Son Konu

Kader ve Rızık______Kader ve Tevekkül

iltasyazilim

Yeni Üye
Katılım
25 Ara 2016
Mesajlar
2
Tepkime
1
Puanları
38
Yaş
35
Credits
-2
Geri Bildirim : 0 / 0 / 0
Kader ve Rızık


Özellikle yiyecek ve içecek cinsinden Allah'ın canlıya ihsan ettiği her besleyici şey rızıktır Kur'ânı Kerim'deki çeşitli açıklamalar bu tanımı kanıtlamaktadır:


“Allah'tır ki sizi yarattı; Sonra sizi besledi; Sonra sizi öldürecek; Sonra sizi diriltecektir (30Rûm, 40) “Nice canlı vardır ki rızkını taşıyamaz Onları da sizleri de besleyen Allah'dır O, tümü duyandır, tümü bilendir (29Ankebût, 60) “İnkâr edenlere dünya hayatı parlak gösterilmiştir Onlar mü’minlerle alay ederler Oysa sakınanlar, kıyamet gününde onlardan üstündürler Allah dilediğine hesapsız rızık verir (2Bakara, 212)


Rızık da her olay gibi kaderin kapsamına girer Çünkü canlının hangi şartlarda, nerede, nasıl, hangi yollarla ve ne gibi bir besin maddesini alacağı ve ondan nasıl yararlanacağı ezelde Allah tarafından bilinmektedir Dolayısıyla onun, yiyecek ve içecek maddesi olarak bir şeyi alması, kazanması ve onu tüketmesi, yaşadığı diğer olaylardan farklı bir şey değildir Ne var ki, insanın örneğin, ağzına koymak üzere eline aldığı bir lokmayı herhangi bir nedenle yiyememesi, insanlar arasında öteden beri çok farklı bir olay gibi algılanmış, bu nedenle de yiyilip içilen şeylerin rızık adı altında özel bir konu olarak işlenmesi âdet olagelmiştir Bu konuda olup bitenler arasında gerçekten de insanı şaşkınlık içinde bırakan bazı olaylar yaşanmıştır


Örneğin, bir çocuğun, tam ağzına koymak istediği et lokmasının, o sırada kedi tarafından kapılması, ya da elindeki süt bardağının devrilmesi belki pek şaşırtıcı değildir Ama kazılar sırasında çıkarılan bir insan kafatasının dişleri arasında henüz çürümemiş bir darı tanesi şaşkınlık içinde seyredilirken, kenara konduktan az sonra bir kuş tarafından gagalanarak kapılması daha büyük bir şaşkınlığa yol açabilmiştir Bu da rızık meselesinin kader olayları arasında özelleştirilmiş bir konu olarak işlenmesine neden olmuştur Halbuki rızık da, yaşanan diğer bütün olaylar gibi kaderin sıradan bir parçasıdır Öyle ki, haram lokma da rızıktır


Örneğin hırsızlık malı bir yiyeceğin, gerek hırsız tarafından bilinçle yenmesi, gerekse farkında olunmadan diğer biri tarafından yenmesi arasında kader açısından hiç bir fark yoktur Haram ya da helâl, ikisine de yedikleri nasip olmuştur İkisi de kendi irâde ve seçimleriyle bu fiili işlemişlerdir Aralarındaki fark: Hırsızın sorumlu, diğerinin ise mâsum olmasıdır Bu ise yenen şeyin, kader ya da rızık olmasıyla çelişmez Daha doğrusu böyle bir olayın, Kur'ân'ın üslûbu dışında “rızık olarak adlandırılmasının hiç bir özelliği yoktur Çünkü kişinin bir şey yiyip içmesi ile onun, giyinip kuşanması, yürümesi, okuması, ya da herhangi bir hareket yapması arasında kader bakımından hiç bir fark yoktur


Mu'tezilîler bu noktada da Ehli Sünnet'ten farklı düşünmüşlerdir Onlara göre haram lokma rızık değildir Çünkü Allah, kötülüğü ve yasaklamış olduğu davranışları yaratmaktan münezzehtirBu nedenle rızık için “Allah'ın, insanı yararlanmaktan yasaklamadığı şeylerdiye spekülatıf bir tanım yapmışlardır Halbuki insanlar, Allah'ın yasakladığı birçok şeyleri de yiyip içmekte ve bunlardan yasaklı yollarla yararlanmaktadırlar Dolayısıyla bu tanımın tutarsız olduğu açıktır


Aslında rızık meselesinin taşıdığı önemi, onu, kader zinciri içinde pek anlamı olmayan yorumlarla özel bir konu haline getirmekte aramamak gerekir Fakat rızkın asıl başka yönden taşıdığı bir önem vardır O da şudur: Allah (cc), rızkın yaratıcısıdır, kişi ise onu, kendi irâdesiyle arayıp kazanandır Helâli de haramı da hikmetiyle yaratan Allah, insana neyin helâl, neyin haram, neyin iyi, neyin kötü, neyin serbest ve neyin yasak olduğunu açıklamış, ancak onu, istediğini seçmekte özgür bırakarak ileride kendisini hesaba çekmek üzere de sorumlu tutmuştur (5Mâide, 4; 16Nahl, 114116)


Rızık hakkında bilinmesi gereken önemli bir nokta da şudur: Kişi, bilgisini, enerjisini ve imkânlarını seferber ederek, çalışıp didinmek, çabalayıp rızkını aramak ve bununla birlikte olanca dikkatiyle helâlinden kazanmak durumundadır Bu, hem iman, hem ahlâk, hem de hayat açısından zorunludur Yani kişi her şeyden önce helâla helâl, harama da haram olarak inanmalı, bu iki şeyi vicdanında asla bir tutmamalıdır; Buna bir toplum baskısı ya da bir gelenek diye değil, bir Kur'ân gerçeği olarak inanmalıdır (16Nahl, 116) İnsanın böyle bir inançla rızık arayışı içine girmesi ise hem bir ahlâk gereği hem de yaşayabilmek için kaçınılmaz bir zorunluluktur


Çalışmakla rızık arasındaki ilişkiye gelince bu nokta, akılları durduran bir sırla örtülüdür Bu gizemi sonsuza dek hiç kimse çözemeyecektir Çünkü bu dünyada canının fedâ edercesine çalışıp çabalayan, akıllı, zeki, bilgili, atılgan, enerjik ve ahlâklı insanlar vardır ki, hayatları boyunrca bir türlü iki yakaları bir araya gelmez Aynı zamanda öyle tembel, sünepe, mendebur, geçimsiz ve ahlâktan yoksun kimseler de vardır ki, nimet ve servet içinde âdetâ yüzerler


Öyle ise akıl, zekâ, enerji, disiplin, dürüstlük, ya da iman ve ahlâk ile rızık ilişkisinin arka planını deşmek veya merak etmek yerine, Allah (cc)'ın, insanlara uyguladığı bu gizemli sınavdan ibret almak ve bu sınav için hazırlıklı olmak daha doğru olur (4)

Tevekkül; “Kısmetimde Varsa, Rızkım Ayağıma Gelir Demek midir?


Kısmetimde varsa, rızkım ayağıma gelirdiyemeyiz Kısmeti ayağına gönderilenler, kendi imkânlarıyla rızıklarını elde edemeyenlerdir Mesela, hareketi sınırlı mikro organizmalar, insan ve hayvan yavruları ki bunlar anaları babaları tarafından beslenir Yetişkin ve sağlıklı bir insan, çalışarak rızkını elde edecek yeteneğe sahip kılınmıştır O yüzden kendi gayretiyle rızkını elde etmek zorundadır Allah'ın koyduğu nizam budur Peygamber Efendimiz: Sizler, gereği gibi tevekkül etseydiniz, (sabahleyin) aç olarak gidip (akşam) tok olarak dönen kuşu rızıklandırdığı gibi, Allah elbette sizi de rızıklandırırdıbuyurmuştur Yani kuş, nasıl rızkını aramaya gidip bulmuş ve ondan yararlanmış ise, siz de Allah'a güvenip kuş gibi rızkınızı elde etmeye uğraşırsanız sizi de rızıklandırır buyurmaktadır Demek ki rızkın temin edilmesi; aranıp bulunmasına, çalışıp elde edilmesine bağlıdır Rızkı ayağına gönderilenler; bağırsaklarımızdaki saprofitler, vücudumuzdaki mikroplar, uzuvlarımızı oluşturan hücreler, yapraklarda yaşayan ufak böcekler gibi, kendi gayretiyle bunu elde edemeyecek olanlardır Yoksa, bu imkâna sahip kılınmış olan canlılar; arayıp bulmak, kendi gayretiyle elde etmek zorundadır Allah, işlerini koyduğu nizam ve kanunlar çerçevesinde yürütmekte olup hiçbir şeyi başıboş bırakmamıştır Biz bunların tâbi olduğu nizam ve kanunları öğrenirsek, hareketlerimizi onlara uydururuz Gerisi kendi bileceği iştir O kısma bizim aklımız tümüyle ermez Diler, rızkımızı çoğaltır; dilerse azaltır İşte, bilmediğimiz; bunu nasıl yaptığıdır Çalışma, ilk planda gelir, ondan sonrası tevekkülle Allah'a bağlanmaktır


Rızık temin etme yollarını, meşru hudutlar içinde aramalıdır Rızık elde etme yollarından herhangi birisinin ihmali, mü'minleri zor duruma düşürür Zira her mü'min, kendi rızkını temin ederken, diğer mü'minlerin menfaatine olan hizmetleri de üretmek durumundadır Ancak en efdal ve en temiz olan rızık elde etme yolunun cihad olduğu unutulmamalıdır Nitekim Peygamberimiz: Faiz yemek için hileli yollara saptığınız, öküzlerin kuyruğuna yapışıp ziraatle geçindiğiniz ve cihadı terkettiğiniz zaman, Allah Teala, üzerinize zilleti musallat kılar Dininize dönmedikçe o zilleti üzerinizden sıyırmaz(Ebû Dâvud, K Büyû, c 3, s 740) diyerek, cihadın asla terk edilmemesini ısrarla tebliğ etmiştir


Rezzâk (Rızık Veren) Allah'tır: Rezzâk; Çok rızık veren, yeteri kadar rızıklandıran anlamında razeka fiilinden türemiş mübalağa ile ismi faildir Rezzâk, Allah Teala'nın Kur'an ve hadislerde zikredilen esmaü'lhüsnasındandır Muhakkak Allah rezzak (gerçek rızık veren) dır O pek çetin kuvvet sahibidir(51Zâriyât, 58)


Beslenerek yaşamaları için bütün canlıların rızıklarını veren yalnız Allah Teala'dır O'ndan başka rızık veren yoktur Yeryüzünde bulunan bütün canlıların rızıkları ancak Allah'a aittir(11Hûd, 6) Nice canlı mahluk vardır ki rızkını kendisi taşımıyor Ona da size de rızkı Allah veriyor(29Ankebut, 60) Yerde ve gökte Allah'tan başka sizi rızıklandıran bir yaratıcı var mıdır?(35Fâtır, 3)


Gerçekde rızkı yaratan ve rızıkları kullarına ihsan eden Allah olduğu halde, Kur'an'da Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır(62Cum'a, 11) buyrularak, bazı kimselere; fakirlere yiyecek vererek veya gıda alacakları parayı infak ederek onların rızıklanmalarına sebep oldukları için mecazen râzık(rızık veren) denilmiştir Yüce Allah'ın hayru'rrâzikıyn (rızık verenlerin en hayırlısı) olması da şu anlamda kullanılmıştır: Rızık, Allah'tan istenmeli O nasib etmeyince, sebeplerin hiçbir faydası olmaz Ticaret ve en ileri seviyedeki teknik sebepler gibi esbabın ötesinde Yüce Allah'ın öyle rızık kapıları vardır ki bunlar kapanınca, bütün sebeplerin tesirleri de kapanır Ancak o hakiki müessir, müsebbib ve rezzâktır Ondan başka gerçek anlamıyla rızık verecek râzık yoktur


Allah'a tevekkül edip O'ndan istemekle beraber, O'nun takdir ettiği rızkı elde etmek için bunu aramak, çalışmak ve yeryüzünde dolaşmak lazımdır O (Allah), yeri size musahhar kıldı (boyun eğdirdi) O halde onun omuzlarında (köşe ve bucağında) yürüyün Allah'ın rızkından yiyin(67Mülk, 15)


Rızık; bedenlere ait maddî rızık ve ruhlara ait manevî rızık olmak üzere iki çeşittir İnsanlar dahil bütün canlı bedenlerinin rızıkları, yiyecek içecek gibi şeylerdir Bunlar da Yüce Allah'ın yarattığı bitki ve hayvanlardan temin edilir İnsan ve cin ruhlarının rızıkları ise, saadete eriştiren bilgilerdir Bu manevî rızıkların en şereflisi de ma'rifetullah, yani Allah'ı bilmektir Bundan sonra diğer iman esaslarına dair bilgiler, Allah'a ibadet, kullarının haklarına riâyet ve güzel ahlakı tanıma bilgileri gelir Bütün bunların semeresi, ebedî hayat saadetidir Bedenlerin rızkı olan zahirî rızkın semeresi, bedenlerin kuvvetlenmesi ve ölüm zamanına kadar yaşamanın sağlanmasıdır


Rezzâk ismi şerifinden kulun alacağı hazz ve nasibin önemlileri üç kısımda değerlendirilebilir:


1 Kulun, istediği rızıkları talep etmesi için, helâl yollardan sebeplerine yapıştıktan sonra, Rabbine müracaat etmesi lazımdır Yani fiilî duasını yaptıktan (rızık aramak için çalıştıktan) sonra, kavlî duasını dille ve gönülle yapması gerekir Hz Musa, Rabbim, kendini bana göster, sana bakayım(7A'râf, 143) diyerek manevî makamların en büyüğünü Rabbinden istediği gibi; acıktığında bedeninin ihtiyacı olan rızkı da Rabbim, bana hayırdan (mal ve rızıktan) hangi şeyi indirirsen, gerçekten ben ona muhtacım!(28Kasas, 24) diyerek Allah'tan maddî rızık talep etmiştir


2 Sebeplerine yapıştıktan sonra, rızıkları taksim eden Allah'ın taksimine râzı olup kanaat etmek ve O'na şükür ve hamd etmek lazımdır O halde bütün rızkı Allah katında arayın O'na kulluk edin ve O'na şükredin(29Ankebut, 17)


3 Allah'ın rızık hazinesinden kendisine verdiğini, emrettiği şu şekilde Allah yolunda infak etmelidir Onlar ki infak ettikleri vakit ne israf ederler, ne de cimrilik yaparlar Allah yolunda infakları ikisi arasında ortalama olur(25Furkan, 67)



Her insanın, kâfir de olsa müşrik de olsa rızkı Allah'a aittir Allah bütün canlılara yetecek miktarda rızık yaratır Ama bazan yeryüzündeki zalim ve zorbalar, kapitalist sömürücüler, mustaz'af insanların haklarını gasbetmeye yeltenirler Onların da esas cezası Allah'a aittir


Yeryüzünü size boyun eğdiren (istifadeniz için itaatli kılan) Allah'tır O halde yeryüzünün sırtlarında dolaşın da Allah'ın size ihsan ettiği rızıklardan istifade edin(67Mülk, 15) Yeryüzünün insana boyun eğmesi; işlenmeye ve verimli kılınmaya müsait oluşudur Faydalı olan nimetlerin ortaya çıkarılmasını sağlamak ve Allah'ın ihsan ettiği rızıkları temin etmek, insanların önemli faâliyet sahalarıdır Ziraat, ticaret, zanaat ve diğer faâliyetlerin sebebi, yeryüzünde mevcut olan nimetlerin ve rızıkların ortaya çıkarılmasıdır Dolayısıyla rızık kavramı, insan hayatında önemli bir yere sahiptir


Bazı müslümanlar rızkı, taleb edip sebeplerine yapışmaya lüzum kalmadan, önüne konacak şeyler zannetmektedir Halbuki rızık, mahlukatının yararlanması için Allah'ın yarattığı şeyler olup, elde edilmesi sarf edilecek gayrete bağlıdır Her canlının rızkının belli oluşu, onun ne yapıp, rızkını nasıl ve ne miktarda sağlayacağının bilmesinden dolayı kaydedilmesidir Armut piş, ağzıma düş anlamında değildir rızık Kimsenin bir başkasının rızkını elinden alamayışı da bu kayda uygun düşmesi zorunluğundandır


Rızık Kazanmak İçin Çalışmak: Allah’ın, kullarını rızıklandırmadaki sünneti’nin, kazanma sebeplerine tutunmalarıyla bu rızkı onlara ulaştırması ve bu sebeplere yapışmayı onlara emretmesi tarzında olduğunu belirtmiştik Yeryüzünün çeşitli bölgelerine gitmek de bu sebeplerdendir “O size yeri boyun eğer yaptı Haydi onun omuzlarında yürüyün ve Allah’ın rızkından yiyin (67Mülk, 15) Yani, yeryüzünün dilediğiniz değişik cihetlerine seyahat veya göç ederek yolculuğa çıkınız Ticaret ve kazanç konularında çeşitli iklim ve bölgelerini dolaşınız Allah, yeryüzünü yumuşak yaratmıştır Öyle ki onda yürüyüşünüz, araçlarla yolculuğunuz çok kolay olmaktadır Ve Allah’ın rızkından yiyin Yani, Allah’ın sizi nimetlendirdiği şeylerden istifade edin Rızık kazanmada sebeplere tutunmanın müstahap olduğuna bu âyet delildir Bu konuda hadisi şerif de şöyledir: “Gerçekten Allah, çalışıp kazanan mü’min kulunu sever (İbn Kesir, c 4, s 397)


Çalışmak, rızık kazanmak ve rızkın insanlara ulaşması için alışılagelen bir yoldur Çalışmak, odun toplamak gibi her ne kadar zorlu bir gayret olsa da, müslümanın çalışmaya gücü oldukça, insanlardan sadaka istemesinden, dilenmesinden hayırlıdır “Sizden birinin ipini alarak odun demetini sırtlanıp onu satması, Allah onu dilencilikten korusun versinler, vermesinler dilenmesinden daha hayırlıdır (Askalâni, S Buhâri Şerhi, c 3, s 335)


Rızık kazanmak için çalışmak ve sebeplerine sarılmak, tevekküle aykırı değildir “Eğer hakkıyla Allah’a tevekkül etmiş olsaydınız, aç çıkıp tok dönen kuşlar gibi rızıklandırılırdınız (Ahmed b Hanbel) Ömer b Hattab (r a) bir topluluğa uğradı ve onlara “siz kimsiniz? diye sordu Onlar da: “Biz mütevekkil (tevekkül edici)leriz dediler O da; “Hayır, siz müteekkil (yiyici)lersiniz Mütevekkil, tohumunu saçan ve sonucunu Rabbına havale eden insandır buyurdu (Tefsiri Âlûsi, 2919)


Ahmed bin Hanbel, evinde veya mescidde oturup “ben çalışmam, nasıl olsa rızkım ayağıma geliyor diyen adam hakkında sorulunca şöyle demişti: “O, ilimden yoksun cahil adamdır Oysa Rasulullah (sas) “Allah, rızkımı mızrağımın ucunda yaratmıştır buyurdu (Askalani, S Buhâri Şerhi, c 11, s 305306)


Açgözlülük yapmadan, kimseye zulmetmeden ve insanlara yüzsuyu dökmeden mal ile rızıklandırılan kimsenin malı hakkındaki Sünnetullah, o mala bereket verilmesi tarzında cereyan eder “Mal, yeşil (taze) ve tatlıdır El açıklığıyla onu ele geçirenin malına bereket verilir İnsanlara zulmetmek için kazananın malı ise bereketlenmez Onun durumu, yiyip doymayan kimse gibidir Üstteki el, alttaki elden hayırlıdır (age 3335) Hadiste malı, mala rağbeti ve insanların ona olan hırsını, lezzetli yeşil bir meyveye benzetiş sözkonusudur Çünkü kuruya nisbetle yeşil (taze), tek başına arzulanan niteliktedir Hadisten anlıyoruz ki, mal elde edip de onu şerre alet etmeyenin, yani insanlardan istemeden, yüzsuyu dökmeden kazananın malına bereket verilir İnsanlara sataşmak, üstünlük taslamak (müstekbir, kapitalist, sömürücü olmak) ve bu yönde aşırı istekli olmak ise malın bereketini kaçırır “Bereket verilir demek, bir şeyde ilahî hayrın var olması demektir Bereket; hiç umulmadık yerden, bilinmedik şekilde ve görülmedik biçimde ilahî hayrın ulaşması demektir ki gözle görülenin de görülemeyen, hissedilemeyen artışı vardır İşte o mübarektir, onda bereket vardır Kur’an’ın belirttiği gibi zekâtı, sadakası verilen mal, gözle görülür biçimde azalmaz; aksine bereketlenir (Bkz 2Bakara, 276)

Kader ve Tevekkül


“Tevekkül, öteden beri amaçlı ve tek taraflı yorumlara konu olmuş bir kavramdır Bunun nedenini, yalnızca tevekkül sözcüğünün verdiği esnek anlamda değil, bu anlamın insanlar tarafından çarpık algılanmasında aramak gerekir Çünkü tevekkülü, kimileri kasıtlı, kimileri de kasıtsız olarak yanlış yorumlamışlardır Böylece bu kavram hakkında ikisi yanlış, biri ise doğru olmak üzere üç ayrı düşüncenin var olduğunu söyleyebiliriz


Bu çarpık yorumlardan birincisi, İslâm’a ve Kur’ân’a karşı önyargılı olanlara aittir Daha çok şartlanmışlık etkisiyle İslâm'a karanlık bakanlara göre tevekkül, kelimenin tam anlamıyla; her şeyi boşvermişlik demektir Bu da tembel, miskin, amaçsız ve idealsiz insan tipinin hayat anlayışıdır Bu anlayışın kaynağı ise DindirTabiatıyla dinden İslâm’ı amaçlamaktadırlar


Bu görüşün doğruluk derecesini anlayabilmek için Kur'ânı Kerim'i incelemek yeterlidir Gerçekte de Kur'ânı Kerim, bütün emir ve yasaklarıyla ve birçok öğütleriyle müslüman kişiye aktif, hareketli, dinamik ve üretken olması için ruh vermektedir İslâm'ın ahlâk değerlerinden ilham alarak yola çıkan müslümanların tarihte elde ettikleri başarılar ve zaferler, sanat ve bilim alanında gerçekleştirdikleri eserler de onların tevekkül anlayışının böyle olmadığını ayrıca kanıtlamaktadır Tevekkülü, her şeyi boşvermek gibi yorumlayanların yanıldığını kanıtlayan bir gerçek de onların bu kavramı yorumlarken hiç bir kaynağa dayanmamış olmalarıdır Nitekim:


“Bu kelimenin mânâsı: Her şeyi kadere ve kısmete bağlayarak gayret harcamadan tam bir tevekkül içinde yaşamak demektir (Meydan Larousse, Tevekkül Maddesi, H Rahmi Gürpınar’dan naklen) diyen bir yazar bu tanımı neye dayanarak yaptığını açıklamamıştır, Çünkü açıklayamamıştır Ayrıca bu tanımda şöyle bir çelişki vardır: Her şeyi kadere bağlamakile gayret harcamadan yaşamakbirbirinden farklı şeylerdir Çünkü her şeyi kadere bağlamak sanıldığı gibi boşvermişlik değil, bilakis Allah'ın ezelde her şeyi bildiğine inanmaktır Bu ise, imanın şartlarındandır Dolayısıyla Allah (cc)'ın ezelde her şeyi bildiğine inanmayan insan zâten mü’min değildir Gayret harcamadan yaşamanınise her şeyi kadere bağlamakla hiç bir ilişkisi yoktur Bu olsa olsa bazı kimselerin bilgisizlikten kaynaklanan kişisel görüşüdür Kişisel görüşlerin ise Kur'ân'ın evrensel değerlerini anlatmak için bir kaynak ya da bağlayıcı bir kanıt olamayacağı açıktır


Tevekkül konusundaki yanlış görüşlerden ikincisi ise bazı mistiklere aittir Bu görüşün temeli, eski stoacı Yunan filozoflarından Antistenes ve Sinop'lu Diogenes’in düşüncelerine kadar dayanmaktadır Roma döneminde de Epiktetos'un ihyâ ettiği bu düşünce İslâm’ın gelişinden sonra bazı tasavvufçular tarafından benimsenmiştir “Kinizm denen bu felsefenin zâten adı üstündedir Çünkü kinik yaşam tarzı, köpek gibi yaşamak demektir Bu anlayışa göre: Nasıl ki köpeğin, çalışmak gibi bir gâilesi, bir endişesi ve geleceğe dönük bir amacı ve ideali yoksa sözde insan da böyle olmalıdır; Mutluluk böyle bir yaşam tarzıyla ancak elde edilebilir Tabiatıyla bir kısım tasavvufçular Helen kökenli maddeci filozofların bu görüşünü İslâm toplumuna sunabilmek için onu kendilerince İslâmlaştırmış ve bunu da tevekkül kavramını yorumlayarak yapmışlardır


Tevekkül hakkındaki bu anlayışın yabancı kaynaklardan sızdığı, İslâm'daki tevekkülün ise bu olmadığı noktasında İslâm âlimleri görüş birliği içindedirler Tevekkül kavramının en doğru anlamını Kur'ânı Kerim vermektedir Bunu, özellikle şu âyetten çok iyi anlıyoruz: “Eğer kaba, katı yürekli olsaydın (dava arkadaşların) çevrenden dağılacak gideceklerdi Öyle ise onları bağışla, onlar için Allah'dan af dile (Bir iş için) karar verdiğinde Allah'a tevekkül et (3Âli İmrân, 159)


Bir iş için karar vermek, o konuda gerekli önlemleri almak ve ön hazırlıkları yapmakla olur Bu zâten doğal bir şeydir Nitekim insanların, işlerine güçlerine gitmeden önce yanlarına birtakım kanıtlayıcı belgeler almaları, araç ve gereçler, ihtiyaç duydukları para, malzeme, silâh, ilâç, koruyucu madde, yiyecek ve içecek gibi şeyleri taşımaları, iş yerlerinde güvenlik önlemleri almaları hep bu gerçeği kanıtlamaktadır Herhangi bir konuda karar veren aklı başında bir insanın, o işten beklenen sonucu alabilmek için gerekli ön hazırlıkları yapmış olması en mantıklı şeydir


Dikkat edilecek olursa, yukarıda sözü edilen âyeti kerimede iki önemli nokta vardır Bunlardan birincisi karar vermek, ikincisi ise Allah'a tevekkül etmektir Ancak “tevekkül etmek âyeti kerimedeki ifade içinde karar vermeye, (hatta bir anlamda önlem almaya bağlanmış) ve ondan sonra söz konusu edilmiştir Bu da kişinin boş yere, gaflet içinde ve bilinçsiz oalarak Allah'a tevekkül edemeyeceğini kanıtlamaktadır İnsan elbette ki önce bir şey planlamış olmalı ve bunun için birtakım hazırlıklar yapmış, önlemler almış olmalıdır ki gerisini Allah Teâlâ'ya bırakması bir anlam ifade etsin Bu ölçüler içindeki gerçek tevekkülün aykırı şekline ise “tevâkül denir


İnsanın bu dünyadan nasibini alabilmesi için sebeplere sarılması konusunda ilâhî öğüt vardır (28Kasas, 77; 53Necm, 40; 67Mülk, 15) Ancak Allah Teâlâ mü’min kişiye, alacağı bütün önlemlerden ve yapacağı bütün hazırlıklardan sonra yine de işini O'na havâle etmesini emretmiş, “Eğer mü’minseniz Allah'a tevekkül ediniz (5Mâide, 23) buyurmuştur Çünkü şu bir gerçektir ki, insan ne kadar tedbirli ve hazırlıklı olursa olsun Allah eğer dilerse onun bütün tedbirlerini ve hazırlıklarını boşa çıkarıp işini gücünü altüst edebilir; Bunu, hikmetinin ve takdirinin bir sonucu olarak yapabileceği gibi, kendine ve aldığı önlemlere güvenen gâfil insana bir ceza olarak da yapabilir Şu halde yapılacak bütün hazırlıklardan ve alınacak bütün tedbirlerden sonra Allah'a tevekkül etmek İlâhî bir emirdir Mü’minin, gaflet içinde olmadığının da ayrıca kanıtıdır İşte Kur'ân'ın bize öğrettiği ve öğütlediği tevekkül budur

Allah elVekîl’dir, Kendisine Dayanılıp Güvenilmesi Gereken Tek Zâttır


Kur’ânı Kerîm ve hadislerden öğrendiğimiz Allah Teâlâ’nın mübârek isimleri bizim O’nu daha iyi tanımamıza yardımcı olurlar Aslında, Esmâü’lHüsnâ’nın çoğu, biraz düşünüldüğünde tevekkül kavramıyla alâkası kurulabilir Ama, bunlardan bazılarının tevekkül kavramıyla daha çok yakın ilgisi vardır Konumuzla ilgisi bakımından Allah’ın isimlerinden elVekîl ismi şerîfinin mânâsı: ElVekîl ismi şerîfi, Arapça’daki kelime yapısı bakımından tevekkül kelimesi ile aynı kökten gelmektedir Kur’an’da on dört yerde elVekîl ismi zikredilmekte olup bunun mânâsı: İşlerini gerektiği şekilde kendisine bırakanların işini düzeltip, onların yapabileceğinden daha iyisini temîn edenşeklindedir Allah’a tevekkül et; vekîl olarak Allah yeter(4Nisâ, 81; 33Ahzâb, 3)


Kendisine iş ısmarlanan kişiye vekil denir Bilindiği gibi vekil yapılacak kişinin, vekil olacağı iş hakkında yeterli derecede bilgi sahibi olması, o işi yapmaya gücü yetmesi, kendisini vekil edenin her bakımdan güvenine lâyık olması gerekir Şu halde tevekkül, emin ve kuvvetli bir vekile güvenerek, işlerini ona bırakmaktır


Yüce Allah, kendisine hakkıyla tevekkül edenlerin işlerini en iyi bir neticeye ulaştırır Gerçi O’na hiçbir şey vâcip değildir; O, hiçbir şeyi yapmaya veya yapmamaya mecbur değildir; O’nun irâdesi çerçevelenemez, isterse yapar; istemezse O’na bir işi zorla yaptıracak yoktur Fakat O’nun râzı olacağı şekilde işler kendisine bırakılırsa, hayırlı ve kârlı olanı yapar; âdeti ve hikmeti budur Gerçek vekil ancak Allahü Teâlâ`dır Çünkü her işi bütün sırlarıyla bilen ve her zorluğu açan yalnız O`dur (Ali Osman Tatlısu, Esmâü’lHüsnâ Şerhi, Sehâ Neşriyat, 1993, s 147)

İnsanın Tevekküle İhtiyacı


Bir insanın gerek şahsıyla ilgili konularda, gerek aile işlerini idârede; çocukların terbiyesinde, sağlık konularında; bir tüccarsa ticârî ilişkilerinde veya bir memursa resmî işleri etrafında, kısacası hangi meslektense ona göre iş ve gücünün her gün çeşitlenen pürüzleri karşısında, kârzarar düşünülerek, işler ne kadar hesaplı tutulursa tutulsun, yine de insanın karşısına hiç hesapta olmayan şeylerin çıktığı görülür Alınan tedbirler, yapılan istişâreler hatır ve hâyâle gelmedik nice sebepler yüzünden hükümsüz kalabilir Yerden, gökten beklenmedik nice âfetler; insan gücünün, fen kudretinin önleyemeyeceği nice engeller belirir veya insanlarla olan ilişkilerimizde bizim düşündüğümüzün dışında, umulmadık gelişmeler meydana gelir ve böylece bütün hesaplar alt üst olabilir, bütün hayaller suya düşebilir


İşte bu sebeplerden dolayı, isteklerimize ulaşmak için elimizden gelen bütün gayreti sarf ederek çalışıp çabaladıktan sonra, ilerisi için telaş ve heyecana kapılmayarak, bütün sebepleri emir ve fermânı altında tutan Yüce Allah’a tevekkül etmek gerekir


Burada tevekkülün mânâsı, sarf ettiğimiz bu gayretlerin mahsûl vermesi, boşa gitmemesi için Allah’tan başarı ve yardım dilemek ve ancak O`na güvenmektir Bu ise maddî kuvvetten sonra mânevî kuvveti de kazanmayı istemektir Şu halde tevekkül, mânevî bir yardım isteme anlamına gelir ki, her işte her müslümanın buna ihtiyâcı vardır


Tevekkül, görevlerini yerine getirdikten sonra duyulan bir iç huzur, itmînân ve güven olayıdır Tamamen materyalist ve pozitivist bir bakışla dahi tevekkülün bulunması insana bir şey kaybettirmeyeceği gibi; bulunmaması durumunda moral ve psikolojik açıdan kesinlikle bir kayıp söz konusudur Tevekkül eden kişi İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır(53Necm, 39) kuralı karşısında aklî ve bedenî görevini yapacak, bundan öte Allah vekîlimdir deyip işini O`na havâle ederek, sonuç ne olursa olsun ona rızâ duygusuyla, iç yorgunluk çekmekten kurtulacaktır Tevekkül etmeyenin de maddî olarak fazladan yapacağı bir şey yoktur Hatta maddî vesîleleri bir emir telakkî etmediğinden, belki de sebeplere daha az sarılacaktır Sonra da telaşlı, sıkıntılı bir bekleyişe girecek ve umduğu sonucu alamayınca da dövünecek, üzülecek, dayanacak bir teselli kaynağı bulamayacak, sinirleri gerginleşecek; sonuçta bunalıma girecektir (Faruk Beşer, Fıkıh Penceresinden Sosyal Hayatımız, Nûn Y İst 1994, s 226)


Tevekkül denilen mânânın bir gönülde yer tutması, sahibi için dünyanın en zengin hazinelerine sahip olmaktan daha kıymetlidir Çünkü bir insan için gönlünün rahatlığı ve huzuru en büyük nimetlerdendir Maddî, mânevî kazançlar, âfiyet ve huzur içinde gönül rahatlığına bağlıdır Fikir selâmetini, gönül huzurunu öldüren başlıca sebepler şunlardır: Gereğinden fazla hırs, istek, rekabet gibi insanın huzur ve rahatını kaçıran haller; “iflâs edersem, kansere yakalanırsam, işimden atılırsam gibi kendi kendine zihinde kurulan mânâsız korku ve endişeler; başa gelen felâket ve musîbetlerin giderilemeyen ıstırapları


Kendisinde bu haller bulunan insanlar, hayatlarında dünyalarına ve âhiretlerine yarar bir şeye sahip olamazlar, vesveselidirler, hiçbir iş beceremezler; ürkektirler, hiçbir işe girişemezler Bunların günleri ah, vah ile; vesvese ve evhamla geçer gider Bu hallerini birtakım maddî imkânlarla da gidermek mümkün olmaz Ancak, gönlüne, Allah’a tevekkülü hakkıyla yerleştirebilmiş bir müslüman asla böyle değildir; o, her zaman mutlu ve rahattır Çünkü o, kendine düşeni yaptıktan sonra bilir ki, sonsuz rahmet sahibi Allah Teâlâ sevdiği kulunu, kulun kendisini düşündüğünden daha fazla düşünür ve korur


Onun için, gönüllerde kuvvetli bir tevekkülün, hem de gerçek mânâsıyla bir tevekkülün yer tutmuş olması lâzımdır Bir müslümanın işini yoluna koyduktan sonra ötesini Allah`a havâle edip de O`na güvenmesi ve O`nun en iyisini, en güzelini, en doğrusunu, en hayırlısını nasîb edeceğine inanması, kalp için çok büyük bir kuvvettir Günümüz insanının ve özellikle de günümüz Müslümanının bu inanca ve bu kuvvete çok fazla ihtiyacı vardır


Tevekkül Nasıl Olmalıdır? Çalışmanın ve sebeplere yapışmanın ihmâli tembellik demek olduğuna göre, tevekkül ile tembellik arasında bir zıtlık vardır İslâm dînînde tevekkül vâcib, tembellik haramdır “Tevekkül demek, görevin îfâsını Allah`a havâle etmek değildir; emri ve kararı Allah`a bırakmaktır Allah`ın emrini canla başla yerine getirmeye çalışmaktır Kısacası tevekkül, tefvîzi vazife(görevi havâle) değil; tefvîzi emr(kararı havâle)dir Birçokları bu konuda gaflete düşerek tevekkülü, vazifeyi terk etmek sanırlar Yani kulluk görevlerinin yerine getirilmesini Allah’a havâle edip, emir ve komuta mercii olarak kendilerini görmek isterler Sanki kul vazifesiz oturacakmış, namaz, oruç, zekât, cihad vs gibi görevleri Allah Teâla ona emredip yaptırmayacakmış da (hâşâ) onun yerine Allah yapacakmış gibi bâtıl bir zihniyet taşırlar İsrâiloğullarının vaktiyle Hz Mûsâ’ya: Git, sen ve Rabbin ikiniz savaşınız, işte biz burada oturup duracağız(5Mâide, 24) dedikleri gibi demek isterler Bu ise Allah’a tevekkül ve îtimat değil; O’nun emrine güvensizliktir, tevekkülsüzlüktür ve Allah korusun küfürdür Allah hakkında o çok yanıltıcı (şeytan) sizi yanılgıya düşürmesin(31Lokman, 33) âyetinde de uyarıldığı gibi, bu olsa olsa şeytan yanıltmasıdır İyi bilinmelidir ki, tevekkülün belirtisi; emre gönül vermek ile vazife sevgisidir (Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim Dağıtım, 1992, c IV, s 362)


Başta da belirttiğimiz gibi tevekkül kelimesinin anlamında Arap dilindeki kalıbı gereği bir zorlama vardır Bu da herhangi bir konuda aklî ve bedenî gücü, yani metod ve eylem fonksiyonunu kullanmayı, dayanılıp îtimat edilecek yere bunun sonucunda dayanmayı ifâde eder Bir kere azmettin mi artık Allah’a tevekkül et(3Âli İmrân, 159) âyeti buna açıkça işaret eder Allah`ın sözleri arasında çelişki olmayacağına göre tevekkülün, hiçbir iş yapmadan Allah’tan birşey beklemekle ilişkisi olamaz Allah kuluna çeşitli ibâdetler yüklemiş, çalışmasını, ilim öğrenmesini, rızkını aramasını, düşmanlarına karşı güç hazırlamasını, bilmediğini bilene sormasını, işlerinde istişâre etmesini, Kendisine yakarıp duâ etmesini, âdil olmasını, yani herşeyi en uygun yerine koymasını, bunun için metot ve yöntem bilmesini emretmektedir Diğer yönden kendisine tevekkül etmesini istemekte ve tevekkül edenleri sevdiğini söylemektedir Demek ki tevekkül, bütün bu emirleri yerine getirdikten sonra duyulan huzur ve güvendir (F Beşer, age s 225)


Tevekkül Konusunda Dikkat Edilmesi Gereken Noktalar


1 Tembellik etmemek: Bir maksadın ele geçmesi için, insanlarca ötedenberi bilinen ve başvurulan sebepler, tedbirler ve çareler ne ise, onları tatbik etmek vâciptir Çünkü Yüce Allah bu âlemde herşeyin, her hâdisenin meydana gelmesini birtakım sebeplerin ve çârelerin uygulanmasına bağlamıştır Buna tesbîb hikmetidenir Yâni birşeyin yaratılması, bir isteğin verilmesi, onunla ilgili sebeplerin meydana gelişinden sonra gerçekleşir diye Allah, bir düzen koymuştur O`nun âdeti hep bu şekilde devam etmektedir Allah`ın âdetinde de değişiklik olmayacağından; olumlu veya olumsuz, istediğini bulmak için, insanın sebeplere dikkat etmesi, kendine düşeni yerine getirmesi gerekmektedir


Sebeplere sarılmadan Allah`a güvenmeye tevekkül değil, ittikâldenebilir Bu kelime, Arapçadaki mânâsı itibarıyla pasifliği anlatır ve bu, yerilen bir durumdur Onun için Rasûlullah (sas) Lâ ilâhe illâllah diyen herkes Cennet`e girecektirdeyince Hz Ömer (ra): Ey Allah`ın Rasûlu, bunu halka söylemeyelim; ittikâl ederlerdemişti ki; sebeplere sarılmadan ve Allah`ın diğer emirlerini yerine getirmeden Cennet`e girmeyi ümit ederler demektir Bu konuyu en güzel açıklayan Rasûlullah Efendimizdir Devemi bırakıp tevekkül edeyimdiyene: Bağla da öyle tevekkül etbuyurmuşlardır


Sebeplere sarılmakla ilgili olarak İmam Gazâlî de şöyle demiştir: İnsanı zarardan koruyan sebepler arasında tesiri kesin olan veya tesir ihtimâli yüksek olan sebepleri bırakmak tevekkülün şartı değildir Hırsız girmesin diye evin kapısını kilitlemek, tehlikeli yerde silâh taşımak, düşmandan sakınmak tevekküle engel değildirSebepleri ihmâl etmek, üzerine düşen görevi yapmamak kısacası tembellik etmek, bir bakıma Allah`ın koyduğu tesbîb hikmetini görmemezlikten gelmekle beraber, göz göre göre kendisini câhilliğin, hastalığın, fakirliğin dişleri arasına atmak demektir ki, bunların hepsi de dînen haramdır


Eğer kişi, bu bahsettiğimiz şekilde sebeplere önem verir, üzerine düşeni yaparsa; bir isteğinin gerçekleşebilmesi için elinde mevcut bütün kuvvet ve araçlar ile Allah`a yönelmiş olur ki, bu durum elbette daha ciddî, daha samîmî ve daha kıymetlidir


2 Sebeplerin gerçek kıymetini bilmek: Bunların kıymeti, Allah`a karşı birer dilek vâsıtası olmaktan ibârettir Aslen tesir Allah`tandır Yâni sebepler, İlâhî tesirin meydana gelmesi için, birer yol olmak üzere yine Allah tarafından bize öğretilmiş, düzenlenmiştir Kendisinden ancak o yollarla yardım istemek gerekir Fakat maksadın meydan gelmesini, bir müslüman olarak sebeplerden değil, onları yaratıp bize bildiren Yüce Allah'tan beklemek gerekir Çünkü herşeyin yaratıcısı ve yönlendireni O'dur Bu durumla ilgili olarak bazı âlimler derler ki: Bir iş için 'çalıştık, çabaladık; artık o ister istemez olacak' demeyin Tesiri Allah'tan bekleyin; 'biz istedik, Allah da müsâade ederse olur' deyin(A Osman Tatlısu, age, s 151)


Elmalılı M Hamdi Yazır da sebeplerin kıymeti hakkında şöyle demektedir: Her durumda Allah emrini yerine getirir Murâdını muhakkak yapar, hiçbir işinden geri kalmaz, hepsinin hakkından gelir Hükmünü istediği gibi yürütür Kendisine tevekkül edilse de edilmese de yürütür Nihâyet herşeyin sonu gelir Dünyada acı da geçer, tatlı da geçer; sıkıntı da geçer, refah da geçer Ecel gelince, takdir edilen ölüm, dakika geçirmeksizin pençesini takar, âkibet gelir çatar İyiler iyiliği ile, kötüler kötülüğü ile kalır Herkes ameliyle toplanır Ancak, Allah`a tevekkül de, O`nun emridir Tevekkül edenin murâdı da, Allah`ın irâde ve rızâsına teslim olmaktan ibâret olursa, Allah da onun mükâfâtını büyütür Hakîkat şudur ki; Allah herşey için bir ölçü takdir etmiştir, bir sınır ve miktar tahsis etmiştir ki, o şeyi ona göre yürütür O sınır ve miktardan ileri geçirmez Bu hüküm öyle bir kanundur ki, herşey hakkında geçerlidir Ve herşeyin hükmü, kıymeti Allah`ın ona tahsis ettiği ölçü ile uygunluk arzetmektedir Gerçekte birşeyi bilmek de onu, o ölçü ve sınırıyla seçmek demektir Bu cihetle sebeplerin bir dereceye kadar kıymet ve îtibarı yok değilse de, bunlar, zâtî (aslî) değil, değişken ve sınırlıdır Tesir ve hüküm sebebin değil, Allah`ındır Asıl ilim ve kudretine itibâr edilecek; işler, hüküm ve irâdesine havâle edilecek hâkim, sebepler değil, sebepleri yaratan Allah'tır Herşey geçer, leh ve aleyhte olan her sebep tükenir, takdir edilen kaderi biter, başında ve sonunda bütün kudretiyle Allah kalır Hem Allah takdir buyurmamışsa hiçbir şey diğerine tesirini gösteremez Takdir buyurmuş ise, Allah`tan başka hiçbir şey de onun önüne geçemez Ateş, Allah`ın yak dediğini kendi miktarınca dediği kadar yakabilir Rızık da Allah`ın doyur dediğini kendi miktarınca dediği kadar doyurabilir Demek ki sebeplere îtimat sonlu, Allah`a îtimat sonsuzdur O halde kuvvet ve kesin bilgi, sebeplere güvenmekte değil, Allah`a dayanmaktadır Tevekkül de, gururla kendini sayıp koyuvermek değil, Allah`ın gösterdiği yolda gücü yettiği kadar vazîfesine önem vermek, takvâ sahibi olmak, kusurunu îtirâf ile berâber, Allah`ın kudretine îtimat edip netice hakkında telaşa düşmeksizin, O'nun irâdesine teslim olmaktır (Elmalılı Hamdi Yazır, age, c 8, s 2728 Talâk, 3 Âyetin tefsiri)


Seyyid Kutub da sebepler konusunda şöyle demektedir: Allah`ın değişmez kâinat kanunu sebep ve netice düzeniyle yürüyor Ancak neticeyi meydana getiren yalnız sebepler değildir Asıl etki eden, fâili mutlak olan Allah Zülcelâl'dir Allah, kendi takdiri ve istemesi ile sebep ve netîce düzenini sağlıyor O yüzden Allah, insandan çalışıp çabalamasını, üzerine düşen vazifeleri îfâ etmesini istiyor İnsan bu vazifeleri îfâ ettiği kadar, Allah netîceleri düzenleyip tahakkuk ettiriyor Böylece sebep ve netice Allah`ın isteği ve takdirâtı ile ilgili olarak uzuyor Yalnız O'dur ki, istediği zaman, istediği şekilde neticelerin meydana gelmesine izin verir İşte bu şekilde müslümanın düşüncesiyle çalışması arasındaki birlik sağlanıyor Müslüman gücünün yettiği kadar çalışıp çabalar Fakat bu çalışmanın sonucunu Allah`ın takdirine ve isteğine bırakır Ona göre sebep ve netice arasında mutlak kat`iyyet yoktur O, hiçbir şeyde Allah`a kat`iyyet yüklemez (Seyyid Kutub, Fî Zılâli'lKur'an, Hikmet Y, c 2, s 506, 3159 Âyetin tefsiri)


3 Her hususta Allah`tan başka hiçbir şeye güvenmemek: Nice insanlar vardır ki, ellerindeki servete, sahip oldukları mevkîye, büyük insanlarla olan yakınlıklarına veya yüksek tahsil görmüş oğluna veya kızına güvenmektedir Onların varlığı gönlünü doldurmuş, yarına emniyetle bakıyor, Allah Teâlâ'dan gaflet halindedir Her teşebbüsünü bu kuvvetlerle başaracağına inanmıştır Halbuki bütün bunlar ve sahip olduğu herşey, bir anda yok olabilir O zaman yalnız bunlara dayanan insanın hâli ne olur?! (A Osman Tatlısu, age, s 151) Müslüman ise böyle değildir; o, nelere sahip olduğunun farkında olup, şükrünü îfâ edecek, bunları akıllıca kullanacak; fakat her zaman yalnız Allah`a güvenecektir




Bilindiğibilinmesi gerektiği gibi; tevekkül meselesinde en tehlikeli durum, tevekkülü yanlış anlayarak tembelliğe düşmek, vazifesini yerine getirmemek ve bunun sonucunda da başarsızlığa uğramaktır İlk emri Oku!olan İslâm dininin mensupları olarak, biz müslümanların en önemli görevlerinden biri, hangi meslekten olursak olalım çalışmak, bize düşen görevi en güzel şekilde yerine getirmek; bütün bunların sonucunda da büyük bir gönül huzuruyla Allah Teâlâ'ya güvenmek, O'na tevekkül etmektir Tâbiri câizse, tembellik bizim lügatımızda yer almamalı; en çok korkmamız, en uzak kalmamız gereken bir vasıf olmalıdır Öyle ki Peygamber Efendimiz: Ümmetim adına en çok korktuğum şey göbek iriliği, uyku düşkünlüğü ve tembelliktirbuyurmak sûretiyle, tembelliğin bizler için ne büyük bir tehlike olduğuna işaret etmiştir


Tevekkülle ilgili âyetleri incelediğimizde, Allah'a tevekkül ettiğini belirten Peygamberlerin ve mü'minlerin, o sözleri söylerken bir mücâdele, çalışma, gayret içinde olduklarını görüyoruz Hiçbiri oturdukları yerden, yorulmadan, belli bir zorluğa katlanmadan bu sözleri söylemiyorlar İşte bu da bize gösteriyor ki; ancak çalışan müslümanın tevekkül etmeye, Allah'a güvendim!demeye hakkı vardır Tembel ise, tevekkül ettiğini söylese bile ancak kendini kandırıyordur ve sonu hüsrân olacaktır


Tevekkülle ilgili hadisler ve güzel sözler de bu durumu doğrular niteliktedir Mehmet Âkif Ersoy`un şiddetle karşı çıktığı, yerden yere vurduğu tevekkül ve mütevekkil kavramı da işte bu tembel kişilerin sahte tevekkülleridir


Tevekkül meselesinde diğer bir önemli husus da dünya hayatının müslüman için bir imtihan yeri olduğunun unutulmaması gerektiğidir Çünkü bazı durumlarda insan bütün çabasını sarfetse de, elinden geleni yapsa da İlâhî takdir bazı hikmetler sebebiyle buna izin vermediği için başarılı olamayabilir, isteği gerçekleşmeyebilir İşte burada tevekkülün diğer yönü ortaya çıkar: En umutsuz gibi görünen durumlarda bile Allah'a olan güveni kaybetmemek


Allah Teâlâ, her şeyin teferruatını en ince ayrıntısına kadar bilir Belki bizim istediğimiz, gerçekleşmesi için çalıştığımız bir şey, aslında bizim zararımıza; buna karşılık istemediğimiz bir şey ise aslında yararımızadır Sonsuz rahmeti sebebiyle Allah Teâlâ da sevdiği kullarını, o kulların kendilerini düşündüğünden daha çok düşüneceğine; onlara kendilerine acıdıklarından daha çok acıyacağına göre müslümanlar olarak bizlerin hem dînî, hem dünyevî görevlerimizi yaptığımız müddetçe hiçbir şeyden dolayı tasalanmamıza gerek yoktur İnşâallah sonuçta mutluluk bizim olacaktır


Bir amacımıza, isteğimize ulaşamadıysak Vekîlimiz olan Allah Teâlâ bize olan sevgisiden dolayı, o istediğimiz şeyden her bakımdan bize daha hayırlısını nasîb edeceğini ummalıyız En umutsuz gibi görünen durumlarda bile Allah'a olan güveni kaybetmemek şarttır


Dünya, müslüman için bir imtihan yeri olduğundan dolayı unutulmaması gereken diğer bir nokta da; herşeyin sonucunun sadece bu dünyada alınmadığıdır Biz Müslümanlar, âhiret inancına sahibiz ve zaten dünyada da âhiret için, o ebedî hayat için çalışırız O halde, belki de yaşadığımız büyük bir üzüntü, yorgunluk veya sıkıntıya göstereceğimiz sabır; Allah katında derecemizin yükselmesine, öbür dünyada büyük mükâfatlar kazanmamıza sebep olacaktır Biz dilediğimiz kimseye rahmetimizi eriştiririz Ve güzel davrananların mükâfatını zâyî etmeyiz Âhiret mükâfâtı ise, iman edip de (kötülüklerden) sakınanlar için daha hayırlıdır(12Yusuf, 5657)


Kim Allah'tan (emirlerine uymak; yasaklarından kaçınmak sûretiyle) korkarsa, Allah ona (darlıktan genişliğe) bir çıkış yolu ihsan eder Ve ona beklemediği yerden rızık verir Kim Allah'a güvenirse Allah, ona yeter Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir Allah herşey için bir ölçü koymuştur(65Talâk, 23) Andolsun ki onlara: 'Gökleri ve yeri kim yarattı?' diye sorsan, elbette 'Allah'tır' derler De ki: 'Öyleyse bana söyler misiniz? Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah'ı bırakıp da taptıklarınız O'nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah bana bir rahmet dilerse, onlar O'nun bu rahmetini önleyebilirler mi?' De ki: 'Bana Allah yeter Tevekkül edenler ancak O'na güvenip dayanırlar(39Zümer, 38)
Ahmed Kalkan

 
Üst Alt