bilgiliadam
Yeni Üye
Bodrum Hakimi turkusu ve hikayesi
Bodrum Hakiminin hikayesi
Yıl 1965, Duzici İlkoğretmen Okulundan yeni mezun olmuş ciceği burnunda bir oğretmendim İlk atamam Kastamonu'nun Azdavay ilcesinin Cengel koyune cıktı 27 Temmuz'da 1965 tarihinde goreve başladım
Cengel Adana'ya oldukca uzaktı İklimi ayrı, gelenekleri ayrı Biri Akdeniz, oburu Karadeniz Yaşayış da cok farklı Yollar sarp koy hayli uzaktı İşte Bodrum Hakimi'yle de Cengel koyunde ilkokul oğretmenliği yaptığım sırada tanıştım
Cengel; Batı Karadeniz Dağları uzerinde bir orman ici koyu Sahilden Cide'ye ( Karadenize) uzaklığı 70–80 kilometre Bu kadar yakın olmasına rağmen İstanbul'a gitmeyenler denizi hala gormemiş
Okulun bulunduğu Şatır Koyu iki dağın arasında Diğer mezraların da merkezi Onun icin cami ve okul buraya yapılmış
İstanbul; Anadolu'nun olduğu gibi Cengellilerin de ekmek kapısı olmuş Her evden İstanbul'da bir calışan vardı Ekmek parası gurbetle ozdeşleşmişti Cengel'de Gurbet; ekmek ve su gibi Onun icin İstanbul'a muthiş bir goc vardı Yeşilkoy ve civarı Cengellilerin yoğun olarak bulundukları semtlerden biriydi
Haftada pazar gunleri İstanbul'dan Pınarbaşı'na (Eski adı Zarı Pazarı olan nahiye merkezi) bir otobus gelir, yolcusu olan sevincle nahiye merkezinin yolunu tutardı O gun Pınarbaşı'nın pazarı olduğundan otobusun gelişi de buna gore ayarlanmıştı Nahiye merkezine ulaşım katır ve atla yapılıyordu Koyle nahiye merkezinin yolu patika ve de oldukca zorlu bir yoldu Pınarbaşı'na giden yol okulun dibinden gecerdi Gidenlere sigara ısmarlar, postaneye uğramalarını tembihler, memleketten bir haber getirirler umuduyla pazarcıların donuşlerini hacıyolu gibi beklerdim
Cengel halkı muthiş rakı icerdi Ben de rakı icmeye burada başlamıştım Kastamonu ve Azdavay'ın o yıllarda rakı tuketiminde Turkiye 'de ilk sıraya girdiği soyleniyordu
Koye okul yeni yapılmış, kumu, cakılı ve sair malzemesi de hayvan sırtında taşınmıştı Ben okulun ilk oğretmeniydim 5 parcadan oluşan Cengel'in en buyuk parcası Gere idi Gere, Zaim Koyu, Verve ve Cengel mezralarındaki oğrenciler Şatır Koyune geliyorlardı Okula en yakın mezra Cengel ve Zaim Koyu idi
Cengel; ilce merkezine pek uzak değildi, ama ulaşım oldukca zordu İlcenin yolu Pınarbaşı'ndan geci yordu İlceye gitmek icin nahiye merkezine (Pınarbaşı) atla veya yaya, sonra da Faiklerin minibusuyle Azdavay’a ulaşmak gerekirdi Minibusu kacırdığınız zaman kazaya gidememe gaygısı dolardı icinize Ya ikinci kez minibusun dolmasını bekleyeceksin, ya ozel tutacaksın, ya da bir sonraki gunu bekleyeceksin Bu sıkıntılar yaşandıkca gurbet
denilen mefhum cekilmez olurdu Pınarbaşı'nda Gırtlağında gozyaşları duğum duğum Ağlayamazsın Yarını veya bir sonraki arabayı beklemekten başka care yoktur artık Onun icin her araba sesi yeniden bir umut ışığı olurdu
Azdavay'la Pınarbaşı 25–30 CengelPınarbaşı yaklaşık 10–15, Azdavay'ın Kastamonu'ya uzaklığı da 70 kilometreydi O yıllarda ilcenin nufusu ise 2–3 bin civarındaydı Hicbir sosyal aktivitesi yoktu Bir sinema vardı O da haftanın belirli gunlerinde calışıyordu O sinemada filim seyretmek nasip olmadı Fakat bir Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında bağlama caldım Buyuk sukse toplamıştı Ondan sonra adım sazcı oğretmene cıktı Azdavay ilce merkezine bağlı oğretmenlerin hepsi tanımıştı Adanalı Sazcı Oğretmen dendiğinde herkes bilirdi
Cengel'de zamandan gayrı bol bir şey yoktu Bakkal ve kahvehane memlekette kalmıştı Temel ihtiyac maddelerini nahiye, doktor ve sağlık hizmetlerini ise ilce merkezinden temin etmek gerekirdi İhtiyacları zamanında gidermezseniz haliniz perişan olur, umutlar pazara kalırdı Cengel 'de park, bayram yeri, carşı pazar yoktu Yok, yoka karışmış Tuz yok sabun yoktu Ama havası ve suyu guzel, doğayı tarif etmek imkansızdı Gorevin dışında nasıl vakit gecireceğimin hesabını yapar, koy eşrafından Niyazi Efendi (Niyazi Şen) ile nereye gidersek gunu daha iyi değerlendiririz diye duşunur dururdum Zaman akmayan bir sel, bense onun deryasında boğulan bir Halil Atılgandım
O yıllar iletişim araclarının az, 45’lik plakların yaygın olduğu donemlerdi Televizyon ise hic yoktu Uzun dalga Ankara Radyosu ile Mamak Muhabere, Meteoroloji ve Polis Radyoları da kısa dalgadan yayın yapan istasyonlardı Bunları dinlemekte oldukca guctu Sonra her radyoda bu istasyonları cekmezdi Adana, Erzurum, İstanbul Radyoları ise ancak hitap ettiği bolgelerden dinlenilebiliyordu Tek yoldaşım dayımın oğretmen okulunda 35 liraya aldığı bağlama ile demirbaş dostum pikaplı radyoydu Niyazi Efendi ile bir yere gitmemişsek ya radyo dinler, ya da evde bağlama calardım Bağlama calmak Duzici İlk Oğretmen Okulunun bir armağanıydı Bu armağan zaman icinde cocuklarla ve koyluyle ilişkilerimi sıcak tutan en onemli bir arac olmuştu
Şatır Koyu iki dağın arasında, okul ise hemen alt başta Pınarbaşı'na giden yolun ustundeydi Gun batımından once her taraf yemyeşil, gok masmavi olur Guneş kaybolunca, yeşiller bir yağmur bulutu gibi cokerdi okulun ustune İt havlaması at kişnemesine karışır, hindiler biz de buradayız dercesine tom tom ederek koşar, garip otuşleriyle akşamın sessizliğini bozarlardı Okulla lojman arasındaki antene kucuk bir kuş konar, tarifi mumkun olmayan hareketler yaparak gozden kaybolurdu Bu ise huzunlu bir Cengel akşamının ayak sesleriydi
Okulun onunde uc buyuk cam ağacı vardı Huzunlu akşamın gelişiyle onlara da bir sessizlik cokerdi Akşam ruzgarıyla bozulan sessizlik bir uğultuya donuşur, icimi burkar, sebepsiz bir korku sarardı her yanımı Tarifsiz duygular icinde sancılı kadınlar gibi kıvranırdım Yalnızlık kara bulut gibi cokerdi ustume Yalnızlığımı paylaşan tek dostum Niyazi Amca ve onun Cakır adındaki kopeği idi Cakırla dost olmuştuk İyi bakardım ona Ekmek verir yemeğimi paylaşırdım O beni ben onu cok sevmiştik Cakır evinde konaklamaz
hep benimle yalnızlığımı paylaşırdı Ayak sesimden geldiğimi bilir, Cakır dediğimde ustume atlar, gece gec gelişlerime kızar gibi bir tavır takınırdı Gozumun icine bakar, başını bir o tarafa bir bu tarafa cevirir Nerde kaldın diye beni sorguya cekerdi sanki Lojmanının kucuk bir girişi vardı Duldaydı Oraya bir cul sermiştim En soğuk gunlerde dahi orda sabahlar, beni yalnız bırakmazdı Cok sadıktı Geceleri bazen ulurdu Uluması icimi urpertir ciğrirdim Kalkıp sus artık dediğimde; ağlamaklı bir ses cıkartır, kuyruğunu tap tap vurur Başını on ayaklarının ustune koyar, gozumun icine bakar, mahcup tavırlar icinde sanki benden ozur dilerdi
Yalnız gecelerim bitmek bilmezdi Cengel'de Cam ağacından ve mezarlıktan gelen baykuş sesleri bazen Cakır'ın sesini bastırır beni urkuturdu Lambanın titrek ışığı pat pat ederek urkutmelere ortak olur gazın bittiğini ritmik bir olcuyle haber verir, ustelik camı da kirletirdi
Once de soylediğim gibi, Cengel'de zamanı değerlendirme araclarım radyo, plak bağlamaydı Bağlamanın ayrı bir yeri ve değeri vardı O benim icin anaydı, babaydı Gozyaşlarıma mendil, gurbet turkulerinin cilekeş dostuydu Onda dile gelirdi Gurbet yolu gariplerin yoludurturkusu Bildiğim, oğrendiğim turkuleri oğrencilere ve koyluye calar soylerdim Koyluler cok sevmiş, bağrına basmıştı beni Bir dediğimi iki etmezlerdi Kısa dalgadan dinlediğim plakları İstanbul'da calışan Cengel koyluleri vasıtasıyla temin ederdim Onun icin hayli plak repertuvarım olmuştu
Bir gun kısa dalgadan yayın yapan Sofya Radyosu'ndan Bodrum Hakimini dinledim Sozler beni cok etkilemişti Hemen getirteceğim plaklar arasına not ettim
Plakları bize İstanbul'dan Papaz'ın Oğlu Mustafa (Eski Muhtar İbrahim Kuru'nun oğlu) temin ederdi Birinde hayli kalabalık bir liste gondermiştim Onu dahi zorsunmadan temin edip yolladı Gelen on beş yirmi plak’ın icinde ilk dondurduğum Bodrum Hakimi oldu Plak klasik sazlarla calınıyor, Nazmi Yukselen tarafından da okunuyordu On plandaki klarnet sesi sozlerle butunleşerek yurek dağlıyordu Plak donuyor bense sozleri turku defterime kaydediyordum
Bodrumlular erken bicer ekini
Feleğe kurban mı gittin Bodrum Hakimi
Nasıl attın Mefharet Hanım ipe de kendini
Altın makas gumuş bıcak ile doğradılar tenini
Hakim hanımın memleketi Kutahya Tavşan
Hakim hanım sen eyledin bizleri perişan
Nasıl attın Mefharet Hanım ipe de kendini
Cifte doktorlar doğradı o beyaz tenini
Bodrum Hakiminin hikayesi
Yıl 1965, Duzici İlkoğretmen Okulundan yeni mezun olmuş ciceği burnunda bir oğretmendim İlk atamam Kastamonu'nun Azdavay ilcesinin Cengel koyune cıktı 27 Temmuz'da 1965 tarihinde goreve başladım
Cengel Adana'ya oldukca uzaktı İklimi ayrı, gelenekleri ayrı Biri Akdeniz, oburu Karadeniz Yaşayış da cok farklı Yollar sarp koy hayli uzaktı İşte Bodrum Hakimi'yle de Cengel koyunde ilkokul oğretmenliği yaptığım sırada tanıştım
Cengel; Batı Karadeniz Dağları uzerinde bir orman ici koyu Sahilden Cide'ye ( Karadenize) uzaklığı 70–80 kilometre Bu kadar yakın olmasına rağmen İstanbul'a gitmeyenler denizi hala gormemiş
Okulun bulunduğu Şatır Koyu iki dağın arasında Diğer mezraların da merkezi Onun icin cami ve okul buraya yapılmış
İstanbul; Anadolu'nun olduğu gibi Cengellilerin de ekmek kapısı olmuş Her evden İstanbul'da bir calışan vardı Ekmek parası gurbetle ozdeşleşmişti Cengel'de Gurbet; ekmek ve su gibi Onun icin İstanbul'a muthiş bir goc vardı Yeşilkoy ve civarı Cengellilerin yoğun olarak bulundukları semtlerden biriydi
Haftada pazar gunleri İstanbul'dan Pınarbaşı'na (Eski adı Zarı Pazarı olan nahiye merkezi) bir otobus gelir, yolcusu olan sevincle nahiye merkezinin yolunu tutardı O gun Pınarbaşı'nın pazarı olduğundan otobusun gelişi de buna gore ayarlanmıştı Nahiye merkezine ulaşım katır ve atla yapılıyordu Koyle nahiye merkezinin yolu patika ve de oldukca zorlu bir yoldu Pınarbaşı'na giden yol okulun dibinden gecerdi Gidenlere sigara ısmarlar, postaneye uğramalarını tembihler, memleketten bir haber getirirler umuduyla pazarcıların donuşlerini hacıyolu gibi beklerdim
Cengel halkı muthiş rakı icerdi Ben de rakı icmeye burada başlamıştım Kastamonu ve Azdavay'ın o yıllarda rakı tuketiminde Turkiye 'de ilk sıraya girdiği soyleniyordu
Koye okul yeni yapılmış, kumu, cakılı ve sair malzemesi de hayvan sırtında taşınmıştı Ben okulun ilk oğretmeniydim 5 parcadan oluşan Cengel'in en buyuk parcası Gere idi Gere, Zaim Koyu, Verve ve Cengel mezralarındaki oğrenciler Şatır Koyune geliyorlardı Okula en yakın mezra Cengel ve Zaim Koyu idi
Cengel; ilce merkezine pek uzak değildi, ama ulaşım oldukca zordu İlcenin yolu Pınarbaşı'ndan geci yordu İlceye gitmek icin nahiye merkezine (Pınarbaşı) atla veya yaya, sonra da Faiklerin minibusuyle Azdavay’a ulaşmak gerekirdi Minibusu kacırdığınız zaman kazaya gidememe gaygısı dolardı icinize Ya ikinci kez minibusun dolmasını bekleyeceksin, ya ozel tutacaksın, ya da bir sonraki gunu bekleyeceksin Bu sıkıntılar yaşandıkca gurbet
denilen mefhum cekilmez olurdu Pınarbaşı'nda Gırtlağında gozyaşları duğum duğum Ağlayamazsın Yarını veya bir sonraki arabayı beklemekten başka care yoktur artık Onun icin her araba sesi yeniden bir umut ışığı olurdu
Azdavay'la Pınarbaşı 25–30 CengelPınarbaşı yaklaşık 10–15, Azdavay'ın Kastamonu'ya uzaklığı da 70 kilometreydi O yıllarda ilcenin nufusu ise 2–3 bin civarındaydı Hicbir sosyal aktivitesi yoktu Bir sinema vardı O da haftanın belirli gunlerinde calışıyordu O sinemada filim seyretmek nasip olmadı Fakat bir Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında bağlama caldım Buyuk sukse toplamıştı Ondan sonra adım sazcı oğretmene cıktı Azdavay ilce merkezine bağlı oğretmenlerin hepsi tanımıştı Adanalı Sazcı Oğretmen dendiğinde herkes bilirdi
Cengel'de zamandan gayrı bol bir şey yoktu Bakkal ve kahvehane memlekette kalmıştı Temel ihtiyac maddelerini nahiye, doktor ve sağlık hizmetlerini ise ilce merkezinden temin etmek gerekirdi İhtiyacları zamanında gidermezseniz haliniz perişan olur, umutlar pazara kalırdı Cengel 'de park, bayram yeri, carşı pazar yoktu Yok, yoka karışmış Tuz yok sabun yoktu Ama havası ve suyu guzel, doğayı tarif etmek imkansızdı Gorevin dışında nasıl vakit gecireceğimin hesabını yapar, koy eşrafından Niyazi Efendi (Niyazi Şen) ile nereye gidersek gunu daha iyi değerlendiririz diye duşunur dururdum Zaman akmayan bir sel, bense onun deryasında boğulan bir Halil Atılgandım
O yıllar iletişim araclarının az, 45’lik plakların yaygın olduğu donemlerdi Televizyon ise hic yoktu Uzun dalga Ankara Radyosu ile Mamak Muhabere, Meteoroloji ve Polis Radyoları da kısa dalgadan yayın yapan istasyonlardı Bunları dinlemekte oldukca guctu Sonra her radyoda bu istasyonları cekmezdi Adana, Erzurum, İstanbul Radyoları ise ancak hitap ettiği bolgelerden dinlenilebiliyordu Tek yoldaşım dayımın oğretmen okulunda 35 liraya aldığı bağlama ile demirbaş dostum pikaplı radyoydu Niyazi Efendi ile bir yere gitmemişsek ya radyo dinler, ya da evde bağlama calardım Bağlama calmak Duzici İlk Oğretmen Okulunun bir armağanıydı Bu armağan zaman icinde cocuklarla ve koyluyle ilişkilerimi sıcak tutan en onemli bir arac olmuştu
Şatır Koyu iki dağın arasında, okul ise hemen alt başta Pınarbaşı'na giden yolun ustundeydi Gun batımından once her taraf yemyeşil, gok masmavi olur Guneş kaybolunca, yeşiller bir yağmur bulutu gibi cokerdi okulun ustune İt havlaması at kişnemesine karışır, hindiler biz de buradayız dercesine tom tom ederek koşar, garip otuşleriyle akşamın sessizliğini bozarlardı Okulla lojman arasındaki antene kucuk bir kuş konar, tarifi mumkun olmayan hareketler yaparak gozden kaybolurdu Bu ise huzunlu bir Cengel akşamının ayak sesleriydi
Okulun onunde uc buyuk cam ağacı vardı Huzunlu akşamın gelişiyle onlara da bir sessizlik cokerdi Akşam ruzgarıyla bozulan sessizlik bir uğultuya donuşur, icimi burkar, sebepsiz bir korku sarardı her yanımı Tarifsiz duygular icinde sancılı kadınlar gibi kıvranırdım Yalnızlık kara bulut gibi cokerdi ustume Yalnızlığımı paylaşan tek dostum Niyazi Amca ve onun Cakır adındaki kopeği idi Cakırla dost olmuştuk İyi bakardım ona Ekmek verir yemeğimi paylaşırdım O beni ben onu cok sevmiştik Cakır evinde konaklamaz
hep benimle yalnızlığımı paylaşırdı Ayak sesimden geldiğimi bilir, Cakır dediğimde ustume atlar, gece gec gelişlerime kızar gibi bir tavır takınırdı Gozumun icine bakar, başını bir o tarafa bir bu tarafa cevirir Nerde kaldın diye beni sorguya cekerdi sanki Lojmanının kucuk bir girişi vardı Duldaydı Oraya bir cul sermiştim En soğuk gunlerde dahi orda sabahlar, beni yalnız bırakmazdı Cok sadıktı Geceleri bazen ulurdu Uluması icimi urpertir ciğrirdim Kalkıp sus artık dediğimde; ağlamaklı bir ses cıkartır, kuyruğunu tap tap vurur Başını on ayaklarının ustune koyar, gozumun icine bakar, mahcup tavırlar icinde sanki benden ozur dilerdi
Yalnız gecelerim bitmek bilmezdi Cengel'de Cam ağacından ve mezarlıktan gelen baykuş sesleri bazen Cakır'ın sesini bastırır beni urkuturdu Lambanın titrek ışığı pat pat ederek urkutmelere ortak olur gazın bittiğini ritmik bir olcuyle haber verir, ustelik camı da kirletirdi
Once de soylediğim gibi, Cengel'de zamanı değerlendirme araclarım radyo, plak bağlamaydı Bağlamanın ayrı bir yeri ve değeri vardı O benim icin anaydı, babaydı Gozyaşlarıma mendil, gurbet turkulerinin cilekeş dostuydu Onda dile gelirdi Gurbet yolu gariplerin yoludurturkusu Bildiğim, oğrendiğim turkuleri oğrencilere ve koyluye calar soylerdim Koyluler cok sevmiş, bağrına basmıştı beni Bir dediğimi iki etmezlerdi Kısa dalgadan dinlediğim plakları İstanbul'da calışan Cengel koyluleri vasıtasıyla temin ederdim Onun icin hayli plak repertuvarım olmuştu
Bir gun kısa dalgadan yayın yapan Sofya Radyosu'ndan Bodrum Hakimini dinledim Sozler beni cok etkilemişti Hemen getirteceğim plaklar arasına not ettim
Plakları bize İstanbul'dan Papaz'ın Oğlu Mustafa (Eski Muhtar İbrahim Kuru'nun oğlu) temin ederdi Birinde hayli kalabalık bir liste gondermiştim Onu dahi zorsunmadan temin edip yolladı Gelen on beş yirmi plak’ın icinde ilk dondurduğum Bodrum Hakimi oldu Plak klasik sazlarla calınıyor, Nazmi Yukselen tarafından da okunuyordu On plandaki klarnet sesi sozlerle butunleşerek yurek dağlıyordu Plak donuyor bense sozleri turku defterime kaydediyordum
Bodrumlular erken bicer ekini
Feleğe kurban mı gittin Bodrum Hakimi
Nasıl attın Mefharet Hanım ipe de kendini
Altın makas gumuş bıcak ile doğradılar tenini
Hakim hanımın memleketi Kutahya Tavşan
Hakim hanım sen eyledin bizleri perişan
Nasıl attın Mefharet Hanım ipe de kendini
Cifte doktorlar doğradı o beyaz tenini