bilgiliadam
Yeni Üye
Mutlu Prens hikayesi
Mutlu Prens masalı
Mutlu Prens Kitap Ozeti
Kentin yukarısında, yuksek bir sutun ustunde Mutlu Prens ’in yontusu duruyordu Baştan başa ince, saf bir altın tabakasıyla kaplıydı; gozleri iki parlak gok yakuttu, kılıcının kabzasında da kocaman bir al yakut parlıyordu
Yontuyu pek beğeniyorlardı Sanatcı zevkleri olduğu ununu kazanmak isteyen bir belediye meclisi uyesi, “Sanki hava fırıldağı… oylesine guzel, diye duşuncesini belirtti; ama kendisinin pek pratik olmadığını sanırlar korkusuyla hemen ekledi: “Ancak, o kadar da yararlı değil
Dikkatli bir anne, ay icin tutturup ağlayan oğluna, “Mutlu Prens kadar olamıyor musun? O hicbir şey icin ağlamayı aklına bile getirmez dedi
Umutsuz bir adam, bu cok guzel yontuya bakarak, “Hele, dunyada tumuyle mutlu biri varmış diye soylendi
Hayır kurumunun cocukları parlak kırmızı pelerinleri, tertemiz beyaz onlukleriyle kiliseden cıkarlarken “Tıpkı melek gibi, dediler
Matematik oğretmeni, “Nereden biliyorsunuz? diye sordu, “Hic melek gormediniz ki
Cocuklar, “A, duşlerimizde var ama… dediler Matematik oğretmeni de kaşlarını catıp pek ciddi tavır takındı, cunku cocukların duşlemlerle uğraşmasını doğru bulmazdı
Bir gece kucuk bir kırlangıc kente doğru cıkageldi Arkadaşları bir bucuk ay once Mısır ’a gitmişler, ama bu geri kalmıştı Cunku en guzel saza gonul vermişti
Ona ta İlkyaz ’ın başında, iri sarı bir kelebeğin peşi sıra ırmaktan aşağı doğru ucarken raslamış, sazın ince ve kırılgan beline oyle vurulmuştu ki konuşmak icin onunde durmuştu
Sozu dondurup dolaştırmaktan hoşlanmayan Kırlangıc, “Sizi seveyim mi? dedi Saz da yerlere dek eğildi Bunun uzerine kırlangıc kanatlarını suya değdire değdire gumuş halkalar cizerek onun cevresinde dondu, dondu Bu onun yanıp yakılmasıydı ve butun yaz surdu
Oteki kırlangıclar, “Gulunc bir ilgi; parası yok, sonra soyu sopu da kum gibi, diye cıvıldadılar Doğrusu ırmak da sazlarla dopdoluydu Sonra guz gelince hepsi ucup gitti
Onlar gittikten sonra Kırlangıc pek yalnız kaldı ve sevgilisinden bıkmaya başladı, “Hic konuşmuyor, dedi, “Sanırım hoppalığı da var, cunku hep ruzgarla cilveleşiyor Ruzgarın her esişinde saz kesin en zarif iltifatlarını yağdırırdı “Evine boyle bağlı olmasını kabul ederim… diye surdurdu konuşmasını, “… ama ben gezmeye bayılırım, dolayısıyla karım da gezmeden hoşlanmalı
Sonunda ona, “Benimle geliyor musun? diye sordu; saz başını yukarı kaldırdı Evine pek bağlıydı
Kırlangıc, “Sen beni oyaladın Ben piramitlere gidiyorum, hoşcakal! diye haykırıp uctu
Butun gun uctu, geceleyin kente vardı; “Acaba nereye insem? Umarım kent benim icin hazırlıkta bulunmuştur, dedi
Sonra yuksek sutunun ustundeki yontuyu gordu
“Burada kalırım Bol havalı, cok guzel bir yer diye Mutlu Prens ’in tam ayaklarının arasına kondu
Cevresine bakınıp uyumaya hazırlanırken, kendi kendisine yavaşca, “Yatak odam altından, dedi; ama, tam başını kanadının altına koyarken, ustune iri bir su damlası duştu “Ne tuhaf şey, gokte bir tek bulut yok, yıldızlar parıl parıl parlıyor da gene yağmur yağıyor Avrupa ’nın kuzeyinde iklim doğrusu pek kotuymuş, diye haykırdı; “Saz yağmurdan hoşlanırdı, ama bu onun bencilliğinden başka bir şey değildi
Derken bir damla daha duştu
“Yağmurdan koruyamayacak olduktan sonra yontunun ne gereği var? İyi bir baca kulahı bulmalı diye ucmaya davrandı
Ama daha kanatlarını acmadan ucuncu bir damla duştu Başını kaldırıp bakınca ne gorsun?
Mutlu Prens ’in gozleri yaş icindeydi, altın yanaklarından da gozyaşları akıp duruyordu Yuzu ay ışığında o kadar guzeldi ki kucuk Kırlangıc ’ın yureği sızladı:
“Kimsiniz? dedi
“Ben Mutlu Prensim
Kırlangıc, “Oyleyse niye ağlıyorsunuz? diye sordu, “Beni sırılsıklam ettiniz
Yontu, “Ben sağken, daha yureğim insan yureğiyken gozyaşı nedir bilmezdim, cunku kapısından uzuntunun giremediği Sans Souci sarayında otururdum Gunduzun bahcede arkadaşlarımla oynar, akşamları da buyuk salonda dansın başına gecerdim Bahcenin cevresini saran pek yuksek bir duvar vardı Ama, onun gerisinde ne olduğunu sormayı aklıma bile getirmezdim Cevremde her şey o kadar guzeldi ki… Buyruğumdakiler bana Mutlu Prens derlerdi; doğrusu mutluydum da; eğlence mutluluksa… İşte boyle yaşadım, boyle oldum Artık oluyum diye beni buraya, boyle yukseğe diktiler Şimdi beldemin butun cirkinliğini, olanca duşkunluğunu goruyorum Yureğim kurşun olduğu halde elimden ağlamaktan başka bir şey gelmiyor
Kırlangıc kendi kendine, “Ne, som altından değil mi? dedi Kişisel duşuncelerini acıkca soylemeyecek kadar nazikti
Yontu alcak, uyumlu bir sesle: “Uzakta, dedi, “kucuk bir sokakta yıkık dokuk bir ev var Pencerelerinden biri acık, icinde de masa başında oturmuş bir kadın goruyorum Yuzu zayıf ve yıpranmış Dikiş iğnesini durtuklemekten delik deşik, kızarmış, sert elleri var, cunku bu kadın terzi Kralicenin saraydaki soyleşi arkadaşlarından en guzeli icin saray balosunda giyilmek uzere canfes bir giysi ustune carkıfelek cicekleri işliyor Odanın koşesinde, bir yatakta kucuk oğlu hasta yatıyor Ateşi var Portakal istiyor Annesindeyse ırmak suyundan başka verecek bir şey yok; cocuk da ağlıyor Kırlangıc, Kırlangıc, kucuk Kırlangıc, kılıcımın kabzasındaki yakutu cıkarıp ona goturmez misin? Ayaklarım bu altlığa percinli de kıpırdayamıyorum
Kırlangıc, “Beni Mısır ’da bekliyorlar, dedi “Arkadaşlarım Nil ’de aşağı yukarı ucuşup iri niluferlerle konuşuyor Yuce Firavun ’un turbesinde neredeyse uykuya dalarlar Boyalı tabutu icinde kendi de oradadır Baharatla bezenmiş, sapsarı kefenle sarılmıştır Boynunda ucuk yeşil yeşimden bir zincir vardır Elleri de solgun yapraklara benzer
Prens, “Kırlangıc, Kırlangıc, kucuk Kırlangıc dedi “Bir gecelik yanımda kalıp yardımcım olmaz mısın? Cocuk oylesine susamış, annesi de oyle bitkin ki
Kırlangıc yanıtladı: “Oğlan cocuklarını da hic sevmem Gecen yaz ırmakta kaldığım sıralarda bana hep taş atan iki terbiyesiz cocuk vardı, Değirmenci ’ nin cocukları Doğallıkla taşları bana hic değdiremezlerdi; biz kırlangıclar hızlı uctuğumuzdan, bizi taşla vurmak kolay değildir Sonra ben cevikliğiyle unlu bir ailenin cocuğuyum Ama, ne de olsa bu saygısızlık belirtisidir
Ama Mutlu Prens ’in oyle uzgun bir gorunuşu vardı ki Kırlangıc ona acıdı: “Burası cok soğuk, dedi, “Ancak gene yanınızda bir gece kalır, işinizi gorurum
Prens, “Sağol, kucuk Kırlangıc dedi Kırlangıc da Prens ’in kılıcındaki kocaman yakutu gagasıyla aldı ve kentin catıları uzerinden karanlığa daldı
Beyaz mermer meleklerin oyulu olduğu kilise kulesinin yanından gecti Sarayın onunden suzulurken dans sesleri duydu Guzel bir kız sevgilisiyle balkona cıktı; erkek kıza: “Şu yıldızlara şaşıyorum, şu aşkın gucune şaşıyorum, dedi
Kız, “Kralicenin balosuna dek bari giysim yetişseydi, diye yanıt verdi, “Ustune carkıfelek cicekleri işletiyorum; ama terziler oyle tembel ki
Irmağın uzerinden gecip gemilerin serenlerine asılı fenerleri gordu Yahudi mahallesinin uzerinden aşarken Yahudilerin pazarlık ede ede bakır terazilerle altın tarttıklarını gordu Sonunda yıkık dokuk eve varıp iceri baktı Cocuk yatağında ateş icinde cırpınıyor, annesi de uyukluyordu; kadıncağız pek yorgundu Bir sıcrayışta iceri girip kocaman yakutu masanın ustune, kadının yuksuğunun yanına bıraktı Sonra kanatlarıyla cocuğun alnını yelpazeleye yelpazeleye yatağın cevresinde hafif hafif uctu Cocuk,Nasıl da serinledim, sanırım iyileşiyorum, diye tatlı bir uykuya daldı
Sonra Kırlangıc, Prens ’in yanına donup yaptıklarını anlattı, “Ne tuhaf, dedi, “Hava pek soğuk olduğu halde vucudum sanki cok sıcak
Prens, “Cunku iyilik ettin dedi Kucuk Kırlangıc da duşunceye varıp sonra da uykuya daldı Duşunmek her zaman uykusunu getirirdi
Gun ağırırken ırmağa inip yıkandı Kuşbilim profesoru kopruden gecerken, “Ne gorulmemiş şey! Kış mevsiminde bir kırlangıc! deyip o kentin gazetesine upuzun bir mektup yazdı Herkes ondan soz etti Yazı, anlayamadıkları bircok sozcukle dopdoluydu
Kırlangıc, “Bu gece Mısır ’a gidiyorum, dedi Bu duşunceyle ici icine sığmıyordu Butun genel anıtları ziyaret edip kilise kulesinin tepesinde uzun uzun oturdu Nereye gitse serceler cıvıldaya cıvıldaya, birbirlerine, “Ne kibar bir yabancı… dediler Kırlangıc da pek eğlendi
Ay doğunca Mutlu Prens ’in yanına dondu, “Mısır ’da gorulecek işiniz var mı? Hemen yola cıkıyorum diye seslendi
Prens, “Kırlangıc, Kırlangıc, kucuk Kırlangıc, dedi “Bir gececik daha kalmaz mısın?
Kırlangıc, “Beni Mısır ’da bekliyorlar diye yanıt verdi, “Yarın arkadaşlarım ikinci cağlayana kadar ucacaklar Orada hasır otlarının arasında bir su aygırı yatar Koca granit bir taht ustunde Tanrı Memnon oturur Butun gece yıldızlara bakar, sabah yıldızı belirince bir sevinc cığlığı atar, sonra da susar Oğleyin sarı sarı aslanlar su icmeye ırmak kıyısına gelirler Yemyeşil zebercetler gibi gozleri vardır Gurlemeleri cağlayanın gurlemesini bastırır
Prens, “Kırlangıc, Kırlangıc, kucuk Kırlangıc dedi, “Uzakta, kentin ta obur başında, catı arasında bir genc goruyorum Uzeri kağıtlarla ortulu bir masaya abanmış, yanında bardak icinde bir demet solgun menekşe var Sacları kestane renginde kıvırcık, dudakları lal gibi kıpkırmızı; iri, hulyalı gozleri var Tiyatronun yonetmeni icin bir oyun bitirmeye uğraşıyor Ocakta ateş yok Aclıktan da gucu kesilmiş
Tertemiz yurekli kırlangıc, “Bir gece daha beklerim Bir yakut da ona mı gotureyim? dedi
Prens, “Ne yazık ki artık yakutum yok Varım yoğum gozlerim Gozlerim bin yıl once Hindistan ’dan getirilmiş bulunmaz gok yakuttandır Birini cıkarıp ona gotur Kuyumcuya satıp yiyecek bir şeyle ocakta yakacak odun alır ve oyununu bitirir
Kırlangıc, “Prensciğim, bunu yapamam, diye ağlamaya başladı
Prens, “Kırlangıc, Kırlangıc, kucuk Kırlangıc; nasıl buyuruyorsam oyle yap, dedi
Kırlangıc Prens ’in gozunu alıp Oğrenci ’nin tavan arasına doğru uctu Damda bir delik olduğu icin iceri girmesi pek kolaydı Oradan iceri dalıp odaya girdi Genc elleriyle yuzunu kapamıştı; kuşun kanat cırpmalarını duymadı Başını kaldırınca guzel gok yakutu solgun menekşelerin uzerinde buldu
Genc, “Artık beğenilmeye başladım, diye haykırdı, “Beni cok beğenen birindendir bu Şimdi oyunumu bitirebilirim Artık pek mutluydu
Kırlangıc, ertesi gun limana indi Buyuk bir geminin sereni ustunde oturup gemicilerin koca koca sandıkları iplerle ambarlardan cıkarmalarını seyretti Her sandık cıktıkca, “Yıssa, molaaa, diye haykırıyorlardı Kırlangıc, “Mısır ’a gidiyorum, diye bağırdı, ama kimse aldırmadı, o da ay doğunca Mutlu Prensinin yanına dondu:
“Sizinle esenleşmeye geldim diye seslendi
Prens, “Kırlangıc, Kırlangıc, kucuk Kırlangıc, bir gececik daha kalmaz mısın? dedi
Kırlangıc, “Kış geldi, kavurucu kar da nerdeyse gelir Mısır ’da yemyeşil hurma ağaclarının uzerinde guneş sıcaktır Timsahlar da camurlarda yan gelip tembel tembel bakınırlar Arkadaşlarım şimdi Baalbek Tapınağı ’nda yuva yapıyorlar Pembeli beyazlı kumrular onları seyrede seyrede birbirlerine karşı dem cekiyorlar Prensciğim, sevgili Prens, sizden ayrılmalıyım, ama sizi hic unutmayacağım, onumuzdeki İlkyaz ’a verdiklerinizin yerine iki guzel mucevher getiririm; al yakut, al gullerden daha kırmızı; gok yakut da, engin deniz gibi mavi olacak
Mutlu Prens, “Aşağıki alanda… dedi, “… kucuk bir kibritci kız var Kibritlerini su yoluna duşurdu, hepsi bozuldu Eve para goturmezse babası dovecek Kızcağız ağlıyor Ne ayakkabısı var, ne corabı, başcağızı da acık Obur gozumu cıkar, ona ver de babası dovmesin
Kırlangıc, “Yanınızda bir gece daha kalırım, dedi, “Ama gozunuzu cıkaramam Sonra busbutun kor olursunuz
Prens, “Kırlangıc, Kırlangıc, kucuk Kırlangıc, buyruğumu yap dedi
Kırlangıc, Prens ’in obur gozunu de alıp aşağı doğru fırladı Kibritci kızın yanından suzulup mucevheri avucunun icine bırakıverdi Kız, “Ah, ne guzel cam parcası! diye gulerek koşa koşa eve gitti
Sonra kucuk Kırlangıc Prens ’in yanına dondu, “Şimdi kor oldunuz dedi “Artık ben hep yanınızda kalacağım Prens, “Hayır, kucuk Kırlangıc, dedi, “Sen Mısır ’a gitmelisin
Kırlangıc, “Hep yanınızda kalacağım, diye Prens ’in ayağının dibinde uykuya daldı
Ertesi gun hep Prens ’in omuzunda oturup ona yabancı ulkelerde gorduklerini anlattı Nil ’in kıyılarında sıra sıra dizilip kırmızı balıkları avlayan kızıl ibiş kuşlarından; colde oturup her şeyi bilen, kendisi de dunyayla yaşıt yaşlı Sfenks ’ten; develerinin yanında kehribar tespih ceke ceke ağır ağır yuruyen tacirlerden; Ay dağlarının koskoca bir billura tapan, abanoz gibi kapkara kralından; bir hurma ağacında uyuyup kendisini yirmi rahibe bal helvasıyla besleten koca yeşil yılandan; buyuk bir golde iri yayvan yaprakların ustunde yuzup her zaman kelebeklerle savaşan Yecuc Mecuclerden soz etti
Prens, “Sevgili kucuk Kırlangıc, bana cok meraklı şeyler soyluyorsun, dedi, “Ama en meraklı şey, insanların acıları Duşkunlukten buyuk hicbir giz yok Kentimin uzerinde uc da, kucuk Kırlangıc, butun gorduklerini bana anlat
Kırlangıc kentin uzerinde uctu: yoksullar kapı diplerinde otururken zenginlerin guzel evlerinde safa surduklerini gordu Karanlık ara yollara girip, kapkara sokaklara kayıtsız kayıtsız bakan ac cocukların kağıt gibi yuzlerini gordu Bir koprunun kemeri altında iki kucuk cocuğun kucak kucağa yatıp birbirlerini ısıtmaya calıştığını gordu Cocuklar, “Aman, cok acız, dediler Bekci “Orada yatamazsınız, diye bağırdı; onlar da yağmur altında gozden yittiler
Sonra donup gorduklerini Prens ’e anlattı
Prens, “Ustum saf altınla kaplıdır, dedi, yaprak yaprak sokup yoksullarıma gotur; yaşayanlar hep altının insanı mutlu edeceğini sanırlar
Kırlangıc, Mutlu Prens perişan bir duruma gelinceye kadar altını yaprak yaprak soktu Yaprak yaprak yoksullara dağıttı; cocukların benzine renk geldi ve sokaklarda gulup oynamaya koyuldular, “Artık ekmeğimiz var, diye haykırmaya başladılar
Derken kar bastırdı, arkasından da don Sokaklar sanki gumuştenmiş gibi parıl parıl parlıyordu Upuzun buzlar evlerin sacaklarından billur hancerler gibi sarkıyor, herkes kurklerle dolaşıyor, kucuk cocuklar da kıpkırmızı başlıklarla buz ustunde kayıyorlardı
Zavallı kucuk Kırlangıc uşudukce uşudu, ama Prens ’i bırakmak istemedi; onu cok seviyordu Ekmekci gormeden fırının dışındaki ekmek ufaklarını topluyor; kanatlarını cırpa cırpa da ısınmaya calışıyordu
Ama sonunda oleceğini anladı Ancak bir kez daha Prens ’in omuzuna dek ucabilecek gucu kalmıştı Hafifce, “Hoşcakal, sevgili Prens, diyebildi, “Elinizi opmeme izin verir misiniz?
Prens, “Demek sonunda Mısır ’a gidiyorsun kucuk Kırlangıc; buna sevindim Burada uzun sure kaldın, ama beni dudaklarımdan opmelisin, cunku seni seviyorum, dedi
Kırlangıc, “Gittiğim yer Mısır değil dedi, “Ben olumun ocağına gidiyorum Olum de uykunun kardeşi değil mi?
Ve Mutlu Prens ’i dudaklarından opup ayaklarının dibine olu olarak duştu
Tam o anda Mutlu Prens ’in icinde bir şey kırılmış gibi şaşırtıcı bir catırtı duyuldu Kurşundan yureği, tam ortasından ikiye ayrılmıştı Don ’un pek sert olduğu kesindi
Ertesi sabah erkenden Belediye Başkanı, Belediye Meclisi uyeleriyle birlikte aşağıdaki alanda dolaşıyordu Sutunun onunden gecerken başını kaldırıp yontuya baktı, “Vay, Mutlu Prens ’e ne olmuş boyle? dedi
Her zaman Belediye Başkanı ’nın soylediklerine uygun soz soyleyen meclis uyesi de, “Sahi, ne kılığa girmiş? diye haykırdı; ikisi de, bakmak icin yontunun altlığına cıktılar
Başkan, “Kılıcının yakutu duşmuş, gozleri gitmiş, artık altınlığı da kalmamış; dilenciden biraz iyi durumda… dedi
Uyeler de, “Ya, dilenciden biraz iyi durumda dediler
Başkan, “İşte ayaklarının dibinde de bir kuş olusu! diye surdurdu konuşmasını, “Doğrusu kuşların burada olmesine izin verilemeyeceği konusunda bir buyruk cıkarmalıyız Belediye yazmanı bu duşunceyi hemen yazdı
Bunun uzerine Mutlu Prens ’in yontusunu yıktılar Universitede sanat profesoru, “Artık guzel olmadığına gore, yararlı da değildir, dedi
Sonra yontuyu fırında erittiler Başkan, madenle ne yapmak gerektiğine bir karar vermek uzere meclisi topladı; “Elbette başka bir yontu yaptırmalıyız, dedi, “Bu da ancak benim kendi yontum olabilir
Meclis uyelerinin her biri, “Benim yontum, benim yontum! diye kavgaya tutuştu Son işittiğim zaman hala kavga ediyorlardı
Dokum yerindeki işcilerin başı, “Ne tuhaf şey! Bu kurşun yurek bir turlu fırında erimiyor; bari bir yana atalım, dedi ve icinde olu kuşun da bulunduğu bir toz yığınının ustune attılar
Tanrı meleklerinden birine, “Bana kentteki en iyi iki şeyi bulup getirin, dedi; melek de kurşun yurekle olu kuşu goturdu
Tanrı, “Doğru secmişsiniz, dedi, “Cunku cennetimin bahcesinde bu kucuk kuş sonsuza dek otecek ve Altın Ulkemde Mutlu Prens beni kutsayacak
Mutlu Prens masalı
Mutlu Prens Kitap Ozeti
Kentin yukarısında, yuksek bir sutun ustunde Mutlu Prens ’in yontusu duruyordu Baştan başa ince, saf bir altın tabakasıyla kaplıydı; gozleri iki parlak gok yakuttu, kılıcının kabzasında da kocaman bir al yakut parlıyordu
Yontuyu pek beğeniyorlardı Sanatcı zevkleri olduğu ununu kazanmak isteyen bir belediye meclisi uyesi, “Sanki hava fırıldağı… oylesine guzel, diye duşuncesini belirtti; ama kendisinin pek pratik olmadığını sanırlar korkusuyla hemen ekledi: “Ancak, o kadar da yararlı değil
Dikkatli bir anne, ay icin tutturup ağlayan oğluna, “Mutlu Prens kadar olamıyor musun? O hicbir şey icin ağlamayı aklına bile getirmez dedi
Umutsuz bir adam, bu cok guzel yontuya bakarak, “Hele, dunyada tumuyle mutlu biri varmış diye soylendi
Hayır kurumunun cocukları parlak kırmızı pelerinleri, tertemiz beyaz onlukleriyle kiliseden cıkarlarken “Tıpkı melek gibi, dediler
Matematik oğretmeni, “Nereden biliyorsunuz? diye sordu, “Hic melek gormediniz ki
Cocuklar, “A, duşlerimizde var ama… dediler Matematik oğretmeni de kaşlarını catıp pek ciddi tavır takındı, cunku cocukların duşlemlerle uğraşmasını doğru bulmazdı
Bir gece kucuk bir kırlangıc kente doğru cıkageldi Arkadaşları bir bucuk ay once Mısır ’a gitmişler, ama bu geri kalmıştı Cunku en guzel saza gonul vermişti
Ona ta İlkyaz ’ın başında, iri sarı bir kelebeğin peşi sıra ırmaktan aşağı doğru ucarken raslamış, sazın ince ve kırılgan beline oyle vurulmuştu ki konuşmak icin onunde durmuştu
Sozu dondurup dolaştırmaktan hoşlanmayan Kırlangıc, “Sizi seveyim mi? dedi Saz da yerlere dek eğildi Bunun uzerine kırlangıc kanatlarını suya değdire değdire gumuş halkalar cizerek onun cevresinde dondu, dondu Bu onun yanıp yakılmasıydı ve butun yaz surdu
Oteki kırlangıclar, “Gulunc bir ilgi; parası yok, sonra soyu sopu da kum gibi, diye cıvıldadılar Doğrusu ırmak da sazlarla dopdoluydu Sonra guz gelince hepsi ucup gitti
Onlar gittikten sonra Kırlangıc pek yalnız kaldı ve sevgilisinden bıkmaya başladı, “Hic konuşmuyor, dedi, “Sanırım hoppalığı da var, cunku hep ruzgarla cilveleşiyor Ruzgarın her esişinde saz kesin en zarif iltifatlarını yağdırırdı “Evine boyle bağlı olmasını kabul ederim… diye surdurdu konuşmasını, “… ama ben gezmeye bayılırım, dolayısıyla karım da gezmeden hoşlanmalı
Sonunda ona, “Benimle geliyor musun? diye sordu; saz başını yukarı kaldırdı Evine pek bağlıydı
Kırlangıc, “Sen beni oyaladın Ben piramitlere gidiyorum, hoşcakal! diye haykırıp uctu
Butun gun uctu, geceleyin kente vardı; “Acaba nereye insem? Umarım kent benim icin hazırlıkta bulunmuştur, dedi
Sonra yuksek sutunun ustundeki yontuyu gordu
“Burada kalırım Bol havalı, cok guzel bir yer diye Mutlu Prens ’in tam ayaklarının arasına kondu
Cevresine bakınıp uyumaya hazırlanırken, kendi kendisine yavaşca, “Yatak odam altından, dedi; ama, tam başını kanadının altına koyarken, ustune iri bir su damlası duştu “Ne tuhaf şey, gokte bir tek bulut yok, yıldızlar parıl parıl parlıyor da gene yağmur yağıyor Avrupa ’nın kuzeyinde iklim doğrusu pek kotuymuş, diye haykırdı; “Saz yağmurdan hoşlanırdı, ama bu onun bencilliğinden başka bir şey değildi
Derken bir damla daha duştu
“Yağmurdan koruyamayacak olduktan sonra yontunun ne gereği var? İyi bir baca kulahı bulmalı diye ucmaya davrandı
Ama daha kanatlarını acmadan ucuncu bir damla duştu Başını kaldırıp bakınca ne gorsun?
Mutlu Prens ’in gozleri yaş icindeydi, altın yanaklarından da gozyaşları akıp duruyordu Yuzu ay ışığında o kadar guzeldi ki kucuk Kırlangıc ’ın yureği sızladı:
“Kimsiniz? dedi
“Ben Mutlu Prensim
Kırlangıc, “Oyleyse niye ağlıyorsunuz? diye sordu, “Beni sırılsıklam ettiniz
Yontu, “Ben sağken, daha yureğim insan yureğiyken gozyaşı nedir bilmezdim, cunku kapısından uzuntunun giremediği Sans Souci sarayında otururdum Gunduzun bahcede arkadaşlarımla oynar, akşamları da buyuk salonda dansın başına gecerdim Bahcenin cevresini saran pek yuksek bir duvar vardı Ama, onun gerisinde ne olduğunu sormayı aklıma bile getirmezdim Cevremde her şey o kadar guzeldi ki… Buyruğumdakiler bana Mutlu Prens derlerdi; doğrusu mutluydum da; eğlence mutluluksa… İşte boyle yaşadım, boyle oldum Artık oluyum diye beni buraya, boyle yukseğe diktiler Şimdi beldemin butun cirkinliğini, olanca duşkunluğunu goruyorum Yureğim kurşun olduğu halde elimden ağlamaktan başka bir şey gelmiyor
Kırlangıc kendi kendine, “Ne, som altından değil mi? dedi Kişisel duşuncelerini acıkca soylemeyecek kadar nazikti
Yontu alcak, uyumlu bir sesle: “Uzakta, dedi, “kucuk bir sokakta yıkık dokuk bir ev var Pencerelerinden biri acık, icinde de masa başında oturmuş bir kadın goruyorum Yuzu zayıf ve yıpranmış Dikiş iğnesini durtuklemekten delik deşik, kızarmış, sert elleri var, cunku bu kadın terzi Kralicenin saraydaki soyleşi arkadaşlarından en guzeli icin saray balosunda giyilmek uzere canfes bir giysi ustune carkıfelek cicekleri işliyor Odanın koşesinde, bir yatakta kucuk oğlu hasta yatıyor Ateşi var Portakal istiyor Annesindeyse ırmak suyundan başka verecek bir şey yok; cocuk da ağlıyor Kırlangıc, Kırlangıc, kucuk Kırlangıc, kılıcımın kabzasındaki yakutu cıkarıp ona goturmez misin? Ayaklarım bu altlığa percinli de kıpırdayamıyorum
Kırlangıc, “Beni Mısır ’da bekliyorlar, dedi “Arkadaşlarım Nil ’de aşağı yukarı ucuşup iri niluferlerle konuşuyor Yuce Firavun ’un turbesinde neredeyse uykuya dalarlar Boyalı tabutu icinde kendi de oradadır Baharatla bezenmiş, sapsarı kefenle sarılmıştır Boynunda ucuk yeşil yeşimden bir zincir vardır Elleri de solgun yapraklara benzer
Prens, “Kırlangıc, Kırlangıc, kucuk Kırlangıc dedi “Bir gecelik yanımda kalıp yardımcım olmaz mısın? Cocuk oylesine susamış, annesi de oyle bitkin ki
Kırlangıc yanıtladı: “Oğlan cocuklarını da hic sevmem Gecen yaz ırmakta kaldığım sıralarda bana hep taş atan iki terbiyesiz cocuk vardı, Değirmenci ’ nin cocukları Doğallıkla taşları bana hic değdiremezlerdi; biz kırlangıclar hızlı uctuğumuzdan, bizi taşla vurmak kolay değildir Sonra ben cevikliğiyle unlu bir ailenin cocuğuyum Ama, ne de olsa bu saygısızlık belirtisidir
Ama Mutlu Prens ’in oyle uzgun bir gorunuşu vardı ki Kırlangıc ona acıdı: “Burası cok soğuk, dedi, “Ancak gene yanınızda bir gece kalır, işinizi gorurum
Prens, “Sağol, kucuk Kırlangıc dedi Kırlangıc da Prens ’in kılıcındaki kocaman yakutu gagasıyla aldı ve kentin catıları uzerinden karanlığa daldı
Beyaz mermer meleklerin oyulu olduğu kilise kulesinin yanından gecti Sarayın onunden suzulurken dans sesleri duydu Guzel bir kız sevgilisiyle balkona cıktı; erkek kıza: “Şu yıldızlara şaşıyorum, şu aşkın gucune şaşıyorum, dedi
Kız, “Kralicenin balosuna dek bari giysim yetişseydi, diye yanıt verdi, “Ustune carkıfelek cicekleri işletiyorum; ama terziler oyle tembel ki
Irmağın uzerinden gecip gemilerin serenlerine asılı fenerleri gordu Yahudi mahallesinin uzerinden aşarken Yahudilerin pazarlık ede ede bakır terazilerle altın tarttıklarını gordu Sonunda yıkık dokuk eve varıp iceri baktı Cocuk yatağında ateş icinde cırpınıyor, annesi de uyukluyordu; kadıncağız pek yorgundu Bir sıcrayışta iceri girip kocaman yakutu masanın ustune, kadının yuksuğunun yanına bıraktı Sonra kanatlarıyla cocuğun alnını yelpazeleye yelpazeleye yatağın cevresinde hafif hafif uctu Cocuk,Nasıl da serinledim, sanırım iyileşiyorum, diye tatlı bir uykuya daldı
Sonra Kırlangıc, Prens ’in yanına donup yaptıklarını anlattı, “Ne tuhaf, dedi, “Hava pek soğuk olduğu halde vucudum sanki cok sıcak
Prens, “Cunku iyilik ettin dedi Kucuk Kırlangıc da duşunceye varıp sonra da uykuya daldı Duşunmek her zaman uykusunu getirirdi
Gun ağırırken ırmağa inip yıkandı Kuşbilim profesoru kopruden gecerken, “Ne gorulmemiş şey! Kış mevsiminde bir kırlangıc! deyip o kentin gazetesine upuzun bir mektup yazdı Herkes ondan soz etti Yazı, anlayamadıkları bircok sozcukle dopdoluydu
Kırlangıc, “Bu gece Mısır ’a gidiyorum, dedi Bu duşunceyle ici icine sığmıyordu Butun genel anıtları ziyaret edip kilise kulesinin tepesinde uzun uzun oturdu Nereye gitse serceler cıvıldaya cıvıldaya, birbirlerine, “Ne kibar bir yabancı… dediler Kırlangıc da pek eğlendi
Ay doğunca Mutlu Prens ’in yanına dondu, “Mısır ’da gorulecek işiniz var mı? Hemen yola cıkıyorum diye seslendi
Prens, “Kırlangıc, Kırlangıc, kucuk Kırlangıc, dedi “Bir gececik daha kalmaz mısın?
Kırlangıc, “Beni Mısır ’da bekliyorlar diye yanıt verdi, “Yarın arkadaşlarım ikinci cağlayana kadar ucacaklar Orada hasır otlarının arasında bir su aygırı yatar Koca granit bir taht ustunde Tanrı Memnon oturur Butun gece yıldızlara bakar, sabah yıldızı belirince bir sevinc cığlığı atar, sonra da susar Oğleyin sarı sarı aslanlar su icmeye ırmak kıyısına gelirler Yemyeşil zebercetler gibi gozleri vardır Gurlemeleri cağlayanın gurlemesini bastırır
Prens, “Kırlangıc, Kırlangıc, kucuk Kırlangıc dedi, “Uzakta, kentin ta obur başında, catı arasında bir genc goruyorum Uzeri kağıtlarla ortulu bir masaya abanmış, yanında bardak icinde bir demet solgun menekşe var Sacları kestane renginde kıvırcık, dudakları lal gibi kıpkırmızı; iri, hulyalı gozleri var Tiyatronun yonetmeni icin bir oyun bitirmeye uğraşıyor Ocakta ateş yok Aclıktan da gucu kesilmiş
Tertemiz yurekli kırlangıc, “Bir gece daha beklerim Bir yakut da ona mı gotureyim? dedi
Prens, “Ne yazık ki artık yakutum yok Varım yoğum gozlerim Gozlerim bin yıl once Hindistan ’dan getirilmiş bulunmaz gok yakuttandır Birini cıkarıp ona gotur Kuyumcuya satıp yiyecek bir şeyle ocakta yakacak odun alır ve oyununu bitirir
Kırlangıc, “Prensciğim, bunu yapamam, diye ağlamaya başladı
Prens, “Kırlangıc, Kırlangıc, kucuk Kırlangıc; nasıl buyuruyorsam oyle yap, dedi
Kırlangıc Prens ’in gozunu alıp Oğrenci ’nin tavan arasına doğru uctu Damda bir delik olduğu icin iceri girmesi pek kolaydı Oradan iceri dalıp odaya girdi Genc elleriyle yuzunu kapamıştı; kuşun kanat cırpmalarını duymadı Başını kaldırınca guzel gok yakutu solgun menekşelerin uzerinde buldu
Genc, “Artık beğenilmeye başladım, diye haykırdı, “Beni cok beğenen birindendir bu Şimdi oyunumu bitirebilirim Artık pek mutluydu
Kırlangıc, ertesi gun limana indi Buyuk bir geminin sereni ustunde oturup gemicilerin koca koca sandıkları iplerle ambarlardan cıkarmalarını seyretti Her sandık cıktıkca, “Yıssa, molaaa, diye haykırıyorlardı Kırlangıc, “Mısır ’a gidiyorum, diye bağırdı, ama kimse aldırmadı, o da ay doğunca Mutlu Prensinin yanına dondu:
“Sizinle esenleşmeye geldim diye seslendi
Prens, “Kırlangıc, Kırlangıc, kucuk Kırlangıc, bir gececik daha kalmaz mısın? dedi
Kırlangıc, “Kış geldi, kavurucu kar da nerdeyse gelir Mısır ’da yemyeşil hurma ağaclarının uzerinde guneş sıcaktır Timsahlar da camurlarda yan gelip tembel tembel bakınırlar Arkadaşlarım şimdi Baalbek Tapınağı ’nda yuva yapıyorlar Pembeli beyazlı kumrular onları seyrede seyrede birbirlerine karşı dem cekiyorlar Prensciğim, sevgili Prens, sizden ayrılmalıyım, ama sizi hic unutmayacağım, onumuzdeki İlkyaz ’a verdiklerinizin yerine iki guzel mucevher getiririm; al yakut, al gullerden daha kırmızı; gok yakut da, engin deniz gibi mavi olacak
Mutlu Prens, “Aşağıki alanda… dedi, “… kucuk bir kibritci kız var Kibritlerini su yoluna duşurdu, hepsi bozuldu Eve para goturmezse babası dovecek Kızcağız ağlıyor Ne ayakkabısı var, ne corabı, başcağızı da acık Obur gozumu cıkar, ona ver de babası dovmesin
Kırlangıc, “Yanınızda bir gece daha kalırım, dedi, “Ama gozunuzu cıkaramam Sonra busbutun kor olursunuz
Prens, “Kırlangıc, Kırlangıc, kucuk Kırlangıc, buyruğumu yap dedi
Kırlangıc, Prens ’in obur gozunu de alıp aşağı doğru fırladı Kibritci kızın yanından suzulup mucevheri avucunun icine bırakıverdi Kız, “Ah, ne guzel cam parcası! diye gulerek koşa koşa eve gitti
Sonra kucuk Kırlangıc Prens ’in yanına dondu, “Şimdi kor oldunuz dedi “Artık ben hep yanınızda kalacağım Prens, “Hayır, kucuk Kırlangıc, dedi, “Sen Mısır ’a gitmelisin
Kırlangıc, “Hep yanınızda kalacağım, diye Prens ’in ayağının dibinde uykuya daldı
Ertesi gun hep Prens ’in omuzunda oturup ona yabancı ulkelerde gorduklerini anlattı Nil ’in kıyılarında sıra sıra dizilip kırmızı balıkları avlayan kızıl ibiş kuşlarından; colde oturup her şeyi bilen, kendisi de dunyayla yaşıt yaşlı Sfenks ’ten; develerinin yanında kehribar tespih ceke ceke ağır ağır yuruyen tacirlerden; Ay dağlarının koskoca bir billura tapan, abanoz gibi kapkara kralından; bir hurma ağacında uyuyup kendisini yirmi rahibe bal helvasıyla besleten koca yeşil yılandan; buyuk bir golde iri yayvan yaprakların ustunde yuzup her zaman kelebeklerle savaşan Yecuc Mecuclerden soz etti
Prens, “Sevgili kucuk Kırlangıc, bana cok meraklı şeyler soyluyorsun, dedi, “Ama en meraklı şey, insanların acıları Duşkunlukten buyuk hicbir giz yok Kentimin uzerinde uc da, kucuk Kırlangıc, butun gorduklerini bana anlat
Kırlangıc kentin uzerinde uctu: yoksullar kapı diplerinde otururken zenginlerin guzel evlerinde safa surduklerini gordu Karanlık ara yollara girip, kapkara sokaklara kayıtsız kayıtsız bakan ac cocukların kağıt gibi yuzlerini gordu Bir koprunun kemeri altında iki kucuk cocuğun kucak kucağa yatıp birbirlerini ısıtmaya calıştığını gordu Cocuklar, “Aman, cok acız, dediler Bekci “Orada yatamazsınız, diye bağırdı; onlar da yağmur altında gozden yittiler
Sonra donup gorduklerini Prens ’e anlattı
Prens, “Ustum saf altınla kaplıdır, dedi, yaprak yaprak sokup yoksullarıma gotur; yaşayanlar hep altının insanı mutlu edeceğini sanırlar
Kırlangıc, Mutlu Prens perişan bir duruma gelinceye kadar altını yaprak yaprak soktu Yaprak yaprak yoksullara dağıttı; cocukların benzine renk geldi ve sokaklarda gulup oynamaya koyuldular, “Artık ekmeğimiz var, diye haykırmaya başladılar
Derken kar bastırdı, arkasından da don Sokaklar sanki gumuştenmiş gibi parıl parıl parlıyordu Upuzun buzlar evlerin sacaklarından billur hancerler gibi sarkıyor, herkes kurklerle dolaşıyor, kucuk cocuklar da kıpkırmızı başlıklarla buz ustunde kayıyorlardı
Zavallı kucuk Kırlangıc uşudukce uşudu, ama Prens ’i bırakmak istemedi; onu cok seviyordu Ekmekci gormeden fırının dışındaki ekmek ufaklarını topluyor; kanatlarını cırpa cırpa da ısınmaya calışıyordu
Ama sonunda oleceğini anladı Ancak bir kez daha Prens ’in omuzuna dek ucabilecek gucu kalmıştı Hafifce, “Hoşcakal, sevgili Prens, diyebildi, “Elinizi opmeme izin verir misiniz?
Prens, “Demek sonunda Mısır ’a gidiyorsun kucuk Kırlangıc; buna sevindim Burada uzun sure kaldın, ama beni dudaklarımdan opmelisin, cunku seni seviyorum, dedi
Kırlangıc, “Gittiğim yer Mısır değil dedi, “Ben olumun ocağına gidiyorum Olum de uykunun kardeşi değil mi?
Ve Mutlu Prens ’i dudaklarından opup ayaklarının dibine olu olarak duştu
Tam o anda Mutlu Prens ’in icinde bir şey kırılmış gibi şaşırtıcı bir catırtı duyuldu Kurşundan yureği, tam ortasından ikiye ayrılmıştı Don ’un pek sert olduğu kesindi
Ertesi sabah erkenden Belediye Başkanı, Belediye Meclisi uyeleriyle birlikte aşağıdaki alanda dolaşıyordu Sutunun onunden gecerken başını kaldırıp yontuya baktı, “Vay, Mutlu Prens ’e ne olmuş boyle? dedi
Her zaman Belediye Başkanı ’nın soylediklerine uygun soz soyleyen meclis uyesi de, “Sahi, ne kılığa girmiş? diye haykırdı; ikisi de, bakmak icin yontunun altlığına cıktılar
Başkan, “Kılıcının yakutu duşmuş, gozleri gitmiş, artık altınlığı da kalmamış; dilenciden biraz iyi durumda… dedi
Uyeler de, “Ya, dilenciden biraz iyi durumda dediler
Başkan, “İşte ayaklarının dibinde de bir kuş olusu! diye surdurdu konuşmasını, “Doğrusu kuşların burada olmesine izin verilemeyeceği konusunda bir buyruk cıkarmalıyız Belediye yazmanı bu duşunceyi hemen yazdı
Bunun uzerine Mutlu Prens ’in yontusunu yıktılar Universitede sanat profesoru, “Artık guzel olmadığına gore, yararlı da değildir, dedi
Sonra yontuyu fırında erittiler Başkan, madenle ne yapmak gerektiğine bir karar vermek uzere meclisi topladı; “Elbette başka bir yontu yaptırmalıyız, dedi, “Bu da ancak benim kendi yontum olabilir
Meclis uyelerinin her biri, “Benim yontum, benim yontum! diye kavgaya tutuştu Son işittiğim zaman hala kavga ediyorlardı
Dokum yerindeki işcilerin başı, “Ne tuhaf şey! Bu kurşun yurek bir turlu fırında erimiyor; bari bir yana atalım, dedi ve icinde olu kuşun da bulunduğu bir toz yığınının ustune attılar
Tanrı meleklerinden birine, “Bana kentteki en iyi iki şeyi bulup getirin, dedi; melek de kurşun yurekle olu kuşu goturdu
Tanrı, “Doğru secmişsiniz, dedi, “Cunku cennetimin bahcesinde bu kucuk kuş sonsuza dek otecek ve Altın Ulkemde Mutlu Prens beni kutsayacak