bilgiliadam
Yeni Üye
İngilizce tiyatro
tiyatro metni ingilizce
İLK İŞ GUNU
Oyuncular: Celal Bey (patron), Jale (sekreter),
Hadi (yeni eleman), John ( yabancı muşteri),
Mary (yabancı muşteri)
Oyuncular: Celal Bey (patron), Jale (sekreter), Hadi (yeni eleman), John ( yabancı muşteri), Mary (yabancı muşteri)
(Patron Celal Bey ve sekreteri Jale ofislerinde oturmaktadırlar Patron telefonla konuşmaktadır )
Celal Bey: Şu İngilizce bilen eleman aranıyor ilanı icin arayan oldu mu?
Jale: Evet Celal Bey Bugun gelecek goruşmeye Cok iyi derecede İngilizce biliyormuş Hadi adında birisi
Celal Bey: İyi iyi, inşallah aradığımız gibi bir elemandır Yoksa yabancı muşterilerin hepsini kacıracağız
(Bu sırada kapıdan iceri birisi girer)
Hadi: Merhaba
Celal Bey: Merhaba, buyrun?
Hadi: Ben Hadi, iş goruşmesi icin bir randevu almıştım
Celal Bey: Ooooo, hoşgeldiniz Buyrun oturun lutfen Nasılsınız?
Hadi: İyiyim, teşekkur ederim Amerika'daydım yaklaşık beş yıldır Malum, turkce konuşacak pek kimse yok orada, o yuzden Turkce konuşurken biraz zorlanıyorum Dilim surcerse kusura bakmayın artık
Celal Bey: Haaarika! İşte tam aradığımız adam Yurtdışıyla surekli bağlantı halindeyiz Bu yuzden yabancı muşterilerle goruşmeler yapıyoruz Yani iyi derecede İngilizce bilen birisine ihtiyacımız vardı Allah karşımıza sizin gibi birisini cıkardı Aramıza hoşgeldiniz diyelim o zaman
Hadi: Hoşbulduk, cok teşekkur ederim Beni utandırıyorsunuz
(Bu arada telefon calar Celal Bey telefonu acar)
Celal Bey: Celaliye Limited Şirketi, buyrun Alooooo Ne diyorsun kardeşim, anlaşılmıyo, ağzını ahizeye yakın tut biraz Alooooo Ne piliyz miliyz diyip duruyorsun yahu? İngiliş mi?
(der ve Hadi'ye doner)
Celal Bey: Ya bu adam İngilizce konuşuyor herhalde Hadi Bey Tesadufe bak İşe girdiğiniz ilk dakikada bir yabancı aradı Bir konuşun bakalım, ne diyor?
(Hadi paniklemiştir, aceleyle ayağa kalkar)
Hadi: Ya, birden karnıma acayip bir ağrı saplandı Tuvalet nerede acaba?
Celal Bey: Hadi Bey, şu adamla bir konuşun Sonra gidersiniz tuvalete
Hadi Bey: Uff, başıma da acayip bir ağrı girdi yaa Soyleyin sonra arasın
Celal Bey: (Ahizeye doğru yuksek sesle bağırarak ve heceleyerek konuşmaktadır) Alooo, sonra arayın, sonra Hadi bey acayip sıkışmış Sonra Ne? Ya, Hadi bey, onemli bişey galiba En azından sonra arayın falan diyin
(der ve ahizeyi zorla Hadi Bey'in eline tutuşturur Hadi Bey buyuk bir panik icinde konuşmaya başlar)
Hadi Bey: Helloo, yeah, ooh yeah, yes, no, okay, hımmmm, yes, no, yeaaah Baaaaay
(der ve rahatlamış bicimde telefonu kapatır)
Celal Bey: Ne oldu, ne diyor?
Hadi: Yanlış aramış, empire state binası, elli ucuncu kata dort lahmacun diyo
Celal Bey: Dur bi dakka ya, adam şimdi Amerika'dan lahmacun siparişi veriyor, ve yanlışlıkla Turkiye'yi aramış oyle mi?
Hadi: Yaa, oyle Duşunun işte, Amerikalılar aptal derler de inanmazdım Yani sen tut Amerika'da lahmacun ye, bi de ustune Turkiye'yi ara Hahahahahahahahah! Alem bunlar yaaa
Celal Bey: Kızım, Hadi Beye tuvaleti gosteriver
Hadi: Yok yok, gecti Adam lahmacun falan diyince gulmekten gecti valla
(Caylarını icmeye başlarlar Celal Bey biraz şaşkındır Bu sırada kapı acılır ve iceriye iki yabancı girer)
John: Hello!
Celal Bey: Ooooooo John Ve aleykumselam Buyrun buyrun Hadi Bey, bunlar bizim en iyi muşterilerimiz Valla kısmetimizi actın sen
(Hadi bey yine ayağa fırlar panik icinde)
Hadi: Tuvalet ne taraftaydı?
Celal Bey: Gecmemiş miydi sizin şeyiniz?
Hadi: Geciyor, yine geliyo Napıyim?
Celal Bey: Yaw biraz oturun, adamlara ayıp olur Bir tanışın en azından Bak bunlar bizim en yağlı muşterilerimiz
(Hadi yine panik icinde John ve Mary'ye yaklaşarak ellerini sıkar)
Hadi: Hello, I am Hadi Oturun hadi
John: Hey Hadi, nice to meet you
Mary: Nice to meet you, Hadi
Hadi: Yes yes, nice to meet you
(Hep birlikte otururlar)
John: Hadi, we are here to talk about our new project It's very important for us Because if we get successful, we will be very rich But if we fail, it will be very bad for all of us So, are you ready to translate our speech?
(John konuşurken Hadi acayip panik yapar Celal Bey memnun bir şekilde kafasını sallamaktadır Hadi yine ayağa fırlar)
Hadi: Yaw, ben bir tuvalete gitsem
Celal Bey: Hadi bey, lutfen yaa Adamlara ne kadar ayıp olur, bir duşunsenize Ne dediler?
(Hadi sıkıntılı bir şekilde yerine oturur)
Hadi: Yaw, adam diyo ki, sen biraz sıkıntılı gozukuyorsun diyo, sıkıştın falansa bi tuvalete git gel de, oyle konuşalım diyo
Celal Bey: Hadi yaa, git gel de rahatla o zaman yahu Kızım, Hadi beye tuvaleti gosteriver
(Sekreterle Hadi cıkarlar Celal Bey yabancı misafirlere donerek bağıra cağıra ve kelimeleri heceleyerek konuşmaya başlarlar)
Celal Bey: Bizim yeni eleman bu Yeni eleman yeniiii
John: Sorry?
Celal Bey: Yok yok, sori değil, Hadi adı Beş yıl Amerika'da kalmış Amerikada
John: Ooooh yeah America Cool!
Celal Bey: Evet, evet Allahın sevgili kulu işte İşleri rast gidiyor adamın
(Bu sırada telefon calar Celal Bey telefonu acar)
Celal Bey: Celaliye limited şirketi, buyrun Hah, yine lahmacuncu Bekle bekle Goruşmeyi mahvettiniz yaaa Gidin pizza falan yiyin kardeşim Sinirlenmeye başlıyorum ama
(Hadi suklum puklum odaya girer)
Celal Bey: Hadi Bey, yine Amerika'dan arıyorlar galiba Al şunu bi konuş bakalım
(Hadi telefonu alır)
Hadi Bey: Hello, no, yes, no, yes, no, yes, no (der ve telefonu kapatıp Celal Bey'e doner) Deminki adam arıyo yine Bu sefer de şey diyo Vazgecmişler yemek siparişi vermekten Menemen yapacaklarmış Once soğanları mı atıcaz, biberleri mi diyo? Ben de Soğanları atın, biraz pembeleşince biberleri atarsınız dedim
Celal Bey: Hay Allahım yaa, butun catlaklar bizi buluyor Neyse, şimdi soyle bakalım Malların teslimatını ne zaman yapmamız gerekiyor
Hadi: Tamam, soyluyorum Uhm, he is a blackboard I go to cinema everyweekend I like popstar, chicken menu, united colors of benetton, levi's, adidas, nike Okay?
(Misafirler şaşkın bir şekilde birbirlerine bakmaktadırlar)
Celal Bey: Ne dedin ya sen? Pop star falan dedin di mi?
Hadi Bey: Evet, biraz espri yaparak ortamı rahatlatmaya calışıyorum Cok gergin gozukuyorlar Dedim ki, oyle pop star yarışmacıları gibi stres yapmayın, rahat olun dedim Sonra da malların teslimatını sordum
Celal Bey: Hahahahaha, afferin sana be, cok şakacı adamsın
Mary: I don't understand anything Do you speak English or Turkish, Hadi?
Celal Bey: Ne diyor? Torkiş morkiş dedi?
Hadi: Diyor ki, eeeeeee, şoyle diyor, ııııııı, yani demek istiyor ki, hah, sen gercekten Turk'musun yaaa, inanamıyorum Ben seni ilk gorduğum andan itibaren Amerika'lı sandım, oylesine akıcı ve guzel konuşuyorsun ki inan cok şaşırdım falan diyor Yalakalık yapıyor işte kendi capında
Celal Bey: Vay be, aslanım benim Acayip gurur duydum şimdi Hadi, konuya gelelim artık
Hadi: Tamam siz merak etmeyin Eeeeee, the tesliiimaaaat, when, who, why, what time, how often, how much, how many, ooh yeah?
John: I am sorry but I don't understand anything Are you sure you can speak English?
Celal Bey: Ne diyorlar?
Hadi: Sen bırak şimdi malları falan da bişeyler ısmarla, icelim kendimize gelelim diyo
Celal Bey: Hakkaten yaa, cok ayıp oldu adamlara Sor bakalım ne icerler?
Hadi: Drink? Tea, coffee, water Drink what?
John: Oh, expresso please
Mary: I'd like hot chocolate, if possible
Celal Bey: Ne diyo, expres falan dedi galiba?
Hadi: Evet, eeeeee, cay getir diyo, ama cok acil olsun, acayip canım cekti diyo Yani expres olsun, hicbiryere uğramadan gelsin diyo
Celal Bey: Kızım, duydun Hadi Beyi Hadi hemen cay getir
(Sekreter cıkar)
Hadi: Neyse, biz donelim konumuza Always, usually, often, sometimes, never International Hospital, Nokia connecting people, Galleria, Carousel, Mission impossible, terminator, en son babalar duyar, avrupa yakası, what is your address?
John: What are you talking about? We have no time Our car is waiting for us, we will go ten minutes later
Celal Bey: Sen ne dedin yaa, baba, avrupa falan, ingilizce mi bunlar?
Hadi: Evet, bazı kelimeler aynı Dedim ki babacım, sen habire caydan kahveden bahsediyosun Burası Avrupanın en buyuk şirketlerinden birisi Kendine ceki duzen ver, saygılı ol biraz dedim
Celal Bey: Aferin sana, kendimizi ağırdan satalım biraz Onlar ne dedi? Car, eee go falan dediler
Hadi: Onlar da dedi ki, eeee, yani dediler ki, hah, siz hic uğraşmayın teslimatla falan, verin kargoya gitsin, siz de keyfinize bakın dedi Kargo Hehehehehe
Celal Bey: Ya, delirmiş mi bunlar 200 ton mal, hem de su borusu Nasıl verelim kargoya? Cevirsene
Hadi: Boru boru, water boru, two hundred ton boru Kargo margo, problem Car don't go Very very problem What is this, this is a boru
John: Mary, I think we gotta go If we make a deal with these crazy men, it won't be good for us
Mary: You are right Let's go
(der ve kalkarlar Celal Bey masasından fırlar)
Celal Bey: Hooop, nereye yahu? Nereye gidiyor bunlar Ne dediler Hadi Bey?
(Hadi de ayağa kalkar)
Hadi: Valla cevirmesem daha iyi ama neyse Diyorlar ki, bir cay soyledik iki saattir gelmedi Sizin caycının adı Dursun mu diye soruyorlar
(Celal bey ayağa fırlar ve sinirle misafirlerin yanına gelir)
Celal Bey: Bana bakın, başlıycam sizin cayınıza da kahvenize de haaa Uc kuruşluk kar icin rezil kepaze olduk be The Marmara'nın cafesi mi burası guzel kardeşim? Gidin burdan, başka şirket mi yok calışacak yaa? Canımı sıkmayın daha fazla Cevir soylediklerimi, tek bir kelime bile atlama ama
Hadi: Okay, look at me, I will start your tea and coffee haaaa Three kurush money, we are kepaze be The Marmara cafesi mi burası my guzel brotherım (Celal Beye doner) Kusura bakmayın Celal Bey, valla cok sinirlendim, arada bir Turkce kacıyor Neyse, go go, don't sık my can
(John ve Mary sinirle kapıya doğru yonelirler)
Mary: We won't work with you anymore We came from America just for this project And we are going back now Bye forever
(der ve cıkarlar Celal Bey cok sinirlenmiştir)
Celal Bey: Ne dediler cıkarayak yine?
Hadi: Amerika'ya gelirseniz gununuzu gorursunuz siz dedi Benim İngilizcemden cok etkilenmişler ama ofis ortamını hic beğenmemişler John ozellikle cay olayına cok bozulmuş
Celal Bey: Adama bak yaa, cay gec geldi diye koca projeyi iptal etti Neyse, hayırlısı olsun Biz şimdi cıkıyoruz Jale Hanımla Bir toplantımız var Sen burada kal, telefon falan gelirse goruşursun
Hadi: Tamam Celal Bey, siz merak etmeyin
(Celal Bey ve Jale cıkarlar Hadi hemen telefona koşar ve bir numara cevirir)
Hadi: Alo, Kemal Ben Hadi İyidir sağol Yaa sorma, bir iş buldum ama ilk ve son gunum harhelda burada Bir hata yapıp İngilizce biliyorum dedim İki saattir yabancı misafirlerle konuşuyorum Nasıl mı? Allahtan kimse İngilizce bilmiyor burada Anlamadılar yani Niye mi yalan soyledim? Yaa, iş bulamıyorum bir turlu Nereye gitsem İngilizce biliyor musun diye soruyorlar Ben de cat pat bişeyler konuşuruz diye biliyorum dedim, ama pişman oldum Şimdi masaya bir not bırakıp ozur dileyeceğim ve kacacağım Kemal be, ne adamız biz yaa? Okulda oğretmenler o kadar anlattı İngilizce onemli falan diye, bir kulağımızdan girdi otekinden cıktı Hic onemsemedik Şimdi boyle zor duruma duştuk işte Cok ayıp oldu adamlara Kendimden acayip utandım Kac yıl İngilizce eğitimi gorduk Yes no'dan başka bişey oğrenememişiz Ee, odev yapma, dersi dinleme sonra İngilizce konuşmaya calış Zor tabi Neyse, ben bi not yazıp kacıyorum Akşam goruşuruz
(Telefonu kapatır ve onundeki kağıda birşeyler karalayıp sahneyi terkeder)
tiyatro metni ingilizce
İLK İŞ GUNU
Oyuncular: Celal Bey (patron), Jale (sekreter),
Hadi (yeni eleman), John ( yabancı muşteri),
Mary (yabancı muşteri)
Oyuncular: Celal Bey (patron), Jale (sekreter), Hadi (yeni eleman), John ( yabancı muşteri), Mary (yabancı muşteri)
(Patron Celal Bey ve sekreteri Jale ofislerinde oturmaktadırlar Patron telefonla konuşmaktadır )
Celal Bey: Şu İngilizce bilen eleman aranıyor ilanı icin arayan oldu mu?
Jale: Evet Celal Bey Bugun gelecek goruşmeye Cok iyi derecede İngilizce biliyormuş Hadi adında birisi
Celal Bey: İyi iyi, inşallah aradığımız gibi bir elemandır Yoksa yabancı muşterilerin hepsini kacıracağız
(Bu sırada kapıdan iceri birisi girer)
Hadi: Merhaba
Celal Bey: Merhaba, buyrun?
Hadi: Ben Hadi, iş goruşmesi icin bir randevu almıştım
Celal Bey: Ooooo, hoşgeldiniz Buyrun oturun lutfen Nasılsınız?
Hadi: İyiyim, teşekkur ederim Amerika'daydım yaklaşık beş yıldır Malum, turkce konuşacak pek kimse yok orada, o yuzden Turkce konuşurken biraz zorlanıyorum Dilim surcerse kusura bakmayın artık
Celal Bey: Haaarika! İşte tam aradığımız adam Yurtdışıyla surekli bağlantı halindeyiz Bu yuzden yabancı muşterilerle goruşmeler yapıyoruz Yani iyi derecede İngilizce bilen birisine ihtiyacımız vardı Allah karşımıza sizin gibi birisini cıkardı Aramıza hoşgeldiniz diyelim o zaman
Hadi: Hoşbulduk, cok teşekkur ederim Beni utandırıyorsunuz
(Bu arada telefon calar Celal Bey telefonu acar)
Celal Bey: Celaliye Limited Şirketi, buyrun Alooooo Ne diyorsun kardeşim, anlaşılmıyo, ağzını ahizeye yakın tut biraz Alooooo Ne piliyz miliyz diyip duruyorsun yahu? İngiliş mi?
(der ve Hadi'ye doner)
Celal Bey: Ya bu adam İngilizce konuşuyor herhalde Hadi Bey Tesadufe bak İşe girdiğiniz ilk dakikada bir yabancı aradı Bir konuşun bakalım, ne diyor?
(Hadi paniklemiştir, aceleyle ayağa kalkar)
Hadi: Ya, birden karnıma acayip bir ağrı saplandı Tuvalet nerede acaba?
Celal Bey: Hadi Bey, şu adamla bir konuşun Sonra gidersiniz tuvalete
Hadi Bey: Uff, başıma da acayip bir ağrı girdi yaa Soyleyin sonra arasın
Celal Bey: (Ahizeye doğru yuksek sesle bağırarak ve heceleyerek konuşmaktadır) Alooo, sonra arayın, sonra Hadi bey acayip sıkışmış Sonra Ne? Ya, Hadi bey, onemli bişey galiba En azından sonra arayın falan diyin
(der ve ahizeyi zorla Hadi Bey'in eline tutuşturur Hadi Bey buyuk bir panik icinde konuşmaya başlar)
Hadi Bey: Helloo, yeah, ooh yeah, yes, no, okay, hımmmm, yes, no, yeaaah Baaaaay
(der ve rahatlamış bicimde telefonu kapatır)
Celal Bey: Ne oldu, ne diyor?
Hadi: Yanlış aramış, empire state binası, elli ucuncu kata dort lahmacun diyo
Celal Bey: Dur bi dakka ya, adam şimdi Amerika'dan lahmacun siparişi veriyor, ve yanlışlıkla Turkiye'yi aramış oyle mi?
Hadi: Yaa, oyle Duşunun işte, Amerikalılar aptal derler de inanmazdım Yani sen tut Amerika'da lahmacun ye, bi de ustune Turkiye'yi ara Hahahahahahahahah! Alem bunlar yaaa
Celal Bey: Kızım, Hadi Beye tuvaleti gosteriver
Hadi: Yok yok, gecti Adam lahmacun falan diyince gulmekten gecti valla
(Caylarını icmeye başlarlar Celal Bey biraz şaşkındır Bu sırada kapı acılır ve iceriye iki yabancı girer)
John: Hello!
Celal Bey: Ooooooo John Ve aleykumselam Buyrun buyrun Hadi Bey, bunlar bizim en iyi muşterilerimiz Valla kısmetimizi actın sen
(Hadi bey yine ayağa fırlar panik icinde)
Hadi: Tuvalet ne taraftaydı?
Celal Bey: Gecmemiş miydi sizin şeyiniz?
Hadi: Geciyor, yine geliyo Napıyim?
Celal Bey: Yaw biraz oturun, adamlara ayıp olur Bir tanışın en azından Bak bunlar bizim en yağlı muşterilerimiz
(Hadi yine panik icinde John ve Mary'ye yaklaşarak ellerini sıkar)
Hadi: Hello, I am Hadi Oturun hadi
John: Hey Hadi, nice to meet you
Mary: Nice to meet you, Hadi
Hadi: Yes yes, nice to meet you
(Hep birlikte otururlar)
John: Hadi, we are here to talk about our new project It's very important for us Because if we get successful, we will be very rich But if we fail, it will be very bad for all of us So, are you ready to translate our speech?
(John konuşurken Hadi acayip panik yapar Celal Bey memnun bir şekilde kafasını sallamaktadır Hadi yine ayağa fırlar)
Hadi: Yaw, ben bir tuvalete gitsem
Celal Bey: Hadi bey, lutfen yaa Adamlara ne kadar ayıp olur, bir duşunsenize Ne dediler?
(Hadi sıkıntılı bir şekilde yerine oturur)
Hadi: Yaw, adam diyo ki, sen biraz sıkıntılı gozukuyorsun diyo, sıkıştın falansa bi tuvalete git gel de, oyle konuşalım diyo
Celal Bey: Hadi yaa, git gel de rahatla o zaman yahu Kızım, Hadi beye tuvaleti gosteriver
(Sekreterle Hadi cıkarlar Celal Bey yabancı misafirlere donerek bağıra cağıra ve kelimeleri heceleyerek konuşmaya başlarlar)
Celal Bey: Bizim yeni eleman bu Yeni eleman yeniiii
John: Sorry?
Celal Bey: Yok yok, sori değil, Hadi adı Beş yıl Amerika'da kalmış Amerikada
John: Ooooh yeah America Cool!
Celal Bey: Evet, evet Allahın sevgili kulu işte İşleri rast gidiyor adamın
(Bu sırada telefon calar Celal Bey telefonu acar)
Celal Bey: Celaliye limited şirketi, buyrun Hah, yine lahmacuncu Bekle bekle Goruşmeyi mahvettiniz yaaa Gidin pizza falan yiyin kardeşim Sinirlenmeye başlıyorum ama
(Hadi suklum puklum odaya girer)
Celal Bey: Hadi Bey, yine Amerika'dan arıyorlar galiba Al şunu bi konuş bakalım
(Hadi telefonu alır)
Hadi Bey: Hello, no, yes, no, yes, no, yes, no (der ve telefonu kapatıp Celal Bey'e doner) Deminki adam arıyo yine Bu sefer de şey diyo Vazgecmişler yemek siparişi vermekten Menemen yapacaklarmış Once soğanları mı atıcaz, biberleri mi diyo? Ben de Soğanları atın, biraz pembeleşince biberleri atarsınız dedim
Celal Bey: Hay Allahım yaa, butun catlaklar bizi buluyor Neyse, şimdi soyle bakalım Malların teslimatını ne zaman yapmamız gerekiyor
Hadi: Tamam, soyluyorum Uhm, he is a blackboard I go to cinema everyweekend I like popstar, chicken menu, united colors of benetton, levi's, adidas, nike Okay?
(Misafirler şaşkın bir şekilde birbirlerine bakmaktadırlar)
Celal Bey: Ne dedin ya sen? Pop star falan dedin di mi?
Hadi Bey: Evet, biraz espri yaparak ortamı rahatlatmaya calışıyorum Cok gergin gozukuyorlar Dedim ki, oyle pop star yarışmacıları gibi stres yapmayın, rahat olun dedim Sonra da malların teslimatını sordum
Celal Bey: Hahahahaha, afferin sana be, cok şakacı adamsın
Mary: I don't understand anything Do you speak English or Turkish, Hadi?
Celal Bey: Ne diyor? Torkiş morkiş dedi?
Hadi: Diyor ki, eeeeeee, şoyle diyor, ııııııı, yani demek istiyor ki, hah, sen gercekten Turk'musun yaaa, inanamıyorum Ben seni ilk gorduğum andan itibaren Amerika'lı sandım, oylesine akıcı ve guzel konuşuyorsun ki inan cok şaşırdım falan diyor Yalakalık yapıyor işte kendi capında
Celal Bey: Vay be, aslanım benim Acayip gurur duydum şimdi Hadi, konuya gelelim artık
Hadi: Tamam siz merak etmeyin Eeeeee, the tesliiimaaaat, when, who, why, what time, how often, how much, how many, ooh yeah?
John: I am sorry but I don't understand anything Are you sure you can speak English?
Celal Bey: Ne diyorlar?
Hadi: Sen bırak şimdi malları falan da bişeyler ısmarla, icelim kendimize gelelim diyo
Celal Bey: Hakkaten yaa, cok ayıp oldu adamlara Sor bakalım ne icerler?
Hadi: Drink? Tea, coffee, water Drink what?
John: Oh, expresso please
Mary: I'd like hot chocolate, if possible
Celal Bey: Ne diyo, expres falan dedi galiba?
Hadi: Evet, eeeeee, cay getir diyo, ama cok acil olsun, acayip canım cekti diyo Yani expres olsun, hicbiryere uğramadan gelsin diyo
Celal Bey: Kızım, duydun Hadi Beyi Hadi hemen cay getir
(Sekreter cıkar)
Hadi: Neyse, biz donelim konumuza Always, usually, often, sometimes, never International Hospital, Nokia connecting people, Galleria, Carousel, Mission impossible, terminator, en son babalar duyar, avrupa yakası, what is your address?
John: What are you talking about? We have no time Our car is waiting for us, we will go ten minutes later
Celal Bey: Sen ne dedin yaa, baba, avrupa falan, ingilizce mi bunlar?
Hadi: Evet, bazı kelimeler aynı Dedim ki babacım, sen habire caydan kahveden bahsediyosun Burası Avrupanın en buyuk şirketlerinden birisi Kendine ceki duzen ver, saygılı ol biraz dedim
Celal Bey: Aferin sana, kendimizi ağırdan satalım biraz Onlar ne dedi? Car, eee go falan dediler
Hadi: Onlar da dedi ki, eeee, yani dediler ki, hah, siz hic uğraşmayın teslimatla falan, verin kargoya gitsin, siz de keyfinize bakın dedi Kargo Hehehehehe
Celal Bey: Ya, delirmiş mi bunlar 200 ton mal, hem de su borusu Nasıl verelim kargoya? Cevirsene
Hadi: Boru boru, water boru, two hundred ton boru Kargo margo, problem Car don't go Very very problem What is this, this is a boru
John: Mary, I think we gotta go If we make a deal with these crazy men, it won't be good for us
Mary: You are right Let's go
(der ve kalkarlar Celal Bey masasından fırlar)
Celal Bey: Hooop, nereye yahu? Nereye gidiyor bunlar Ne dediler Hadi Bey?
(Hadi de ayağa kalkar)
Hadi: Valla cevirmesem daha iyi ama neyse Diyorlar ki, bir cay soyledik iki saattir gelmedi Sizin caycının adı Dursun mu diye soruyorlar
(Celal bey ayağa fırlar ve sinirle misafirlerin yanına gelir)
Celal Bey: Bana bakın, başlıycam sizin cayınıza da kahvenize de haaa Uc kuruşluk kar icin rezil kepaze olduk be The Marmara'nın cafesi mi burası guzel kardeşim? Gidin burdan, başka şirket mi yok calışacak yaa? Canımı sıkmayın daha fazla Cevir soylediklerimi, tek bir kelime bile atlama ama
Hadi: Okay, look at me, I will start your tea and coffee haaaa Three kurush money, we are kepaze be The Marmara cafesi mi burası my guzel brotherım (Celal Beye doner) Kusura bakmayın Celal Bey, valla cok sinirlendim, arada bir Turkce kacıyor Neyse, go go, don't sık my can
(John ve Mary sinirle kapıya doğru yonelirler)
Mary: We won't work with you anymore We came from America just for this project And we are going back now Bye forever
(der ve cıkarlar Celal Bey cok sinirlenmiştir)
Celal Bey: Ne dediler cıkarayak yine?
Hadi: Amerika'ya gelirseniz gununuzu gorursunuz siz dedi Benim İngilizcemden cok etkilenmişler ama ofis ortamını hic beğenmemişler John ozellikle cay olayına cok bozulmuş
Celal Bey: Adama bak yaa, cay gec geldi diye koca projeyi iptal etti Neyse, hayırlısı olsun Biz şimdi cıkıyoruz Jale Hanımla Bir toplantımız var Sen burada kal, telefon falan gelirse goruşursun
Hadi: Tamam Celal Bey, siz merak etmeyin
(Celal Bey ve Jale cıkarlar Hadi hemen telefona koşar ve bir numara cevirir)
Hadi: Alo, Kemal Ben Hadi İyidir sağol Yaa sorma, bir iş buldum ama ilk ve son gunum harhelda burada Bir hata yapıp İngilizce biliyorum dedim İki saattir yabancı misafirlerle konuşuyorum Nasıl mı? Allahtan kimse İngilizce bilmiyor burada Anlamadılar yani Niye mi yalan soyledim? Yaa, iş bulamıyorum bir turlu Nereye gitsem İngilizce biliyor musun diye soruyorlar Ben de cat pat bişeyler konuşuruz diye biliyorum dedim, ama pişman oldum Şimdi masaya bir not bırakıp ozur dileyeceğim ve kacacağım Kemal be, ne adamız biz yaa? Okulda oğretmenler o kadar anlattı İngilizce onemli falan diye, bir kulağımızdan girdi otekinden cıktı Hic onemsemedik Şimdi boyle zor duruma duştuk işte Cok ayıp oldu adamlara Kendimden acayip utandım Kac yıl İngilizce eğitimi gorduk Yes no'dan başka bişey oğrenememişiz Ee, odev yapma, dersi dinleme sonra İngilizce konuşmaya calış Zor tabi Neyse, ben bi not yazıp kacıyorum Akşam goruşuruz
(Telefonu kapatır ve onundeki kağıda birşeyler karalayıp sahneyi terkeder)