“Yaşamın, bütün yaşadıklarını yitirip,
yeniden kazanmanın süreci olacak
-hep yeniden yitirip,
hep yeniden kazanmanın süreci”...
(De Ki İşte, Oruç Aruoba)
Doğduğumuz günden öldüğümüz güne kadar sürekli ayrılıklar yaşıyoruz ki doğmak başlı başına bir ayrılıktır, dünyaya gelebilmek için annemizin rahminden ayrılmamız gerekti, sonra büyüyebilmek için ayrılıklar yaşıyoruz, bunların bir kısmı gelişimsel, ilerletici ve bizi olgunlaştırıcı ayrılıklarken, bir kısmı da örseleyici ve beklenmedik travmatik ayrılıklar. Doğarak anne rahminden ayrılıyoruz, büyüyebilmek için anne memesinden ayrılıyoruz, ödipus döneminde ilk ve en büyük aşk nesnemizden ayrılıyoruz, ergenlik döneminde çocukluğumuzdan ayrılıyoruz, erişkinlikte insanlığın en büyük meselesi olan, edebiyatın, müziğin ve bir çok sanat dalının sürekli konu aldığı romantik ayrılıklar yaşamaya başlıyor, aşk acısı yaşıyoruz. Yaşlanmaya başladıkça sevdiklerimizin ölümüyle fiziksel ayrılıklar yaşıyoruz. Bunların hepsini yaşayarak, yasını tutarak, veda ederek, kaybederek, büyüyor, olgunlaşıyor zenginleşiyoruz.
John Bowlby ikinci dünya savaşı sonrasında bir araştırma yaparak pek çok suçlu çocuğu gözlemledi. Bu suçlu çocuklardan 17'si 6 aydan fazla erken dönem anne yoksunluğu yaşamıştı, 14 tanesi duygusuz psikopati gösteriyordu, yani diğerlerini umursamıyor, onlar için duygulanım hissetmiyor, uzun süreli ilişkiler kuramıyordu. Bağlanma kuramının sahibi Bowlby erken dönem yaşanan bağlanma stili ve ayrılma sürecinin çocuğun yaşamı boyunca içselleştirdiği temsilleri oluşturduğunu ortaya koydu. Çocuğun sıcak, yakın ve sürekli bir ilişkiyi anne ve bakım vereniyle sürdürmesinin ve bu ilişkinin doyurucu olmasının ruhsal sağlık için şart olduğunu savundu. Bu bağlanma sürecinin niteliği çocuğun anne ile ayrışma sürecini nasıl yaşayacağını da etkileyecektir.
Bağlanma sürecinin niteliğinin yanında ilk temas ettiğimiz nesne olan anneden ayrılığın ya da ayrılamamanın nasıl yaşantılandığı, annenin kendi ayrlık öyküsünün ve dolayısıyla bir önceki kuşakların da izini taşımaktadır. Bebeğin annesinden nasıl ayrılacağı ya da ayrılamayacağı annesinin geçmiş ayrılık hikayesinin izlerini taşır, bebeğin de ilk nesnesi olan annesinden nasıl ayrıldığı ya da ayrılamadığı bundan sonrasında yaşanacak ayrılıklar üzerinde izler taşıyacaktır.
Klinikte danışmanlık için getirilen okul öncesi ya da ilkokul çağı çocuklarında sıklıkla ayrılık anksiyetesi semptomları görülmektedir. Ebeveynler yoğunlukla çocuklarının kendilerinden ayrılamadığı, tek başına kalamadığı, okula gitmekte zorlandığından yakınmaktadırlar. Bu tip ebeveynlerin öyküleri dikkatlice dinlendiğinde ebeveynlerin ayrılma ile ilgili travmatik öyküleri ve endişelerinin yüksekliği, kendi ayrılık süreçlerinde yaşanan kaygılar dikkat çekmektedir. Bu nedenle ayrılık kültürel mirasımızdır ve anne babamızın ayrılık süreciyle çok yakından ilişkilidir. Bunun yanında çocuğunun kendinden ayrışmasını bekleyen ebeveynlerin çoğunlukla çocuğun bu ayrılığa ne kadar hazır olup olmadığa ve öncelikli olarak annenin bu ayrılığa ne kadar hazır olduğuna bakmakta fayda vardır. Özellikle çocuğunun artık yalnız kalabilmesini ve annesinin uzaklaşmasına izin vermesini, onun eteğinden çekilmesini isteyen annelere sıklıkla ayrılmadan önce güvenli bağlanmasını belki de ayrılmadan önce daha çok yakınlaşabilmesine izin verilmesi önerilir. Çünkü biliyoruz ki ortada sağlıklı ve güvenli bir bağlanma yoksa sağlıklı bir ayrılık da oluşmaz. İhtiyaçlarının karşılandığı, güven ve huzur duyulan bir bağlanmada anneyle bağı iyi deneyimler üzerine içselleştirilmeyen çocuğun ayrılık sürecide sancılı ve de oldukça kaygılı olacaktır çünkü tek başına kalabilme kapasitesini geliştirebileceği iyi ebeveyn temsilleri oluşturamamıştır. Bazen annelerin bebeğin ruhsal gelişimini göz ardı ederek daha çok fiziksel gelişimine ve yaşına odaklanarak bazı ayrılıklara zorladığı görülmektedir. 2.5 yaşına geldiğinde bezi bırakması gerek, 4 yaşında anaokula gitmesi gerek gibi daha çok ortalama ve sosyal normlar üzerinden bebeklerinin gelişimini değerlendirdikleri ve yeni bir adıma hazır olduklarını düşündükleri görülmektedir. Bebeğin ruhsal gelişim aşaması ve neye ihtiyacı olduğunu düşünülmeden yapılan adımlar olduğunda sağlıklı olması beklenen gelişim aşamalarının anne bebek arasında krize dönüştüğünü sıklıkla görmekteyiz. Bu nedenle bebeğin meme bırakma, bez bırakma, odasını ayırma, okula başlama gibi temel ayrılık süreçlerinde daha çok ruhsal ihtiyaçlarını gözetmek, hazır oluşluluğuna önem vermek ve her insan yavrusunun bu gelişim aşamalarına kendine özgü ve tamamen bireysel tepkiler vereceğini kabul etmek gerekir. Aksi takdirde çocuk hazır olmadığı gelişimsel aşamalara zorlandığını hissederse bu zamansız ayrılığa gelişimsel olarak gerileme göstererek tepki verebilir, alt ıslatma, yalnız uyuyamama, konuşmayı kesme gibi.
Erken bağlanma nesnelerinin ayrılık üzerine etkisinden bahsetmişken kadınların aşk nesnelerinden ayrılması ya da ayrılık kaygısını daha yoğun yaşaması üzerine düşündüğümüzde, kadınlar için bu durumun erkek çocuklarına oranla daha zor ve yoğun yaşandığını düşünebiliriz. Yine bağlanma ve ayrılık üzerine düşünürsek kız çocuklarının ilk aşk nesnesi annesiydi, daha sonrasında ödipal sürece girildiğinde kız çocuğunun temel meselesi annesinden ayrılmak ve aşk nesnesi olarak babasına yönelmek olacaktır. Bu kız çocukları için erkek çocuğuna göre daha erken dönemde yaşanan ayrılık olmakla birlikte, ödipal ayrılığın yaşanması ve yapılandırılmasıyla babanın aşk nesnesi olmasından da vazgeçilmesi ve ödipal nesnesinden de ayrılması ile ikinci ayrılığı da yaşayacaktır. Bu da kız çocukları için erken dönemde 2 aşk nesnesinden de ayrılması üzerine kurulu bir düzene doğmuş olmaları nedeniyle ayrılıklara hassasiyetin daha yoğun ve acılı olmaları üzerine düşündürtebilir. Yani kız çocuğu erkek çocuklarına göre ilk bağlanma nesnelerinden vazgeçmeyi daha erken deneyimlemiş oluyordu. Oysa erkek çocuk için küçük yaşta (pozitif ödipal özdeşim kurmasını beklediğimizde) ilk aşk nesnesi annesi iken, daha sonrasında ödipal aşk nesnesi yine annesidir, annesinden vazgeçmesi beklenmez. Daha geç dönemde ödipal aşk nesnesinden ayrılmasını bekleriz ancak kız çocukları gibi ikili ve erken dönemde yaşanması gereken ayrılıklar olmadığını görmekteyiz. Burdan düşünürsek kadınların ayrılık kaygılarının daha yoğun olması erken dönem yaşanan aşk nesneleriyle ayrılık hikayelerinin yaşattıkları olması kuvvetle muhtemeldir.
Anne ve bebek üzerinden ayrılma stillerinin gözden geçirilmesi, bebeğin yetişkin birey olduğunda yineleyeceği ayrılıkları üzerine anlam verebilmemiz için önemlidir. Bebeğin temas ettiği ilk nesnesiyle kurduğu ilişki ve yaşadığı ayrılık sonrasındaki aşk nesneleri ile romantik ilişkileri ile bağlanma ve ayrılma sürecinde yinelenecektir.
Ayrılıkların son derece doğal ve gelişimsel olarak tekrarlanan hayatın içinden süreçler olduğundan bahsederken bir yandan da insan yaşamında büyük ıstıraplara sahne olan ayrılıkların neden bu kadar zor olduğunu, bir çok insanın baş etmekte oldukça zorlandığı süreçlerin parçası olduğunu; kimi insanlar için ağır depresif süreçlere, bazıları için intihara ya da kendisinden ayrılan kişiye zarar verme davranışına varan sonuçlarını gözlemleyebileceğimiz tablolara yol açabildiği de sıklıkla karşımıza çıkmaktadır. Her bireyin ayrılığa verdiği tepki kadar ayrılma paterni de yine kendisine özgüdür. Dünyaya geldiğimizden itibaren yaşadığımız ayrılıklardan bahsetmiştik, ilk temas kurduğumuz insanlarla yaşadığımız ayrılık süreci daha sonrasında yaşayacağımız ayrılıkların da habercisi olacaktır. Bazı anne, bebek ikilisinin sağlıklı bağ kuramadığı gibi sağlıklı ayrışamadığı durumlar da oluşabilmektedir. Bazen bebeğin ruhsal olarak hazır olmadığı durumlarda yaşanan ayrılıklar ya da hayatın doğal akışında kontrol edilemeyen travmatik yaşantılar ayrılığı sağlıklı bir süreç olmaktan çıkarıp çocuk için ruhunda derin yaralar bırakan bir süreç olarak da yaşanabilir. Bu durumda ileride temas ettiği ilişkilerinde çocuklukta yaşanmış olumsuz ayrılık deneyimleri nedeniyle ruhunda oluşmuş yaralarla duygusal ilişkilerinde ayrılığa aşırı hassasiyet gösterebilen, ayrılmamak için bitmesi gereken ya da sürdürülmesi zarar verici ilişkileri devam ettirmeye çalışan ya da bir şekilde ayrılığa zorlandı/terkedildiyse sonrasında fazlasıyla ruhsal sorunlar yaşayan bireyler haline gelebilmektedirler. Bu durumun tekrarlayıcı ve de örseleyici şekilde yaşanması durumunda kişinin öncelikle ona bakım vermiş olan kişilerle ilk bağlanma stillerine ve sonrasında yaşanan ayrılık deneyimlerine yeniden bakabilmek, bağlanma ve ayrılma paterninin nasıl tekrar ettiği ile ilgili içgörü geliştirmesini sağlamak, geçmişte yaşanmış travmaktik ayrılıkları yeniden yapılandırabilmek ve içinde bulunduğu bilinçdışı tekrarlanan bu süreçten sağlıklı şekilde çıkabilmesine yardım etmek ve yerine yeniden ve sağlıklı bir bağlanma ve de ayrılma paterni geliştirebilmek bir terapötik süreçte hedeflenen deneyimlerdir.