morfeus
Yeni Üye
Söz konusu eski Final Fantasy oyunları olunca hangi versiyonun en iyi ve nihai versiyon olduğu konusu tam bir bulamaca dönüyor. Zira her versiyonun özü, anlattığı hikâye falan sabit olsa da versiyonlar arasında o kadar farklı özellikler bulunabiliyor ki, oturup günümüz oyunlarının önsipariş listelerine bakar gibi karşılaştırma yapmak gerekebiliyor. Bunun Gameboy için olanı var, NES versiyonu var, Playstation için olanı ve hatta cep telefonlarına çıkmış olanı bile var! O yüzden geçtiğimiz aylarda Final Fantasy Pixel Remasters’ın ilk altı oyunu kapsayacağını duyunca bunun “Hangi versiyonu oynasam?” dertlerimize nihai bir çözüm olacağını ummuştuk. Ha, öyle oldu mu? Bu konuda internette çeşitli fikirler var, ben de kendi tecrübelerimi paylaşarak size bu versiyonların oynamaya değer olup olmadığını anlatmaya çalışacağım.
Final Fantasy I
Serinin benimle yaşıt olan ilk oyunuyla başlayalım bakalım. FF I’e ilk adım atmanızla birlikte muhtemelen ilk fark edeceğiniz şey –hayır, korkunç gözüken fontları kastetmiyorum yahu. Tamam, ilk fark edeceğiniz şey muhtemelen onlar olacak gerçi ama en azından internette milyon tane farklı mod bulunuyor onu düzelten. Neyse, ilk fark edeceğiniz şey diyordum… Hah, müzikler! Açıkçası orijinal besteci olan Nobuo Uematsu’nun gözetiminde elden geçirilmiş müzikler tek kelimeyle enfes. Zamanında midi midi dinlediğimiz o müziklerin bugünün standartlarıyla modern bir dokunuş almasına bayıldım her şeyden önce. Hem yeni hem de nostaljik hissettiriyorlar -ki bir Remaster’dan beklediğimiz şey de tam olarak bu değilse nedir yani?Müzikleri geçtikten sonra karakter yaratarak maceramıza başlıyoruz. FF I, dört Warrior of Light’ın gelişini müjdeleyen bir kehanetle açılış yapıyor. Burada karakterlerinizi istediğiniz sınıflara atayabiliyorsunuz. (Warrior, Thief, Monk, Red Mage, White Mage, Black Mage) Ondan sonra da kralın kaçırılan kızını bulmaydı, elf prensini uyandırmacaydı derken kehanetin asıl gereklerini getirmek üzere dört bir yana maceraya atılıyoruz.
Hani demiştim ya eski FF’lerin neredeyse hesap makinesine bile çıkmış özel versiyonları var diye, Final Fantasy I o açıdan temel olarak (özellikle de grafiksel anlamda) NES versiyonuna bel bağlıyor. PS1 versiyonunu bilenler ve oynamış olanların grafiklere burun kıvırmalarının en büyük sebebi de bu muhtemelen. Lakin her ne kadar PS1 görselliğinin daha göze hoş geldiğini kabullensem de NES’teki pikselleri kendine temel seçmiş olan Pixel Remaster versiyonlarının da kendi içinde bir bütünlük barındırdığını, nostaljik hissettirdiğini inkâr edemem.
Diğer alanlarda da farklı farklı versiyonların özellikleri bir araya getirilmiş. Büyü sistemi alışıldık MP sistemini değil, D&D oyunlarını andıran seviye seviye büyü slotlarının olduğu bir sistem kullanıyor mesela. Karakter özellikleri, bosslar, düşmanlar Game Boy Advance versiyonunu temel alıyor vs.
Bunlara ek olaraksa bence bu Remaster versiyonlarının asıl parladıkları kısım olan arayüz yenilikleri ve oynanış kalitesini arttıran özellikler var. Sağ üstte yer alan mini harita yolunuzu bulmayı inanılmaz akıcı ve kolay hâle getiriyor mesela. Aynı zamanda dünya haritasında hangi bölgede kaç tane sandık ve hazine var, ne kadarını buldunuz gibi bilgilere de ulaşmak mümkün. Dövüşlerin çok daha hızlı ilerlemesini sağlayan, karakterinizin son girilen komutları otomatik tekrar etmesini sağlayan Auto-Battle özelliği adeta bir lütuf. Eskiden savaşta saldırdığınız düşman ölürse ve diğer karakterlere aynı düşmana saldırma emri verdiyseniz o saldırılar boşa giderdi; şimdi sıradaki hedefe saldırıyorlar otomatik olarak -ki bu da sizi sinir harbinden koruyor. Menüler gayet açıklayıcı ve işinizi kolaylaştırıyor. Envanter yönetimiyle çok vakit kaybetmek istemezseniz karakterleriniz için optimize ekipman seçen bir tuş bile eklenmiş. Quick Save ve Auto Save gibi zaman ve hayat kurtaran günümüz standardları da yerli yerinde.
Ancak bu kadar güzelliğin üstüne limon sıkan bir detay var ki… O da oyunun GBA ve 20. Yıl Dönümü sürümlerinde bulunan The Soul of Chaos ve The Labyrinth of Time bonus içeriklerini dahil etmemiş olmaları. Hani onu da ekleselermiş “FF I’in nihai sürümü budur!” diyebilecekken bu eksiklik tadımı kaçırdı doğrusunu isterseniz. Ama bunu saymazsak ilk oyun için gayet güzel ve keyifli bir Remaster ortaya çıktığını söyleyebilirim.
Final Fantasy II
Hah, gelelim serinin kara koyunu olan Final Fantasy II’ye. Öncelikle her seferinde tekrar tekrar söylememe ihtiyacınız yok diye düşündüğüm için müzikler konusundaki düşüncelerimin oyunların üçü için de geçerli olduğu konusunu aradan çıkartayım. Yenilenmiş müzikler enfes. Adeta Nobuo Uematsu zamanında müzikleri bu şekilde yazmak istemiş de teknolojik imkansızlar yüzünden midi formatına çevirmişler, şimdiyse gerçek hallerini kullanma fırsatı yakalamışlar gibi. Benzer bir şekilde fontlar hâlâ çok kötü. Grafiklerse üç oyunun birbirleriyle tutarlı ve nostaljik bir hava yakalaması açısından bence başarılı ama dediğim gibi, farklı versiyonların görselliğini (PSP) tercih edenleri de anlayabiliyorum.
Gelelim bu oyundaki karakterlerimize! Bu sefer ilk oyundaki gibi sınıflarımızı değil ama direkt karakterlerimizi yaratıyoruz başlarken. Oyunun bu karakterlere kendiliğinden atadığı isimler Firion, Maria, Guy ve Leon ama siz isterseniz değiştirebiliyorsunuz tabii. Lakin ilk oyundaki gibi “sınıf” seçmediğimiz dikkatinizi çekmiştir belki. FF II’nin serinin kara koyunu sayılmasının sebeplerinden birisi de serinin diğer oyunlarına göre biraz daha “deneysel” takılması. Burada da sınıf sistemi ve seviye atlamaca yerine farklı bir “yetenek” sistemi denemişler mesela. Özetle siz bir silahı, yeteneği sürekli kullandığınızda o konudaki becerileriniz yavaş yavaş gelişiyor. Gerçi hakkını vereyim, o kadar da yavaş gelişmiyor. Remaster versiyonu zaman zaman tam bir karın ağrısı olan bu gelişme sistemini büyük ölçüde hızlandırmış. Üstüne bir de az önce FF I kısmında da belirttiğim Auto-Battle özelliği sizin son girdiğiniz komutu otomatik tekrar ettiğinden siz arkada başka şeylerle oyalanırken grind yapmak bile mümkün; bu da eskisi kadar çileli bir uğraş olmaktan çıkartmış bu yetenek sistemini. Yine de yeni bir büyü falan aldığınızda işe yarar hale gelmesi için önce grind yapmak zorunda kalmak hâlâ biraz can sıkıcı. Ha, bu arada büyülerden bahsetmişken… Bu oyundan itibaren alışılageldik MP sistemi geçerli büyüler için ilk oyunun aksine.
İlk oyundaki isimsiz, standart karakterlerin aksine bu sefer oyundaki karakterler ciddi şekilde daha fazla kişilik sahibi. Palamecia İmparatoru’nun Fynn kasabasına yaptığı saldırıdan dolayı öksüz kalmış dört genç olarak kendimizi Prenses Hilda’nın tertiplediği isyanın ortasında buluveriyoruz. Bir yandan Maria’nın kayıp kardeşi Leon’un izini sürerken bir yandan da Wild Rose adındaki bu isyancılara Dreadnaught adındaki hava gemisinin tamamlanmasını engellemek için yardım ediyoruz; zira o geminin tamamlanması İmparatorluk adına büyük bir zafer anlamına geliyor. O arada entrikalar, ihanetler gırla dönüyor tabii bir yandan. Milletin abarttığı kadar “kara koyun”luk bir oyun değil aslında ama deneysel takıldıkları kısımlar biraz belli ediyor kendini doğrusu.
Genel olarak yine NES versiyonunu temel alan FF II de limonunu kendi getirmiş gelirken. Bunda da niyeyse GBA ve PSP versiyonlarında olan, konusuna spoiler olacağı için değinemediğim ama oyundaki karakterleri ve olayları bir tık daha derinleştiren Soul of Rebirth isimli hikâyeyi dahil etmemişler ne yazık ki.
Final Fantasy III
Serinin meraklıları hatırlayacaktır, orijinal oyun 1990 yılında çıkmış olmasına rağmen Japonya dışında çoğu oyuncunun bu oyunla tanışması 2004 yılında yapılan 3 boyutlu bir Remake’in Nintendo DS’e çıkışıyla gerçekleşti. Daha sonraki versiyonların çoğu da bu portu kendine temel aldı zaten. Ancak FF III o versiyondan da bazı elementleri almış olsa da asıl temeli orijinal Famicom sürümünden geliyor. Ve doğrusunu söylemek gerekirse bu üç oyun arasında nihai şekilde en iyi tecrübeyi sunan sürüm olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Üstelik bu sefer limon da sıkılmıyor keyfinize, çünkü eksik içerik yok. Oh be!
Yine dört yetim çocuğun kazara düştükleri mağarada buldukları kristal tarafından seçilmeleriyle başlayan macera diğer elemental kristallerin peşinde koştuğumuz serinin ikonik hikâyelerinden birine doğru evriliyor. Aynı zamanda ileride serinin alameti farikalarından birisi haline gelecek olan “Job” sisteminin de ilk iterasyonu burada. Yarattığınız dört karakter oyuna gayet zayıf birer Onion Knight olarak başlıyor ve gücünü aldıkları her kristal sonrasında yeni bazı sınıf seçenekleri kazanıyorlar. Bu sınıflara savaş dışında istediğiniz an, kolay bir şekilde geçiş yapabiliyorsunuz. Onion Knight başladınız, Monk’a döndünüz ama gnome kasabasına girmek için “mini” olmanız gerektiğinden ufak haldeyken Monk halinizle düşmanların burnunu bile kanatamıyorsunuz; hop diye Red Mage’e geçip büyü yağdırmaya başlayabiliyorsunuz. Bu açıdan tek sıkıntı oyunun sizi yer yer belli sınıflara değişmeye neredeyse “zorunda” bırakması. “Bu karaktere şu sınıfı uygun gördüm, bundan sonra sadece onu kasacağım” diyemiyorsunuz pek. Yani diyorsunuz ama bazı noktalarda alternatiflere de açık olmaya itiyor oyun sizi. Yine de bu dediğim tarzda kısımlar azınlıkta olduğundan kalan zamanlarda istediğiniz gibi kasabiliyorsunuz karakterlerinizi.
Haritaların özellikle keşfedilmeyi bekleyen tonla gizli eşya ve bölge içeriyor olması da açıkçası diğer iki oyuna kıyasla keşif hissini çok daha fazla perçinliyor. Çalı çırpının içinden çıkan iksirlerin yanında yeni eklenen mini haritayı da sürekli kontrol eder buldum kendimi. Oyun da beni sıklıkla “Hmm, şurada bir sandık var ama nasıl ulaşabilirim acaba?” şeklinde düşüncelere iterek ödüllendirdi. Onun dışında yine diğer iki oyunun da incelemesinde söylediğim oynanış kalitesini arttıran özellikler aynen geçerli. Ama sanırım en keyif alarak oynadığım FF III oldu gerçekten de.
Oyunların tek tek detayları böyle; şimdi gelelim işin özetine. Final Fantasy Pixel Remaster projesi kusursuz değil. Daha iyi yapılabilecek ve hatta önceden zaten yapılmış bazı yanları olsa da söz konusu oyunları modern sistemlerde, yine nispeten modernize edilmiş bir şekilde oynatmanın en iyi yollarından birisi yine de. Özellikle oyun kalitesini arttıran özellikler her bir oyunu çok daha oynanabilir hale getirmiş, keyfini arttırmış. Açıkçası benim gibi Final Fantasy serisini çok seven bir oyuncuysanız oyunları tek tek almak yerine tam paketi alıp şimdiden IV – V ve serinin en iyilerinden olan VI’nın yolunu gözlemeye başlayın derim.