Hepimiz hayatımızda en az bir kez yalan-"beyaz" ya da değil- söylemiş ya da bize söylenen bir yalanın farkında varmışızdır. Yalan insanlığın varolduğundan beri olan, bazı kitaplarda iletişimin içinde anlatılırken bazılarında "aldatma" kavramı ile yan yana verilen bir kavramdır.
Yalanla ilgili bir tanımlama yapmak ile işe başlayacak olursak; yalanı karşısındakini aldatma amacıyla gerçeğe aykırı olarak söylenen söz olarak tanımlayabiliriz. Yalanı yapan şey aslında yalan söyleyen kişinin farkındalığıdır. Kişi (niyetine bakılmaksızın), gerçeğin farkında olduğu halde gerçeği çarpıtıyorsa ya da olduğundan daha farklı hale getiriyorsa, hiç olmamış bir şeyi iddia ediyor ya da olanı yok sayıyorsa bunun yalan olduğunu ifade edebiliriz.
Yalanı klasik doğrulara karşı daha farklı biçimde ele alıp yorumlayanlar da mevcuttur. Robert Lafond'a göre yalan ötekiyle ilişkide gerçeklik ve kurgu arasında bir seçim yapmaktır. Lafond yalanın hakikatı söylememek olarak tanımlanmasına gerçekliğin göreceliğine dayaranak itiraz eder, yalanın anlıksal(entellektüel) bir eylem olmadan öncec içgüdüsel bir ürün olduğu görüşünü destekler. Laford yine de tüm bu yaklaşımına rağmen ergenliğe erişildikten sonra söylenen yalanların gerçekliğin reddi, duygusal ıstırap, kişiliğin gelişiminde yetersizlik ya da aksama olarak ele alınması gereken birer alarm işareti olarak değerlendirir.
Yalan söyleme ile ilgili en temel sorulardan bir tanesi kişilerin kaç yaşında ve nasıl yalan söylemeye başladığıdır. Bu konu hakkında Kanada'da yapılan bir araştırma, yalan söylemenin zeka ile pozitif yönde bir ilişkisi olduğunu ortaya koydu. Bu araştırmada yaşları 2 ile 17 arasında değişen 1200 çocuktan kendileri odadan ayrıldığında arkalarındaki oyuncaklara bakmamaları istendi. İki yaşındaki çocukların sadece beşte biri yalan söylerken; dört yaşındaki çocuklarda bu oran %90'a ulaştı. Buradan çıkarabileceğimiz sonuç yalan söylemenin aslında zihinsel gelişim sürecinde yeni bir aşamaya geçilmiş olduğunun da bir göstergesidir. Çocukları yalan söylediği için kaygılanan anne babaların bir çocuğun yetişkinlik hayatında patolojik bir yalancı olması için pek çok etkenin olduğunun farkında olmaları bu kaygılarını azaltmaya yardımcı olacaktır.
Sigmund Freud 1913 tarihli "İlk Çocuk Yalanı" başlıklı yazısına "Çocukların yalan söylemesi doğaldır, böylece erişkinlerin yalanını taklit eder diyerek başlar. Yalan çocukların özerkliğini sağlama ve kendisini ailesinden farklı bir birey olarak kabul etme ve ettirme aşamasında ortaya çıkabilir. Çocuklar anne babalarının da kandırılabildiklerini ve onların herşeyi bilen insanlar olmadıklarını görür. Ayrıca çocuğun yetişme tarzı ve yetiştiği sosyal çevre de nasıl ve ne çeşit yalan söyleyeceğini belirler. Çocuk sürekli yalan söyleyen bir ebeveynden yalanın normal bir iletişim yolu olduğunu öğrenebileceği gibi; hiç yalan söylemeyen ancak eleştirel ve cezalandırıcı bir ebeveyn karşısında da kendini cezadan korumak için yalan söyleme alışkanlığı kazanabilir.
Tüm bunlardan çıkarılacak sonuç yalanın(sanıldığının aksine) ergenlikte ortaya çıkmadığıdır. Ancak ergenlikte yalanın anlamı ve işlevi değişir; ergenlikle birlikte yalanın yapıcı nitelikleriyle birlikte yıkıcı nitelikleri de ortaya çıkar. Ergenlikte sürekli ve önemli yalanlar söyleme söz konusu olduğunda ise, her zamanki gibi tek bir soru sorulmalıdır: Neden? Ergen neden varoluşunun bir bölümünü, bir parçasını ısrarla saklamak istemektedir? Burada sorun ergenin ötekilerden sakladığı parçasını, -çünkü onlar tarafından kabul edilmeyeceğini düşünmektedir- kendisi için yaşamsal görmesi ve ondan vazgeçmeye yanaşmamasıdır.
Yalanın biyolojik bir yönünün de olduğunu unutmamak gerekir. Çocukların 10 yaş civarında daha inanılabilir yalanlar söylemeye başladığı görülmektedir. Beynin gelişimine bakıldığında on yaş civarında prefrontal konteks denilen bölgedeki beyaz maddede artış görülür. Patolojik düzeyde yalan söyleyenlerin de bu bölgelerinin diğerlerine oranla daha gelişmiş olduğu yapılan araştırmalarda tespit edilmiştir. Bu gibi bulgular yalan söyleme davranışının biyolojik belirleyici olan bir yönünü de kanıtlar niteliktedir.
Peki kişiler hangi durumlarda ve neden yalan söyler?
Yalan genelde genelde eleştiri, reddedilme, ceza gibi olumsuz yaşantıların huzursuzluktan ve gerilimden kaçmak için söylenir. Ancak yalanın manipülatif bir biçimde söylendiği az görülen bir durum değildir. Kişilerin şu aşağıdaki durumlarda yalan söyleme davranışına yöneldiği görülmektedir:
*Kendini geçici bir süre iyi hissetmek istediğinde
*Eleştiri almaktan endişe ettiğinde
*Cezalandırılmaktan çekindiğinde
*Bir diğerinin onayına ihtiyaç duyduğunda
*Gerçeğin kabul edilmeyeceği veya karşısındakine acı vereceği düşünüldüğünde
*Bir çıkar sağlamaya çalıştığında
Yalana başka bir açıdan bakmak istediğimizde yalanı imgelem(imagination) ürünü olarak gören bir yaklaşımın olduğunu görürüz. İmgelem her zaman yaratıcıdır, belleğe ve düşünce çağrışımlarına başvurarak anlıksal yapılar ortaya koyar. Yani imgelem hem bilimsel, hem sanatsal yaratıcılığın temelini oluşturmakta ve zihinsel, kültürel yaşamın birçok yönünün oluşumunu sağlamaktadır. Ancak imgeleme yetisinin içeriği kadar niceliğine de önem verilmelidir. İmgelem yetisinin az ya da çok oluşu ruhsal dinamikleri açısından bir problem oluşturabiilir. Klasik psikiyatri kaynakları imgelemin azalması kadar aşırı artışını da bir semptom olarak değerlendirirler. İmgelem azalışı depresyondaki bireylerde ve zeka engellilerde ortaya çıkarken; imgelem artışı,imgesel olgular anlatma, imgesel sanrı, mitomani, patomimi gibi semptomlar olarak çeşitli psikiyatrik sendromlarda ortaya çıkmaktadır.
Yalandan bahsederken mitomani kavramının da yazıya dahil edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Patolojik/Kompülsif Yalan(Mitomani) kişinin dürtüsel bir biçimde yalan söylediği durumdur. Kişinin aklına doğrudan önce yalan gelir. Mitomanide kişiler çoğu zaman kendi söylediği yalana inanır.
Bu patolojik yalan söyleme durumu çoğu zaman psikolojik bir rahatsızlığa eşlik eder. Özellikle bipolar bozukluk, DEHB, sosyopati ve bazı kişilik örgütlenmelerinde görülür.
Mitomaniyi yalan söylemekten ayıran en önemli kriter kişilerin daha sonra pişmanlık duyup duymadıklarıdır. Mitomanik kişiler söyledikleri yalan ortaya çıktığında herhangi bir suçluluk ya da pişmanlık hissetmezler. Gerçekliğin ötesinde bir kurgulama ve değerlendirme söz konusudur. Yardıma başvuru genelde yakınlarının yönlendirmesiyle olmaktadır. Ya da son ana kadar yardım almak istemeyen kişiler değer verdikleri ilişkiler bitme noktasına geldiğinde yardım arayışına girmektedirler.