Enflasyondaki yükselişin her açıdan açıklaması 'ekonomi politikaları' olurken, evet dünyada enflasyonist bir süreç var işte zaten bu yüzden ekonomi politikaları öne çıkıyor!
Ekonomistler nasıl ve ne zaman ne yapıldı da ekonomi böyle diye anlatıyor. Merkez Bankası eski Başekonomisti Hakan Kara Hazine'ye Merkez'den aktarılanlarla, Doç. Dr. Baki Demirel faiz indirimleri ile, Prof. Dr. Aziz Konukman da enflasyonla mücadele politikası olmamasıyla birçok farklı açıdan size enflasyon süreci!
"Enflasyonu düşürmenin tek yolu TL’ye değer kazandırmak."
Yalova Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Baki Demirel, çift haneli enflasyonun kronikleştiğini belirtirken, yoksulluğu azaltacak politikaların da acilen hayata geçirilmesi gerektiğini vurguladı. Birgün haberine göre, Demirel, faiz indirimleri ile başlayan enflasyondaki yükselişin hızlanması sürecini şöyle anlattı:
Kur artışı arttıkça enflasyon arttı. Örtük sabit kur kalkanıyla bu artış hızını baskılamaya çalıştılar. Bir ölçüde de başarılı oldu bu ama küresel enerji maliyetlerindeki yüksek artış oldukça etkili bir faktör. Maliyet artışları bu seviyedeyken muhtemelen manşette yüzde 100 enflasyonu görebiliriz ve sene sonunda 30-40'larda kalmaz. Yüzde 60’larda kalır. Enflasyonu düşürmenin tek yolu TL’ye değer kazandırmak.
"Türkiye'de çok ciddi bir üretim modelinde değişime ihtiyaç var."
Türkiye'nin kısa dönemde hemen ‘politika faizini artıralım, yabancı sermaye gelsin düzeltsin’ bir politikanın uygulanamayacağına dikkat çeken Demirel, “Parasal tedbirlerle Türkiye'nin sorununu çözebilecek durumda değiliz. Savaşlar da bunun bir göstergesi. Ancak orta ve uzun vadeli dönemlerde tek haneli enflasyonu görebiliriz. Bu da çok ciddi bir maliyet politikasıyla, üretim modelinin değiştirilmesiyle mümkün olabilecek. Çok sert bir ortodoks politikayla enflasyon tabi tek hanelere inebilir ama bunun maliyeti de emekçi kesimin üzerine olur. Çok ciddi yoksulluk oluşur. Bunu da göze alabilecek bir iktidar yok. Dolayısıyla Türkiye'de çok ciddi bir üretim modelinde değişime ihtiyaç var” dedi.
"Faiz artışı geciktikçe maliyeti artıyor"
Demirel, hem yurt içi hem küresel koşulların politika faizi artışı gerektirdiğini, kur korumalı mevduatın da uzun süre sürdürülebilecek bir politika olmadığını belirtirken, örtük sabit kurda bu kadar dış ticaret açığı veren bir ülke olmadığını da ekledi. Eninde sonunda faiz artışına gidileceğini de söyleyen Demirel bunun ne kadar erken yapılırsa maliyetinin o kadar düşeceğini söyledi. Demirel, faiz artışının ise geciktikçe daha sert faiz artışlarına ihtiyaç doğurduğuna da dikkat çekti.
Türkiye’nin önünde duran en temel sorunlar ne?
Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi'nden İktisadi Ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aziz Konukman, iktidarın bir enflasyonla mücadele programının olmadığına dikkat çekerek, Türkiye’nin önünde duran en temel sorunların ise işsizlik ve enflasyon olduğuna dikkat çekti. Konukman, Cumhuriyet'ten Şehriban Kıraç haberine göre, bu durumum Türkiye'yi stagflasyona da götüreceğini belirtti. Konukman şöyle konuştu:
Bunun emareleri de var. 1930’larda deflasyon dönemi vardı, fiyatlar yerlerde sürünüyor ama korkunç işsizlik vardı. 1970’lerde enflasyon var, maaşlar enflasyon karşısında eriyor. Stagflasyonda ise hem işsizlik yüksek hem de fiyatlar enflasyon dönemindeki gibi çok yüksek. Allah böyle dönemi kimseye yaşatmasın diyorum. Ama maalesef ona doğru gidiyoruz. Bu çok tehlikeli bir şey. Rusya-Ukrayna savaşı filmi koparır, her şey olabilir.
Enflasyonla mücadele programı yok!
Konukman, iktidarın tek derdinin inşaat ve turizmi canlandırmak olduğunu, enflasyonla bir mücadele programları olmadığını, enflasyona odaklanıp düşürmek isteyen bir yönetimin petrol ve doğalgazda ÖTV ve KDV indirimine gitme yolunu seçeceğini belirtti.
Türkiye içinde bulunduğu durumu ise şöyle anlattı:
Türkiye kriz içindeyken pandemiye yakalandı, bu tüm dengeleri de bozdu. Türkiye inatla salgın döneminde yardımları bütçe üzerinden götürmedi. Daha çok işsizlik sigortası fonu üzerinden sosyal dayanışma yardımlaşma fonu üzerinden gitti. Hâlâ 2022-2021 bütçesinde salgın sözcüğü geçmesine rağmen bütçe kalemleri arasında salgın için ayrılan bir kalem görünmüyor. Böyle bir ortamda bir de faiz operasyonu gelince film koptu.
TÜSİAD Başekonomisti Gizem Öztok Altınsaç da bugünkü paylaşımında buna değinmişti
Ahmet Beyefendi de durumu şöyle özetliyor
Her yerde enflasyon var durumunun tablosu da burada
Konukman, son olarak filmin nerde ve nasıl koptuğunu da şöyle anlatıyor:
Eğer dalgalı kur rejimini tercih etmişseniz ve para politikası bağımsızsa burada sadece faizi belirleyebilirsiniz, kuru belirleyemezsiniz. Ama AKP bu zamana kadar her ikisini birlikte belirlemeye çalıştı. Hatta faiz sebep enflasyon sonuçtur görüşünden hareketle işi daha da kontrolden çıkardı. Faizi düşük tutarsanız kur artar ve enflasyon alır başını gider. Denge tümüyle bozuldu. Kuru da düşüreceğim diye arka kapıdan oradan buradan swap yapıyor suni şekilde eksi rezervleri pozitifmiş gibi yansıtmaya çalışıyorlar. Arz zincirlerinde kopukluk olunca ve petrol fiyatları artınca kur tekrar yükseldi. Kur şimdilik biraz dengeli gibi gidiyor ama yarın ne olacağı belli değil.
Merkez Bankası eski Başekonomisti Hakan Kara da enflasyonu yükselten 'para basma' durumunu farklı bir açıdan şu şekilde anlatıyor:
Ziyaretçiler için gizlenmiş link,görmek için
Giriş yap veya üye ol.
TCMB nasıl oldu da bir anda kâra geçti? Bankanın Yıllık Raporundaki finansal tablolara baktığımızda bu durumun temelde swapların muhasebeleştirilmesi ile ilgili bir yöntem değişikliğinden kaynaklandığını görüyoruz.
Merkez Bankasının kâr/zararı temelde iki kanaldan oluşur. Birincisi TCMB’nin iç varlıklarından elde ettiği net faiz gelirleridir. Bu kalemde baskın olan kısım bankalara yapılan kısa vadeli fonlamadır.
TCMB kâr/zararını etkileyen ikinci önemli kalem rezerv (dış varlık) satışları. Merkez Bankası ülkenin döviz rezervlerini yönetirken zaman zaman piyasaya doğrudan döviz alım/satım işlemleri ile müdahale eder. Hazine de kendi nakit akışı çerçevesinde TCMB ile döviz işlemleri gerçekleştirir. Dövizin satış fiyatı rezervin ortalama alış fiyatının üzerindeyse TCMB bu işlemden kâr eder.
Para takası (swap) ise hem TL borç verme hem de döviz alım satımını içinde barındıran bir işlem olduğu için bu kalemden gelen kâr/zarar hem faiz hem de kur hareketlerinden etkilenir.
Swap işlemi TCMB ile bankaların geçici bir süre için döviz ve TL’yi takas etmesi anlamına gelmekte.
Swap işlemlerinin bilanço üzerindeki etkisi faiz ve kur şeklinde iki ayrı bileşende hesaplanıyor. Önceki uygulamada swap işlemlerinin faiz ve kur bileşenlerinden oluşan değer farkları kâr/zarara yansıtılmakta, swapla elde edilen bilanço aktifindeki döviz/altının gerçekleşmemiş kur farkları ise kâr/zararda değil değerleme hesabında izlenmekteydi. Yeni yöntemde swap işleminin gerçeğe uygun değer hesabında faiz bileşeni kâr/zarara aktarılırken, gerçekleşmemiş kur farkları swap işlemine konu olan bilanço aktifindeki dövizlerle beraber değerlendirilmiş gibi görünüyor.
Özetle, TCMB 31 Aralık 2021 tarihinde swapla oluşan döviz yükümlülüğünün değer değişimlerinden kaynaklanan hareketlerini kâr-zarar hesabından değerleme hesabına kaydırırken faiz bileşeninde ise bir değişiklik yapılmadığı anlaşılmakta.
Bu da değerleme hesabını düşürüp kâr hesabını artırarak Merkez Bankasını bir anda zarardan büyük kâra geçirmiş görünüyor.
Şüphesiz, TCMB’nin elindeki muhasebe esnekliğine göre bilançonun kar veya zarar durumuna göre yöntemin zamanlamasını ayarlaması etik anlamda sorgulanabilir. Fakat yapılan işlem muhasebe standartlarına uygun görünüyor. TCMB’nin finansallarının bağımsız denetçiler tarafından kontrol edilip onaylandığını da hatırlatalım.
Burada bir parantez açarak önemli bir detayı verelim.
TCMB sıradan bir anonim şirket olmadığı için bilançosunda kendine has tanımlamalar mevcut. Normalde bir anonim şirketin tuttuğu döviz veya altının değerinin değişmesi şirketin kârına ve öz kaynağına yansır. Büyük negatif değerlemeler şirketi iflasa dahi götürebilir. TCMB’de ise kanunu gereği, Bankanın aktifindeki ve pasifindeki tüm döviz ve altınların değerlemesi sonucu oluşan gerçekleşmemiş kur farkları bilançoda geçici bir kalem olan değerleme hesabı içerisinde takip edilir. Ne zamanki altın ve dövizler satılır işte o zaman kur farkları değerleme hesabından kâr/zarar hesabına aktarılır. TCMB bilançosunun bu kendine has özelliği, değerleme ile kâr/zarar hesabı arasındaki aktarımlar konusunda yetkililere önemli bir esneklik getirmekte.
Merkez Bankası Hazine’ye üç ana kanaldan kaynak aktarır.
Birincisi temettü ödemesi, yani kârından yaptığı aktarım. Kârın çok büyük bölümü ana hissedar olan Hazine’ye aktarılır, %10’u ise ileride oluşabilecek zararlara karşı bir sermaye tamponu işlevi görmesi için “ihtiyaç akçesi” yapılır. İkincisi vergi. TCMB bir anonim şirket olarak elde ettiği kâr üzerinden kurumlar vergisi ödemekle yükümlü. Üçüncüsü de önceki dönemlerden biriken ihtiyat akçesinin aktarımı. 2019 yılında TCMB Kanununda yapılan bir düzenleme sonrası tarihsel olarak birikmiş ihtiyat akçesinin önemli bir bölümünün (40,8 milyar TL) Hazineye aktarımı sağlandı. Bu düzenlemeye göre her yıl Genel Kurul döneminde bir önceki senenin akçesi kâra katılarak Hazineye transfer ediliyor.
Bütün bunlar ne ifade ediyor?
Muhasebe tekniği ve kurallar anlamında işlemler kitabına uygun. Bununla birlikte, ağaca bakarken ormanı kaçırmamak gerekiyor. TCMB’nin temel görevini tekrar hatırlamakta fayda var. TCMB Kanununun 4. maddesine göre Bankanın temel amacı fiyat istikrarını sağlamaktır. Dolayısıyla Merkez Bankası elindeki araçları bu doğrultuda kullanmak durumundadır. Ne var ki son dönemde fiyat istikrarını sağlamaktan çok Hazineye olabildiğince kaynak aktarma eğiliminin daha ağır bastığı gibi bir izlenim oluşmakta.
Son yıllarda yapılan düzenlemelerle TCMB’nin değerleme-kâr etkileşimi ve “yedek akçe” kalemlerinin Hazineye transferleri artıracak şekilde yönetilmesi, enflasyonun kontrol edilmesini zorlaştıran unsurlardan biri haline geldi. Döviz kurunun hızlı arttığı ve TL’ye güvenin azaldığı enflasyonist dönemlerde tanım gereği artan değerleme hesabı çeşitli işlemlerle kara dönüştürülerek Hazineye transfer ediliyor. Hazine de bu kaynağı harcayarak para yaratıyor. Sonuç olarak enflasyonist baskılar arttığında TCMB para yaratma hızını da artırmış oluyor.
Merkez Bankasına özgü bir değerleme hesabının yaratılması ve kur değişimlerinin hemen kâr olarak yazılmaması, yıllar boyu yaşanan tecrübelerden çıkmış bir düzenlemedir.
Dikkat ederseniz mekanizma kurun arttığı dönemlerde merkez bankalarının hızlı parasallaşmasını sınırlayacak şekilde tasarlanmış. Yerli para değer kaybettiğinde değerleme kaleminin yükselerek TCMB’nin Hazine’ye kâr transferinin otomatik olarak artmaması, kur artışlarının enflasyon üzerindeki olumsuz etkisini sınırlayıcı etki yapar. Diğer bir ifadeyle, TCMB bilançosundaki değerleme hesabı enflasyon baskılarına karşı bir otomatik dengeleyici olarak çalışacak şekilde tanımlanmıştır.
Bizde ise son yıllarda Hazineye sürekli bir kaynak aktarımı sağlamak için yukarıda bahsettiğimiz muhasebe esneklikleri sonuna kadar kullanılıyor. Böylece Hazine’ye yapılan transferler yüksek tutuluyor. 2019’da Kanun düzenlemesi sonrası birikmiş ihtiyaç akçesi kullanılarak rekor transfer yapıldı. Ayrıca son dört yılda TL’nin aşırı değer kaybı sonrasında değerleme hesabında biriken miktarın önemli bölümü bir şekilde (döviz satımı, muhasebe yöntem değişikliği vb.) kâra aktarılarak kaynak transferi yüksek düzeyde tutuldu.
Sonuç olarak 2019 yılından itibaren Hazine’ye yüklü fon aktarımları gerçekleştirildi.
2011-2018 döneminde Hazine’ye yapılan transferler ortalamada kabaca milli gelirin %0,2’si iken bu değer 2019 sonrasında ortalama %1,1 oldu. Bu dönemde merkezi yönetim bütçe açığının milli gelire oranla ortalama %2,8 olduğunu düşünürsek TCMB’den Hazine’ye transferlerin büyüklüğü daha iyi anlaşılır.
Merkez Bankasından Hazine’ye bu şekilde yapılan yüksek miktarlı aktarımlar enflasyon baskılarını artırır. Çünkü bu daha fazla para yaratmayı mümkün kılar. Borçlanmadan, vergi toplamadan bir kamu harcama alanı yaratır. Kamu harcadığında artan para arzının bir kısmı dövize veya ithal mallara gider. Özellikle bizim gibi enflasyonla mücadele konusunda güven vermeyen ülkelerde kur artışı ve enflasyonist baskılar ortaya çıkar. Her fırsatta parasal genişlemeye hevesli bir merkez bankası görüntüsünün verilmesi beklentileri daha da bozar.
Enflasyon dinamiklerinin giderek bozulduğu 2018 sonrasında TCMB’den Hazine’ye yapılan transferlerin artması yangına körükle gitmek gibi oldu.
Kurun ve enflasyonist baskıların yükseldiği zamanlarda bir otomatik dengeleyici vazifesi görmesi gereken değerleme hesabının bu işlevi önemli ölçüde zayıflatıldı. Parasal duruşun olması gerektiğinden gevşek tutulması zaten enflasyonu raydan çıkarmışken, TCMB’den Hazineye bu şekilde yapılan yüklü parasal transferlerin enflasyonist süreci hızlandırdığını söylemek yanlış olmaz.
2001 Kanunu öncesinde Hazine’ye kısa vadeli avans uygulaması vardı. TCMB Hazineye borç verir, kamu bu parayı harcadığında “para basılmış” olurdu. Zaman içinde bu borçların değeri bir şekilde eritilirdi. 70’lerin ortasından itibaren yaşanan kronik enflasyonun en önemli kaynaklarından biri buydu. Son dört yıldır ise Merkez Bankası bilançosu üzerindeki esneklikler sonuna kadar kullanılarak farklı türde bir para basma işlemi yapılmakta. Hazineye bu şekilde yapılan transferler hem parasal disiplinin hem de bütçe disiplininin ölçülmesini zorlaştırarak şeffaflığı azaltıyor.
Özetle, kamuoyu enflasyon konusunda düşük faize odaklansa da yıllardır arka planda TCMB bilançosu üzerinden Hazineye aktarım kanalıyla da önemli bir parasallaşma gerçekleşiyor. Yaşadığımız yüksek enflasyona bir de bu pencereden bakmakta fayda var.