Son Konu

Esir Hipotezi

iltasyazilim

Yeni Üye
Katılım
25 Ara 2016
Mesajlar
2
Tepkime
1
Puanları
38
Yaş
36
Credits
-2
Geri Bildirim : 0 / 0 / 0
Tutsak Hipotezi nedir ?
Tutsak Hipotezi

Ademoğlu varolduğundan bu yanlamasına içinde yaşadığı doğaya hayrandır Doğanın kusursuz işleyişi insanda merak uyandırır Meraklı gözlerle etrafını seyreder ve çevresinde olup bitenleri anlamaya çalışır Hele başını şöyle bir kaldırdığında, gündüzleri gökyüzünün o büyüleyici maviliği, geceleri karanlığı aydınlatan gökteki gizemli cisimlerin o güzelim duruşları insanı defalarca memnun etmiştir Ilk ahali gökyüzünü hayretle seyrederken düşünmeye başlamışlardı Gündüzleri gökyüzündeki mavilik nereden kazanç? Karanlık maviliğe etken geldiğinde etrafı aydınlatan o şeyler de neyin nesi? Peki ya onlar nasıl oluyor da boşlukta tepemize düşmeden durabiliyorlar? Yahut yukarılarda boşluğu dolduran bir şeyler mi var?

Bizlerdeki bu araştırma merakı beraberinde öğrenme ve bilme arzusunu getirir Bunun sonucunda ise bilgi ortaya çıkar Tarih boyunca insanlık bilgisini kesintisiz artırdı ve arttırmaktır Bu yükselme kimi süre yavaş, kimi vakit hızlı oldu Özellikle bilimsel yöntemin oluşturulması, Galileo ve Newton'un tabiat olaylarına getirdikleri belirleyici yorumlar bilim tarihinin dönüm noktalarından birisidir Newton mekaniğinin bütün haşmetiyle belirdiği yüzyılda bilimsel bilgiye giden yolun esas tasları da kesin oldu Bunlar: rasyonalizm, deneycilik ve nedenselliktir Bilim adamları bu taşlara basarak evrenin sırlarını çözmeye çalışıyor

Madde ve Tutsak

Çözülen sırların, daha doğrusu varsayım edici açıklamaları yapılan olayların yanında kurulan sistemde giderilemeyen eksiklikler de vardı Bunlardan biri de kainatta madde ile avarelik arasında aklen olması savunulan bir özün bulunmasıydı Gerçekte de maddeler dünyası olarak bildiğimiz kainat içinde çok iyi bir başıboşluk olabileceği pek akla yatkın bir us değildir

Modern felsefenin kurucusu farzedilen Descartes, evrende olabilecek vakumu (başıboşluk) reddediyor, bunu maddenin ve mekanın manasına zıt buluyordu Ona tarafından madde olması için uzanım (yer kaplama) şarttır Diğer yana, yer kaplayan bir madde olmadan da uzanım, mekanda olamaz böylece evrende en küçük bir tembellik yoktur, her yer su gibi düşünülebilecek bir maddeyle kaplıdır

Newton 1687'de belirlediği hareket kanunlarıyla dünya ve gökyüzündeki bütün cisimlerin hareketlerini de açıklamış oldu Ama bu hareketler mutlak manada nasıl saptama edilebilirdi? Bir hareketi belirli bir şekilde açıklamak için sabit bir referans noktasına gereksinim vardır Uzaydaki bütün gök cisimleri ise hareket halindedir Bu sebeple uzayda referans noktası olarak alınabilecek bir nokta yoktur Uzayda sabit bir nokta bulamayan Newton, referans olarak uzayın kendisini seçti Yani hareketin arka planında durağan bir uzayın bulunduğunu benimsedi Buna zamanı da ekleyerek mutlak zaman ve mekan görüşüyle kendi sistemini tamamlamış oldu Daha sonraları Newton'un referans uzayı, takipçileri tarafından ışık dalgalarının kaynağı olduğu savunulan maddeyle doldurulacaktı

Evreni doldurduğu düşünülen bu maddeye Tutsak(Ether) dendi Ether ya da aether kelimesi Grekçe göğün maviliği anlamındadır; Ortaçağ dönemlerinde ise Aristo'nun göksel cisimleri maddileştirdigini söylediği, element cevher öz ile benzer manada kullanılmaya başlandı(1)

Esirin bilimsel araştırmalarda gündeme gelmesi ışığın doğasının açıklanmaya başlamasıyla olmuştur

Işığın Doğası

Işık, bilimadamlarını her zaman cezbetti Eskilerde filozof, ışığı doğru bir şekilde tanımlayabilmek için fazla uğraşmışlardır Çünkü dünyadaki hayatın esas unsurlarından biri de ışıktır Yasam herşeyiyle ışığa bağımlıdır

Bilimsel olarak açıklanmaya başlanmadan önce, kaynaktan fazla küçük parçacıklar halinde çıkarak gözlemcinin gözüne ulaşan ve göze çarpma sonucu meydana getirdiği uyarıyla nesne ve olayların algılanmasını sağlayan bir ışık düşüncesi hakimdi Newton temelde yukarıdakiyle aynı olan ışık tanecikleriyle ışığın yansıması ve kırılmasını açıkladı ve ışığın parçacık modelini ilerletti 1678'de Christan Huygens, yansıma ve kırılma olaylarını ışık dalgalarıyla açıklamayı basardı Böylece parçacık teorisinin karşısına dalga modeli ortaya çıktı Fakat dalga modelinde bazı zorluklar vardı Bunların başında maddi bir ortam şarttır Mesela su dalgaları suyun bulunduğu bir yerde oluşabilir, ses dalgaları ise havanın bulunduğu bir ortamda yayılabilir vb Durum böyle olunca ışığında bir ortama olan ihtiyacı mantıken beliriyordu Lakin Güneş'ten bize gelen ışınlar boş uzayı kat ederek dünyamıza ulaşmaktadır Bu durum ise dalgalarla açıklanamazdı Huygens teorisinden vazgeçemedi, sistemindeki zorluğu da ışık esiriyle giderdi Bütün evreni dolduran, şeffaf bir etraf olarak esirin varlığını kabul ediyor ve ışık ışınlarının esirde: dalgalanmalar olduğunu savunuyordu Bu varsayımla dalga modelinin en büyük sorunu, zihinse olarak giderilmiş oldu Ama Newton'lu tanecik modelinin karsısında dalga teorisi böylece taraftar toplayamadı Çünkü bilim, Newton'la özdeşleştirildiğinden fizikçiler parçacık teorisinden tereddüd etmiyorlardı

Newton esiri bütünüyle reddetmiyordu Anlamsız olarak düşünülen uzayda gök cisimlerinin hareketlerini kısıtlamayacak kadar az yoğunluğa sahip maddecikler olabileceğin, olanak kapsamında görüyordu Lakin ışık için parçacık teorisine inancı tamdı

19 yüzyılın başında durun: aksine döndüHomas Young, girişim olayının dalga modeliyle uygunluğunu gösterdi Lakin parçacık modeli teşebbüs olayını açıklayamıyordu Teşebbüs ve kırınımı dalga teorisiyle ayrıntılı bir şekilde ifade eden ise Fransız fizikçi Augustin Fresnel oldu 1850'de Jean Fouceult ışığın sıvılardaki hızının havadakinden eksik olduğunu gösterdi Bu durum dalga modeliyle doğru bir şekilde açıklanabilirken tanecik teorisine tarafından ışığın hızının artması gerekiyordu Bu gelişmeler neticesinde ışığın doğası dalgalarla açıklanmaya başladı

Mekanikte büyük başarılar elde eden fizikçiler 1750 yılıyla birlikte elektrik ve mağnetizma konularına yöneldiler Ilk kez Benjamin Franklin ağırlık ve ağırlık etkileşimlerin tanımladı Yükler arasındaki bu etkileşmeyi mekanikteki kütleçekim formülüne bire bir eşleşebilen bir ifadeyle kanunlaştıran Charles Coulomb olmuştur Coulomb'u Gauss, Volta Amper, Lorentz, Bio, Savart, Faraday ve Maxwell takip etti Elektriksel olaylarla birlikte manyetik olaylar da açıklandı ve aralarındaki ilişki formülleştirildi 19 yüzyılın, son yarısında Maxwell'in optik ve elektrik kanunlarını birleştiren elektromanyetik dalgalar teorisi ışığın doğrusu elektromanyetik salınımlar olduğunu ortaya koydu

Maxwell esiri elektromanyetik ışık teorisinin içine yerleştirmeyi ihmalkârlık etmedi O vakit için, esirsiz magnetizma hele ışık dalgaları düşünülemezdi Fakat tutsak eski konumunu yitirmeye başladı Çünkü esirsiz bir Maxwell teorisi de ışığın davranışlarını açıklamaya yetiyordu

Bundan sonra fizikçiler esirin mekanik tesirlerini tespit etmek için farklı alanlara yönlendirilmiş deneylere giriştiler Lakin bir türlü deneylerle esire destek bulamıyorlardı En son teknoloji ile oluşturulan vakum tüplerinde bile ışık ilerleyebiliyordu Fizikçiler bu deneylerden esirin yokluğundan çok diğer bir şekilde olabileceği sonucunu çıkardılar Bunlardan biri de esirin elastiki olabileceği fikriydi Ama bu seferde gök cisimlerinin bu manadaki bir tutsak içindeki hareketi tam manasıyla açıklanamıyordu Başka bir öneri ise düşünülenin tersine esirin fiziksel yok maddenin tutsak bağlamında bir yapıya sahip olabileceğiydi Bu ve sanki spekülasyonlar bilimsel olmaktan fazla metafizikseldi

Bu konuda İngiliz astronom Sir James Jeans şöyle diyor Bir mıknatısın bir çelik çubuğu çekmesi veya arzın düşen elmayı çekmesi gibi mekanik etkiyi taşıyacak materyal bulunmadığı takdirde, her tarafı istila eden bir tutsak fikrine saplanmaktan başka tedavi kalmaz ve tutsak iptilası ilmi istila etmiştir denilebilir(2)

MichelsonMorley Deneyi

Bilimadamları bütün uzayı dolduran esirin uyuşuk olduğunu düşünüyorlardı Dünyamız evreni kaplayan tutsak içinde yarı su dolu bir kavanozdaki bir bilyeye benzetilebilir Bilyemizi hareket ettirdiğimiz zaman suda bir dalgalanma olur Aynı şekilde gök cisimlerinin hareketlerinden dolayı esirde dalgalanmalar olması gerekir Bu dalgalanmalar yüzünden ışığın hızında değişmeler meydana gelmelidir Fakat yapılan deneylerde ışığın hızı, daha önceleri yer alan şipşak (300000 kms) aynı çıkıyor

Esirin varlığını deneysel olarak ispatlamak için yapılan deneylerin en fazla ses getireni MichelsonMorley deneyi oldu Albert Michelson ve Edward Morley 1887 yılında esirin varlığını ispatlamak için deneylerini gerçekleştirdiler Düşünceleri ise şuydu: Denizde dışarı giden bir gemide elimizi denize soksak bir akış, dayanıklılık hissederiz Aynı şekilde Güneş etrafındaki yörüngesinde ilerleyen dünyamız tembel esirde bir akıma sebep olacaktır Bu akımda dünyanın hareket yönünde gönderilen ışığı geciktirecektir Bu gecikmenin tespit edilmesiyle esirin varlığı denek olarak kanıtlanmış olacaktı

Interferometre adlı bir aygıtla gerçekleştirdikleri deneyde ışık kaynağından çıkan ışınlar,45 derecelik açıyla duran benzeri gümüşlenmiş ayna kadar ikiye ayrılıyor Bu iki ışının biri dünyanın hareketi yönünde, diğeri bu doğrultuya dik bir yönde ilerliyor sonradan bu iki ışın yarı gümüşlenmiş aynadan eşit uzaklıktaki Özdeş aynalardan yansıyarak geri dönüyorlar Dünyamız güneş civarda ortalama 30 kms çabucak yol aldığı için dünyanın hareket yönünde gönderilen ışığın hızı (30000030) 299970 kms olarak ölçülmesi gerekiyordu Dik doğrultuda gönderilen ışın ise esir akımından aldırmaz Sonuçta iki ışık ışınlarının acele et arasında fazla az bile olsa bir farkın olması gerekir Fakat deney sonunda beklenen olmadı Fazla hassas aietler kullanıldığı halde bir fark tespit edilemedi Deney tekrarlandı Günün değişik saatlerinde, yılın farklı mevsimlerinde dahi netice değişmedi Işık hızında en minik bir sapma gözlenemedi

Deneyin sonucuna tarafından: esirin varlığında değişkenlik edilmediğinde ya dünya hareket etmiyordu veya esir dünya ile birlikte aynı hareketi yapıyordu Tabiki dünyanın hareketinden belirsizlik edilemezdi Esirin, belirli bir gezegenin hareketini izlediğine güvenmek da öyle tatminkar değildi Michelson esiri saptamak için araştırmalarını uzun yıllar sürdürdü

Michelson Morley deneyinin beklenmeyen sonucu bilim adamlarını harekete geçirdi Lorentz ve Fitzgerald, hareketli cisimlerin hızlarıyla içten orantılı bir şekilde boylarının kısaldığını matematiksel olarak gösterdiler Buna kadar interferometre aygıtında dünyanın hareket yönünde ilerleyen ışığın aldığı yolun da kısalması gerekir Bu kısalma hesaba katıldığında ise hızların birbirine eşdeğer çıktığı görüldü Böylece tutsak varolmamaktan kurtuldu Lakin bu seferde denek olarak ortaya konması imkansız ülkü geldi Çünkü büzülme, bir sigorta görevi yapar gibi ışık hızının değişmesine müsade vermiyor, sözde evren esirin belirlenmesini istemiyordu

Bu son gelişmelerle fizikçiler gerekli olarak ihtilafa düştüler Kimileri esirin varlığını savunurken kimileri de hiç bir menfaat sağlamayan bu hipotezin terk edilmesi gerektiğini söylüyorlardı Ama fiziğin o günkü yapısıyla tutsak hakkında doğruyu bulmak öyle mümkün gözükmüyordu

Çağdaş Fizik ve Esir

Lorentz dönüşümleri fizikte yeni bir şeylerin habercisiydi Sene 1905'e geldiğinde hiç umulmayan biri fiziğin temellerini sarsmaya başladı Bu kişi Albert Einstein'dı Başta Hareketli Cisimlerin Elektrodinamiği Üzerineve sonradan da Özel ve Gene! Görelilik Teorisiile bilim tarihinde bir devir gerçekleştirdi Alışılmış fiziğin mutlak uzay ve mutlak süre fikri bundan böyle tarihe karıştı Çünkü Einstein, mutlak vakit ve mutlak uzay olmayacağını dobra dobra gösterdi Cismin hızına alt olarak bir mekan ve zamanı yaşadığı düşüncesini ortaya koydu Buna kadar; evrende hiçbir imtiyazlı hareket yoktur, her cisim kendi hızına alt bir mekanda ve zamanda yaşam sürmektedir Bunların bir sonucu olarak da mutlak referans çerçevesi, mutlak hareketsizlik ve mutlak hareket kavramlarının boşboğaz olduğunu belirtti Hem tutsak kavramının da lüzumsuz olduğunu söyledi Esir yoktur demiyordu Yalnızca tespit edilebilir hiç bir sonucu olmayan esirin gereksizliğini vurguluyordu

Einstein ile değişen süre ve mekan anlayışı, esire duyulan gereksinimi ortadan kaldırdı Çünkü Einstein'ın sisteminde böyle bir hipoteze gerek yoktur Zaten yapılan deneyler de bunu doğrulamıştır

Bilim ve Metod

Ilk Olarak bir dalga olmanın gereği olarak ışığında somut ortama olan ihtiyacını bakmak ve bunu tahlil etmek bilimseldir Lakin yapılan onca çalışma sonucunda bir türlü saptama edilemeyen bir tezin varlığını savunmak bilimin metoduna zıt düşmektedir

Çünkü fizikte doğrulanamayar hipotezlere yer yoktur Bu durumda yapılması gereken uzayın dalgalan ileten bir özelliği olduğunu kabul etmek ve bundan sonraki düşüncelerimizi bu kabul üzerine yapı etmektir

Einstein'ın deyimiyle maddesel tözler ailesinin haylaz çocuğu, gereksizliğini koruduğu sürece ilgimizin uzağında kalacaktır Uzayda dolaşan farklı alanlara yönlendirilmiş ışınlar olabilir w bunların bazılarının varlığı kanıtlanmıştır Fakat bunlar maddi etkileşmelerde rol almadıkları sürece esir tanımından fazla uzaktadırlar

Işığın serüveni bununla bitmedi Fotoelektrik olayla birlikte genişlemiş bir parçacık teorisi dek gündeme geldi Bu ve bundan sonraki gelişmelerle bundan böyle ışığı iki teoriden biriyle iyice açıklayabilmek imkansızlaştı Çünkü ışık ara sıra tanecik bazen de dalga Özelliği gösteriyordu Bu durumda fizikçiler en uygun kabulü yaptılar Işık ayrıca tanecik ayrıca de dalga özelliğine sahiptirdediler Işığın bu ikili doğası, fizikçileri mikroskobik aleme taşıyacaktı

18yüzyılın ikinci yarısıyla başlayan fizikteki evrim, bilimin metodunda bir genişleme meydana getirdi Keza fizik, sabit bir sistem anlayışından ve geveze hipotezlerden kurtuldu Bilim, bu yeni metodun rehberliğinde makroskobik ve mikroskobik evrenlerin derinliklerinde kendisiyle olan yarışını sürdürmektedir

Seçme Parça
*
 
Üst Alt