Back 4 Blood’ın açık betası başladı ve deneyenler arasında ben de varım. İlk Left 4 Dead’i yapan ekibin elinden çıkan, tema olarak da Left 4 Dead’e epey benzeyen Back 4 Blood’u zaman zaman karşılaştırmalı olarak incelemek istedim. Çünkü herkes gibi ben de Back 4 Blood ve Left 4 Dead arasında yalnızca tema tarafında değil, aynı zamanda oynanış tarafında da benzerlikler bulacağımdan emindim.
Bütün yazı Left 4 Dead ve Back 4 Blood’u karşılaştırmakla geçmeyecek, söz veriyorum. Ancak Left 4 Dead’in zombi temasını aksiyonla harmanlayarak oyunculara sunduğu deneyimin bugüne kadar bir benzerinin gelmemiş olması Back 4 Blood’u özel yapan detaylardan biri. Turtle Rock Studios, Left 4 Dead’de doğru yaptığı şeyleri unutmamış ve üzerine yenilerini de ekleyerek basit bir ciladan fazlasını sunmuş.
İki oyun arasında benzerlikler bulma çabam yer yer sonuç verse de oyunla bir süre geçirdikten sonra Turtle Rock Studios’un on üç sene önce Left 4 Dead’de yaptıklarının taklidi olmaktan çok uzak bir oyun ortaya koyduğu konusunda ikna oldum. Ancak Back 4 Blood’un iyi bir oyun olup olmayacağını anlamak için Left 4 Dead ile arasındaki benzerlik seviyesi tek başına yeterli bir ölçüt değil. O yüzden gelin oyunu kendi içinde bir mercek altına alalım.
Zombilerin arasında kalmış bir John Wick olmaya hazır olun:
Oyunun silah kullanımına bakarak başlayalım. Silahları kullanırken nişan alma seçeneğimiz olması oynanışla ilgili beni kendine çeken ilk şeylerden biri oldu. Nişan alabilmek bazen fark edilmese de oyunun içinde hissetmeye büyük katkısı olan bir unsur. Back 4 Blood da devrim yaratan bir FPS deneyimi sunmasa da farklı silahlar kullanırken aradaki farkın hissedilmesi haneye yazılan artılardan biri.
Peki nedir bu farkı yaratan şeyler? Öncelikle her silahın kendine has, ayırt etmesi kolay bir tasarımı mevcut. Bu tasarımları her silahın birbirinden farklı, tok bir sese ve aynı zamanda birbirinden farklı tepme şekillerine sahip olması takip ediyor. Yine söylüyorum, bunlar devrim niteliğinde özellikler değil ama böylesi aksiyonu yüksek bir oyunda farklı bir silah kullandığınızı sadece bilmenin ötesine geçip hissedebildiğiniz zaman kendinizi atmosferin tam da içinde buluyorsunuz.
Turtle Rock’ın bu konuyu iyi bir şekilde kıvırdığını belirtip son bir not daha eklemek istiyorum. Oyun, özünü oluşturan aksiyon öğesini bozmamak adına epey kolay bir silah kullanımına sahip. Eğer FPS oyunlarına az da olsa aşinaysanız oyuna alışmak epey kısa sürüyor. Bunun iyi bir şey olup olmadığı tamamen tercih meselesi olduğu için kararı size bırakıyorum.
Zombi avına mola, ganimet avı başlasın!
Benim silah kullanımının yanı sıra en çok merak ettiğim konulardan biri bölüm dizaynlarıydı. Haritalar oyuncuyu yer yer keşfe teşvik edecek ancak içinde kaybolmanın da mümkün olmayacağı şekilde tasarlanmış. Koştura koştura bölümün sonuna gitmek yerine etrafa bakmayı tercih edenleri tatmin edecek düzeyde ganimet mevcut.
Bölüm içerisinde nasıl hareket edildiği, ilerlemek için yapılması gerekenler gibi noktalarda ise Left 4 Dead’de olmayan bir şey gördüğümü pek söyleyemem. Güvenli evde başlıyor, kapıyı açıp bölüme geçiyor ve yine bölümün sonunda yer alan güvenli eve girmeye çalışıyoruz. Güvenli evin kapısını kapattığımızda da bölüm son buluyor ve hikâyede devam ediyoruz.
Av demişken, oyun bazen fazla çantada keklik:
Oyun, aksiyon anında üstümüze minyon zombiler gönderme konusunda elini korkak alıştırmıyor. Hiç beklenmedik yerlerden, adeta yoktan var olan zombiler üstümüze doğru çullanıyor ancak sürüleri bile yok etmek saniyeler aldığı için bazen oyunun fazla mı kolay olduğunu sorgulamadım değil.
Oyunda Left 4 Dead’deki Boomer gibi cins zombiler de var. Bunlar da öldürmesi nispeten kolay olsa da sıradan çinko karbon pilli zombiler kadar kolay değil. Cins zombilerin zayıf noktaları mevcut. Bu noktalara nişan alındığı takdirde yine saniyeler içinde yok edebiliyorsunuz. Şu ana kadar karşılaştığım en korkutucu zombi olan “Dev” (gerçekten de dev) bile dört oyuncu karşısında çaresiz bir şekilde kaderine razı geldi.
Dört oyuncudan oluşan bir ekiple oynarken gördüğüm kolaylığı takım arkadaşlarım yapay zekâ tarafından yönetildiğinde pek hissedemedim. Çünkü botlar zaman zaman faydalı olmak yerine ayak bağı oluyor. Oyunu co-op oynamak yerine botlarla oynamayı tercih edenler şimdiden kendini hazırlasın, yere düşen bir takım arkadaşımı kaldırmak için geriye kaç kere döndüğümü sayamadım.
Oyunun kolaylığı ve yapay zekâsı üzerine henüz oyun beta aşamasındayken yoğun eleştiri yapmak istemiyorum. Şimdilik olumlu düşünerek oyunun son halinde dengeleme işinin daha iyi yapılacağını umuyorum. Çünkü bu haliyle her ne kadar sürükleyici olsa da kısa zaman içinde aşırı kolaylıktan ya da bazen küplere bindiren yapay zekâdan dolayı sıkıcı olmaya başlaması hayli olası.
Bu dünyada zombi olmak da var:
Açık beta oyunun hikâye modunun yanı sıra iki takımın da insanlardan oluştuğu “Maç” modunu denememize imkan tanıyor. Bu mod, iki takımın sırayla zombi olup diğer takımı en kısa sürede yok etmeye çalışması üzerine kurulu. Üç turun sonunda insanken en uzun süre hayatta kalmayı başaran takım galip geliyor.
Mod daire halinde küçülen bir alanda geçtiği için (bu konsept bana bir yerden tanıdık geldi) turların bitmesi epey kısa sürüyor. Temponun bu kadar yüksek, modun da bu kadar basit olması aksiyonu tavan yapsa da bana sığ bir his verdi. Left 4 Dead’deki gibi hikâye modunda zombileri kontrol etmemize izin veren bir mod olmayacağı açıklandığı için de çok oyunculu taraftan pek umutlu olmadığımı söylemeliyim.
Kartlar dağıtılsın, masada yeni bir oyuncu var:
Back 4 Blood’un doğrudan oynanış dışındaki en güçlü yanlarından biri oyunda yer alan kart sistemi. Kart sistemi şöyle işliyor: Önce kendimize elimizde bulunan kartlardan oluşan desteler hazırlıyor, oyuna başlamadan önce de hangi desteyi kullanacağımızı seçiyoruz. En başta destede yer alan ilk kartı kullanabiliyoruz. Sonrasında her bölüm başında rastgele önümüze sunulan kartlar arasında bir seçim yaparak yeni kartlar aktive ediyoruz.
Kartlar işe yarar bonuslar veriyor fakat verdikleri bonuslar kadar elinizden aldığı şeyler de olabiliyor. Dolayısıyla dengeli bir kart seçimi yapmak çok önemli. Örneğin bazı kartlar yukarıda bahsettiğimiz nişan alma seçeneğinizi elinizden alıyor ama öyle güçler veriyor ki nişan alma sistemi oyuncuyu içine çekse de vazgeçmeye değer mi acaba diye düşündürüyor.
Bahsettiğim bu kart sistemi oyunun sadece oradan oraya koşarak ateş etmek üzerine kurulu olmasının önüne geçiyor ve bazı noktalarda düşünmeye sevk ederek oyuncuyu oyunun içinde tutmayı başarıyor. Her oyuncu kendine ait bir kart seçimine sahip olduğu için de takımla birlikte hangi kartların alınması gerektiğini tartışmak gibi süreçler oyunun co-op deneyimine ciddi bir katkı sağlayacak gibi görünüyor.
Kart sisteminin oyuna kazandırdığı çok önemli bir başka özellik daha var: Oyuncuda merak unsuru oluşturmak. Zaman geçtikçe elimize yeni kartlar geçiyor ve bazen bu kartlar öyle özelliklere sahip oluyor ki zaman zaman sırf o kartı kullanarak oynamanın nasıl bir deneyim olacağını merak ettiğim için kendimi yeni bir bölüme geçerken buldum.
Kartlara ek olarak karakterlerin de kendi yetenekleri var:
Back 4 Blood’un açık betasında sekiz farklı oynanabilir karakter var. Her karakterin de hem kendine hem de takıma katkıda bulunan farklı yetenekleri var. Bu yetenekler ekstra hareket hızı, mermi bulma şansını artırma veya maksimum can miktarını yükseltme gibi oyun içini etkileyen cinsten.
Yetenekler farklı karakterle farklı oynayış tarzlarının önünü açıyor. Örneğin Hoffman ile oynarken mermi kıtlığı başınızı daha az ağrıtırken takımda Mom karakteri varken başka bir oyuncuyu anında yerden kaldırabildiğinden dolayı daha pervasız olabiliyorsunuz. Karakterlerin yetenekleri destek, saldırı veya savunma gibi sınıflara ayrılacak şekilde oluşturulduğu için bir takım olarak oynarken doğru karakter dağılımına biraz kafa yormak gerekecek.
Back 4 Blood’un zor anları: Sunucular firarda
Açık beta ilk açıldığında muhtemelen sunucularda aşırı bir yüklenme oldu. Bunun sonucu olarak da bazı karakterler ışınlanarak hareket etti, silahım bazen kendi kendine ateş etmeye karar verdi, öldürdüğüm zombilerin yerden fırlayarak yeniden üstüme koştuğuna tanık oldum ve çok sayıda oyuncu oyunu oynamasına rağmen eşleşme bulmak için uzun süreler bekledim. Normalde beta aşamasında bu tarz şeylerden huylanan biri olmadığım için çok takılmadım ama sonra aklıma bir şey geldi: Bu oyun tek kişilik modda bile internet bağlantısını zorunlu kılacak.
İnternet bağlantısı zorunluluğu son dönemlerde çoğu oyun geliştiricisinin oyunun korsana düşmemesi için aldığı bir önlem. Ancak internet bağlantısını zorunlu tutan oyunların ortak bir noktaları var: Sunucularda sorun yaşanıyor. Sunucuda sorun yaşandığı zaman da olan oyunu satın alan oyunculara oluyor. Sanırım bunu söylerken hepimizin adına konuşmuş olurum: Yüzlerce TL’ye satılan bir oyunun sunucularında sorun yaşandığı ya da internet bağlantımda ufak bir dalgalanma olduğu için tek başıma oynarken oyundan atılmak istemem.
Sonuç: Şimdiye kadar yapılan en iyi Left 4 Dead oyunu karşımızda
Öncelikle açık beta sadece oyunun ilk kısmından oluştuğu için yaklaşık 3 saatlik bir deneyimim olduğunu söyleyerek başlayayım. Dolayısıyla bu incelemede gördüğünüz her şey oyun nihai çıkışını yaptığı zaman değişebilir, daha iyi veya daha kötü olabilir. Oyun piyasaya sürüldüğü zaman nelerin değiştiğine tekrar bakıp ona göre bir düzenleme yapmak gerekecek.
Yine de Back 4 Blood’un bu tür oyunları sevenlerin zevk alabileceği bir oyun olduğunu söyleyebilirim. Yer yer yaptığı yanlışların üstünü doğrularıyla kapatmayı başarabilmiş gibi görünüyor. Ancak bu haliyle Left 4 Dead’in yakaladığı büyüyü yakalayabilme ihtimalinin düşük olduğunu söylemek gerek. Her ne kadar Left 4 Dead’den teknik anlamda çok ilerde olsa da apayrı bir deneyim sunmak yerine bir devam oyunu hissi yaşatıyor.