Forumdas
Editor
- Katılım
- 6 Ara 2022
- Mesajlar
- 7,544
- Tepkime
- 15,298
- Puanları
- 113
- Konum
- adana
- Web
- forumdas.com.tr
- Credits
- -90
Mehmet Akif Ersoy (Mehmet Akif Ersoy Kimdir? - Mehmet Akif Ersoy Hakkında)
İstiklal Marşı'nın güftekarı, şair ve yazar.
Mehmet Akif Ersoy, 20 Aralık 1873'te İstanbul'da doğdu. Babası Fatih Medresesi müderrislerinden Mehmet Tahir Efendi, Osmanlı Devleti'ne bağlı Arnavutluk'un İpek kazasına bağlı Şuşise Köyü'nden İstanbul'a gelmiş, annesi Emine Cemile Hanım ise Buharalı Mehmet Efendi'nin kızı olarak Samsun'da doğmuştu. Mehmet Tahir Efendi, ona ebced hesabıyla doğduğu yıl olan 1290'a karşılık gelen Rağıf ismini vermişse de çevresi tarafından Akif olarak çağırıldı. Akif dışında bir de Nuriye adında bir kızları bulunuyordu. Mehmet Akif, İstanbul'da Fatih'in Sarıgüzel semtinin Nasuh Mahallesi'nde doğdu. Çocukluğu Osmanlı Devleti'nin "hasta adam" olarak nitelendirildiği döneme denk geldi. 1878 yılında, Akif 4 yaşındayken Fatih'de Emir Buhari Mahalle Mektebi'ne başladı. Burada iki yıl eğitim gördükten sonra Fatih İbtidaisi'ne geçti. Aynı yıl babası ona Arapça dersleri vermeye başladı.
Babasının yazın Emin Paşa'nın çocuklarına ders vermesi sebebiyle Emin Paşa'nın çocukları ile arkadaşlık kurdu. Mehmet Akif, 1882 yılında ilköğretimini tamamlayarak Fatih Merkez Rüştiyesi'ne başladı. Ayrıca Fatih Camii'nde Esad Dede'nin İran Edebiyatı derslerine katılıyordu. Lise eğitiminde Mülkiye'nin İdadi bölümünde başladıktan sonra yüksek kısmına geçti. Kısa bir süre sonra evlerinin yanması ve babasının vefatı sebebiyle okula devam edemeyip sivil veterinerlik okulu olan Baytar Mektebi'ne geçti. Şiirle ilgisi bu dönemde başlayan Mehmet Akif, ilk şiirlerini bu dönemde yazmaya başladı.
22 Aralık 1893 tarihinde birincilik ile mezun olmasından sonra Orman ve Ma'adin ve Ziraat Nezare'Baytar Müfettiş Muavini olarak tayin edildi. 1895 yılında ilk eseri olan 7 beyitlik gazeli "Kur'an'a Hitab", Servet-i Fünun Gazetesi'nde yayınlandı. 4 yıl boyunca Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da görev yaptı. Bu seyahatler Mehmet Akif'in düşünce ve yazın hayatını çok etkildi.
1 Eylül 1898'de 25 yaşında iken Tophane-i Amire veznedarı Mehmet Emin Bey'in kızı İsmet Hanım ile evlendi. Aynı yıllarda Maarif Dergisi'nde ve Resimli Gazete'de şiir yazıları ve Arapça, Farsça ve Fransızca'dan yaptığı çevirilen yayınlandı. 1906 yılında Halkalı Ziraat Mektebi'ne Kitabet-i Resmiye Muallimi ve 1907'de Çiftlik Makinist Okulu'na Türkçe öğretmeni olarak atandı. Ardından bir yıl sonra II. Meşrutiyet'in ilan edildiği dönem İstanbul'da Umur-i Baytariye Dairesi Müdür Muavinliği'ne getirildi. 1908-1910 yılları arasında "Sırat'ı Müstakim" dergisinde yazdığı dönem en ünlü şiirleri "Küfe" ve "Seyfi Baba" yayınlandı.
Kısa bir süre sonra Darülfünun Edebiyat-ı Umumiye müderrisliğine tayin edilen Mehmet Akif, uzun süre bu kadroda kaldı. 1913'te İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girdi. I. Dünya Savaşı sırasında bu cemiyete bağlı bir örgüt olan Teşkilat-ı Mahsusa aracılığıyla Almanya'daki Müslüman tutsakların durumunu incelemek üzere Berlin’e gönderildi. Ardından Arabistan ve Lübnan'a gitmiş ve burada batı-doğu ayrımına şahit oldu. İstanbul'a döndükten sonra Darül-Hikmet-i İslamiye'nin başkatipliğine atandı. Miili Mütareke döneminde kurtuluş hareketine destek verdi. Balıkesir'de yaptığı konuşmadan dolayı İstanbul'daki görevinden alındı. Ankara Hükümeti'nin kurulmasından sonra Burdur Milletvekili olarak meclise girdi.
O sırada Maarif Vekili Hamdullah Suphi'nin desteği ile İstiklal Marşı için açılan yarışmaya giren Mehmet Akif Ersoy, 724 şiir arasından yarışmayı kazandı. 18 Mart 1921'de kabul edilen şiir, 1924 yılında Osman Zeki Üngör tarafından bestelenerek "Türkiye Cumhuriyeti'nin Milli Marşı" olarak ilan edildi. Mehmet Akif Ersoy yarışmadan kazandığı 500 lirayı kabul etmeyerek Türk Ordusu'na armağan etti.
Sakarya Zaferi'nden sonra İstanbul'a geldi ancak İslami uyanışçı düşünürlerden olan Mehmet Akif Ersoy, Cumhuriyet'in laik düzeninin oturması sebebiyle Mısır'a gitti. 1936 yılına kadar Mısır'da Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdi. Siroz'a yakalanması üzerine 1935'te Lübnan'a, 1936'da Antakya'ya gitti. Hastalığının ilerlemesi üzerine ülkesine döndü ve 27 Aralık 1936'da İstanbul'da vefat etti. Mezarı Edirnekapı Şehitliği'nde bulunmaktadır.
Mehmet Akif Ersoy'un en önemli eseri olan "Safahat", 7 kitabtan oluşmaktadır. 1911 yılında yazdığı birinci bölümde osmanlı toplumunun meşrutiyet dönemini; 1912 yılında yazdığı "Süleymaniye Kürsüsünde" adlı ikinci kitapta, Osmanlı aydınlarını işlemiştir. 1913'de Safahat'ın üçüncü bölümü olan "Halkın Sesleri"ni ve 1914 yılında dördüncü bölüm "Fatih Kürsüsünde"yi yazdı. Ardından 1917 tarihli "Hatıralar" ve I. Dünya Savaşı hakkında görüşlerinin yer aldığı 1924 tarihli "Asım"ı yazdı. Son ve 7. bölüm olan "Gölgeler"i 1933 yılında yazdı. Şiirlerinin toplu olarak yer aldığı 7 kitaplık eserine "İstiklal Marşı"nı koymayarak bu eserini Türk Milleti'ne armağan etmişti.
Başlangıcı 1911 olan "Safahat", 1933 yılında tamamlandı. Özmer Ziya Doğrul, Mehmet Akif Ersoy'un kitaplarına almadığı şiirlerini de ekleyerek eseri, 1943 yılında tekrar yayımladı. Ardından 1987 yılında M. Ertuğrul Düzdağ, eseri önceki baskıları arasındaki farkı gösteren yeni bir basımını yaptı. "Kur'an'dan Ayet ve Hadisler" ve "Mehmet Akif Ersoy'un Makaleleri" adlı çalışmaları da ölümünden sonra yayımlanmıştır.
Mesnevi, Hafız Divanı, Güllistan, Fuzuli'nin Leyla ve Mecnu'nu, Victor Hugo, Lamartine ve Emile Zola gibi eserleri okumuş olan Mehmet Akif Ersoy'un eserleri anlatıya ve övgüye dayalıdır. "Sanat sanat içindir" görüşüne karşı çıkmış dini yönü ağırlıkta bir edebiyat tarzı benimsemiştir. Edebiyat dili olarak Milli Edebiyat akımına karşı çıkmış, aruz kullanmıştır. Hatta edebiyatta batılılaşma konusunda Tevfik Fikret ile çatışmıştır.
İstiklâl mücâdelesinin en çetin bir safhasında milletin duygularını belirtecek bir “İstiklâl Marşı”nın yazılması istenmiş ve böylece, Maarif Vekâleti tarafından bir müsabaka açılmış ve yarışmada birinciliği kazanacak kişiye 500 lira nakdî mükâfat verileceği ilân edilmişti. Yurdun her tarafından 500’den fazla şâir müsabakaya girmişti. Fakat yazılan marşlar, milletin hissiyatına tercüman olacak bir durumda değildi. Mehmed Âkif, marşın ödüllü olmasından dolayı yarışmaya katılmamıştı. Zamanın Maarif Vekili Hamdullah Suphi böyle bir marşın ancak, Mehmed Akif Bey tarafından yazılabileceğine inanmış ve 5 Şubat 1337, Milâdî 1921 tarihinde şu mektubu kendisine yazmıştır:
“Pek aziz ve muhterem efendim, istiklâl marşı için açılan müsabakaya iştirak buyurmamaklarındaki sebebin izâlesi için pek çok tedbirler vardır. Zât-i üstadânelerinin matlûb şi’iri vücûda getirmeleri maksadın husûli için son çâre olarak kalmıştır. Asl endîşenizin icâbettiği ne varsa hepsini yaparız. ..’’
Bu mektubun yazılmasından bir ay bile geçmeden milletin istediği İstiklâl Marşı yazılmış ve kahraman orduya ithaf olunmuştu. Marş, Maarif Vekili Hamdullah Suphi ve arkadaşları tarafından beğenilmişti. Yalnız bu marşın üstadı rencide etmeden Büyük Millet Meclisi’nden nasıl geçirileceği üzerinde düşünülmüştü. Bu sıralarda Maarif Vekâleti’nce seçilen yedi marş da Büyük Millet Meclisi’ne getirilmişti. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1 Mart 1337 (1921) tarihindeki toplantısında kararı, Karesi Meb’usu Basri Çantay, Meclis’e gelen marşlardan birinin okunması için bir takrir vermişti. Bu takrir Meclis üyelerinin re’yine sunulmuş ve tasvîb olunmuştur. Marşlardan birinin okunması için Meclis Reisi tarafından, Hamdullah Suphi Bey kürsüye davet edilmiş ve ezcümle şöyle konuşmuştur:
-Arkadaşlar, hatırlarsanız, Maarif Vekâleti son mücâdelemizin ruhunu terennüm edecek bir marş için şâirlerimize müracaat etmiştir. Birçok şiirler geldi, burada yedi tanesi en fazla vasfı hâiz olarak görülmüş ve seçilmiştir.
Hamdullah Suphi, gür sesiyle Meclis’in kürsüsünde İstiklâl Marşı’nı okumuştur. “Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin İSTİKLÂL” mısraları ile bu marş, Meclis üyelerinin şiddetli ve heyecanlı tezahüratına vesile olmuş, salon alkış sesleriyle dolmuştur. Kastamonu Meb’usu Dr. Suad Bey, 12 Mart 1337 (1921) tarihinde Büyük Millet Meclisi Riyaseti’ne, “Riyâset-i Celîle’ye: Müzâkere kifayetini ve Mehmed Akif Bey’in İstiklâl Marşı’nın kabulünü teklif ederim.” şeklinde takrir vermiştir. Takrir Meclis Reisi tarafından oya sunulmuş ve kabul edilmiştir. Böylece Mehmed Âkif tarafından yazılan şiir İstiklâl Marşı olarak ekseriyetle kabul edilmiştir. Kırşehir Meb’usu Müfid Efendi, bu marşın, Hamdullah Suphi Bey tarafından kürsüde tekrar okunmasını, Konya Mebusu Refik Koraltan da milletin ruhuna tercüman olan işbu İstiklâl Marşı’nın ayakta dinlenmesini teklif etmiştir. Bunun üzerine 12 Mart 1337’de (1921) kabul edilen ve kanunlaşan İstiklâl Marşı tekrar Hamdullah Suphi tarafından okunmuş ve marş ayakta dinlenmiştir.
Mehmed Âkif’e niçin istiklâl Marşı’nı Safahât’ına koymadığı sorulduğunda o büyük insan, “O benim değildir. Ancak milletimindir.” diye cevapta bulunmuştu. Akif, 500 lira olan ödülü fakir çocuk ve kadınlara örgü öğretmek, bir geçim sağlamak gayesiyle faaliyette bulunan Darü’l-Nisaiyye’ye bağışlamıştır. Bu büyük insan bu bağışta bulunurken Ankara’nın o yakıcı soğuklarında bir arkadaşının paltosunu dönüşümlü giyerek dışarı çıkabiliyordu.
Âkif denince aklımıza ne geliyor?
İstiklal Marşı’nı pek çoğumuz ezbere biliriz. Ya ötesini... “Çanakkale Destanı’nı, Âkif’in ideal genci Asım’ı, Köse İmam’ı tanıyor muyuz? Hele Kocakarı ile Ömer’in hikâyesini, Âkif’in dilinden okuduk mu hiç? Necid çöllerinde Âkif’le birlikte yürüdük mü? Göğsünü kabarta kabarta İstiklal Marşı’nı dinleyen bir nesil, o eşsiz marşı yazan şairi de yakından tanımalıdır. Doğruluğu, edebi, vefası, cömertliği, kerem ve mertliği ile hep sevilip sayılmış olan Âkif’i tanımamak çok büyük bir kayıptır..
İstiklal Marşı'nın güftekarı, şair ve yazar.
Mehmet Akif Ersoy, 20 Aralık 1873'te İstanbul'da doğdu. Babası Fatih Medresesi müderrislerinden Mehmet Tahir Efendi, Osmanlı Devleti'ne bağlı Arnavutluk'un İpek kazasına bağlı Şuşise Köyü'nden İstanbul'a gelmiş, annesi Emine Cemile Hanım ise Buharalı Mehmet Efendi'nin kızı olarak Samsun'da doğmuştu. Mehmet Tahir Efendi, ona ebced hesabıyla doğduğu yıl olan 1290'a karşılık gelen Rağıf ismini vermişse de çevresi tarafından Akif olarak çağırıldı. Akif dışında bir de Nuriye adında bir kızları bulunuyordu. Mehmet Akif, İstanbul'da Fatih'in Sarıgüzel semtinin Nasuh Mahallesi'nde doğdu. Çocukluğu Osmanlı Devleti'nin "hasta adam" olarak nitelendirildiği döneme denk geldi. 1878 yılında, Akif 4 yaşındayken Fatih'de Emir Buhari Mahalle Mektebi'ne başladı. Burada iki yıl eğitim gördükten sonra Fatih İbtidaisi'ne geçti. Aynı yıl babası ona Arapça dersleri vermeye başladı.
Babasının yazın Emin Paşa'nın çocuklarına ders vermesi sebebiyle Emin Paşa'nın çocukları ile arkadaşlık kurdu. Mehmet Akif, 1882 yılında ilköğretimini tamamlayarak Fatih Merkez Rüştiyesi'ne başladı. Ayrıca Fatih Camii'nde Esad Dede'nin İran Edebiyatı derslerine katılıyordu. Lise eğitiminde Mülkiye'nin İdadi bölümünde başladıktan sonra yüksek kısmına geçti. Kısa bir süre sonra evlerinin yanması ve babasının vefatı sebebiyle okula devam edemeyip sivil veterinerlik okulu olan Baytar Mektebi'ne geçti. Şiirle ilgisi bu dönemde başlayan Mehmet Akif, ilk şiirlerini bu dönemde yazmaya başladı.
22 Aralık 1893 tarihinde birincilik ile mezun olmasından sonra Orman ve Ma'adin ve Ziraat Nezare'Baytar Müfettiş Muavini olarak tayin edildi. 1895 yılında ilk eseri olan 7 beyitlik gazeli "Kur'an'a Hitab", Servet-i Fünun Gazetesi'nde yayınlandı. 4 yıl boyunca Rumeli, Anadolu ve Arabistan'da görev yaptı. Bu seyahatler Mehmet Akif'in düşünce ve yazın hayatını çok etkildi.
1 Eylül 1898'de 25 yaşında iken Tophane-i Amire veznedarı Mehmet Emin Bey'in kızı İsmet Hanım ile evlendi. Aynı yıllarda Maarif Dergisi'nde ve Resimli Gazete'de şiir yazıları ve Arapça, Farsça ve Fransızca'dan yaptığı çevirilen yayınlandı. 1906 yılında Halkalı Ziraat Mektebi'ne Kitabet-i Resmiye Muallimi ve 1907'de Çiftlik Makinist Okulu'na Türkçe öğretmeni olarak atandı. Ardından bir yıl sonra II. Meşrutiyet'in ilan edildiği dönem İstanbul'da Umur-i Baytariye Dairesi Müdür Muavinliği'ne getirildi. 1908-1910 yılları arasında "Sırat'ı Müstakim" dergisinde yazdığı dönem en ünlü şiirleri "Küfe" ve "Seyfi Baba" yayınlandı.
Kısa bir süre sonra Darülfünun Edebiyat-ı Umumiye müderrisliğine tayin edilen Mehmet Akif, uzun süre bu kadroda kaldı. 1913'te İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne girdi. I. Dünya Savaşı sırasında bu cemiyete bağlı bir örgüt olan Teşkilat-ı Mahsusa aracılığıyla Almanya'daki Müslüman tutsakların durumunu incelemek üzere Berlin’e gönderildi. Ardından Arabistan ve Lübnan'a gitmiş ve burada batı-doğu ayrımına şahit oldu. İstanbul'a döndükten sonra Darül-Hikmet-i İslamiye'nin başkatipliğine atandı. Miili Mütareke döneminde kurtuluş hareketine destek verdi. Balıkesir'de yaptığı konuşmadan dolayı İstanbul'daki görevinden alındı. Ankara Hükümeti'nin kurulmasından sonra Burdur Milletvekili olarak meclise girdi.
O sırada Maarif Vekili Hamdullah Suphi'nin desteği ile İstiklal Marşı için açılan yarışmaya giren Mehmet Akif Ersoy, 724 şiir arasından yarışmayı kazandı. 18 Mart 1921'de kabul edilen şiir, 1924 yılında Osman Zeki Üngör tarafından bestelenerek "Türkiye Cumhuriyeti'nin Milli Marşı" olarak ilan edildi. Mehmet Akif Ersoy yarışmadan kazandığı 500 lirayı kabul etmeyerek Türk Ordusu'na armağan etti.
Sakarya Zaferi'nden sonra İstanbul'a geldi ancak İslami uyanışçı düşünürlerden olan Mehmet Akif Ersoy, Cumhuriyet'in laik düzeninin oturması sebebiyle Mısır'a gitti. 1936 yılına kadar Mısır'da Türk Dili ve Edebiyatı dersleri verdi. Siroz'a yakalanması üzerine 1935'te Lübnan'a, 1936'da Antakya'ya gitti. Hastalığının ilerlemesi üzerine ülkesine döndü ve 27 Aralık 1936'da İstanbul'da vefat etti. Mezarı Edirnekapı Şehitliği'nde bulunmaktadır.
Mehmet Akif Ersoy'un en önemli eseri olan "Safahat", 7 kitabtan oluşmaktadır. 1911 yılında yazdığı birinci bölümde osmanlı toplumunun meşrutiyet dönemini; 1912 yılında yazdığı "Süleymaniye Kürsüsünde" adlı ikinci kitapta, Osmanlı aydınlarını işlemiştir. 1913'de Safahat'ın üçüncü bölümü olan "Halkın Sesleri"ni ve 1914 yılında dördüncü bölüm "Fatih Kürsüsünde"yi yazdı. Ardından 1917 tarihli "Hatıralar" ve I. Dünya Savaşı hakkında görüşlerinin yer aldığı 1924 tarihli "Asım"ı yazdı. Son ve 7. bölüm olan "Gölgeler"i 1933 yılında yazdı. Şiirlerinin toplu olarak yer aldığı 7 kitaplık eserine "İstiklal Marşı"nı koymayarak bu eserini Türk Milleti'ne armağan etmişti.
Başlangıcı 1911 olan "Safahat", 1933 yılında tamamlandı. Özmer Ziya Doğrul, Mehmet Akif Ersoy'un kitaplarına almadığı şiirlerini de ekleyerek eseri, 1943 yılında tekrar yayımladı. Ardından 1987 yılında M. Ertuğrul Düzdağ, eseri önceki baskıları arasındaki farkı gösteren yeni bir basımını yaptı. "Kur'an'dan Ayet ve Hadisler" ve "Mehmet Akif Ersoy'un Makaleleri" adlı çalışmaları da ölümünden sonra yayımlanmıştır.
Mesnevi, Hafız Divanı, Güllistan, Fuzuli'nin Leyla ve Mecnu'nu, Victor Hugo, Lamartine ve Emile Zola gibi eserleri okumuş olan Mehmet Akif Ersoy'un eserleri anlatıya ve övgüye dayalıdır. "Sanat sanat içindir" görüşüne karşı çıkmış dini yönü ağırlıkta bir edebiyat tarzı benimsemiştir. Edebiyat dili olarak Milli Edebiyat akımına karşı çıkmış, aruz kullanmıştır. Hatta edebiyatta batılılaşma konusunda Tevfik Fikret ile çatışmıştır.
İstiklâl mücâdelesinin en çetin bir safhasında milletin duygularını belirtecek bir “İstiklâl Marşı”nın yazılması istenmiş ve böylece, Maarif Vekâleti tarafından bir müsabaka açılmış ve yarışmada birinciliği kazanacak kişiye 500 lira nakdî mükâfat verileceği ilân edilmişti. Yurdun her tarafından 500’den fazla şâir müsabakaya girmişti. Fakat yazılan marşlar, milletin hissiyatına tercüman olacak bir durumda değildi. Mehmed Âkif, marşın ödüllü olmasından dolayı yarışmaya katılmamıştı. Zamanın Maarif Vekili Hamdullah Suphi böyle bir marşın ancak, Mehmed Akif Bey tarafından yazılabileceğine inanmış ve 5 Şubat 1337, Milâdî 1921 tarihinde şu mektubu kendisine yazmıştır:
“Pek aziz ve muhterem efendim, istiklâl marşı için açılan müsabakaya iştirak buyurmamaklarındaki sebebin izâlesi için pek çok tedbirler vardır. Zât-i üstadânelerinin matlûb şi’iri vücûda getirmeleri maksadın husûli için son çâre olarak kalmıştır. Asl endîşenizin icâbettiği ne varsa hepsini yaparız. ..’’
Bu mektubun yazılmasından bir ay bile geçmeden milletin istediği İstiklâl Marşı yazılmış ve kahraman orduya ithaf olunmuştu. Marş, Maarif Vekili Hamdullah Suphi ve arkadaşları tarafından beğenilmişti. Yalnız bu marşın üstadı rencide etmeden Büyük Millet Meclisi’nden nasıl geçirileceği üzerinde düşünülmüştü. Bu sıralarda Maarif Vekâleti’nce seçilen yedi marş da Büyük Millet Meclisi’ne getirilmişti. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 1 Mart 1337 (1921) tarihindeki toplantısında kararı, Karesi Meb’usu Basri Çantay, Meclis’e gelen marşlardan birinin okunması için bir takrir vermişti. Bu takrir Meclis üyelerinin re’yine sunulmuş ve tasvîb olunmuştur. Marşlardan birinin okunması için Meclis Reisi tarafından, Hamdullah Suphi Bey kürsüye davet edilmiş ve ezcümle şöyle konuşmuştur:
-Arkadaşlar, hatırlarsanız, Maarif Vekâleti son mücâdelemizin ruhunu terennüm edecek bir marş için şâirlerimize müracaat etmiştir. Birçok şiirler geldi, burada yedi tanesi en fazla vasfı hâiz olarak görülmüş ve seçilmiştir.
Hamdullah Suphi, gür sesiyle Meclis’in kürsüsünde İstiklâl Marşı’nı okumuştur. “Hakkıdır, hür yaşamış bayrağımın hürriyet; Hakkıdır, Hakk’a tapan milletimin İSTİKLÂL” mısraları ile bu marş, Meclis üyelerinin şiddetli ve heyecanlı tezahüratına vesile olmuş, salon alkış sesleriyle dolmuştur. Kastamonu Meb’usu Dr. Suad Bey, 12 Mart 1337 (1921) tarihinde Büyük Millet Meclisi Riyaseti’ne, “Riyâset-i Celîle’ye: Müzâkere kifayetini ve Mehmed Akif Bey’in İstiklâl Marşı’nın kabulünü teklif ederim.” şeklinde takrir vermiştir. Takrir Meclis Reisi tarafından oya sunulmuş ve kabul edilmiştir. Böylece Mehmed Âkif tarafından yazılan şiir İstiklâl Marşı olarak ekseriyetle kabul edilmiştir. Kırşehir Meb’usu Müfid Efendi, bu marşın, Hamdullah Suphi Bey tarafından kürsüde tekrar okunmasını, Konya Mebusu Refik Koraltan da milletin ruhuna tercüman olan işbu İstiklâl Marşı’nın ayakta dinlenmesini teklif etmiştir. Bunun üzerine 12 Mart 1337’de (1921) kabul edilen ve kanunlaşan İstiklâl Marşı tekrar Hamdullah Suphi tarafından okunmuş ve marş ayakta dinlenmiştir.
Mehmed Âkif’e niçin istiklâl Marşı’nı Safahât’ına koymadığı sorulduğunda o büyük insan, “O benim değildir. Ancak milletimindir.” diye cevapta bulunmuştu. Akif, 500 lira olan ödülü fakir çocuk ve kadınlara örgü öğretmek, bir geçim sağlamak gayesiyle faaliyette bulunan Darü’l-Nisaiyye’ye bağışlamıştır. Bu büyük insan bu bağışta bulunurken Ankara’nın o yakıcı soğuklarında bir arkadaşının paltosunu dönüşümlü giyerek dışarı çıkabiliyordu.
Âkif denince aklımıza ne geliyor?
İstiklal Marşı’nı pek çoğumuz ezbere biliriz. Ya ötesini... “Çanakkale Destanı’nı, Âkif’in ideal genci Asım’ı, Köse İmam’ı tanıyor muyuz? Hele Kocakarı ile Ömer’in hikâyesini, Âkif’in dilinden okuduk mu hiç? Necid çöllerinde Âkif’le birlikte yürüdük mü? Göğsünü kabarta kabarta İstiklal Marşı’nı dinleyen bir nesil, o eşsiz marşı yazan şairi de yakından tanımalıdır. Doğruluğu, edebi, vefası, cömertliği, kerem ve mertliği ile hep sevilip sayılmış olan Âkif’i tanımamak çok büyük bir kayıptır..