Son Konu

Kişilik ve Egonun Savunma Mekanizması

makaleci

Yeni Üye
Katılım
14 Ocak 2020
Mesajlar
351,088
Tepkime
0
Puanları
36
Yaş
36
Credits
0
Geri Bildirim : 0 / 0 / 0


Kişiliğin tanımlanmasında, DSM ve ICD ölçütleri kullanılarak yapılan sınıflandırma daha yaygın ve pratik bir yöntemdir. Boyutsal olarak değerlendirmenin yapıldığı çalışmaların sayıca azlığı nedeni değerlendirme sürecinin zorluğudur. Bu yüzden kişiliğin tarihsel olarak ele almak ve psikanalitik tanımlamalarını incelemek bizi daha çok aydınlatacaktır.
Tarihsel olarak kişilik sözlüğü “persona” eski Yunanca tiyatrolarda oyuncuların kullandığı maskelere verilen isimden adını alıyor. Persona o zamanlarda maskenin arkasında ki kişinin gerçek kişiliğini değil oynadığı kişiliği temsil etmeye çalışmaktaydı. Zamanla kişinin gerçekte yansıttığı tavır ve davranışlarının bütününü anlatmak için ya da ifade etmek için kullanılmaya başlamıştır. Kişilik günümüzde içsel kayanlardan ortaya çıkan ve yaygın olarak kişinin davranışlarına hakim olan, biyolojik tabiatı ve deneysel olarak öğrenilerini kapsayan algılama, öğrenme, düşünme, başa çıkma ve davranış örüntülerini anlatmaktadır.

Kişiliği oluşturan kavramlar ise kişilik, huy, karakter terimleri sıklıkla birbirinin yerine kullanılmaktadır. Bu kullanımlar da anlam karmaşasına yol açabilmektedir. Bir ayrım yapılırsa huy biyolojik, karakter soyal ve kültürel katkıları içermektedir. Zeka ise hem yapısal hem de öğrenilmiş ve sosyal özellikleri taşıyan ve kişiliği etkileyebilen bir faktördür. Kişiliğin temel işlevi algılamak, hissetmek, düşünmek ve bütün bunları bütünleştirerek amaçlı davranışlara dönüşmektir. Huy kişinin yapısal olarak eylemler ve emosyonlarını etkileyen tabiatı olarak tanımlanabilir. Kişiliğin üzerinde geliştiği kaba biyolojik zemin olarak kabul edilmektedir. Kişilik huy ve karakterin dinamik etkileşiminin bir sonucudur.

“Karakter” yunanca oyarak şekil verme anlamına gelmektedir. Bu ifade huyun üzerine oyarak işlenen yapıyı anlatır. Kişinin ayrıcı özelliklerini anlatmak için kullanılan bir sözcüktür. Karakter sözcüğü kullanımı psikanalistler tarafından daha çok terci edilmektedir

Bir kişiyi diğerlerinden ayıran ve süreklilik gösteren davranış özellikleridir kişilik. Bu özelliklerin her biri olası bir yaşama tarzının ifadesidir. Kişiliği tanımlamak davranışların motivasyonunu ve organizmanın çevreye ruhsal adaptasyonunu ve organizmanın çevreye özgün uyumunu belirleyen psikofizyolojik sistemlerden oluşan içsel dinamik bir organizasyon olarak tanımlamıştır (Aktaran Million 1996).

Kişilik organizasyonu kişinin içinde yaşadığı kültürün beklentilerinden belirgin olarak sapan, sürekli bir davranış ve iç yaşantı örüntüsü durumda ise bir kişilik bozukluğunda söz edilmektedir. Ergenlik ya da genç erişkinlik dönemlerinde başlar zamanla kalıcı olur ve sıkıntıya ya da işlevsellikte bozulmaya yol açar. Herkeste çeşitli biçimde görülebilir kişilik özelliklerinin, kişilik bozukluğu olarak değerlendirilebilmesi için bunların esneklikten yoksun ve uyum bozucu olması işlevsellikte belirgin bir bozulmaya ya da kişisel sıkıntıya neden olması lazım. Kişilik bozuklukları toplumsal, biyolojik ve psikolojik araştırmalar açısından önemli bir alan haline gelmiştir. Kişilik bozukluğunun toplumda yaygınlığını inceleyen araştırmalarda %11-23 arasında değişen oranlar bildirilmiştir (Watson ve ark 1998, Fosatti ve ark 2000). Bu kişiler çoğunlukla iş ortamında ve duygusal ilişkilerinde süregelen olarak sorunlar yaşamaktadır (DSM IV TR).

Kişilik bozukluklarında sık görülen ortak özelliklerin bir kaçı ilk özellik benliğe yerleşmiş olan davranış örüntülerin uyum sağlamada esnek olmaması. İkincisi biliş, duygulanım ve toluma aykırı davranışlar içerisinde olması en son ölçütümüz de toplum içinde ve iş yaşamında belirgin bozulmaların görülmesidir.

Kişilik bozuklukları genel olarak düşük eğitim düzeyi olanlarda yalnız yaşayanlarda, evliliklerinde zorluklar yaşayanlarda, ilaç bağımlılarında, tecavüz suçlarında, şiddet içeren ya da içermeyen suç işleyenlerde, mahkumlarda daha fazla bildirilmiştir. Buna karşın araştırmalarda sosyo-ekonomik durum ve yaşanan yer ile ilişki bulunmamıştır (Watson 1998). Psikoyatrik hasta popülasyonda hastaların yaklaşık %50’sinde eşlik eden kişilik bozukluğu bulunmaktadır.

Birçok durumda kişilik bozukluğu varlığı hastalığın gidişini kötüleştirmektedir. Birçok psikiyatrik bozukluk için kişilik bozukluğu varlığı hazırlayıcı bir etmendir.Kişilik bozukluğu olanlar çevrelerinde sıklıkla olayları tırmandıran ve kötüleştiren, ısrarcı kişiler olarak algılanır. Pek az klinisyen kişilik bozukluklarının uzun ve zahmetli tedavi süreci için yeterli pratik beceri ve yüksek tolerans düzeyine sahiptir.

DSM III’te getirilen çok eksenli değerlendirme ve geliştirilen işlemsel ölçütler sayesinde daha sistemli ve güvenilir tanı konulabilmektedir. Kişilik bozukluğu alanı böylece bilimsel araştırmaların konusu haline getirilebilmiştir. DSM III-R ile birlikte eksen I piskpatolojiler ve eksen II kişilik bozuklukları için yapılandırılmış tanı görüşmesi geliştirilmiştir. Kişilik bozuklukları alanında 1980’lerden itibaren bu alanda yapılan araştırma sayısı her geçen yıl artmaktadır.

Psikanalitik karakter kavramı ise kişilik tanımını ve sınıflandırması üzerine bir inceleme yapılmamışsa kesinlikle eksik sayılmalıdır bu konuda psikanalitik okulların bu alanda çok büyük katkıları bulunmaktadır. Psikanalitik başlangıçta gelişimin çeşitli evrelerinde ortaya çıkan saplanmaların karakter tiplemelerinin temelinde yer aldığını savunmuştur. Bu varsayımları kanıtlayacak verilerin bilimsel elde edilmediği şüphelidir (Cristoph ve Barber 2004). Psikanaliz kişilik sınıflarını tanımlayarak onların nasıl oluştuklarını açıklamaya çalışmıştır. Kişilik bozukluklarını gelişimin belli bir dönemin özelliklerini taşıyan bir organizasyon olarak ele almıştır, bu yönü ile kategoriktir. Her bireyin dinamiklerinin kendine özgün olduğunu her fırsatta vurgulamakta ve her olguya göre dinamik formülasyon yeniden biçimlendirilmektedir kişilik sınıflarına ait özelliklerin ayrı olgularda ayrı yoğunluklarda bulunduğunu kabullenir ve bu yönü ile boyutsal olarak kabul edilebilir.

Freud’un Psikanalitik Psikolojisi temelinde bilinçdışını anlama ve yorumlama gerekliliği var. Her bir davranışımız aslında bilinçdışı çatışmalarımızı yansıtan dışavurumlar olduğunu söylenmektedir. Yapısal modelde ego id ve süper egonun isteklerini denetlemek ve dış dünyadan gelen uyaranlara uygun tepkileri anlamak için savunma düzeneklerini kullanılır.

Hasta belirtilere yol açan bilinç dışı çatışma ve motivasyonlarının farkına varır ve içgörü kazanırsa sürdüğü savunma mekanizmalarını daha olgunlarıyla değiştirebiliyor. Psikoanalitik kaynaklarda nörotik, obsesif, psikotik, fobik, perverse karakter, histerik, narsistik, sınırda(borderline), depresif, mazohistik, şizoid tipolojileri tanımlanmıştır (Toton ve Jacobs 2001). Anna Freud ve Otto Fenichel karakter özellikleri kişinin kullandığı savunma düzeneklerinin seviyesine göre sınıflamıştır. Normal karakter yapısı kişinin dürtülerini, doyum isteklerini erteleyebilme kapasitesinin varlığı ile olmaktadır. Yüceleştirme, elseverlik, mizah gibi mekanizmaları kullanma becerisi olgun karaktere işaret etmektedir.

Psikanalitik kuram, psikoloji biliminin bilince olan yaklaşımını bilinçdışı süreçlere doğru genişletir. Bu kuram özellikle bir ‘Kişilik aygıtı’ kavramı geliştirmiştir. Topografik kişilik kavramı adıyla adlandırılan bu kavramsal yapıda bilinç, bilinçaltı ya da önbilinç ve bilinçdışı gibi 3 kişilik bölümü olduğu görülüyor.

Bilinç, dış dünyadan ya da bedenin içinden gelen algıları fark edebilen zihin bölgesidir. Bedensel algıları, düşünce süreçlerini ve heyecansal durumları kapsar. Bilinç öncesi, dikkatin zorlanmasıyla bilinç düzeyinde algılanabilen zihinsel olayları ve süreçleri içerir. Bu içerikte, gerçekliğe ilişkin sorunları çözmeye çalışmak gibi gelişmiş düşünce biçimlerinin yanı sıra, düş kurma gibi ilkel süreçler de bulunur. Bilinçdışı, genel anlamda, bilinçli algılamanın dışında kalan tüm zihinsel olayları, dolayısıyla bilinç öncesini de içerir. Dinamik anlamda ise bilinçdışı, sansür mekanizmasının engeli nedeniyle bilinç düzeyine ulaşma olanağı olmayan zihinsel süreçleri içerir. Bu içerik, gerçekliğe ve mantığa uymayan ve insanın içinden geldiğince doyurulmak istenen dürtülerden oluşur. Bu dürtüler kişinin bilinçli dünyasında geçerli olan törel inançlara karşıt düşen isteklerden kaynaklanır ve ancak psikanalitik tedavide kişinin dirençleri kırıldığında ortaya çıkabilir (Geçtan,1984).

Freud tarafından ortaya atılan bu kuram bir kişilik kuramıdır. Freud daha sonra topografik kişilik kuramına farklı bir boyut getirerek kişiliği “id”, “ego” ve “süperego” dan oluşan bir yapı içinde incelemiştir.

İd şu şekilde açıklanabilir, içgüdüler, içtepkiler, istek ve istikalar halinde ifade edilen psişik enerji deposu, asıl psişik gerçektir. İd, bir dış uyarım sonucu ve ya içtepi sonucu organizmada gerilim düzeyi yükselir ve gerilimin boşaltılması için organizmayı harekete geçirir. Davranışın sonunda gerilim azalır. Buna id’in hoşlanım ilkesi denir.
Psikanalitik kurama göre egonun temel işlevlerinden birisi kişinin psikolojik denge durumunu korumak için savunmalar kullanmasıdır ( Freud, 1961). Ego, organizmanın gerçek nesnel dünya ile alışverişe geçme gereksiniminden varlık bulur. Ego gerçeklik ilkesinin hükmü altındadır. Egonun amacı, gereksinmenin giderilmesini uygun ortamı buluncaya kadar ertelemektir. Hoşlanım ilkesini bir süre için engeller, superego’yu ilgilendiren bireyin doğru veya yanlış olduğuna karar verip, toplum temsilcileri tarafından onaylanmış olan törel ölçülere göre davranmaktır (Özoğlu, 1982). İyi ve kötü kavramlarına ilişkin değerler superego ile ilgilidir.

Toplumda yaşam ve ölüm içgüdüleri yasaklarla engellenmeye çalışmaktadır. Bu içgüdülerin toplum tarafından yasaklanması ego’nun yön değiştirmesine yol açıyor. Bu yüzden ego işlevini yapamaz ve güdü bilinçdışına yönlendirilir, psişik enerjinin büyük bir çoğunluğu bu istekleri bilinçdışında tutmak için harcanır. Bilinçdışında engellenen güdüler zamanla artarak bir problem haline gelir. Bu problemeler kaygıyı ortaya çıkartır.
Kaygı: gerilim olarak tanımlanabilir, buda açlık seks gibi bireyi davranışa sevk eden bir güdü olarak görülmekte ve üç tür kaygı kaygı tanımlanmıştır.
Gerçek kaygı: ortada bir gerçek korku objesi bulunur. Korkunun düzeyi kaygının düzeyini belirtir.
Nevrotik kaygı: korkunun objesi belli değil. Bilinçaltına itilmiş olan malzemeler bireyi tedirgin eder. Kişide çatışmalar görülür.
Ahlaki kaygı: superego tarafından cezalandırma korkusu vardır. Toplum kurallarına aykırı davranışlarda bunlunmak suçluluk duygusu yaratır (Kuzgun, 1988).
Eğer id ile toplumsal değerler birbirine zıt gelirse toplum kişiye ceza vermektedir. Bu durumda çatışmayı oluştur. Çatışma çözülmemesi durumunda kişi bundan rahatsız olmaktadır. Bu rahatsızlık kişi tarafından bastırılır, ancak buna rağmen kaygı artar. Kaygının artması sonucunda kişi fazlaca rahatsız olduğundan bu kaygıyı bastırmak için çaba harcar ve dejarj olma ihtiyacını hissetmeye başlar. Şayet kaygı kontrol altına alınmazsa savunma mekanizmaları gelişir. Savunma mekanizmaları, bireyin yaşadığı kaygı suçluluk, utanç üzüntü, aşağılanma, vicdan azabı gibi acı veren duyguları yumuşatma amacına hizmet eder (Dorbat, 1987).

İnkar etme(denial): kişi çevresindeki tehlikeyi yok edemez veya bu tehlike ile baş edemez ya da kaçamazsa kişinin kullanabileceği tek yol bu tehlikeyi yok saymaktır. Bir üniversite öğrencisinin düşük notlar almayı ya da okuldan uzaklaştırılma olasılığını kabul etmek istememesi buna örnek gösterilebilir.

Yer değiştirme (displacement): sorunları için kendinden daha güçsüz bir kişiyi ya da nesneyi suçlamaktadır (Murry ve Berkun, 1955). Amirini çok az eleştiren bir memurun, kıdemsiz bir meslekdaşına karşı sürekli öfke duygularını dile getirmesi buna örnek gösterilebilir.

Baskı altına alma: Belirli ruhsal süreçlerin, kişinin isteği dışında bilinç dışında tutulması ve bilince çıkmalarının önlenmesine baskı görülmeyen istek ve anılan bilinçten uzaklaştırma mekanizmasına da bastırma denir. Bireyin yaşadığı kaygı arttığında, bir yaşantısıyla ilişkili yoğun acı ve keder kesinlik olarak dile getirilebilir ya da sembolik olarak bireyin rüyalarından kendini gösterir.

Özdeşim (Indetification): Bir kişi ya da gruba hayranlık duymakta ve onların davranışlarına benzer davranışlar sergilemektedir (Bieri, Lobeck ve Ganlinsky, 1959; Lazowick, 1955). Beğeni kazanmış bir kişinin ya da ünlü bir grubun üyelerinin davranışlarını taklit edebilir.

Soyut kavramlara bürünme (Intellectualization): mantıklı ve ve analitik ifadeler kullanmakta ve en alt düzeyde duygu yansıtmaktadır (Sandler ve Freud, 1985). Oğlunun yakın tarihteki intihar girişimi hakkında risk durumundaki ergenlerle ilgili bir araştırmaya atıfta bulunarak ukala ve kayıtsız bir tavırda konuşan bir baba buna örnek gösterilebilir.
Yansıtma (projection): Yansıtma mekanizması kişiyi iki türlü kaygıdan koruyabilir. 1) eşi kendi eksiklerinin ve yanlışlarının sorumluluğunu ya da suçunu başkalarına yükler. 2) Suçluluk duygularını uyandıracak nitelikteki içgüdüsel dürtülerini, düşüncelerini ve isteklerini insanlara mal eder. Psikolojik danışma oturumunda anlayışlı ve kabul edici olan bir danışmanın, danışan tarafından öfkeli ve reddedici olarak algılanması buna örnek gösterilebilir.

Karşıt tepki geliştirme (Reaction formation): katı ve ahlaki yargıları açıklarken genellikle heyecanlı ve son derece temkinli davranmaktadır. Birey diğerlerinin yetersizliklerini vurgularken kendi örnek davranışlarını abartarak anlatır.

Gerileme (Regression): hastanın davranışlarında belirgin bir olgunlaşma geriliği görülmektedir yaşamında daha güvenli ve daha doyumlu olduğu geçmiş döneme ait bir davranış örüntüsü sergileyebilir. Örneğin birey sosyal yükümlülüklerini içeren konular gündeme geldiğinde ağlamakta ya da uzun bir sessizlik dönemine girmektedir.
Bastıma (Repression): bazı konuları tartışmaya direnmekte ya da o yaşantıları hatırlamada zorlanmaktadır. Tartışmalarda çok az yansıttığı ya da yansıtmaktan kaçındığı özellikle utanç, suçluluk, korku ya da benlik saygısını azaltan durumları içeren yaşantılarla ilgili ön bilgiye sahip olabilir.

Yapma Bozma (Undoing): Değiştirilmesi ya da düzeltilmesi gereken geçmişteki davranışlarına yönelik bir girişimde bulunmaktadır (Laughin, 1979). Kız arkadaşının göğsüne dokunduğu günden beri sürekli olarak parmaklarını bir çekiçle ezmeyi düşündüğünü açıklayan bir genç bu duruma örnek gösterilebilir.
Psikanalitik görüşe göre psikolojik yönden sağlıklı bir kişi id, ego, superego dengesini sağlayabilen kişidir. Bu dengenin bozukluğu psikolojik sağlığı da olumsuz yönde etkilemektedir. Freud’a göre zihinsel yaşayışımızın içgüdüsel görünümünden iki dürtünün sorumlu tutulması gerekir. Bunlar cinsel (sexuel) ve saldırgan (agressive) dürtülerdir (Brenner, 1977). Bir başka deyişle yaşam (eros) ve ölüm (thanatos) içgüdüleridir. Yaşam içgüdüsünün çalışması “Libido” enerjisi ile mümkün olmaktadır.


 
Üst Alt