“Merhaba nesne!”
“Seni yok ettim”
“Seni seviyorum”
“Seni yok etmemem rağmen hayatta kaldığın için benim için değerlisin”
“Seni bir yandan severken bir yandan da durmadan yok ediyorum.”(Winnicott)
Hangi anne annelik deneyiminde çuvallamadığı ve anne olarak yok edildiği hissine sahip olmamıştır. Bir annenin annelik sürecinde sayısız yıkımı olabilir. Örneğin, huzursuz bebeğini sakinleştiremediğinde, anneliğe uygun biri ve yeterli sevecenlikte olmadığını düşündüğünde, bebeğini emzirmeye çalıştığında bebeğinin saldırganca davranarak memesini koparmak istemesiyle başarısızlık hissettiğinde, uykuya ihtiyacı olan bebeğinin uyumasına yardımcı olamadığında, hatta bebeği doğmadan önceki tüm haz kaynaklarından mahrum olduğunu düşünüp bebeğinden nefret ettiğini hissettiğinde yani bir anne olarak yeterli olduğu inancını yok edebilecek her türlü yıkımdan söz edilebilir.
Bebeğin yansıtmalar yığını halindeki nesneden (anne ya da anne yerine bakım veren) ayrı bir kişi olarak ilişki kurmaya geçebilmesi için nesneyi yok etmesi gereklidir. Winnicott, bebeğin anneyi dış nesne olarak yok etme isteğini (annenin yeterli bir anne olma hissini) ve bu yıkım sürecinde ancak ondan vazgeçerek annenin gerçek nesne hale geldiğini ele almıştır. O, bebeğin bunu annesine saldırmak ya da onu yok etmek için yapmadığını, sadece bebek olmakla- anneden başka hiçbirinin karşılayamayacağı acımasız fiziksel ve coşkusal talepleri olan bir bebek olmakla- yaptığından söz eder.
Thomas H. Ogden (2017), Winnicott’un bu fikirlerine ek olarak “gerçek olduğu için yok edilme, yok edildiği için gerçek olma süreci”nde nesnenin -yaşayan, nefes alan, coşkusal olarak tepki veren gerçek dışsal anne nesnesi- hayatta kalabilmesinin kritik önem taşıdığından ve bebeği nesne kullanımına ulaştıran gelişim sürecinde annenin kaçınılmaz bir şekilde yok edildiğinden bahsetmiştir.
Peki nedir bu yıkım ve yok edilme?
Bu yok etme bebeğin bilinçdışı fantezilerinde gerçekleşen durumdur. Nesnenin yıkılması tümgüçlü içsel anneyi yok etme (ona olan bağımlılığından vazgeçme) ve dışsal anne gerçekliğini deneyimlemesidir.
Ogden, bebeğin annesinin sağlam olduğunu görmek dahası düşüncesiz, baştan savma, üstünkörü, lakayt, oyuncu, inatçı, öfkeli, pervasız şekilde davranabileceğini ve bu sırada nesnenin hayatta kalabileceğine güvenen bebeğin hissettiği büyük bir haz ve rahatlama biçimi olduğundan söz eder. Özne nesneyi yıkar ve sonrasında hayatta kalmış olan bu nesne artık kullanabilir hale gelir.
Anne, bebeğin sadece anneyi dışsal olarak hissetmesinde, bebeğin iç dünyasını geliştirmede kolaylaştırıcı rolü oynamaz aynı zamanda bu gelişmenin olması için feda edilen kişidir. Anne kendisinin yok edilmesine izin vermekten başka bir şey yapamaz.
Ogden şu şekilde açıklar: Nesne yok edilirken yani anne, anne olmaya uygun olmadığını hissetmeye başlarken, bebek annesinin hissettiği acıyı kaydeder. Bebeğin bu acıya coşkusal tepki vermesi, nesne ilişkisi ile nesne kullanımı arasındaki “ara konum”un önemli bir noktasıdır. Böylece anne yıkılmış olduğu için gerçek olur, yok edilirken anne hissettiklerini bebeğe geçirdiği için bebek için “gerçek” olur. Gerçek bir kişi haline gelen anne olgun coşkuları, fikirleri, kendince psikolojik kapasitesi olan ve bu kapasiteyi bir anne olarak yok edilme ve yok edilirken hayatta kalma deneyimine uygulayabilen bir yetişkin olduğu için yıkımdan hayatta kalır.
Bu yıkıcılığı benzer şekilde terapilerde de görmek mümkündür. Bu sefer “Hangi anne annelik deneyiminde çuvallamadığı ve anne olarak yok edildiği hissine sahip olmamıştır?” sorusunu değiştirerek soralım. “Hangi terapist çuvallamadığını hissetmemiştir?” ve“ Sahiden hangi hasta/analizan, terapistin/analistinin canlı ve kendisi için orada olduğunu görmek isteyerek onu yıkmaya çalışmamış ve endişeyle beklememiş, bulduğundan da bayram etmemiştir?”