah, gaybı bildiğini iddia ediyor ve gaipten haberler vermeye çalışıyordu Tahminlerinin bir kısmının gerçekleştiği söylenebilir Meselâ: III Napolyon hükümetinin düşeceğini söylemiş, dört yıl sonra tesadüfen hükümet düşmüştü Kendisine tâbi olanların aşırı propogandaları sebebiyle bu hadise, birçoklarının, Bahaullah'a inanmasına sebep olmuştur Halbuki Bahaullah, III Napolyon hükümetinin ne zaman düşeceğini kesin olarak söylememiştir Bu haber, Bahaullah'ın bir tahminidir Onun verdiği her haberin doğru çıktığını, kendisine aşırı derecede bağlı olanlar bile iddia edememişlerdir Bahaullah, kendisine tâbi olanları, dâvasını desteklemeleri için yabancı dil öğrenmeye teşvik etmiştir
Bahaullah'ın, insanları davet ettiği iddialarının en önemlileri şunlardır:
a) Bütün İslâmî kayıt ve bağları bir kenara atmak Böylece, Bahaullah'ın icad ettiği mezhebin, İslâmla hiçbir ilişkisi kalmamıştır Çünkü Bahaullah, İslâm şeriatının zamanının geçtiğini ileri sürmüştür Daha önce de belirttiğimiz gibi, Bahaullah bu noktada hocası Mirza Ali'den tamamen ayrılmıştır
b) Bahaullah, renkleri, dinleri, ırkları ne olursa olsun, bütün insanları eşit saymayı, dâvasının özü ve cevheri kabul etmiştir Onun propagandaları bu «eşitlik» ilkesine dayanıyordu Irkçılık, sınıfçılık ve dinî taassupların hâkim olduğu bir dönemde, dikkatlerin Bahaullah üzerinde toplanmasının sebebi şüphesiz ki, bu ilke idi
c) Bahaullah, aile düzenine de değindi Bu hususta da İslâmi esaslara tamamen karşı çıktı Çok istisnaî durumlar hariç, birden fazla evlenmeyi kaldırdı İstisnaî durumlarda da ancak iki kadınla evlenmeye izin verdi Boşanmayı da, iki eşin birlikte yaşamalarının mümkün olmadığı haller dışında tamamen yasakladı Boşanan kadının, belli bir süre iddet bekledikten sonra, evlenebileceğini reddetti Ve boşanır boşanmaz bir başkasıyla evlenebileceğini söyledi
d) Cenaze namazı hariç, diğer namazların cemaatle kılınamıyacağını ve yalnız olarak kılınacağına hüküm verdi
e) Kendisine tâbi olanlara kıble olarak «Kâbe»yi değil, kendisinin bulunduğu yeri tayin etti Zira, mademki ilâh kendisine girmekteydi, o halde ilâh nereye girerse kıble de orası olmalıydı Bahaullah, her yer değiştirdikçe Bahailer de ona göre kıble değiştireceklerdi
f) Bahailer, İslâmın getirdiği maddi ve manevi temizliğe dokunmadılar Bunları olduğu gibi kabul ettiler Namaz için abdest almayı, cünüplükten, yıkanarak temizlenmeyi kabul ettiler
g) Bahailer, İslâmın, yemeiçme, alışveriş ve benzeri hususlarda koyduğu »«Helâl» ve «Haramları» tamamen ortadan kaldırdılar Hüküm vermede şeriatın yerine aklı koydular
Eğer Bahaullah, gerçekten hakkı idrak etseydi, İslâmın helâl kıldığı her şeyi akim da helâl kabul edeceğini ve haram kıldığı şeyleri ise, haram kabul edeceğini anlamış olurdu Böylece, kendisine «Niçin Muhammed'e iman ettin?» diye sorulan Bedevi'nin : «Çünkü ben, Muhammed'in yap dediği bir işe, aklın, «yapma» dediğini, «yapma» dediği bir işe de aklın «yap» dediğini görmedim» şeklindeki cevabının mânâsını kavramış olurdu
Fakat, Bahaullah, sadece yıkmak istiyordu Yıkıcı âleti kazma idi, kazma ile de herşey yıkılabilirdi
h) Bahaullah'ın ve daha önce de hocasının, insanların mutlak eşitliğini ilân etmelerine rağmen, Bahaullah «demokrasiyi kabul etmiyor, melikin düşürülmesine izin vermiyordu Bahaullah'ı bu düşünceye sevkeden, sistemindeki özellik idi Onun aksini söylemek, mezhebiyle bağdaşmıyordu Zira onun mezhebi, «ilahın, şahıslara girdiği» düşüncesine dayanıyordu Ona göre, ilâh, kendisine girmiştir Kaldı ki, kendilerine ilahın girmediği şahıslar bile, kutsal bir otoriteye sahiptirler Bunu bu şekilde kabul etmek gerekmektedir İşte bu nedenle kulların, dokunulmaz kutsal iktidarlarının varlığını kabul etmek, onun mezhebine göre mantıkî bir davranıştır
Bahaullah, meliklerin, kutsal sayılabilecek kadar otoritelerinin bulunduğunu kabul ederken, din adamlarının herhangi bir otoritelerinin varlığını kabul etmez Hocası, kendisine karşı çıkan ve konuştuklarım çürüten din âlimlerine karşı savaşırken, Bahaullah, sadece İslâm âlimlerine karşı değil, bütün din adamlarına savaş açtı Yahudi ve Hristiyan din adamlarına da karşı çıktı
Bahaullah'ın, 16 Mayıs 1892 de ölümüyle, kendi dönemi sona erdi Mezhebini devam ettirmek için yerine, «Bahânın kulu» veya «Gusnı âzam» «Büyük dal» diye adlandırılan oğlu Abbas Efendi geçti Babasına olan samimi bağlılığından dolayı kimse ona karşı çıkmadı
Abbas Efendi, Avrupa kültür ve medeniyetini çok iyi biliyordu Bu nedenle babasının görüşlerini, batı düşüncesiyle bağdaşır bir şekilde değiştirdi İlâhın, şahıslara girmesimeselesini mezhepten çıkardı Babası gibi harikalar gösterme iddiasında da bulunmadı
Abbas, batı kültürüne taraftar olduğu için, Yahudi ve Hristiyanlarca mukaddes sayılan kitapları okumaya girişti
Babailiğin kurucusu Mirza Ali, «İslâmda Reform» düşüncesiyle bu istikamette büyük adımlar atmış, arkasından gelen Bahaullah, Mirza'nın başlattığını devam ettirmiş, ondan sonra gelen Abbas Efendi ise, yıkıcılıkta üçüncü adımı atarak, sadece İslâmı terketmekle yetinmemiş, Yahudî ve Hıristiyanların da kitaplarına yönelerek, Kur'an'ın yerine, o kitaplardan hüküm çıkarmaya çalışmıştır
İşte bu sebeple, Bahaîlik propogandası, Yahudiler, Hıristiyanlar ve Mecusiler arasında geniş çapta yayılmış ve bu dinlerin mensuplarından birçok kimseler Babaîliğe girmişlerdir
Abbas ve babası, çok sayıda müslümanın kendilerine tâbi olmalarından ümitlerini kestikleri için, dâvalarını diğer din mensuplarına yöneltmişlerdir Bu sebeple, İran ve çevresinde bulunan ülkelerdeki Hristiyan, Yahudi ve Mecusilerin arasında, Bahailik çok sayıda taraftar bulmuştur Bahaîliğe mensup bazı insanlar, Türkistan'da kendilerine özel bir bina yapmışlar ve orada toplantılar akdetmişlerdir Bu mezhebin mensupları, Amerika ve Avrupada da çok vardır
«ElAkide ve EşŞeria» adlı kitabın sahibi şöyle diyor: «Söylendiğine göre, Akkâ peygamberinin (Bahauliah'ın) Amerika ve Avrupada, Hristiyanların arasında çok sayıda bağlıları bulunmaktadır Bahailer için temin edilen kültürel ve edebî faaliyetler Bahaîliğin kökleşmesine sebep olmuştur Bu faaliyetlerden olmak üzere, 1910 da kurulan ve yılda 19 sayısı çıkan Babaîliğe ait «Batı Yıldızı» adlı bir dergi bulunmaktadır2 Bu derginin, yılda sadece 19 sayısı çıkar Çünkü Bahaîler, 19 sayısının çok etkili olduğuna inanırlar Mirza Ali'nin mezhebini açıklarken gördüğümüz gibi, bunlara göre rakamların etkisi vardır Aynı kitabın sahibi, sözlerine devamla şunları söylüyor: «Bahaîlik, Amerika Birleşik Devletlerinin büyük bir bölümünde yayılmış ve «Şikago» şehrini merkez edinmiştir»3
Bahaîler, Hristiyanlıkta, kendi dinlerine davet esasının bulunduğu iddiasında çok ileri gittiler Tevrat ve İncil ile alâkalı kitapların, Bahaullah'ı ve oğlunu müjdelediğini iddia ettiler
Bu hususta Goldzhier şöyle der: «Bahaîlik, Abbas Efendinin ortaya çıkıp Tevrat ve İncil'le yardımlaşmasıyla yeni bir merhaleye ulaşmıştır Tevrat ve İncil, önceden, Abbas Efendinin geleceğini müjdelemişlerdi «Eşiya» sifrinin onsekizinci eshahının altıncı bölümünde zikredilen üstün vasıfları taşıyacak ve emirlik elinde bulunacak kişiden bu şahıs kastedilmiştir Eşiya sifrinde şunlar zikredilir: «Bizim bir oğlumuz doğacak, ona bir oğul verilecek, liderlik bunun omuzunda olacak, buna acaip bir isim verilecek ve devamlı olarak «barış reisi» 4denilecektir5
Bahaîliğin Değerlendirilmesi:
İşte Bahailik, baştan beri anlattığımız bu şekilde bir mezheptir Umarım bu mezhebin gerçek mahiyetini anlatmış olayım Ona herhangi bir şey katmış veya değişik bir biçimde anlatmış değilim Zira biz, mezheplerin gerçek mahiyetlerîyle, onlara aşırı derecede bağlı olanların tasavvur ettikleri şekilleri aynen anlatmak arzusundayız Avrupalılar Bahailiğe son derece bir taassupla bağlıdırlar Zira bu mezhebin amacı İslâmı yıkmaktır
Görüldüğü gibi bu mezhep, efsane ve masallardan başka birşey değildir Bu şekliyle bu mezhep, Amerikalılar, Avrupalılar ve dininden dönen çok az sayıdaki müslümanlar arasında yayılmıştır Fakat Avrupalılar, bu mezhebe girenlerin sayılarının aslında çok olduğunu, işkence ve baskıya uğramamak için inançlarını gizlediklerini söylemektedirler
Avrupalıların bu iddiaları delilsizdir Çünkü ne bizlere, kalblerde olanları keşfetme gücü verilmiştir, ne de onlara, gizlenen şeyleri bilme ilmi Avrupalılar bunları söylerken belki de bazı ümitlerini dile getirmektedirler Çünkü onların en büyük arzuları, İslâm inancının bozulması ve müslümanların arasında, İslâmın hükümlerinin yıkılmasıdır
Avrupalıların, bu arzularına ulaşmaları imkânsızdır Çünkü İslâm dini kıyamete kadar baki kalacak olan gerçek dindir Onlar, öfkelerinden patlasınlar isterlerse
Burada dikkate değer bir husus ta şudur: Mısır danıştayınca Bahailiğin, semavî bir din olmadığına, hatta bir din dahi sayılamıyacağına karar verilmiş, Bahailik cereyanının asıl amacının, müslümanlar arasında inançsızlığın yayılması ve İslâm dininin yıkılması olduğu ifade edilmiştir
Mısır devlet şûrasının, evlenme akitleri tescil edilmek istenen üç Bahai hakkındaki kararı şöyledir: «Hayır dernekleri ve sosyal kurumlar kanununun birinci maddesinin' gözden geçirilmesinden ve Bahaî mezhebine ait talimatların ve kitapların daha önce Mısır yargıtayının kararında açıklanmasından anlaşıldığına göre, Bahaîlik mezhebinin, İslâm dininin esaslarına ters düşen bir kısım bozuk inançları yaymayı amaçladığı, neticede müslümanların kafasına, kitaplarının âyetleri ve peygamberleri hakkında şüphe soktuğu anlaşılmış, hatta adı geçen Bahaîlik mezhebinin bütün semavi dinlere ters düştüğü açıkça ortaya çıkmıştır Resmi dini İslâm olan bir ülkede bu bozuk inançları yaymak, kamu düzenini bozacak, hisleri kabartacak ve milleti galeyana getirecektir Çünkü bu cereyanın, eski dinlere sataştığı ve bu dinlere inananları kışkırttığı, dolayısıyle bu mezhebin gayesinin meşru olmadığı anlaşılmakla, bu mezhebin, kamu düzenine ve genel güvenliğe ters düştüğü sonucuna varılmıştır
Ayrıca, devlet konseyi hukuk ve fetva komitesi, dışişleri bakanlığının, Bahaîliği dinî bir cemaat kabul etmediği beyanatına dayanarak, ve Bahaîlik düşüncesinin Mısır kanunlarına da ters düşmesi nedeniyle resmen tescili istenen akdin sahih olmadığı, aksine tamamen bâtıl olduğu kanaatına varmıştır»
Bu ifadeden de anlaşıldığı gibi bu fetva şu sebeple verilmiştir: Bir avukat, eşlerin dinlerinin Bahaîlik olduğu belirtilen bir evliliği, resmen tescil ettirmek istemiştir Bunun üzerine akdi yapacak olan (Noter) itiraz etmiş ve böyle bir dini cemaatın bulunup bulunmadığını, devletin, aile hukukunda böyle bir cemaati kabul edip etmediğini öğrenmek istemiştir Soru üzerine dışişleri bakanlığı olumsuz cevap vermiştir Akdi yapacak olan makam ise, bunların durumunu daha detaylı olarak inceledikten sonra, şu neticeye varmıştır: Bahaîlik, yıkıcı bir mezheptir Özellikle İslama düşmandır Devlet tarafından kabul edilen bir din değildir Din olma seviyesinde de değildir Bu nedenle korunması düşünülmemiştir Noterler, ancak resmen müsaade edilen cemaatlerin işlemlerini tescil edebilmektedir
Noter; millî meclisi bulunmayan cemaatlerin evlendirme muamelelerinin tescilinin, daha önce şer'iyye mahkemelerinin yetkisi dahilinde olduğunu, şimdi ise bu mahkemelerin ilgasıyla bu görevin noterlere ait olduğunu da beyan etmiştir
Bahailer bu karardan sonra tekrar bir hayır cemiyeti olduklarını ileri sürerek, sosyal kurumlar kanununun, kendilerine de uygulanmasını istediler Fakat, fetva buna da müsaade etmedi
Şurası bir gerçektir ki; İslâm düşmanlarının besledikleri, dinden uzaklaşma çağrıları döneminde, Bahaîlik faaliyetleri İslâm ülkelerinde gittikçe artmakta ve güçlenmektedir Bu faaliyetler, birinci ve ikinci dünya savaşları sonunda çok yoğunlaşmış, günümüzde ise, tekrar başını kaldırmış durumdadır Bu başın koparılması, veya en azından, asıl propaganda merkezi olan Şikago'ya döndürülmesi bir zaruret haline gelmiştir6
 
Üst Alt