iltasyazilim
Yeni Üye
Elektrik ve mıknatıs (magnet) sözcüklerinin kökeni eski Yunanca ’dan gelmektedir Elektrik sözcüğünün kaynağı “kehribar anlamına gelen Yunanca elektron sözcüğüdür Mıknatıs sözcüğünün de, mıknatıs taşlarına epeyce sık rastlanan Batı Anadolu ’daki Magnesia (bugünkü Manisa) bölgesinden türediği sanılmaktadır Çinlilerin MÖ 1100 yıllarında mıknatıs taşları ile mıknatısladıkları madenî iğnelerden bir cins pusula yaptıklarını ve denize açıldıklarında bunlardan yararlandıklarını bilinir Ama elektrik ve magnetizma ile ilgili elimizdeki ilk yazılmış belgeler eski Yunan filozof Tales ’in
(MÖ 625 – MÖ 545) elektriğe ve magnetizmaya ilişkin manâlı gözlemlerde bulunduğu, Aristoteles ’in yazılarından öğreniyoruz Bu gözlemlerinde Tales, kehribarın hafif cisimleri ve mıknatıs taşının da demiri çekebilme özelliği bulunduğunu saptamıştır Hatta daha da ileri gitgide artarak bu iki nesil olay arasında ilişki kurmaya çalışmıştır Romalı şair Lukretyüs, De Nerum Natura adlı yapıtında mıknatıs taşının demir halkaları çekebildiğinden söz etmektedir Bilimsel çalışmaların ve düşünsel gelişmelerin Batı da fazla yavaşladığı Ortaçağ döneminde en işaret yenilik, kehribar ve mıknatıs taşı üstüne yaptığı gözlemlerle Rönesans bilimcilerine ilham veren ünlü İngiliz bilimcisi Roger Bacon ’ın öğrencisi Peter Peregrinus ’un 1269 yılında, pusulanın ilkel biçimini tanımlaması olmuştur Fakat pusulanın Peregrinus tarafında buluş edilmediği ve Avrupalıların bu aygıtın varlığını ve özelliklerini, Müslümanlar yoluyla Çinlilerden öğrendiği tarihçilerin genellikle kabul ettikleri bir görüştür Pusulanın o dönemin en manâlı teknolojik buluşu olması ve pratikte görülen büyük yararları, magnetizma olgusu üstüne ilginin ve çalışmaların artmasına yol açmıştır
Bu konudaki ilk manâlı yapıtın yazarı William Gilbert (1544 – 1603) ’dir İngiltere Kraliçesi I Elizabeth ’in doktoru olan Gilbert ’in De Magnete adlı kitabı 1600 yılında yayımlandı Gilbert bu kitabında, dünyanın küresel bir mıknatıs olduğunu ve pusulanın ibresinin dünyanın magnetik kutbunu gösterdiğini ortaya koyarak magnetizma teorisine koskocoman bir katkıda bulundu Pusula ibresinin, kuzey – güney doğrultusunun yanı sıra dikey yönde sapma gösterdiğini ilk önce söyleyen de Gilbert olmuştur Magdeburg kenti belediye başkanı Otto von Guericke (1602 – 1686), 1660 yılında elektriksel tartma üreten ilk makinayı yaptı Bu makina, kayışlı bir makara düzeneği aracılığıyla elle döndürülen kükürt bir küreden oluşuyordu Dağıtılmış cisimlerin dönmekte olan kükürt küreye sürtünmesiyle açıklanmış düzeylerde statik elektrik üretiliyordu Avrupa ’da kısa sürede büyük bir üne kavuşan bu makina ile Guericke, elektriksel itme ilkesini kurmuş ve yaygınlaştırmış oluyordu Elektriğin iletilebileceğini kanıtlayan birincil deneyler Stephen Gray (1696 – 1736) adlı bir İngiliz kadar yapılmıştır Elektriklenmiş bir şişede elektriğin, şişenin mantar kapağına da geçtiğini görebilen Gray, bu gözleminden hareket ederek ipek, sırça, metal çubuk ve sanki cisimleri ard arda bitiştirerek elektriğin bu cisimler aracılığla iletilebileceğini gösterdi 1729 ’da yaptığı bu tür bir deneyde elektriği 255 metrelik bir uzaklığa kadar iletmeyi başardı Farklı Alanlara Yönlendirilmiş maddeleri iletken ve izolatör olarak öncelikle sınıflandıran da Stephen Gray olmuştur XVIII yüzyılın en favori buluşlarından biri, Leiden şişesidir Alman EG von Kleist ile Leiden (Hollanda ’da bir şehir halkı) Üniversitesi matematik profesörlerinden Pieter van Musschenbroek ’in 1745 ve 1746 ’da birbirlerinden egemen olarak buldukları bu cihaz, içine metal bir çubuk batırılmış su doymuş bir cam şişeden oluşuyordu Cam şişenin yalıtkan rolü gördüğü tarihteki bu birincil kondansatör, elektriği depolanarak dağıtılmış deneylerde bir kaynak olarak kullanılabilmesine olasılık sağlıyordu Leiden şişesinin bulunmasının ardındaki elektriğin iletimine ilişkin deneyler arttı Fransa ’da yapılan bir deneyde Leiden şişesindeki elektrik 4 km uzaklığa iletildi öte yandan elektriğin iletilebilir olması, onun hızının ne olduğunun merak edilmesine yol açtı Fransa ’da ve İngiltere ’de elektriğin hızını ölçme deneyleri yapıldı Bu deneylerin sonucunda elektriğin benzer anda kilometrelerce öteye ulaştığı düşüncesinden öteye gidilemedi Elektrik yüklerinin artı ve eksi olarak belirlenip adlandırılmasını karşılayan Benjamin Franklin (1706 – 1790) ’dir Franklin, yaptığı farklı alanlara yönlendirilmiş deneylerin sonucunda elektriğin belirli ortamlarda artı veya eksik ölçülerde bulunabilen bir istikrarsız olduğu görüşüne vardı Her ikisinde de elektrik eksikliği veya fazlalığı yer alan cisimlerin birbirini ittiğini, birinde eksiklik diğerinde fazlalık olan cisimlerin ise birbirlerini çektiğini ileri sürdü Fazlalığı pozitif elektrik, eksikliği ise eksi elektrik olarak adlandırdı Leiden şişesiyle ilgili deneyleri de sürdüren Franklin, Leiden şişesinden boşalan elektriğin oluşturduğu çatırtılar ve kıvılcımlar ile fırtınalı havalardaki gök gürültüsü ve yıldırım arasında bir ilişki olması gerektiğini düşündü ve 1752 ’de, fırtınalı bir havada uçurduğu bir uçurtma ile bir Leiden şişesini yüklemeyi başardı Franklin ’in bu deneyden pratik yararlar elde etme yönündeki girişimleri paratonerin bulunmasına giden yolu açtı bu nedenle, yıldırıma aleyhinde bir korunma arabulucu olarak kullanılan ve toprağa emrindeki bir metal çubuktan ibaret olan paratonerin gerçek yaratıcısı Franklin ’dir 1782 yılında Amerika ’nın Philadelphia kentinde yıldırımsavar kullanan ev sayısı 400 ’ü geçiyordu Elektriğin XVIII asır tarihindeki en manâlı simanın Coulomb ve en büyük bilimsel keşfin de Coulomb Yasasının formüle edilmesi olduğunu söyleyebiliriz Fransız fizikçi Charles Augustin de Coulomb (1736 – 1802), elektriğin niceliksel işlemler ve ölçümler ifade edilebilen bir kavram ve bilim dalı haline getirilmesine koskocoman katkılarda bulunmuştur Coulomb, 1777 yılında, yüklü iki metal küre veya iki mıknatıs kutbu arasındaki itme ya da çekme kuvvetini duyarlı bir biçimde ölçebilen burulmalı önem aygıtını gerçekleştirdi; bu aygıtı buluş etmesi sebebiyle 1781 ’de Fransız Bilimler Akademisi ’ne seçildi 1785 ’de ise bu tartı aygıtını kullanarak iki tartı arasındaki itme ya da çekme kuvvetinin, yüklerin çarpımı ile doğru, aradaki uzaklığın karesi ile ters orantılı olduğunu deneysel olarak gösterdi Günümüzde Coulomb yasası olarak bilinen bu büyük bilimsel buluş, elektriğin bir bilim dalı haline gelmesinde esas nitelikte bir rol oynamıştır Coulomb yasası, Newton ’un kütle çekimi yasasının elektrikteki karşılığıdır XVIII yüzyılın sonlarında gerçekleştirilen fazla kayda değer bir buluş da pildir Batarya sayesindedir oysa, kimyasal enerjiyi elektrik enerjisine dönüştürücek aralıksız bir eğilim elde edebilme olanağı doğmuştur İtalyan doktor ve fizik bilgini Luigi Galvani (1737 – 1798), hayvanların dokularında bir tür elektrik bulunduğuna inanıyordu Laboratuvardaki kurbağalardan birinin açıktaki sinirlerine makasla dokunduğunda ölü hayvanın kaslarının kasıldığını ayrım etmişti Galvani ’ye kadar,hayvansal elektrik adını verdiği bu yeni zor, sürtünmeyle oluşan statik elektrikten ayrı, yeni bir elektrik biçimiydi Pavia Üniversitesi ’nde fizik profesörü olan Alessandro Volta (1745 – 1827), Galvani ’nin bu fikrine karşı çıktı ve oluşan elektriğin kaynağının kurbağa yok, ona dokundurulan metal parçaları olduğunu ileri sürdü Galvani ile Volta arasındaki bu tartışma diğer bilim adamlarının da katılımıyla yıllarca sürdü ve oysa Volta ’nın 1800 yılında Royal Society ’ye yazdığı yazıda, iki metal plaka arasına tuz karışımlı istikrarsız koyarak elektrik akımı elde etmiş olduğunu bildirmesiyle sona erdi Böylece ilkel biçimiyle pil buluş edilmiş oluyordu Volta sonra buluşunu geliştirdi ve tuzlu suyla nemlendirilmiş kartonlarla birbirlerinden ayrılmış ince bakır ve çinko levhaları defalarca koyarak hazırlanabilen piller yaptı Volta pili kısa bir süre içinde, özellikle kimya dalında olmak üzere manâlı gelişmelere yol açtı İngiliz kimyacı Humphry Davy (1778 – 1829), 1807 yılında, özel olarak üretilmiş kuvvetli bir Volta pilini kullanarak bileşikler içinden elektrik akımını geçmek suretiyle potasyum ve sodyumu bileşiklerinden ayırmayı başardı Bu Nedenle XVIII yüzyılın sonunda, aralıksız elektrik akımı üretebilen bir kaynağın gerçekleştirilmesiyle, ayrıca elektrokimya dalında büyük adımların atılabilmesi süreci başlamış, hem de yüzyıllar boyunca varlığını korumuş olan elektrik tarihinin en temel sorusunun yani elektrik ile magnetizma arasındaki ilişkinin niteliği konusunun yanıtlanabilmesinin objektif temeli yaratılmış oldu Bu sorunun yanıtının bundan böyle çok uzun bir vakit geçmeden Kopenhag Üniversitesi ’nde doğa felsefesi profesörü olan Hans Christian Oersted (1775 – 1851) ’den geldi Oersted, 1819 yılında, öğrencilerine elektrik akımından ısı elde edilmesini kullanmak amacıyla Volta piliyle deney yaparken önemli bir olguya şahit oldu Kullandığı elektrik devresinin açılım ve kapanma anlarında, yakındaki bir mıknatıslı pusulanın iğnesinde sapmalar oluyordu Gözlemlerini sürdüren Oersted bir telin içinden eğilim geçirildiğinde elektrik akımının telin çevresinde bir magnetik bölge oluşturduğu sonucuna vardı Oersted ’in yaptığı deneylerin sonuçlarını 1820 yılında yayınlanması, bilim dünyasında büyük yankılar yarattı Oersted ’in keşiflerinin yayınlanmasından bir hafta daha sonra Fransız matematikçi ve fizikçi André Marie Ampére (1775 – 1836), bu yeni olguyu betimleyen ve Ampére Yasası olarak adlandırılan bir elektromagnetizma yasası formüle etti Bu yasa magnetik bölge ile bu alanı doğuran elektrik akımı arasındaki bağıntıyı matematiksel olarak belirtiyordu Elektrodinamiğin kurucusu olan Ampére bununla birlikte elektrik ölçme tekniklerini de geliştirdi ve serbestçe hareket eden bir iğnenin yardımıyla elektrik akımını ölçen bir cihaz yaptı İletkenlerden geçen elektrik akımına ilişkin çalışmalar yapan Alman fizikçi Georg Simon Ohm (1789 – 1854), bir iletkenden geçen akımın iletkenin uçları arasındaki gerilim ile doğru, iletkenin direnciyle ters orantılı olduğunu buldu Ohm, günümüzde kendi adıyla anılan bu yasayı ve onunla ilgili düşüncelerini 1827 yılında yayınladı
XIX yüzyılda elektrik teori ve pratiğine çok önemli katkılarda bulunmuş iki büyük bilim adamı vardır Bunlar büyük deneyci İngiliz Michael Faraday (1791 – 1867) ile elektromagnetik kuramının kurucusu İskoç James Clerk Maxwell (1831 – 1879) ’dir Oersted, elektrik akımının bir magnetik alan oluşturduğunu göstermişti İngiliz kimyacı ve fizikçi Faraday ise mıknatısların elektrik akımı yarattığını buldu ve mıknatısların oluşturduğu elektrik akımına ilişkin yasayı formüle etti: Akımın şiddeti, iletkeni birim zamanda kesen zorlama çizgilerinin sayısıyla doğru orantılıydı Faraday, yaşamı her tarafında tüm çalışmalarını düzenli bir biçimde defterine anekdot ediyordu Ölümünden daha sonra bu notlar 7 deri halinde yayınlanmıştır Faraday, 1822 yılında defterine şu notu düşmüştü; “Magnetizma ’yı elektriğe dönüştür! Faraday ’ın bu bilimsel keşfi, onun sürekli bir akım üretebilen elektrik motorunu buluşuyla sonuçlanmıştır
Faraday ’ın elektriğin yanı sıra kimya alanında da kayda değer katkıları bulunmuştur elektrokimyanın kurucusu olarak tanınan Faraday elektroliz yasalarının da kâşifidir Hem, elektroliz, elektrot, artı uç, katot gibi günümüzde kullanılan sözcükleri de başta ortaya atan Faraday ’dır Faraday, ilkelerine son derece tabi olarak yaşamış bir bilim insanıydı 1850 ’li yıllarda İngiltere, Rusya ve Kırım ’da savaş halindeyken, İngiliz hükümeti savaşta kullanılmak üzere bir zehirli gaz geliştirmesi için Faraday ’a başvurmuştu Faraday ’ın yanıtı fazla kesindi: Böyle bir gazın geliştirilmesi mümkündü, ama kendisinin böyle bir araştırmada yer alması düşünülemezdi Bilimsel gelişmeye fazla önemli ve benzersiz katkılarıyla Maxwell, belki ancak Newton ’un ve Einstein ’ın etkisiyle eş düzeyde tutulabilecek bir tesir yaratmıştır Öteki şeylerin yanı sıra elektromagnetizma kuramı ile doğrusu XX yüzyıl fiziğine en büyük etkide yer alan XIX asır bilimcisidir Maxwell ’in 100 doğum yılında, 1931 ’de Einstein, Maxwell ’in çalışmaları sonucunda fizikteki realite kavramlarında ortaya meydana çıkan değişiklikleri, Newton döneminden bu yana fiziğin kazandığı en köklü üretici deneyimler olarak tanımladı Işığın da bir elektromagnetik dalga olduğu görüşünü benimseyen Maxwell, elektromagnetik radyasyon kavramını ortaya attı ve alan denklemlerini, Michael Faraday ’ın elektrik ve magnetik zor çizgileri üstüne oturttu Bu alan denklemleri sonradan Einstein ’ın özel görecelik kuramının gelişimine yol açtı ve kütle ile enerjinin eşdeğerliği ilkesine temel oluşturdu Maxwell ’in düşünceleri ayrıca XX asır fiziğinin öteki büyük keşfi olan kuantum kuramının geliştirilmesine de öncülük etti Maxwell ’in elektromagnetik radyasyonu tanımlaması, ısıl radyasyon yasasının oluşumuna yol açtı ve bu yasa da sonradan Max Planck ’ın kuantum hipotezini formüle etmesine yaradı Bu hipoteze kadar ısı enerjisi yalnızca sınırlı miktarlarda veya kuantalar halinde yayılır
Maxwell ’in elektromagnetizma üzerine yaptığı çalışmalar onu tarihin en büyük bilim adamları arasına yerleştirmiştir
Kuramın en iyi açıklaması niteliğindeki “Elektrik ve Magnetizma Üstüne Tezler adlı yaptının önsözünde, Maxwell yaptığı en büyük şeyin Faraday ’ın maddi düşüncelerini matematiksel bir yapıya dönüştürmek olduğunu belirtmektedir Faraday indükleme yasalarını (değişen bir magnetik alan, indüklenmiş bir elektromagnetik alana yol açar) tanımlama denemeleri sırasında Maxwell bir mekanik model oluşturdu O bu modelin, enine dalgalara yataklık yapabilen dielektrik etraf içinde bir deplasman akımına neden olduğunu buldu Bu dalgaların hızlarını hesapladı ve onların ışık hızına çok yakın olduğunu gösterdi Maxwell ışığın, elektrik ve magnetizma olgularının nedeni olan enine dalgalanmalar içerdiği sonucuna varmanın gerekli olduğuna karar verdi Maxwell ’in kuramı, elektromagnetik dalgaların bir laboratuvarda elde edilebileceğini öngörüyordu Bunu ilk olarak, Maxwell ’in ölümünden sekiz sene daha sonra, 1887 ’de Heinrich Hertz (1857 – 1894) gerçekleştirdi Kökeni Maxwell ’in yazılarında yer alan fazla sayıdaki başvuru formu, radyo sanayiinin doğuşuyla sonuçlandı
Oersted ile yoğunlaşmaya başlayan bilimsel gelişmeler Maxwell ile doruğa erişmişti Bu büyük gelişmeler sadece kuramsal düzeyde ilerlemekte kalmadı, teknolojik sonuçlara da yol açtı Faraday 1831 yılında elektrik üretebilen ufak nir jeneratör de yapmıştı Lakin onun bu icadı o yıllarda büyük teknolojik atılımlara niçin olmadı Oysa XIX yüzyılın ikinci yarısında teknolojik gelişmeler yoğunlaştı ve hız kazanmaya başladı 1850 ’li yıllarda bundan böyle çabuk olarak üretilmeye başlanan dinomalar başta yaygın olarak aydınlatma amacı için kullanıldı 1858 ’de başlayarak dinamolardan İngiltere ’de deniz fenerlerindeki kömür uçlu ark lambalarının güç kaynağı olarak yararlanıldı XIX yüzyılın son çeyreğinde artık elektrik motorları minik ve egemen mekanik enerji gerektiren, demiryolları, asansörler, madencilik, makina tezgahları, matbaacılık gibi alanlarda yaygın biçimde kullanılmaya başlanmıştı ilk kez deniz fenerlerinde kullanılan ark lambaları daha sonra cadde aydınlatılmasında da kullanılmaya başlandı Bu yöndeki birincil dilekçe, 1877 yılında Paris ’te Avenue d ’Opera caddesinin ark lambaları ile aydınlatılmasıdır Bu başvuru formu alternatif akımla çalışan ark lambaları ve güç kaynağı olarak da Gramme dinomaları kullanılmıştı Benzeri sokak ve dükkan ışıklandırma sistemleri daha sonra Avrupa ve Amerika ’nın belli başlı şehirlerinde de kullanılmaya başlandı XIX yüzyılın birincil yarısında İngiltere ’de platin flaman kullanılan akkor lambalar yapılmıştı Ama lambalarda istenilen düzeyde vakum elde edilemediği için başarılı sonuçlar alınamamıştır Civa pompasının bulunmasıyla yüksek vakum sağlama olanakları doğdu ve böylece daha iyi sonuçlar alındı Oysa akkor lambanın ticari uygulamaya girebilmesini karşılayan mucit, Amerikalı Thomas Alva Edison (1847 – 1931) ’dır Edison, 1877 ’de, sesi kaybedip yineleyebilen gramofonu (fonograf) geliştirmişti İki sene sonradan da lamba üstünde çalışmaya başladı En uygun flaman maddesinin seçimi için yüzlerce deney yaptıktan sonra karbon flamanlı akkor lamba için patent başvurunu yaptı Üç yıl daha sonra New York sokakları bundan böyle bu lambalarla aydınlanıyordu Edison yaşamı baştan başa gerçekleştirdiği dağıtılmış buluşları için 1093 berat aldı 1833 yılında Almanya ’nın Göttingen kentinde iki bilim adamı Gauss ve Weber, birbirlerine olan uzaklıkları 1,5 km olan evleri arasında bir cins telgraf düzeneği kurmuşlardı Bu düzenekte tip olarak galvanometreler kullanılıyordu Aslında bu yıllarda ufak ticari uygulamaları da taşıyan bir telgraf teknolojisi Avrupa ’da ve Amerika ’da gelişmeye başlamıştı Ancak günümüzde telgrafın belli başlı mucidi olarak Amerikalı Samuel Morse (1791 – 1872) kabul edilmektedir Morse ’un 1837 ’de geliştirdiği telgrafta tip aygıt, göndericiden gelen imle çalışan bir elektromıknatıs ve bu mıknatısın hareketiyle kağıdın üstüne Mors kodunu yazan bir düzenekten oluşuyordu Mors kodu, bugün Mors alfabesi olarak aşina nokta ve çizgileri içeriyordu Samuel Morse ’un telgraf sistemi, 1844 yılında Washington – Baltimore şehirleri aralarında 65 km ’lik bir telgraf hattı olarak uygulamaya sokuldu 1856 yılında New York ile Kanada ’nın doğu kıyısındaki New Foundland adası aralarında telgraf hattı kuruldu Bundan sonra da New Foundland ile İrlanda arasındaki birincil transatlantik telgraf kablosunun döşenmesi girişimleri başladı 6 Ağustos 1857 ’de başlayan kablo döşeme çalışmaları çok büyük güçlüklerle karşılaştı ve fakat bir yıl sonradan 5 Ağustos 1858 ’de tamamlanabildi aynı zamanda henüz iletilen mesaj sayısı 400 ’ü bile bulmamışken, denizaltı kablosu 1 Eylül 1858 ’de onarılamayacak biçimde arızalandı Kıtalararası telgraf iletişimi fakat 8 sene sonra, 7 Eylül 1866 ’da bitmiş başlayabildi XIX yüzyılda telgrafın uygarlığın ve yaşamın vazgeçilmez bir parçası haline gelmesinden sonradan gerçekleşen en önemli evre telsiz telgrafın bulunmasıdır Alman fizikçi Heinrich Hertz (1857 – 1894) ’in Maxwell ’in elektromagnetizma kuramından hareket ederek yaptığı deneyler sonucunda elektromagnetik dalgaların haberleşmede kullanılabileceği anlaşılmıştı Bu gelişmeyi teknolojik sonucuna ulaştırmayı başaran mucit ise İtalyan fizikçi Guglielmo Marconi (1874 – 1937) oldu Marconi, ile telsiz telgraf patentini, sinyalleri birkaç km uzağa ulaştırarak 1892 ’de aldı sonra çalışmalarını kesintisiz geliştirdi ve ilk kıtalararası radyo sinyalini göndermeyi başardı 12 Aralık 1901 ’de, İngiltere ’nin güneybatı ucundaki Cornwall ’dan gönderilen sinyaller, Atlas Okyanusunun öte yakasından, Kanada ’nın New Foundland adası kıyılarındaki St John ’dan alındı Bu olayı izeleyen tarihlerde çoğu yerde telsiz telgraf istasyonları kurulmaya başladı Daha XIX yüzyılın ikinci yarısının hemencecik başlarında insan konuşmasının elektrikle iletilebilmesi üstüne düşünceler ve tasarılar geliştirilmeye başlanmış ve hatta bazı deneylere bile girilmişti Fakat telefonun hakiki mucidi olarak bilinen Alexander Graham Bell (1847 – 1922) ’in telefonun patentini alması 1876 yılını buldu Bell ’in telefon sisteminin esasını, elektromıknatısın, ses dalgasıyla orantılı olarak akıntı üretecek bir biçimde titreştirilmesi oluşuyordu ABD Berat Dairesi ’nden aldığı patent belgesinde buluşuna ilişkin olarak şu sözler yer alıyordu; “Ağızdan meydana çıkan seslere veya başka seslere eşlik eden, hava titreşimlerine benzer elektrik titreşimleri yaratarak, ağızdan çıkan sesleri veya diğer sesleri telegrafik olarak iletmeye karşın bir yöntem ve aygıt…
Patentin alınışını izleyen bir sene içinde aygıt üretilerek piyasaya sürüldü ve telefonun kullanımı seri yaygınlaştı XX yüzyılın birincil yarısı için artık elektronik çağı nitelemesi gerçekleştirmek mümkündür Bu dönemde fazla süratli ve şaşılacak bir gelişme çizgisi izleyen elektroniğin uygulamaları, yaşamın her alanını artık aracısız etkiler ülkü gelmiştir 1904 yılında John Ambrose Fleming elektron lambasını (diyot) gerçekleştirdi 1907 ’de Lee De Forest triyot lambayı yaptı 1923 ’te ise Rus asıllı ABD ’li mühendis Vladimir Kosma Zworykin (1889 – 1982) ’in, görüntüleri elektrik işaretlerine dönüştüren ikonoskop lambasını bulmasıi televizyonun gelişiminde temel önemde bir adım oldu
Müzik ve konuşma içeren kısa mesafeli ilk radyo yayını, 24 Aralık 1906 ’da ABD ’li mucit Reginald Fessenden göre gerçekleştirildi Radyo teknolojisi bu tarihten sonra kesintisiz gelişme gösterdi Keza 1920 ’de Kanada ’da, 1921 ’de Avustralya, Yeni Zelanda ve Danimarka ’da, 1922 ’de Fransa, İngiltere ve SSCB ’de, 1923 ’de Belçika, Almanya, Çekoslovakya ve İspanya ’da, 1924 ’te Finlandiya ve İtalya ’da, 1925 ’de de Türkiye ’de düzenli radyo yayınları başladı Radyo teknolojisinin gelişimiyle birlikte, kullanılan elektronik devreler de gitgide daha karmaşık biçimler almaya başlamıştı Bu sorunlarla bağlantılı olarak, elektrik devrelerinin daha sistematik bir biçimde çözümlenmesi ve sentezlenmesine karşın “devre teorisi adı bahşedilen matematiksel disiplin manâlı gelişmeler gösterdi
Çağdaş televizyon mucidi, Rus asıllı ABD ’li elektrik mühendisi Vladimir Kosma Zworykin ’dir Zworykin 1923 yılında, televizyon kamerasının en manâlı parçası olan ve öncelikle resim tarama yöntemini baştan sona elektronik olarak yapan ikonoskopu buldu Ertesi sene da kineskop olarak adlandırılan resim tüpünün patentlerini aldı Bu iki buluş, tümüyle elektronik birincil televizyon sisteminin oluşturulmasını olası kıldı 1950 ’li yıllarda televizyon artık ticari başvuru formu aşamasına geçmişti
Elektronik teknolojisindeki en kayda değer aşamalardan biri şüphesiz ki, sanki geçirgen fiziğindeki gelişmelerin sonucunda transistörün icadıyla sağlanmıştır Elektrik sinyallerinin yükseltilmesini, denetlenmesini veya üretilmesini karşılayan bu sözde iletken aygıt, 1947 yılında ABD ’deki Bell Laboratuvarları ’nda, John Bardeen, Walter Houser Brittain ve William Bradford Shockley göre icat edilmiştir Mucitler bu buluşları sebebiyle 1956 Nobel Fizik Ödülü ’nü paylaşmışlardır Elektron lambalarının tüm işlevlerini yerine getirebilen transistörler keza ek üstünlüklere sahiptirler Transistörler, fazla daha küçük boyutlu ve hafif, mekanik etkilere karşısında daha dayanıklı, ömrü daha uzun, verimi daha yüksek, ısı kayıpları daha düşük ve harcadığı güç de çok daha eksik olan aygıtlardır Bu özellikleriyle transistörler, elektronik sanayiinde köklü değişiklik olarak nitelendirilebilecek gelişmelere yol açmışlardır Transistörsüz bir dünyada küçük ve yüksek hızlı bilgisayar olanaksız olacaktı
Birincil hesap makinasını, XVII yüzyılda Fransız matematikçi ve fizikçi Blaise Pascal (1623 – 1662) yapmıştı Bu cihaz birleştirme sonuç yapabilen dişli çarklardan oluşuyordu daha sonra Alman filozof ve matematikçi Gottfried Wilhelm Leibniz (1646 – 1716), çarpma ve bölme de yapabilen bir makina geliştirdi Ama bugünkü bilgisayarlara yakın makina tasarlayan mucit, İngiliz matematikçi Charles Babbage (1792 – 1871) oldu bununla beraber Babbage ’ın otomatik sayısal bilgisayarı, elektroniğin olanaklarından yararlanamadığı için tam bir gelişim sağlayamadı
XX yüzyılda, epeyce karışık işlemler yapabilen ama mekanik ve yavaş çalışan öğelerden oluşan birincil bilgisayar, ABD ’li elektrik mühendisi Vannevar Bush (1890 – 1974) ’un yönetiminde 1930 ’lu yıllarda Cambridge ’de Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MITOS) ’nde yapıldı Birincil elektronik bilgisayarın yapımına ise 1942 ’de başlandı ve aygıtın yapımı 1945 yılında tamamlandı Sözde geçirgen teknolojiye geçilmesinden sonra bilgisayarların hızında ve hafıza sığasında büyük ilerlemeler sağlandı Transistör kullanan birincil bilgisayar 1950 yılında ABD Standartlar Bürosu kadar yapıldı Transistör çağından tümleşik devreler çağına geçilmesiyle, bilgisayarlar çok daha büyük işler yapan aygıtlara dönüştüler
Kaynak
(MÖ 625 – MÖ 545) elektriğe ve magnetizmaya ilişkin manâlı gözlemlerde bulunduğu, Aristoteles ’in yazılarından öğreniyoruz Bu gözlemlerinde Tales, kehribarın hafif cisimleri ve mıknatıs taşının da demiri çekebilme özelliği bulunduğunu saptamıştır Hatta daha da ileri gitgide artarak bu iki nesil olay arasında ilişki kurmaya çalışmıştır Romalı şair Lukretyüs, De Nerum Natura adlı yapıtında mıknatıs taşının demir halkaları çekebildiğinden söz etmektedir Bilimsel çalışmaların ve düşünsel gelişmelerin Batı da fazla yavaşladığı Ortaçağ döneminde en işaret yenilik, kehribar ve mıknatıs taşı üstüne yaptığı gözlemlerle Rönesans bilimcilerine ilham veren ünlü İngiliz bilimcisi Roger Bacon ’ın öğrencisi Peter Peregrinus ’un 1269 yılında, pusulanın ilkel biçimini tanımlaması olmuştur Fakat pusulanın Peregrinus tarafında buluş edilmediği ve Avrupalıların bu aygıtın varlığını ve özelliklerini, Müslümanlar yoluyla Çinlilerden öğrendiği tarihçilerin genellikle kabul ettikleri bir görüştür Pusulanın o dönemin en manâlı teknolojik buluşu olması ve pratikte görülen büyük yararları, magnetizma olgusu üstüne ilginin ve çalışmaların artmasına yol açmıştır
Bu konudaki ilk manâlı yapıtın yazarı William Gilbert (1544 – 1603) ’dir İngiltere Kraliçesi I Elizabeth ’in doktoru olan Gilbert ’in De Magnete adlı kitabı 1600 yılında yayımlandı Gilbert bu kitabında, dünyanın küresel bir mıknatıs olduğunu ve pusulanın ibresinin dünyanın magnetik kutbunu gösterdiğini ortaya koyarak magnetizma teorisine koskocoman bir katkıda bulundu Pusula ibresinin, kuzey – güney doğrultusunun yanı sıra dikey yönde sapma gösterdiğini ilk önce söyleyen de Gilbert olmuştur Magdeburg kenti belediye başkanı Otto von Guericke (1602 – 1686), 1660 yılında elektriksel tartma üreten ilk makinayı yaptı Bu makina, kayışlı bir makara düzeneği aracılığıyla elle döndürülen kükürt bir küreden oluşuyordu Dağıtılmış cisimlerin dönmekte olan kükürt küreye sürtünmesiyle açıklanmış düzeylerde statik elektrik üretiliyordu Avrupa ’da kısa sürede büyük bir üne kavuşan bu makina ile Guericke, elektriksel itme ilkesini kurmuş ve yaygınlaştırmış oluyordu Elektriğin iletilebileceğini kanıtlayan birincil deneyler Stephen Gray (1696 – 1736) adlı bir İngiliz kadar yapılmıştır Elektriklenmiş bir şişede elektriğin, şişenin mantar kapağına da geçtiğini görebilen Gray, bu gözleminden hareket ederek ipek, sırça, metal çubuk ve sanki cisimleri ard arda bitiştirerek elektriğin bu cisimler aracılığla iletilebileceğini gösterdi 1729 ’da yaptığı bu tür bir deneyde elektriği 255 metrelik bir uzaklığa kadar iletmeyi başardı Farklı Alanlara Yönlendirilmiş maddeleri iletken ve izolatör olarak öncelikle sınıflandıran da Stephen Gray olmuştur XVIII yüzyılın en favori buluşlarından biri, Leiden şişesidir Alman EG von Kleist ile Leiden (Hollanda ’da bir şehir halkı) Üniversitesi matematik profesörlerinden Pieter van Musschenbroek ’in 1745 ve 1746 ’da birbirlerinden egemen olarak buldukları bu cihaz, içine metal bir çubuk batırılmış su doymuş bir cam şişeden oluşuyordu Cam şişenin yalıtkan rolü gördüğü tarihteki bu birincil kondansatör, elektriği depolanarak dağıtılmış deneylerde bir kaynak olarak kullanılabilmesine olasılık sağlıyordu Leiden şişesinin bulunmasının ardındaki elektriğin iletimine ilişkin deneyler arttı Fransa ’da yapılan bir deneyde Leiden şişesindeki elektrik 4 km uzaklığa iletildi öte yandan elektriğin iletilebilir olması, onun hızının ne olduğunun merak edilmesine yol açtı Fransa ’da ve İngiltere ’de elektriğin hızını ölçme deneyleri yapıldı Bu deneylerin sonucunda elektriğin benzer anda kilometrelerce öteye ulaştığı düşüncesinden öteye gidilemedi Elektrik yüklerinin artı ve eksi olarak belirlenip adlandırılmasını karşılayan Benjamin Franklin (1706 – 1790) ’dir Franklin, yaptığı farklı alanlara yönlendirilmiş deneylerin sonucunda elektriğin belirli ortamlarda artı veya eksik ölçülerde bulunabilen bir istikrarsız olduğu görüşüne vardı Her ikisinde de elektrik eksikliği veya fazlalığı yer alan cisimlerin birbirini ittiğini, birinde eksiklik diğerinde fazlalık olan cisimlerin ise birbirlerini çektiğini ileri sürdü Fazlalığı pozitif elektrik, eksikliği ise eksi elektrik olarak adlandırdı Leiden şişesiyle ilgili deneyleri de sürdüren Franklin, Leiden şişesinden boşalan elektriğin oluşturduğu çatırtılar ve kıvılcımlar ile fırtınalı havalardaki gök gürültüsü ve yıldırım arasında bir ilişki olması gerektiğini düşündü ve 1752 ’de, fırtınalı bir havada uçurduğu bir uçurtma ile bir Leiden şişesini yüklemeyi başardı Franklin ’in bu deneyden pratik yararlar elde etme yönündeki girişimleri paratonerin bulunmasına giden yolu açtı bu nedenle, yıldırıma aleyhinde bir korunma arabulucu olarak kullanılan ve toprağa emrindeki bir metal çubuktan ibaret olan paratonerin gerçek yaratıcısı Franklin ’dir 1782 yılında Amerika ’nın Philadelphia kentinde yıldırımsavar kullanan ev sayısı 400 ’ü geçiyordu Elektriğin XVIII asır tarihindeki en manâlı simanın Coulomb ve en büyük bilimsel keşfin de Coulomb Yasasının formüle edilmesi olduğunu söyleyebiliriz Fransız fizikçi Charles Augustin de Coulomb (1736 – 1802), elektriğin niceliksel işlemler ve ölçümler ifade edilebilen bir kavram ve bilim dalı haline getirilmesine koskocoman katkılarda bulunmuştur Coulomb, 1777 yılında, yüklü iki metal küre veya iki mıknatıs kutbu arasındaki itme ya da çekme kuvvetini duyarlı bir biçimde ölçebilen burulmalı önem aygıtını gerçekleştirdi; bu aygıtı buluş etmesi sebebiyle 1781 ’de Fransız Bilimler Akademisi ’ne seçildi 1785 ’de ise bu tartı aygıtını kullanarak iki tartı arasındaki itme ya da çekme kuvvetinin, yüklerin çarpımı ile doğru, aradaki uzaklığın karesi ile ters orantılı olduğunu deneysel olarak gösterdi Günümüzde Coulomb yasası olarak bilinen bu büyük bilimsel buluş, elektriğin bir bilim dalı haline gelmesinde esas nitelikte bir rol oynamıştır Coulomb yasası, Newton ’un kütle çekimi yasasının elektrikteki karşılığıdır XVIII yüzyılın sonlarında gerçekleştirilen fazla kayda değer bir buluş da pildir Batarya sayesindedir oysa, kimyasal enerjiyi elektrik enerjisine dönüştürücek aralıksız bir eğilim elde edebilme olanağı doğmuştur İtalyan doktor ve fizik bilgini Luigi Galvani (1737 – 1798), hayvanların dokularında bir tür elektrik bulunduğuna inanıyordu Laboratuvardaki kurbağalardan birinin açıktaki sinirlerine makasla dokunduğunda ölü hayvanın kaslarının kasıldığını ayrım etmişti Galvani ’ye kadar,hayvansal elektrik adını verdiği bu yeni zor, sürtünmeyle oluşan statik elektrikten ayrı, yeni bir elektrik biçimiydi Pavia Üniversitesi ’nde fizik profesörü olan Alessandro Volta (1745 – 1827), Galvani ’nin bu fikrine karşı çıktı ve oluşan elektriğin kaynağının kurbağa yok, ona dokundurulan metal parçaları olduğunu ileri sürdü Galvani ile Volta arasındaki bu tartışma diğer bilim adamlarının da katılımıyla yıllarca sürdü ve oysa Volta ’nın 1800 yılında Royal Society ’ye yazdığı yazıda, iki metal plaka arasına tuz karışımlı istikrarsız koyarak elektrik akımı elde etmiş olduğunu bildirmesiyle sona erdi Böylece ilkel biçimiyle pil buluş edilmiş oluyordu Volta sonra buluşunu geliştirdi ve tuzlu suyla nemlendirilmiş kartonlarla birbirlerinden ayrılmış ince bakır ve çinko levhaları defalarca koyarak hazırlanabilen piller yaptı Volta pili kısa bir süre içinde, özellikle kimya dalında olmak üzere manâlı gelişmelere yol açtı İngiliz kimyacı Humphry Davy (1778 – 1829), 1807 yılında, özel olarak üretilmiş kuvvetli bir Volta pilini kullanarak bileşikler içinden elektrik akımını geçmek suretiyle potasyum ve sodyumu bileşiklerinden ayırmayı başardı Bu Nedenle XVIII yüzyılın sonunda, aralıksız elektrik akımı üretebilen bir kaynağın gerçekleştirilmesiyle, ayrıca elektrokimya dalında büyük adımların atılabilmesi süreci başlamış, hem de yüzyıllar boyunca varlığını korumuş olan elektrik tarihinin en temel sorusunun yani elektrik ile magnetizma arasındaki ilişkinin niteliği konusunun yanıtlanabilmesinin objektif temeli yaratılmış oldu Bu sorunun yanıtının bundan böyle çok uzun bir vakit geçmeden Kopenhag Üniversitesi ’nde doğa felsefesi profesörü olan Hans Christian Oersted (1775 – 1851) ’den geldi Oersted, 1819 yılında, öğrencilerine elektrik akımından ısı elde edilmesini kullanmak amacıyla Volta piliyle deney yaparken önemli bir olguya şahit oldu Kullandığı elektrik devresinin açılım ve kapanma anlarında, yakındaki bir mıknatıslı pusulanın iğnesinde sapmalar oluyordu Gözlemlerini sürdüren Oersted bir telin içinden eğilim geçirildiğinde elektrik akımının telin çevresinde bir magnetik bölge oluşturduğu sonucuna vardı Oersted ’in yaptığı deneylerin sonuçlarını 1820 yılında yayınlanması, bilim dünyasında büyük yankılar yarattı Oersted ’in keşiflerinin yayınlanmasından bir hafta daha sonra Fransız matematikçi ve fizikçi André Marie Ampére (1775 – 1836), bu yeni olguyu betimleyen ve Ampére Yasası olarak adlandırılan bir elektromagnetizma yasası formüle etti Bu yasa magnetik bölge ile bu alanı doğuran elektrik akımı arasındaki bağıntıyı matematiksel olarak belirtiyordu Elektrodinamiğin kurucusu olan Ampére bununla birlikte elektrik ölçme tekniklerini de geliştirdi ve serbestçe hareket eden bir iğnenin yardımıyla elektrik akımını ölçen bir cihaz yaptı İletkenlerden geçen elektrik akımına ilişkin çalışmalar yapan Alman fizikçi Georg Simon Ohm (1789 – 1854), bir iletkenden geçen akımın iletkenin uçları arasındaki gerilim ile doğru, iletkenin direnciyle ters orantılı olduğunu buldu Ohm, günümüzde kendi adıyla anılan bu yasayı ve onunla ilgili düşüncelerini 1827 yılında yayınladı
XIX yüzyılda elektrik teori ve pratiğine çok önemli katkılarda bulunmuş iki büyük bilim adamı vardır Bunlar büyük deneyci İngiliz Michael Faraday (1791 – 1867) ile elektromagnetik kuramının kurucusu İskoç James Clerk Maxwell (1831 – 1879) ’dir Oersted, elektrik akımının bir magnetik alan oluşturduğunu göstermişti İngiliz kimyacı ve fizikçi Faraday ise mıknatısların elektrik akımı yarattığını buldu ve mıknatısların oluşturduğu elektrik akımına ilişkin yasayı formüle etti: Akımın şiddeti, iletkeni birim zamanda kesen zorlama çizgilerinin sayısıyla doğru orantılıydı Faraday, yaşamı her tarafında tüm çalışmalarını düzenli bir biçimde defterine anekdot ediyordu Ölümünden daha sonra bu notlar 7 deri halinde yayınlanmıştır Faraday, 1822 yılında defterine şu notu düşmüştü; “Magnetizma ’yı elektriğe dönüştür! Faraday ’ın bu bilimsel keşfi, onun sürekli bir akım üretebilen elektrik motorunu buluşuyla sonuçlanmıştır
Faraday ’ın elektriğin yanı sıra kimya alanında da kayda değer katkıları bulunmuştur elektrokimyanın kurucusu olarak tanınan Faraday elektroliz yasalarının da kâşifidir Hem, elektroliz, elektrot, artı uç, katot gibi günümüzde kullanılan sözcükleri de başta ortaya atan Faraday ’dır Faraday, ilkelerine son derece tabi olarak yaşamış bir bilim insanıydı 1850 ’li yıllarda İngiltere, Rusya ve Kırım ’da savaş halindeyken, İngiliz hükümeti savaşta kullanılmak üzere bir zehirli gaz geliştirmesi için Faraday ’a başvurmuştu Faraday ’ın yanıtı fazla kesindi: Böyle bir gazın geliştirilmesi mümkündü, ama kendisinin böyle bir araştırmada yer alması düşünülemezdi Bilimsel gelişmeye fazla önemli ve benzersiz katkılarıyla Maxwell, belki ancak Newton ’un ve Einstein ’ın etkisiyle eş düzeyde tutulabilecek bir tesir yaratmıştır Öteki şeylerin yanı sıra elektromagnetizma kuramı ile doğrusu XX yüzyıl fiziğine en büyük etkide yer alan XIX asır bilimcisidir Maxwell ’in 100 doğum yılında, 1931 ’de Einstein, Maxwell ’in çalışmaları sonucunda fizikteki realite kavramlarında ortaya meydana çıkan değişiklikleri, Newton döneminden bu yana fiziğin kazandığı en köklü üretici deneyimler olarak tanımladı Işığın da bir elektromagnetik dalga olduğu görüşünü benimseyen Maxwell, elektromagnetik radyasyon kavramını ortaya attı ve alan denklemlerini, Michael Faraday ’ın elektrik ve magnetik zor çizgileri üstüne oturttu Bu alan denklemleri sonradan Einstein ’ın özel görecelik kuramının gelişimine yol açtı ve kütle ile enerjinin eşdeğerliği ilkesine temel oluşturdu Maxwell ’in düşünceleri ayrıca XX asır fiziğinin öteki büyük keşfi olan kuantum kuramının geliştirilmesine de öncülük etti Maxwell ’in elektromagnetik radyasyonu tanımlaması, ısıl radyasyon yasasının oluşumuna yol açtı ve bu yasa da sonradan Max Planck ’ın kuantum hipotezini formüle etmesine yaradı Bu hipoteze kadar ısı enerjisi yalnızca sınırlı miktarlarda veya kuantalar halinde yayılır
Maxwell ’in elektromagnetizma üzerine yaptığı çalışmalar onu tarihin en büyük bilim adamları arasına yerleştirmiştir
Kuramın en iyi açıklaması niteliğindeki “Elektrik ve Magnetizma Üstüne Tezler adlı yaptının önsözünde, Maxwell yaptığı en büyük şeyin Faraday ’ın maddi düşüncelerini matematiksel bir yapıya dönüştürmek olduğunu belirtmektedir Faraday indükleme yasalarını (değişen bir magnetik alan, indüklenmiş bir elektromagnetik alana yol açar) tanımlama denemeleri sırasında Maxwell bir mekanik model oluşturdu O bu modelin, enine dalgalara yataklık yapabilen dielektrik etraf içinde bir deplasman akımına neden olduğunu buldu Bu dalgaların hızlarını hesapladı ve onların ışık hızına çok yakın olduğunu gösterdi Maxwell ışığın, elektrik ve magnetizma olgularının nedeni olan enine dalgalanmalar içerdiği sonucuna varmanın gerekli olduğuna karar verdi Maxwell ’in kuramı, elektromagnetik dalgaların bir laboratuvarda elde edilebileceğini öngörüyordu Bunu ilk olarak, Maxwell ’in ölümünden sekiz sene daha sonra, 1887 ’de Heinrich Hertz (1857 – 1894) gerçekleştirdi Kökeni Maxwell ’in yazılarında yer alan fazla sayıdaki başvuru formu, radyo sanayiinin doğuşuyla sonuçlandı
Oersted ile yoğunlaşmaya başlayan bilimsel gelişmeler Maxwell ile doruğa erişmişti Bu büyük gelişmeler sadece kuramsal düzeyde ilerlemekte kalmadı, teknolojik sonuçlara da yol açtı Faraday 1831 yılında elektrik üretebilen ufak nir jeneratör de yapmıştı Lakin onun bu icadı o yıllarda büyük teknolojik atılımlara niçin olmadı Oysa XIX yüzyılın ikinci yarısında teknolojik gelişmeler yoğunlaştı ve hız kazanmaya başladı 1850 ’li yıllarda bundan böyle çabuk olarak üretilmeye başlanan dinomalar başta yaygın olarak aydınlatma amacı için kullanıldı 1858 ’de başlayarak dinamolardan İngiltere ’de deniz fenerlerindeki kömür uçlu ark lambalarının güç kaynağı olarak yararlanıldı XIX yüzyılın son çeyreğinde artık elektrik motorları minik ve egemen mekanik enerji gerektiren, demiryolları, asansörler, madencilik, makina tezgahları, matbaacılık gibi alanlarda yaygın biçimde kullanılmaya başlanmıştı ilk kez deniz fenerlerinde kullanılan ark lambaları daha sonra cadde aydınlatılmasında da kullanılmaya başlandı Bu yöndeki birincil dilekçe, 1877 yılında Paris ’te Avenue d ’Opera caddesinin ark lambaları ile aydınlatılmasıdır Bu başvuru formu alternatif akımla çalışan ark lambaları ve güç kaynağı olarak da Gramme dinomaları kullanılmıştı Benzeri sokak ve dükkan ışıklandırma sistemleri daha sonra Avrupa ve Amerika ’nın belli başlı şehirlerinde de kullanılmaya başlandı XIX yüzyılın birincil yarısında İngiltere ’de platin flaman kullanılan akkor lambalar yapılmıştı Ama lambalarda istenilen düzeyde vakum elde edilemediği için başarılı sonuçlar alınamamıştır Civa pompasının bulunmasıyla yüksek vakum sağlama olanakları doğdu ve böylece daha iyi sonuçlar alındı Oysa akkor lambanın ticari uygulamaya girebilmesini karşılayan mucit, Amerikalı Thomas Alva Edison (1847 – 1931) ’dır Edison, 1877 ’de, sesi kaybedip yineleyebilen gramofonu (fonograf) geliştirmişti İki sene sonradan da lamba üstünde çalışmaya başladı En uygun flaman maddesinin seçimi için yüzlerce deney yaptıktan sonra karbon flamanlı akkor lamba için patent başvurunu yaptı Üç yıl daha sonra New York sokakları bundan böyle bu lambalarla aydınlanıyordu Edison yaşamı baştan başa gerçekleştirdiği dağıtılmış buluşları için 1093 berat aldı 1833 yılında Almanya ’nın Göttingen kentinde iki bilim adamı Gauss ve Weber, birbirlerine olan uzaklıkları 1,5 km olan evleri arasında bir cins telgraf düzeneği kurmuşlardı Bu düzenekte tip olarak galvanometreler kullanılıyordu Aslında bu yıllarda ufak ticari uygulamaları da taşıyan bir telgraf teknolojisi Avrupa ’da ve Amerika ’da gelişmeye başlamıştı Ancak günümüzde telgrafın belli başlı mucidi olarak Amerikalı Samuel Morse (1791 – 1872) kabul edilmektedir Morse ’un 1837 ’de geliştirdiği telgrafta tip aygıt, göndericiden gelen imle çalışan bir elektromıknatıs ve bu mıknatısın hareketiyle kağıdın üstüne Mors kodunu yazan bir düzenekten oluşuyordu Mors kodu, bugün Mors alfabesi olarak aşina nokta ve çizgileri içeriyordu Samuel Morse ’un telgraf sistemi, 1844 yılında Washington – Baltimore şehirleri aralarında 65 km ’lik bir telgraf hattı olarak uygulamaya sokuldu 1856 yılında New York ile Kanada ’nın doğu kıyısındaki New Foundland adası aralarında telgraf hattı kuruldu Bundan sonra da New Foundland ile İrlanda arasındaki birincil transatlantik telgraf kablosunun döşenmesi girişimleri başladı 6 Ağustos 1857 ’de başlayan kablo döşeme çalışmaları çok büyük güçlüklerle karşılaştı ve fakat bir yıl sonradan 5 Ağustos 1858 ’de tamamlanabildi aynı zamanda henüz iletilen mesaj sayısı 400 ’ü bile bulmamışken, denizaltı kablosu 1 Eylül 1858 ’de onarılamayacak biçimde arızalandı Kıtalararası telgraf iletişimi fakat 8 sene sonra, 7 Eylül 1866 ’da bitmiş başlayabildi XIX yüzyılda telgrafın uygarlığın ve yaşamın vazgeçilmez bir parçası haline gelmesinden sonradan gerçekleşen en önemli evre telsiz telgrafın bulunmasıdır Alman fizikçi Heinrich Hertz (1857 – 1894) ’in Maxwell ’in elektromagnetizma kuramından hareket ederek yaptığı deneyler sonucunda elektromagnetik dalgaların haberleşmede kullanılabileceği anlaşılmıştı Bu gelişmeyi teknolojik sonucuna ulaştırmayı başaran mucit ise İtalyan fizikçi Guglielmo Marconi (1874 – 1937) oldu Marconi, ile telsiz telgraf patentini, sinyalleri birkaç km uzağa ulaştırarak 1892 ’de aldı sonra çalışmalarını kesintisiz geliştirdi ve ilk kıtalararası radyo sinyalini göndermeyi başardı 12 Aralık 1901 ’de, İngiltere ’nin güneybatı ucundaki Cornwall ’dan gönderilen sinyaller, Atlas Okyanusunun öte yakasından, Kanada ’nın New Foundland adası kıyılarındaki St John ’dan alındı Bu olayı izeleyen tarihlerde çoğu yerde telsiz telgraf istasyonları kurulmaya başladı Daha XIX yüzyılın ikinci yarısının hemencecik başlarında insan konuşmasının elektrikle iletilebilmesi üstüne düşünceler ve tasarılar geliştirilmeye başlanmış ve hatta bazı deneylere bile girilmişti Fakat telefonun hakiki mucidi olarak bilinen Alexander Graham Bell (1847 – 1922) ’in telefonun patentini alması 1876 yılını buldu Bell ’in telefon sisteminin esasını, elektromıknatısın, ses dalgasıyla orantılı olarak akıntı üretecek bir biçimde titreştirilmesi oluşuyordu ABD Berat Dairesi ’nden aldığı patent belgesinde buluşuna ilişkin olarak şu sözler yer alıyordu; “Ağızdan meydana çıkan seslere veya başka seslere eşlik eden, hava titreşimlerine benzer elektrik titreşimleri yaratarak, ağızdan çıkan sesleri veya diğer sesleri telegrafik olarak iletmeye karşın bir yöntem ve aygıt…
Patentin alınışını izleyen bir sene içinde aygıt üretilerek piyasaya sürüldü ve telefonun kullanımı seri yaygınlaştı XX yüzyılın birincil yarısı için artık elektronik çağı nitelemesi gerçekleştirmek mümkündür Bu dönemde fazla süratli ve şaşılacak bir gelişme çizgisi izleyen elektroniğin uygulamaları, yaşamın her alanını artık aracısız etkiler ülkü gelmiştir 1904 yılında John Ambrose Fleming elektron lambasını (diyot) gerçekleştirdi 1907 ’de Lee De Forest triyot lambayı yaptı 1923 ’te ise Rus asıllı ABD ’li mühendis Vladimir Kosma Zworykin (1889 – 1982) ’in, görüntüleri elektrik işaretlerine dönüştüren ikonoskop lambasını bulmasıi televizyonun gelişiminde temel önemde bir adım oldu
Müzik ve konuşma içeren kısa mesafeli ilk radyo yayını, 24 Aralık 1906 ’da ABD ’li mucit Reginald Fessenden göre gerçekleştirildi Radyo teknolojisi bu tarihten sonra kesintisiz gelişme gösterdi Keza 1920 ’de Kanada ’da, 1921 ’de Avustralya, Yeni Zelanda ve Danimarka ’da, 1922 ’de Fransa, İngiltere ve SSCB ’de, 1923 ’de Belçika, Almanya, Çekoslovakya ve İspanya ’da, 1924 ’te Finlandiya ve İtalya ’da, 1925 ’de de Türkiye ’de düzenli radyo yayınları başladı Radyo teknolojisinin gelişimiyle birlikte, kullanılan elektronik devreler de gitgide daha karmaşık biçimler almaya başlamıştı Bu sorunlarla bağlantılı olarak, elektrik devrelerinin daha sistematik bir biçimde çözümlenmesi ve sentezlenmesine karşın “devre teorisi adı bahşedilen matematiksel disiplin manâlı gelişmeler gösterdi
Çağdaş televizyon mucidi, Rus asıllı ABD ’li elektrik mühendisi Vladimir Kosma Zworykin ’dir Zworykin 1923 yılında, televizyon kamerasının en manâlı parçası olan ve öncelikle resim tarama yöntemini baştan sona elektronik olarak yapan ikonoskopu buldu Ertesi sene da kineskop olarak adlandırılan resim tüpünün patentlerini aldı Bu iki buluş, tümüyle elektronik birincil televizyon sisteminin oluşturulmasını olası kıldı 1950 ’li yıllarda televizyon artık ticari başvuru formu aşamasına geçmişti
Elektronik teknolojisindeki en kayda değer aşamalardan biri şüphesiz ki, sanki geçirgen fiziğindeki gelişmelerin sonucunda transistörün icadıyla sağlanmıştır Elektrik sinyallerinin yükseltilmesini, denetlenmesini veya üretilmesini karşılayan bu sözde iletken aygıt, 1947 yılında ABD ’deki Bell Laboratuvarları ’nda, John Bardeen, Walter Houser Brittain ve William Bradford Shockley göre icat edilmiştir Mucitler bu buluşları sebebiyle 1956 Nobel Fizik Ödülü ’nü paylaşmışlardır Elektron lambalarının tüm işlevlerini yerine getirebilen transistörler keza ek üstünlüklere sahiptirler Transistörler, fazla daha küçük boyutlu ve hafif, mekanik etkilere karşısında daha dayanıklı, ömrü daha uzun, verimi daha yüksek, ısı kayıpları daha düşük ve harcadığı güç de çok daha eksik olan aygıtlardır Bu özellikleriyle transistörler, elektronik sanayiinde köklü değişiklik olarak nitelendirilebilecek gelişmelere yol açmışlardır Transistörsüz bir dünyada küçük ve yüksek hızlı bilgisayar olanaksız olacaktı
Birincil hesap makinasını, XVII yüzyılda Fransız matematikçi ve fizikçi Blaise Pascal (1623 – 1662) yapmıştı Bu cihaz birleştirme sonuç yapabilen dişli çarklardan oluşuyordu daha sonra Alman filozof ve matematikçi Gottfried Wilhelm Leibniz (1646 – 1716), çarpma ve bölme de yapabilen bir makina geliştirdi Ama bugünkü bilgisayarlara yakın makina tasarlayan mucit, İngiliz matematikçi Charles Babbage (1792 – 1871) oldu bununla beraber Babbage ’ın otomatik sayısal bilgisayarı, elektroniğin olanaklarından yararlanamadığı için tam bir gelişim sağlayamadı
XX yüzyılda, epeyce karışık işlemler yapabilen ama mekanik ve yavaş çalışan öğelerden oluşan birincil bilgisayar, ABD ’li elektrik mühendisi Vannevar Bush (1890 – 1974) ’un yönetiminde 1930 ’lu yıllarda Cambridge ’de Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MITOS) ’nde yapıldı Birincil elektronik bilgisayarın yapımına ise 1942 ’de başlandı ve aygıtın yapımı 1945 yılında tamamlandı Sözde geçirgen teknolojiye geçilmesinden sonra bilgisayarların hızında ve hafıza sığasında büyük ilerlemeler sağlandı Transistör kullanan birincil bilgisayar 1950 yılında ABD Standartlar Bürosu kadar yapıldı Transistör çağından tümleşik devreler çağına geçilmesiyle, bilgisayarlar çok daha büyük işler yapan aygıtlara dönüştüler
Kaynak