Son Konu

Kibrin Psikolojik Altyapısı

yasuo

Yeni Üye
Katılım
14 Şub 2021
Mesajlar
84,876
Tepkime
0
Puanları
36
Yaş
36
Credits
0
Geri Bildirim : 0 / 0 / 0


Kibir kelimesinin sözlük anlamına baktığımızda kendini beğenme, başkalarından üstün tutma, büyüklenme, benlik, gurur anlamlarına geldiğini görürüz. Bir de güzel örnek verilmiştir Cemil Meriç’ten, “Kibirden vazgeçersek sevimli oluruz.” diye. Öyle görünüyor ki kibirli tarafımız bizi sevimsiz biri yapıyor. O halde ne oluyor da kibre kapılıyoruz, kibirli halin kökeninde neler var diye kuramsal araştırmalara başlayalım. Psikoloji kuramlarında kibir daha çok büyüklenme anlamında kullanılmış, ben de yazının devamında “büyüklenmecilik” kavramı üzerinden anlatımımı sürdüreceğim. Büyüklenmecilik, narsisizmin en temel görünümlerinden biri olduğundan narsisizmin kuramsal olarak açıklamalarını incelemekle başlayalım.

Psikanalitik yaklaşım açısından baktığımızda Freud, Narsisizm Üzerine: Bir Giriş adlı makalesinde birincil narsisizm ve ikincil narsisizm kavramlarından söz eder. Bebekler için ben ve ben olmayan gibi bir ayrım yapmak söz konusu değildir, dış dünyayla henüz bir ilişkileri yoktur, onlar için tek gerçek olan kendileridir ve adeta kendilerini dünyanın merkezinde olarak algılarlar. Bebeğin tüm libidinal yatırımını kendi benliğine yöneltmesiyle ortaya çıkan büyüklenmecilik, kusursuzluk ve güçlü olma hisleri ile birincil narsisizmi açıklayabiliriz. Bebek dış dünyayı, kendisi dışında var olan nesneleri tanımaya başladıkça ise ihtiyaçlarını karşılayabilecek mükemmelikte, tamlıkta ve tümgüçlülükte olmadığını fark eder ve libido dış nesnelere ego ideali olarak yöneltilir. Diğer bir deyişle, birincil narsisizmde muhteşem olan kendisiyken, yaşanan kırılma ile bu muhteşemliği ötekine (anne, baba, bakımveren) atfeder ve bu muhteşemliğin bir parçası olarak kendi muhteşemliğini sürdürür. Nesne ilişkilerinde yaşadığı hayal kırıklığı, doyumsuzluk, yetersizlik ve eksiklikler ile libidinal yatırımın tekrar benliğe yönlendirilmesi süreci ise ikincil narsisizm olarak adlandırılır.

Kendilik psikolojisinin kurucusu Kohut, narsisistik kişilik bozukluğu kavramını literatüre katmıştır ve narsisizmi sağlıklı gelişimsel süreçte bir gelişimsel duraklama olarak değerlendirmiştir. Kohut’a göre, ebeveynleri tarafından yeterince aynalanmayan ve desteklenmeyen çocuğun yaşayacağı kırılma gelişimsel bir duraklamaya sebep olur ve kişi girdiği her ortamda fark edilme, takdir edilme, hayran olunma ihtiyacı içerisinde olur. Örneğin, çocuk yürümeye başladığında onu onaylayan, onun coşkusunu paylaşan ebeveyn, çocuk düştüğünde de onun acısını paylaşır ve şefkatiyle onu iyileştirir. Burada ebeveyn çocuğun aynalanma ihtiyacını karşılar ve çocuk hazmedebileceği optimal kırılmalarla birlikte tanrısal, tümgüçlü ve muhteşem olmadığının ayırtına vararak gerçekliğe uyum sağlar. Çocuğun kaldırabileceğinden daha ağır hayal kırıklıkları çocukta travmatik bir etki yaratabilir, yeterince aynalanmamış, duygusu anlaşılmamış, ağır eleştirilere maruz kalmış veya hiç önemsenmemiş olabilir. Bu durumda çocuk yoğun değersizlik ve reddedilmişlik duyguları hissedebilir. Çocuğa hiç hayal kırıklığı yaşatmadan ihtiyaçları aşırı derece doyurularak ve şımartılarak ise çocuğun gerçeklikten uzaklaşmasına sebep olunur ve çocuk her şeye hakkı olduğunu düşünebilir, başkaların duyguları ve ihtiyaçları ile ilgilenmez, yoğun ilgi arayışı içerisinde olur, mükemmel olduğuna dair inancını sürdürür ve çevresiyle uyum içerisinde olamaz.

Narsisizmin tek boyutlu bir yapıdan ziyade içerisinde büyüklenmeci ve kırılgan narsisizmi barındıran en az iki boyutlu bir yapı olduğu öne sürülmektedir. Bu noktada, uygulayıcısı olduğum şema terapinin narsisizmin iki boyutuna olan bakış açısından bahsedecek olursam, narsisizmin temelinde haklılık/büyüklenmecilik, kusurluluk ve duygusal yoksunluk şemalarının olduğu belirtilir. Kısaca bu şemaların ne olduğunu açıklamam gerekirse; izin verici, sınır koymayan, aşırı şımartan ve aynı zamanda uzak ve ilgisiz anne-baba tutumları haklılık şemasının gelişmesine zemin hazırlarken, duygusal yoksunluk şeması ise çocuğun ilgi, sevgi, şefkat, anlaşılma, güven, korunma gibi temel duygusal ihtiyaçlarının karşılanmaması halinde ortaya çıkmaktadır. Kusurluluk şeması ise ilgisiz, yok sayan ve aşırı eleştirel ebeveynlik stilleri sonucunda gelişmektedir. Şema perspektifine göre, aynı şemalara sahip olan bireyler bu şemalarla farklı yollarla baş ettikleri için (teslim, kaçınma, aşırı telafi) şemaların görünümü birbirinden farklı olabilir.

Büyüklenmeci narsisistler genellikle kusurluluk ve duygusal yoksunluk şemalarını aşırı telafi ederek diğer bir deyişle,  duygusal ihtiyaçları olmayan, güçlü ve mükemmel olan idealleştirdikleri benlik imgelerini ortaya koyacak şekilde davranırlar. Bu yönüyle haklılık/büyüklenmecilik şemasının doğurduğu büyüklenmeci davranışlar aslında, kusurluluk ve duygusal yoksunluk hislerini aşırı telafi etmek için ortaya çıkmıştır diyebiliriz. Ayrıca aşırı pohpohlanmış, her şeyi kendine hak gören çocuk şişirilmiş benliği sebebiyle esas potansiyeli ve gerçek kendiliğiyle tanışma fırsatı bulamamakta ve yalnız, değersiz hisseden taraflarının sesini kısmaktadırlar çünkü bilirler ki, her şeye izin veren ve şımartan bakım verenleri onların duygusal ihtiyaçlarını görmeyecek ve önemsemeyeceklerdir. Bu sebeple büyüklenmeci taraflarına teslim olmayı tercih ederler. Diğer yandan kırılgan narsisistler ise çoğunlukla duygusal yoksunluk ve kusurluluk şemalarına teslim olmaktadırlar, kendilerinden utanç duymakta ve endişeli, çekingen, eksik hissetmekte ve erken dönemde karşılanmamış duygusal ihtiyaçlarından ötürü yalnızlık, kopukluk ve boşluk hisleri deneyimlemektedirler. Büyüklenmeci beklentilere sahip olsalar da, bu fantezilerini inkar etmektedirler çünkü özsaygılarını sürdürebilmeleri için diğerlerinden onay almaya ihtiyaç duymaktadırlar. Büyüklenmeci narsisistik kişilik, Nuri Bilge Ceylan’ın “Kış Uykusu” filminin başkarakteri olan Aydın’ı ve onun haklılığını, yargılayıcılığını ve kendini kusursuz olarak görmesini hatırlatırken, Zeki Demirkubuz’un “Kıskanmak” filmindeki Seniha karakteri ise kendisini kusurlu, sevilmez, çirkin bularak aşağılamasıyla beraber diğerlerine karşı mesafeli duruşu ve değersizleştirmesi ile kırılgan narsisizmi çağrıştırır.

Buraya kadar narsisizmin patolojik tarafının üzerinde durduk ancak hepimizin doğasında var olan narsisistik kişilik özelliklerinin her zaman olumsuz sonuçlar ortaya çıkarmadığı ve hatta ruhsal gelişimimize, iyi oluşumuza da olumlu katkılar sağladığı koşullarda ise “sağlıklı narsisizm” den söz edebiliriz. Sağlıklı narsisizmi patolojik narsisizmden ayıran en önemli özellikler; kişinin kendisiyle ve çevresiyle uyum halinde olması, empatik davranabilme kapasitesinin olması, çevreden gelen olumsuz geri bildirim ve eleştirilerin özgüvenine ve benlik algısına zarar vermeden yeniden toparlanması ve amaçlarına uygun bir şekilde hareket etmesini sağlamasıdır diyebiliriz. Karen Horney, patolojik narsisizmi gerçekçi olmayan bir benlik şişmesi olarak tanımlayarak sağlıklı narsisizmden, diğer bir deyişle kişinin kendisini sevmesi ve onaylanmasından ayırmıştır.

Son olarak, bu yazıyı yazmaya başlama hikayemden bahsetmek istiyorum. Geçtiğimiz günlerde terapistin kendi “sağlıklı yetişkin” yanını güçlendirmesi üzerine bir eğitime katıldım. Danışanlara tuttuğumuz aynayı bu sefer kendi içimize tuttuk ve kendi modlarımıza baktık. Şema terapinin mod yaklaşımına göre modlar anlık olarak ortaya çıkan ve değişebilen taraflarımız olarak tanımlanabilir ve kısaca hangi modumuzun ne kadar aktif olduğu, hayatımızı ne kadar etkilediği, hangileri uyum bozucuyken, hangilerinin ihtiyacımızı karşılayan sağlıklı ve güçlendirilmesinin ruhsal iyi oluşumuza katkısı olduğu üzerine çalışılan bir model diyebilirim. Bu modlardan biri olan büyüklenmeci mod eğitim esnasında beni epeyce düşündürdü. Bende ne kadar var, nerelerde ortaya çıkıyor, aslında o kadar da kötü değil, iyi tarafları da var, acaba dışarıdan nasıl görünüyor gibi düşünceler çok hızlı geçti aklımdan ve sonra bunun üzerine uzun uzun düşünürüm dedim. Öyle ki büyüklenmeci modum üzerine düşünmekten, onunla tek başıma yüzleşmekten kaçınabileceğimi da az çok tahmin ediyordum. Ertesi gün, kibir üzerine bir yazı teklifi aldım, belli ki kaçınmanın değil anlamanın, tanımanın, dönüştürmenin zamanı gelmiş diyerek bu yazıyı yazmaya başladım. Terapistin, danışanının modlarını fark etmesi, tanıması ve onları adeta yönetebilecek olan “sağlıklı yetişkin” yanını güçlendirmesi için ona rehberlik etmeden önce, kendi söküğünü dikebilmesi, tam olarak dikemese de nerede sökük olduğunu bilerek onu olduğu gibi kabul edebilmesi ya da dönüştürebilmesi beklenir. Bu sebeple terapistin kendi sürecinden geçmesi çok önemlidir. Mod yaklaşımına göre narsisistik kişilerde “yalnız çocuk” modunun hissettiği acı verici duyguları engellemek için “büyüklenmeci” mod devreye girer ve büyüklenmeci modun sesinin ne kadar çıktığı, hayatımızı ve ilişkilerimizi ne kadar etkilediği burada asıl üzerinde durulması gereken noktadır. Çünkü bu nokta sağlıklı olan ile patolojik olan arasında bizim nerede durduğumuzu göstermektedir. Narsisizm dilimize “özseverlik” olarak çevrilmiş, aslında bizler kişinin kendisini, özünü sevmesine olumlu anlamlar yükleyebiliyorken; narsisist olmak, büyüklenmek, kibir ise bize ait olmasını istemediğimiz, olumsuz durumları çağrıştırıyor. Kendini sevmek, beğenmek, başarılarla gururlanmak, kendi mutluluğunu önceliklendirmek, kendine şefkat göstermek sağlıklı iken, yeri geliyor “eleştirel ebeveyn” modumuz devreye giriyor ve bunların bizi kibirli, kendini beğenmiş birisi yaptığını düşündürebiliyor. Ani mod değişimlerimizle birlikte durumları, olayları yorumlama biçimimiz, atfettiğimiz anlamlar da değişebiliyor. Başkaları bizimle ilgili olumsuz fikirler edinmesin ve eleştirilmeyelim diye kendimizden özeni, anlayışı, nezaketi, sevgiyi, onayı esirgeyebiliyoruz. Oysaki tüm bunlar “sağlıklı yetişkin” tarafımızın karşılamak üzere harekete geçtiği ve bizden esirgemediği temel duygusal ihtiyaçlarımız ve ben ne zaman ki “eleştirel ebeveyn”in sesini duysam, kulağımı “sağlıklı yetişkin”e ve onun bilgeliğine çevirmeyi yavaş yavaş öğreniyorum.  


 
Üst Alt