bilgiliadam
Yeni Üye
Omer Seyfettin Buyucu Ozeti
Omer Seyfettin Buyucu Kitap Ozeti
Buyuk Selahaddin, kendisinden aman dileyen Kudus'u aldıktan sonra hic durmamıştı Şam'da Biraz dinlenelim!istirhamında bulunan askerine,
Omur kısadır Ecelden emin değiliz! cevabını verdi
Yayından cıkmış bir alev ok şiddetiyle yabancı Avrupalıların haksız yere sahiplendikleri kasabalar uzerine atılıyor, muthiş nekkaplarıyla deldiği kaleleri hemen zaptediyordu Kurtularak Sur kalesine kapağı atan halk duşmanı mutaassıpların adedi Avrupa'dan gelen imdatlarla coğalıyor, milyonlara varıyordu Ama artık İslamın yuzu gulmuştu Yıllarca suren zulumlerin intikamı alınacaktı Şam, her gun yeni bir fetih haberiyle seviniyor, camiler şenleniyor, Allah'a şukretmeye koşan halkı mabedler almıyordu O vakit bu şehir, fasılalı fakat mutarekesiz din muharebeleri yuzunden adeta bir Turk ordugahına donmuştu Sıkışan halifelerin, urkmuş emirlerin seyrek saflarını doldurmak icin Turan'dan taşan bahadırlar tufanısanki burada birikmiş, karar kılmıştı Doğu tarafında kocaman bir Turk mahallesi vardı Kılıcla, kalkanla, tolgayla, eyersiz atlar uzerinde gelenlerin cocukları Arapca oğrenip medreselerde alim oluyorlar, medeni bir zevk icinde, şiir, edebiyat, ticaret sahasında yaşıyorlardı Doğan Bey de bunlardan biriydi Babası, Alp Arslan'ın en eski kumandanlarındandı Uc kucuk kardeşini yirmi senedir gormemişti Biri Kızıl Arslan'ın, biri Pehlivanoğlu Ozbek'in, biri de Harzemşah Doğuş'un ordusunda idi Kendisi hicbir orduya girmemiş, gencliğini medresede gecirmiş, Dımışk'tan hic ayrılmamıştı Etrafı yuksek duvarlarla cevrili buyuk bir bahcenin ortasındaki harap evinde yalnız oturuyordu Coluk cocuğa karışmamış, kitaplarının ustunde ihtiyarlamıştı İhtiyar bir hizmetcisi vardı Yiyeceğini, iceceğini carşıdan o taşırdı Kendi dışarıya hic cıkmaz, kimseyle goruşmez, kimseyle tanışmazdı Ama, butun mahalle, hatta butun şehir halkı yine onunla meşguldu:
Ne yapıyor?
Herhalde ibadet değil!
Gemilerde gorunmez
Nicin dışarı cıkmaz?
Evine kimseyi sokmuyor Nicin?
Yapayalnız ne yapıyor?
Ne yapacak acaba? diyorlardı
Meraklarında biraz haklıydılar Cok defa sakin, beyaz duvarların arkasından yerleri sarsan patlamalar duyulurdu Cocuklar, kadınlar, gencler sokakta kume kume dururlar, sık fıstık ağaclarının tepelerinden havaya tuten kırmızı, sincabi, mor, yeşil dumanları korka korka seyrederlerdi Halkın telkininden kurtulamayan ulemalar da hic yuzunu gormedikleri bu munzeviye fahri bir garez bağlamışlardı Katlinin vacip olduğundandem vuruyorlardı Şehirde her felaketi onun uğursuzluğuna yormak adetti Kuraklığı, fırtınaları, yangınları, kavgaları, cinayetleri hep o Buyucu Doğanyapıyordu Ahalisiyle ulfet etmediği Dımışk'ın ruhunda, yıllar gectikce, Doğan, dayanılmaz bir elem olmuştu Buyuk kucuk herkes ona levmediyor, lanetler yağdırıyordu Yanılıp da bir gun dışarı cıksa, ihtimal uzerine atılıp parcalayacaklardı En umulmaz zafer haberinin verdiği neşe bile, halka Buyucu Doğan'ı unutturamadı Selahaddin geldiği zaman, Emeviye Camiinin onunde butun Dımışk toplandı o namazdan cıkarken,
Ey Sultan! Bizi bu Buyucu Doğan'dan kurtar! diye bağrıştılar
Selahaddin, hayatını cihatta gecirirdi Yolu duştukce uğradığı Şam'ın ahvalini iyice bilmezdi Sarayına gelir gelmez yeğeni olan kaymakam Ferruhşah'ı huzuruna cağırdı:
Halkın istemediği bu Doğan kim? diye sordu
Baalbek Emiri Ferruhşah, vakıa amcası kadar muthiş bir kahraman değildi Ama, amcasından daha adildi Şairlere bircok kasideler yazdıracak derecede şeci, comert, kerim bir zattı Mefkuresi hakla adaletti
Halka hic ziyanı dokunmayan bir mUtekif! cevabını verdi
Sana şimdiye kadar şikayet ettiler mi?
Cok defa
Nicin adaleti yerine getirmedin?
Getirdim
Ne ceza verdin?
Ceza vermedim Tahkikat yaptım Anladım ki, bu Doğan'ın hicbir zararı dokunmamış Aradım, halk icinde Bana şunu yaptıdiyen bir davacı cıkmadı
Oyleyse nicin yolumda Bizi ondan kurtar!diye bağırırlar?
Ferruhşah gulumsedi Kaleler almasını, krallar esir etmesini, ordular dağıtmasını pek iyi bilen kahraman amcası halkın ruhuna yabancıydı
Sultanım, dedi, Bizi ondan kurtardiye bağırmaları, gordukleri bir zulumden, bir şerden değildir
Ya nedendir?
Meraktandır
?
Maksatları Bizi meraktan kurtar!demektir
Neyi merak ederler?
Ferruhşah, Doğan'ın yıllarca suren sessiz itikafını, asaletini, gencken medresede kimya ilmiyle hendese ilmine calıştığını, gayet derin bir alim olduğunu, şimdi madde ile yanar cisimlerle uğraşıp bilinmeyen şeyler keşfine savaştığını amcasına uzun uzadıya anlattı Halkın mahiyetini bilmediği şeye kin bağlaması tabii idi Bu zavallı adam, kırk senedir, merak ettiği bir noktaya omrunu hasretmişti İşte onu anlamaya cabalıyordu Başka bir kabahati yoktu Fakat Selahaddin,
Canına dokunmayalım Buradan cekilip gitsin kararını verdi
Vakıa o da buyuye, sihire inanmazdı Ama, halkın istemediği bir adamı şehirde bırakmayı, siyasete muhalif goruyordu En vahi bir şayia dan kan, kavga, niza cıkabilirdi Ferruhşah, o gun adamlarını ihtiyar Doğan'a gonderdi Sultanın emrini tebliğ etti Ertesi sabah, evinin onune toplanan halk, buyuk kapının acıldığını, yedeklerinde birer deve ceken iki ihtiyarın cıktığını gordu Ondeki beyaz sakallı, kısa boylu, mavi gozlu adam Buyucu Doğan'dı Bircok kişi ilk defa olarak goruyordu Arkadaki, kambur hizmetcisi Onu zaten tanıyorlardı Savrulan kufurleri, lanetleri duymuyor gibi ikisi de yere bakarak yuruyorlardı Cole cıkan caddeden gittiler Acık kapıdan halk bahceye uşuştu Bağırarak evin her tarafını aradılar Fıcı fıcı neftlerden, şişe şişe renkli sulardan, turlu turlu tozlardan, ne olduğunu anlayamadıkları birtakım cetvellerden, pergellerden, hendese aletlerinden başka bir şey bulamadılar Hepsini kırdılar, kopardılar, doktuler, dağıttılar, yıktılar Bir hafta gecmeden Buyucu Doğan unutuldu Yıllarca onunla korkunc bir kabus, meşum bir birsam gibi uğraşan Dımışk'ın mustarip ruhu sanki birdenbire rahatladı!
Ramazanda, ordusu ile Şam'dan cıkan Selahaddin, birkac hafta sonra Safad'la Kevkeb'i de aman vererek aldı Oranın ahalisini de Sur'a gonderdi Beş altı sene icinde Irak'ta, Suriye'de hukmu altına girmeyen bir kale yoktu Otede beride kalan mutaassıp guruhu aman istiyor, teslim oluyorlardı İslamın bu parlak galebelerinden kederlenen Papa'nın yureğine inmişti Mukaddes RomaCermen İmparatoru ile, Fransız kralı Filip, İngiliz Kralı Rişar sonra Avrupa'nın butun namdar şovalyeleri hac alametleri taktılar Filip'le Rişar, deniz yolu ile geleceklerdi Sur, Avrupa'dan hıncahınc gelen imdatlarla o kadar doldu ki kale bu kalabalığı almadı Siyah bayraklı hadsiz hesapsız bir ordu Akka'ya doğru taştı, fışkırdı Selahaddin, bu kara tufanın onune yıkılmaz bir celik kaya gibi cıktı Bu kudurmuş canlı dalgaları kırdı Sahrayı kırmızı, sakin bir denize cevirdi Evet, birkac saat icinde duşmanın on bin tanesini oldurdu Geri kalanları esir etti Oluleri nehre attılar Zira gommek imkanı yoktu Her taraf ceset dolmuştu Nihayetsiz leş yığınlarının kotu kokusu havayı bozdu Şanlı galip hastalandı Kulunc illeti onu kımıldanamaz bir ıstırap yumağı haline soktu Hekimler olum nehriyle kaplanmış bu er meydanının hemen terkine luzum gosterdiler Selahaddin, Akka'daki askerine: Ben hastalandım, iyi olmak icin buradan uzaklaşmaya mecburum Siz sebat ediniz Korkmayınız Yine geleceğimhaberini gonderdi Dunyayı titreten bu kahraman, sedye icinde kıvrana kıvrana Harube'ye gitti Meydanı boş bulan mutaassıp Haclılar, Akka'yı butun kuvvetleriyle karadan, denizden sardılar
Butun kış muharebe ile gecti
Mukaddes RomaCermen İmparatorunun, ordusu ile Suriye'ye yaklaştığı soyleniyordu Yaz gelince kuluncları gecen Selahaddin, yatağından kalktı Atına bindi Bir dakika durmadı Cihada koştu Yine eskisi gibi ordusunu Tel Kisanda kurdu Akk'acirc;'yı saran hesapsız kuvvete her gun hucuma başladı Haclılar futur getirmiyorlardı Her tarafa istihkamlar kazmışlar, muhasara ordusundan başka, arkalarını vuran Selahaddin'e karşı da iki buyuk ordu kurmuşlardı
Artık Akka'yı kurtarabilmek umidi sonuyor gibiydi
Frenkler, deniz yolu ile bircok kavi keresteler getirmişler; kalenin uc koşesine altmış arşın yuksekliğinde, beşer tabakalı uc buyuk burc kurmuşlardı Burcların her tabakasında asker vardı Gece gunduz kalenin siperlerine ok, ateş yağdırıyorlar, buyuk hendekleri dolduruyorlardı Selahaddin, atıyla muharip saflarının arkasındaki kucuk tepeciklerde geziniyor, kalenin etrafında yukselen bu buyuk burclara bakarak dişlerini gıcırdatıyor,
Ah gitti, ah gitti diyordu
Vaakıa iceriden bu burcların ustune neft, pacavra filan atıyorlardı Fakat, hicbirisi tutuşmuyordu Selahaddin, şahin gozleriyle kalenin mudafaadaki hareketini goruyor Acaba bu tahtalar nicin yanmıyor?diye duşunuyordu Bu merakını, o gun tutulan bir esir halletti: Frenk muhendisleri kulelerin ahşap kısımlarını derilerle kaplamışlar, ustune sirke, camur, sonra birtakım yanmaz eczalar sıvamışlardıKucuk, buyuk, harple, amanla şimdiye kadar elli kale alan bu kahraman, sevgili Akka'sının can cekişmesine dayanamıyor, geceli gunduzlu, az kuvvetleriyle bu cok duşmana saldırıyordu Artık iki taraf da futur getirmek uzereydi Hırsından kıvranan Selahaddin, bir sabah burcların birisinin tutuştuğunu gordu Gozlerine inanamadı Atının ustunde doğruldu Sağ elini gozlerine siper yaptı Dikkatle baktı Arkasındaki muhariplere sordu:
Tutuşuyor, değil mi?
Evet
Birdenbire?
Alev icinde kalan burctan muthiş bir vaveyla yukseliyordu Her tarafı birden ateş sarmıştı Dorduncu, beşinci tabakadan siyah noktalar yerlere atlıyordu Diğer iki burctaki askerler de bağırarak kacışıyorlardı Yarım saat gecmedi, bunlar da ateş aldı Selahaddin hemen kat'i hucum emrini verdi Ansızın iki ateş arasında urken duşmanlar, mucahitlerin keskin kılıcları altında kırıla kırıla kactılar
Separator
Selahaddin, kıymetli kalesine girmedi Altındaki kemikleri gorunen naaşlarla hala cızırdayarak, fena bir koku cıkararak yanan yıkık burcların komurleşmiş direkleri onunde atının dizginini kastı Ordunun bir kısmı kacıp kurtulanların arkasından gitmişti Yaralılar toplanıyor, esirler bağlanıyordu Huzurunda bugunku muzafferiyetten sevinen yorgun kale kumandanına,
Bu kuleleri biz yanmaz biliyorduk Nasıl yaktınız? Diye sordu
Evvela yakamadık sultanım! Melunlar sirkeyle, camurla her tarafını sıvamışlardı Kale icinde bir ihtiyar garip cıktı: Bana istediğimi veriniz, bu burcları yakayımdedi Ne istedi ise verdim; neft, kirec, pamuk, kil Bir ay icinde uc bin tane humbara doktu On beş gun de calıştı, yedi oluklu, hic gorulmemiş bir mancınık yaptı Bu sabah Artık işim bitti İsterseniz yakayımdedi Haydi yakdedim Yaktı
Selahaddin merakla,
Nasıl yaktı? diye tekrar sordu
Burcun en dolusuna, bir anda, yaptığı tuhaf mancınıkla humbaralar yağdırmaya başladı Her tarafı evvela mor bir alev kapladı İcindekiler de tutuştu Obur burclardaki duşman, korkusundan kacmaya başladı Biz de kapıları actık Arkalarına duştuk
Şimdi bu ihtiyar nerede?
İcerde
Ne yapıyor?
Kendine minnettar kalan ahalinin elleri uzerinde geziyor
Sen ne mukafat verdin?
Mukafat kabul etmiyor Ne verdimse reddetti
Cabuk buraya getirt Ben onu memnun etmek isterim
Baş ustune sultanım
Al maşlah10lı genc kumandan hızla uzaklaştı Adamlarını kaleye koşturdu Selahaddin evvelki kanlı boğuşmalara saha olan meydana bakıyor, direklerin arasında yanan cesetlerin keskin kokularından tiksiniyor, vucudunun her tarafında yine muthiş kulunc ağrıları duyar gibi oluyordu Yarın, şuphesiz hava yine bozulacak, orduda hastalık başlayacaktı Askerlerine, butun oluleri arabalarla denize taşıyıp atmalarını emretti Liman da mutaassıpların elinden alınmış, Mısır'dan donanma tam vaktinde yetişmişti Kalenin kapısından zafer, sevinc, şevk naraları savuran bir kalabalık cıktı Selahaddin başını cevirdi Elleri ustunde beyaz sakallı, kucuk bir ihtiyar gordu Akka'nın minnettar ahalisi, kendilerini olumden, esirlikten kurtaran muhterem vucudu başlarında taşıyorlardı
Ya Sultan! İşte bizi kurtaran! diye bağrışarak yaklaştılar
Ustu başı perişan, siyah başlıklı, beli bukuk bir ihtiyar Yere ayaklarını basınca biraz doğruldu Cok sıkılmış olduğu yuzunden belliydi Sultanın arkasından, atlılar arasındaki Şamlılar bir ağızdan,
Buyucu!
Buyucu Doğan!
Buyucu Doğan bu! diye haykırıştılar
Sonra, ansızın coken derin bir sessizlik, bu hayreti daha beter ağırlaştırdı Selahaddin, atından atladı, ihtiyara doğru birkac adım attı
Doğan! Sana bir deve, yuzbin dinar, hem de butun Kerk malikanelerini ihsan ettim Daha ne istersen soyle Emirlik, hakimlik, ne istersendedi
Ben bir şey istemem
Sultan kalın kaşlarını cattı, başını salladı:
Hizmetin buyuktur! Sen burcları yakmasaydın Akka mutaassıpların eline duşecekti Akka duşunce, biz İslamlar Suriye'de tutunamayacaktık Kudus'u bile bırakıp cole cekilmeye mecbur olacaktık Sen hepimizi bu felaketten kurtardın Yalnız bizi değil belki butun İslamı kurtardın Bu mukafata layıksın Kabul et
İhtiyar kafasını yukarı kaldırdı:
Ben bu hizmeti Allah rızası icin yaptım Odulumu ancak Allah'tan isterim! dedi
Sonra sultanın cevabına meydan vermeden dondu Yuksek sesle hukumdarlarından, kaleye hemen kendisinin emir nasbolunmasını yalvarmaya başlayan Akkalıları gostererek ilave etti:
Yalnız beni bunların elinden kurtar!
Omer Seyfettin Buyucu Kitap Ozeti
Buyuk Selahaddin, kendisinden aman dileyen Kudus'u aldıktan sonra hic durmamıştı Şam'da Biraz dinlenelim!istirhamında bulunan askerine,
Omur kısadır Ecelden emin değiliz! cevabını verdi
Yayından cıkmış bir alev ok şiddetiyle yabancı Avrupalıların haksız yere sahiplendikleri kasabalar uzerine atılıyor, muthiş nekkaplarıyla deldiği kaleleri hemen zaptediyordu Kurtularak Sur kalesine kapağı atan halk duşmanı mutaassıpların adedi Avrupa'dan gelen imdatlarla coğalıyor, milyonlara varıyordu Ama artık İslamın yuzu gulmuştu Yıllarca suren zulumlerin intikamı alınacaktı Şam, her gun yeni bir fetih haberiyle seviniyor, camiler şenleniyor, Allah'a şukretmeye koşan halkı mabedler almıyordu O vakit bu şehir, fasılalı fakat mutarekesiz din muharebeleri yuzunden adeta bir Turk ordugahına donmuştu Sıkışan halifelerin, urkmuş emirlerin seyrek saflarını doldurmak icin Turan'dan taşan bahadırlar tufanısanki burada birikmiş, karar kılmıştı Doğu tarafında kocaman bir Turk mahallesi vardı Kılıcla, kalkanla, tolgayla, eyersiz atlar uzerinde gelenlerin cocukları Arapca oğrenip medreselerde alim oluyorlar, medeni bir zevk icinde, şiir, edebiyat, ticaret sahasında yaşıyorlardı Doğan Bey de bunlardan biriydi Babası, Alp Arslan'ın en eski kumandanlarındandı Uc kucuk kardeşini yirmi senedir gormemişti Biri Kızıl Arslan'ın, biri Pehlivanoğlu Ozbek'in, biri de Harzemşah Doğuş'un ordusunda idi Kendisi hicbir orduya girmemiş, gencliğini medresede gecirmiş, Dımışk'tan hic ayrılmamıştı Etrafı yuksek duvarlarla cevrili buyuk bir bahcenin ortasındaki harap evinde yalnız oturuyordu Coluk cocuğa karışmamış, kitaplarının ustunde ihtiyarlamıştı İhtiyar bir hizmetcisi vardı Yiyeceğini, iceceğini carşıdan o taşırdı Kendi dışarıya hic cıkmaz, kimseyle goruşmez, kimseyle tanışmazdı Ama, butun mahalle, hatta butun şehir halkı yine onunla meşguldu:
Ne yapıyor?
Herhalde ibadet değil!
Gemilerde gorunmez
Nicin dışarı cıkmaz?
Evine kimseyi sokmuyor Nicin?
Yapayalnız ne yapıyor?
Ne yapacak acaba? diyorlardı
Meraklarında biraz haklıydılar Cok defa sakin, beyaz duvarların arkasından yerleri sarsan patlamalar duyulurdu Cocuklar, kadınlar, gencler sokakta kume kume dururlar, sık fıstık ağaclarının tepelerinden havaya tuten kırmızı, sincabi, mor, yeşil dumanları korka korka seyrederlerdi Halkın telkininden kurtulamayan ulemalar da hic yuzunu gormedikleri bu munzeviye fahri bir garez bağlamışlardı Katlinin vacip olduğundandem vuruyorlardı Şehirde her felaketi onun uğursuzluğuna yormak adetti Kuraklığı, fırtınaları, yangınları, kavgaları, cinayetleri hep o Buyucu Doğanyapıyordu Ahalisiyle ulfet etmediği Dımışk'ın ruhunda, yıllar gectikce, Doğan, dayanılmaz bir elem olmuştu Buyuk kucuk herkes ona levmediyor, lanetler yağdırıyordu Yanılıp da bir gun dışarı cıksa, ihtimal uzerine atılıp parcalayacaklardı En umulmaz zafer haberinin verdiği neşe bile, halka Buyucu Doğan'ı unutturamadı Selahaddin geldiği zaman, Emeviye Camiinin onunde butun Dımışk toplandı o namazdan cıkarken,
Ey Sultan! Bizi bu Buyucu Doğan'dan kurtar! diye bağrıştılar
Selahaddin, hayatını cihatta gecirirdi Yolu duştukce uğradığı Şam'ın ahvalini iyice bilmezdi Sarayına gelir gelmez yeğeni olan kaymakam Ferruhşah'ı huzuruna cağırdı:
Halkın istemediği bu Doğan kim? diye sordu
Baalbek Emiri Ferruhşah, vakıa amcası kadar muthiş bir kahraman değildi Ama, amcasından daha adildi Şairlere bircok kasideler yazdıracak derecede şeci, comert, kerim bir zattı Mefkuresi hakla adaletti
Halka hic ziyanı dokunmayan bir mUtekif! cevabını verdi
Sana şimdiye kadar şikayet ettiler mi?
Cok defa
Nicin adaleti yerine getirmedin?
Getirdim
Ne ceza verdin?
Ceza vermedim Tahkikat yaptım Anladım ki, bu Doğan'ın hicbir zararı dokunmamış Aradım, halk icinde Bana şunu yaptıdiyen bir davacı cıkmadı
Oyleyse nicin yolumda Bizi ondan kurtar!diye bağırırlar?
Ferruhşah gulumsedi Kaleler almasını, krallar esir etmesini, ordular dağıtmasını pek iyi bilen kahraman amcası halkın ruhuna yabancıydı
Sultanım, dedi, Bizi ondan kurtardiye bağırmaları, gordukleri bir zulumden, bir şerden değildir
Ya nedendir?
Meraktandır
?
Maksatları Bizi meraktan kurtar!demektir
Neyi merak ederler?
Ferruhşah, Doğan'ın yıllarca suren sessiz itikafını, asaletini, gencken medresede kimya ilmiyle hendese ilmine calıştığını, gayet derin bir alim olduğunu, şimdi madde ile yanar cisimlerle uğraşıp bilinmeyen şeyler keşfine savaştığını amcasına uzun uzadıya anlattı Halkın mahiyetini bilmediği şeye kin bağlaması tabii idi Bu zavallı adam, kırk senedir, merak ettiği bir noktaya omrunu hasretmişti İşte onu anlamaya cabalıyordu Başka bir kabahati yoktu Fakat Selahaddin,
Canına dokunmayalım Buradan cekilip gitsin kararını verdi
Vakıa o da buyuye, sihire inanmazdı Ama, halkın istemediği bir adamı şehirde bırakmayı, siyasete muhalif goruyordu En vahi bir şayia dan kan, kavga, niza cıkabilirdi Ferruhşah, o gun adamlarını ihtiyar Doğan'a gonderdi Sultanın emrini tebliğ etti Ertesi sabah, evinin onune toplanan halk, buyuk kapının acıldığını, yedeklerinde birer deve ceken iki ihtiyarın cıktığını gordu Ondeki beyaz sakallı, kısa boylu, mavi gozlu adam Buyucu Doğan'dı Bircok kişi ilk defa olarak goruyordu Arkadaki, kambur hizmetcisi Onu zaten tanıyorlardı Savrulan kufurleri, lanetleri duymuyor gibi ikisi de yere bakarak yuruyorlardı Cole cıkan caddeden gittiler Acık kapıdan halk bahceye uşuştu Bağırarak evin her tarafını aradılar Fıcı fıcı neftlerden, şişe şişe renkli sulardan, turlu turlu tozlardan, ne olduğunu anlayamadıkları birtakım cetvellerden, pergellerden, hendese aletlerinden başka bir şey bulamadılar Hepsini kırdılar, kopardılar, doktuler, dağıttılar, yıktılar Bir hafta gecmeden Buyucu Doğan unutuldu Yıllarca onunla korkunc bir kabus, meşum bir birsam gibi uğraşan Dımışk'ın mustarip ruhu sanki birdenbire rahatladı!
Ramazanda, ordusu ile Şam'dan cıkan Selahaddin, birkac hafta sonra Safad'la Kevkeb'i de aman vererek aldı Oranın ahalisini de Sur'a gonderdi Beş altı sene icinde Irak'ta, Suriye'de hukmu altına girmeyen bir kale yoktu Otede beride kalan mutaassıp guruhu aman istiyor, teslim oluyorlardı İslamın bu parlak galebelerinden kederlenen Papa'nın yureğine inmişti Mukaddes RomaCermen İmparatoru ile, Fransız kralı Filip, İngiliz Kralı Rişar sonra Avrupa'nın butun namdar şovalyeleri hac alametleri taktılar Filip'le Rişar, deniz yolu ile geleceklerdi Sur, Avrupa'dan hıncahınc gelen imdatlarla o kadar doldu ki kale bu kalabalığı almadı Siyah bayraklı hadsiz hesapsız bir ordu Akka'ya doğru taştı, fışkırdı Selahaddin, bu kara tufanın onune yıkılmaz bir celik kaya gibi cıktı Bu kudurmuş canlı dalgaları kırdı Sahrayı kırmızı, sakin bir denize cevirdi Evet, birkac saat icinde duşmanın on bin tanesini oldurdu Geri kalanları esir etti Oluleri nehre attılar Zira gommek imkanı yoktu Her taraf ceset dolmuştu Nihayetsiz leş yığınlarının kotu kokusu havayı bozdu Şanlı galip hastalandı Kulunc illeti onu kımıldanamaz bir ıstırap yumağı haline soktu Hekimler olum nehriyle kaplanmış bu er meydanının hemen terkine luzum gosterdiler Selahaddin, Akka'daki askerine: Ben hastalandım, iyi olmak icin buradan uzaklaşmaya mecburum Siz sebat ediniz Korkmayınız Yine geleceğimhaberini gonderdi Dunyayı titreten bu kahraman, sedye icinde kıvrana kıvrana Harube'ye gitti Meydanı boş bulan mutaassıp Haclılar, Akka'yı butun kuvvetleriyle karadan, denizden sardılar
Butun kış muharebe ile gecti
Mukaddes RomaCermen İmparatorunun, ordusu ile Suriye'ye yaklaştığı soyleniyordu Yaz gelince kuluncları gecen Selahaddin, yatağından kalktı Atına bindi Bir dakika durmadı Cihada koştu Yine eskisi gibi ordusunu Tel Kisanda kurdu Akk'acirc;'yı saran hesapsız kuvvete her gun hucuma başladı Haclılar futur getirmiyorlardı Her tarafa istihkamlar kazmışlar, muhasara ordusundan başka, arkalarını vuran Selahaddin'e karşı da iki buyuk ordu kurmuşlardı
Artık Akka'yı kurtarabilmek umidi sonuyor gibiydi
Frenkler, deniz yolu ile bircok kavi keresteler getirmişler; kalenin uc koşesine altmış arşın yuksekliğinde, beşer tabakalı uc buyuk burc kurmuşlardı Burcların her tabakasında asker vardı Gece gunduz kalenin siperlerine ok, ateş yağdırıyorlar, buyuk hendekleri dolduruyorlardı Selahaddin, atıyla muharip saflarının arkasındaki kucuk tepeciklerde geziniyor, kalenin etrafında yukselen bu buyuk burclara bakarak dişlerini gıcırdatıyor,
Ah gitti, ah gitti diyordu
Vaakıa iceriden bu burcların ustune neft, pacavra filan atıyorlardı Fakat, hicbirisi tutuşmuyordu Selahaddin, şahin gozleriyle kalenin mudafaadaki hareketini goruyor Acaba bu tahtalar nicin yanmıyor?diye duşunuyordu Bu merakını, o gun tutulan bir esir halletti: Frenk muhendisleri kulelerin ahşap kısımlarını derilerle kaplamışlar, ustune sirke, camur, sonra birtakım yanmaz eczalar sıvamışlardıKucuk, buyuk, harple, amanla şimdiye kadar elli kale alan bu kahraman, sevgili Akka'sının can cekişmesine dayanamıyor, geceli gunduzlu, az kuvvetleriyle bu cok duşmana saldırıyordu Artık iki taraf da futur getirmek uzereydi Hırsından kıvranan Selahaddin, bir sabah burcların birisinin tutuştuğunu gordu Gozlerine inanamadı Atının ustunde doğruldu Sağ elini gozlerine siper yaptı Dikkatle baktı Arkasındaki muhariplere sordu:
Tutuşuyor, değil mi?
Evet
Birdenbire?
Alev icinde kalan burctan muthiş bir vaveyla yukseliyordu Her tarafı birden ateş sarmıştı Dorduncu, beşinci tabakadan siyah noktalar yerlere atlıyordu Diğer iki burctaki askerler de bağırarak kacışıyorlardı Yarım saat gecmedi, bunlar da ateş aldı Selahaddin hemen kat'i hucum emrini verdi Ansızın iki ateş arasında urken duşmanlar, mucahitlerin keskin kılıcları altında kırıla kırıla kactılar
Separator
Selahaddin, kıymetli kalesine girmedi Altındaki kemikleri gorunen naaşlarla hala cızırdayarak, fena bir koku cıkararak yanan yıkık burcların komurleşmiş direkleri onunde atının dizginini kastı Ordunun bir kısmı kacıp kurtulanların arkasından gitmişti Yaralılar toplanıyor, esirler bağlanıyordu Huzurunda bugunku muzafferiyetten sevinen yorgun kale kumandanına,
Bu kuleleri biz yanmaz biliyorduk Nasıl yaktınız? Diye sordu
Evvela yakamadık sultanım! Melunlar sirkeyle, camurla her tarafını sıvamışlardı Kale icinde bir ihtiyar garip cıktı: Bana istediğimi veriniz, bu burcları yakayımdedi Ne istedi ise verdim; neft, kirec, pamuk, kil Bir ay icinde uc bin tane humbara doktu On beş gun de calıştı, yedi oluklu, hic gorulmemiş bir mancınık yaptı Bu sabah Artık işim bitti İsterseniz yakayımdedi Haydi yakdedim Yaktı
Selahaddin merakla,
Nasıl yaktı? diye tekrar sordu
Burcun en dolusuna, bir anda, yaptığı tuhaf mancınıkla humbaralar yağdırmaya başladı Her tarafı evvela mor bir alev kapladı İcindekiler de tutuştu Obur burclardaki duşman, korkusundan kacmaya başladı Biz de kapıları actık Arkalarına duştuk
Şimdi bu ihtiyar nerede?
İcerde
Ne yapıyor?
Kendine minnettar kalan ahalinin elleri uzerinde geziyor
Sen ne mukafat verdin?
Mukafat kabul etmiyor Ne verdimse reddetti
Cabuk buraya getirt Ben onu memnun etmek isterim
Baş ustune sultanım
Al maşlah10lı genc kumandan hızla uzaklaştı Adamlarını kaleye koşturdu Selahaddin evvelki kanlı boğuşmalara saha olan meydana bakıyor, direklerin arasında yanan cesetlerin keskin kokularından tiksiniyor, vucudunun her tarafında yine muthiş kulunc ağrıları duyar gibi oluyordu Yarın, şuphesiz hava yine bozulacak, orduda hastalık başlayacaktı Askerlerine, butun oluleri arabalarla denize taşıyıp atmalarını emretti Liman da mutaassıpların elinden alınmış, Mısır'dan donanma tam vaktinde yetişmişti Kalenin kapısından zafer, sevinc, şevk naraları savuran bir kalabalık cıktı Selahaddin başını cevirdi Elleri ustunde beyaz sakallı, kucuk bir ihtiyar gordu Akka'nın minnettar ahalisi, kendilerini olumden, esirlikten kurtaran muhterem vucudu başlarında taşıyorlardı
Ya Sultan! İşte bizi kurtaran! diye bağrışarak yaklaştılar
Ustu başı perişan, siyah başlıklı, beli bukuk bir ihtiyar Yere ayaklarını basınca biraz doğruldu Cok sıkılmış olduğu yuzunden belliydi Sultanın arkasından, atlılar arasındaki Şamlılar bir ağızdan,
Buyucu!
Buyucu Doğan!
Buyucu Doğan bu! diye haykırıştılar
Sonra, ansızın coken derin bir sessizlik, bu hayreti daha beter ağırlaştırdı Selahaddin, atından atladı, ihtiyara doğru birkac adım attı
Doğan! Sana bir deve, yuzbin dinar, hem de butun Kerk malikanelerini ihsan ettim Daha ne istersen soyle Emirlik, hakimlik, ne istersendedi
Ben bir şey istemem
Sultan kalın kaşlarını cattı, başını salladı:
Hizmetin buyuktur! Sen burcları yakmasaydın Akka mutaassıpların eline duşecekti Akka duşunce, biz İslamlar Suriye'de tutunamayacaktık Kudus'u bile bırakıp cole cekilmeye mecbur olacaktık Sen hepimizi bu felaketten kurtardın Yalnız bizi değil belki butun İslamı kurtardın Bu mukafata layıksın Kabul et
İhtiyar kafasını yukarı kaldırdı:
Ben bu hizmeti Allah rızası icin yaptım Odulumu ancak Allah'tan isterim! dedi
Sonra sultanın cevabına meydan vermeden dondu Yuksek sesle hukumdarlarından, kaleye hemen kendisinin emir nasbolunmasını yalvarmaya başlayan Akkalıları gostererek ilave etti:
Yalnız beni bunların elinden kurtar!