bilgiliadam
Yeni Üye
Omer Seyfettin Kısa Hikayeleri
Omer Seyfettin'den Kısa Hikayeler
Kaşağı (Omer Seyfettin)
AHIRIN avlusunda oynarken aşağıda, gumuş soğutler altında gorunmeyen derenin huzunlu şırıltısını işitirdik Evimiz ic citin buyuk kestane ağacları arkasında kaybolmuş gibiydi Annem, İstanbula gittiği icin benden bir yaş kucuk olan kardeşim Hasanla artık Dadaruhun yanından hic ayrılmıyorduk Bu, babamın seyisi, yaşlı bir adamdı Sabahleyin erkenden ahıra koşuyorduk En sevdiğimiz şey atlardı Dadaruhla birlikte onları suya goturmek, cıplak sırtlarına binmek, ne doyulmaz bir zevkti Hasan korkar, yalnız binemezdi Dadaruh onu kendi onune alırdı Torbalara arpa koymak, yemliklere ot doldurmak, gubreleri kaldırmak eğlenceli bir oyundan daha cok hoşumuza gidiyordu Hele tımar Bu en zevkli şeydi Dadaruh eline kaşağıyı alıp işe başladı mı, tıkı tık tıkı tık tıpkı bir saat gibi yerimde duramaz,
Ben de yapacağım! diye tuttururdum
O vakit Dadaruh, beni Tosunun sırtına koyar, elime kaşağıyı verir,
Hadi yap! derdi
Bu demir gereci hayvanın ustune surter, ama o uyumlu tıkırtıyı cıkaramazdım
Kuyruğunu sallıyor mu?
Sallıyor
Hani bakayım?
Eğilirdim, uzanırdım Ama atın sağrısından kuyruğu gorunmezdi
Her sabah ahıra gelir gelmez,
Dadaruh, tımarı ben yapacağım, derdim
Yapamazsın
Nicin?
Daha kucuksun de ondan
Yapacağım
Buyu de oyle
Ne zaman?
Boyun at kadar olduğunda
At, ahır işlerinde yalnız tımarı beceremiyordum Boyum atın karnına bile varmıyordu Oysa en keyifli, en eğlenceli şey buydu Sanki kaşağının duzenli tıkırtısı Tosunun hoşuna gidiyor, kulaklarını kısıyor, kuyruğunu kocaman bir puskul gibi sallıyordu Tam tımar biteceğine yakın huysuzlanır, o zaman Dadaruh, Hoyt diye sağrısına bir tokat indirir, sonra oteki atları tımara başlardı Ben bir gun yalnız başıma kaldım Hasanla Dadaruh dere kenarına inmişlerdi İcimde bir tımar etmek hırsı uyandı Kaşağıyı aradım, bulamadım Ahırın koşesinde Dadaruhun penceresiz kucuk bir odası vardı Buraya girdim Rafları aradım Eyerlerin arasına falan baktım Yok, yok! Yatağın altında, yeşil tahtadan bir sandık duruyordu Onu actım Az daha sevincimden haykıracaktım Annemin bir hafta once İstanbuldan gonderdiği armağanlar icinden cıkan fakfon kaşağı, pırıl pırıl parlıyordu Hemen kaptım Tosunun yanına koştum Karnına surtmek istedim Rahat durmuyordu
Sanırım acıtıyor? dedim
Gumuş gibi parlayan bu guzel kaşağının dişlerine baktım Cok keskin, cok sivriydi Biraz koreltmek icin duvarın taşlarına surtmeye başladım Dişleri bozulunca yeniden denedim Gene atların hicbiri durmuyordu Kızdım Ofkemi sanki kaşağıdan cıkarmak istedim On adım ilerdeki ceşmeye koştum Kaşağıyı yalağın taşına koydum Yerden kaldırabildiğim en ağır bir taş bularak ustune hızlı hızlı indirmeye başladım İstanbuldan gelen, ustelik Dadaruhun kullanmaya kıyamadığı bu guzel kaşağıyı ezdim, parcaladım Sonra yalağın icine attım
Babam, her sabah dışarıya giderken bir kere ahıra uğrar, oteye beriye bakardı Ben o gun gene ahırda yalnızdım Hasan evde hizmetcimiz Pervinle kalmıştı Babam ceşmeye bakarken, yalağın icinde kırılmış kaşağıyı gordu; Dadaruha haykırdı:
Gel buraya!
Soluğum kesilecekti, bilmem neden, cok korkmuştum Dadaruh şaşırdı, kırılmış kaşağı ortaya cıkınca, babam bunu kimin yaptığını sordu Dadaruh,
Bilmiyorum, dedi
Babamın gozleri bana dondu, daha bir şey sormadan,
Hasan dedim
Hasan mı?
Evet, dun Dadaruh uyurken odaya girdi Sandıktan aldı Sonra yalağın taşında ezdi
Niye Dadaruha haber vermedin?
Uyuyordu
Cağır şunu bakayım
Citin kapısından gectim Golgeli yoldan eve doğru koştum Hasanı cağırdım Zavallının bir şeyden haberi yoktu Koşarak arkamdan geldi Babam pek sertti Bir bakışından odumuz kopardı Hasana dedi ki:
Eğer yalan soylersen seni doverim!
Soylemem
Pekala, bu kaşağıyı niye kırdın?
Hasan, Dadaruhun elinde duran alete şaşkın şaşkın baktı! Sonra sarı saclı başını sarsarak,
Ben kırmadım, dedi
Yalan soyleme, diyorum
Ben kırmadım
Doğru soyle, darılmayacağım Yalan cok kotudur, dedi Hasan inkarda direndi Babam ofkelendi Uzerine yurudu Utanmaz yalancı diye yuzune bir tokat indirdi
Gotur bunu eve; sakın bunu bir daha buraya sokma Hep Pervinle otursun! diye haykırdı
Dadaruh, ağlayan kardeşimi kucağına aldı Citin kapısına doğru yurudu Artık ahırda hep yalnız oynuyordum Hasan evde hapsedilmişti Annem geldikten sonra da bağışlanmadı Fırsat duştukce, O yalancı derdi babam Hasan yediği, tokat aklına geldikce ağlamaya başlar, guc susardı Zavallı anneciğim benim iftira atabileceğime hic ihtimal vermiyordu Aptal Dadaruh, atlara ezdirmiş olmasın? derdi
Ertesi yıl annem, yazın gene İstanbula gitti Biz yalnız kaldık Hasana ahır hala yasaktı Geceleri yatakta atların ne yaptıklarını tayların buyuyup buyumediğini bana sorardı Bir gun birdenbire hastalandı Kasabaya at gonderildi Doktor geldi Kuşpalazı dedi Ciftlikteki koylu kadınlar eve uşuştuler Birtakım tekir kuşlar getiriyorlar, kesip kardeşimin boynuna sarıyorlardı Babam yatağın başucundan hic ayrılmıyordu
Dadaruh cok durgundu Pervin hungur hungur ağlıyordu
Niye ağlıyorsun? diye sordum
Kardeşin hasta
İyi olacak
İyi olmayacak
Ya ne olacak?
Kardeşin olecek! dedi
Olecek mi?
Ben de ağlamaya başladım O hastalandığından beri Pervinin yanında yatıyordum O gece hic uyuyamadım Dalar dalmaz, Hasanın hayali gozumun onune geliyor İftiracı! İftiracı! diye karşımda ağlıyordu
Pervini uyandırdım
Ben Hasanın yanına gideceğim, dedim
Nicin?
Babama bir şey soyleyeceğim
Ne soyleyeceksin?
Kaşağıyı ben kırmıştım, onu soyleyeceğim
Hangi kaşağıyı?
Gecen yılki Hani babamın Hasana darıldığı
Sozumu tamamlayamadım Derin hıckırıklar icinde boğuluyordum Ağlaya ağlaya Pervine anlattım Şimdi babama soylersem, Hasan da duyacak belki beni bağışlayacaktı
Yarın soylersin, dedi
Hayır, şimdi gideceğim
Şimdi baban uyuyor, yarın sabah soylersin Hasan da uyuyor Onu opersin, ağlarsın, seni bağışlar
Pekala!
Haydi şimdi uyu!
Sabaha kadar gene gozlerimi kapayamadım Hava henuz ağarırken Pervini uyandırdım Kalktım Ben icimdeki zehirden vicdan azabını boşaltmak icin acele ediyordum Yazık ki, zavallı sucsuz kardeşim, o gece olmuştu Sofada ciftlik imamıyla Dadaruhu ağlarken gorduk Babamın dışarıya cıkmasını bekliyorlardı
Perili Koşk (Omer Seyfettin)
Sermet Bey dondu, arkasındaki bekciye,
İşte bir boş koşk daha! Dedi
Kucuk bir cam ormanının onunde beyaz, şık bir bina, mermerdenmiş gibi goz kamaştıracak derecede parlıyordu Tarhlarını yabani otlar burumuş Bahcesinin demir kapısında buyuk bir Kiralıktır levhası asılıydı Bekci başını salladı:
Gec efendim, gec! Orası size gelmez
Nicin canım?
Demin gosterdiğim evi tutunuz Kucuk ama cok uğurludur Kim oturursa erkek cocuğu dunyaya gelir
On iki kişi nasıl sığarız beş odaya! Buraya bakalım, buraya Tam bize gore
Bekci tekrar, kati bir işaretle,
Buraya oturamazsınız efendim dedi
Sermet Bey, gozunu koşkten alamıyordu Her tarafında geniş balkonları vardı Temellerinin uzerine yaslanmış sanılacaktı Kulucka yatan beyaz bir Nemse tavuğu gibi yayvandı Yirmi senedir, cocuğa kavuşalıdan beri hep boyle bir yuva tahayyul ederlerdi Asabi bir istical ile,
Niye oturamayız? diye sordu
Efendim, bu koşkte peri vardır
Ne perisi?
Bayağı peri! Gece cıkar Evdekilere rahat vermez
Sermet Bey, gozuyle gorduğune, kulağıyla işittiğine inananlardan değildi Eliyle sıkı sıkıya tutup hissetmeyince bir şeyin varlığına hukmetmezdi, gozle kulak onca birer yalan kovuğuydu Yalanla hep bize bu dort kapıdan girerdi Fakat el fakat Lamise, hic dolma yutmazdı Butun hurafeler, batıl itikatlar dimağımıza hucum icin gozle kulağa koşardı Guldu:
Perinin bize zararı dokunmaz! dedi:
Bekci bir kufur işitmiş gibi Sermet beyin yuzune baktı
Her giren evvela boyle soyler, ama bir ay oturmaz
Senin nene lazım Haydi burasını gezelim
Anahtarı sahibindedir
Sahibi kim?
Sahibi Hacı Niyazi Efendi İşte şu yandaki koşkte oturan
Haydi anahtarı alalım
Peki, ama
Donduler Sık ağaclar arasından yalnız ust katının catısı gorunen kırmızı aşıboyalı bir eski eve doğru yuruyorlardı
İhtiyar bekci yolda beyaz koşkun tarihini kısaca anlattı On senedir buraya girenler bir aydan ziyade oturamamışlardı Evvela peri gorunuyor, sonra buyuk buyuk taşlar atıyor, nihayet gelip camları kırıyor, iceridekilere geceleri hic rahat vermiyordu Kiracılardan ikisinin yureğine inmiş, ucunun evlatlıkları carpılmış, birisinin karısı korkudan altı aylık cocuğunu duşurmuştu Golgelerinde koyunlar otlayan cicekli badem ağaclarının altından gectiler Kırmızı koşkun kapısını actılar
Hacı Niyazi Efendi eski bir evkaf memuruydu Hurriyette tazminat olarak daireden cekilmiş, ev alıp satmakla gecinmeğe başlamıştı Fakat cok doğru bir adamdı Senede belki yuz ev sattığı halde kendi perili koşkunu haricten gelip Hanyadan Konyadan haberi olmayan enayi bir muşteriyi sokmuyor: Allahtan korkarım neme lazım! diyordu Koşkunun perili olduğunu hic saklamazdı Kapıyı kendi actı Sermet Bey evi gezmek istediğini soyledi:
Pekala, buyurun! Dedi
Onlerine duştu Bahceden gectiler Hacı Niyazi Efendi sokakta sarı aba cubbesinin cebinde pirinc bir anahtar cıkardı Bahce kapısını actı, Sermet Beye,
Bu anahtar koşku de acar dedi
Yuruduler, bahce hakikaten biraz vahşiydi Bakımsızlıktan, ayak basmamış bir dere icine donmuştu Koşkun arkasındaki kucuk cam ormanında da vahşi bir sukun vardı Bekci koşke girmedi Kapıda kaldı Sermet Bey, ev sahibiyle gezdi Tezyinata hic diyecek yoktu Alt kat butun mermerdi Sarnıc, banyo, kuyu, kumes, ahır Hepsi tamamdı
Kirası ne kadar?
Cok istemiyorum Yuz seksen lira Ama uc seneliğini peşin isterim
Nicin?
Bakınız beyim, nicin: Duşmanlarım, koşk kiracısız kalsın diye peri lafı cıkarmışlar Birisi girdi mi, herkes fisebilillah peri propagandasına başlar Nihayet kiracılar işittikleri yalanı, gorduk sanıyorlar Mesela kış ortası koşku başıma bırakıp savuşuyorlar Daha fenası, cıkanlar propagandacılara katılıyor İki sene daha boyle giderse malımı ne satabileceğim, ne de kiracı bulabileceğim
Sermet Bey sordu:
Vakıa şimdiye kadar hemen hic Fakat giren, komşuların lafına kapılır Cok durmaz Urker, kacar
Ben urkmem
İnşallah
Fakat uc senelik peşin, bu biraz ağır
Ne yapayım beyim Canım yandı İsterseniz
Sermet Bey koşku cok beğenmişti Hem kirası da ucuzdu Şimdi uc odalı kulubelerin seneliğine yuz elli lira istiyorlardı
Hemen o gun kontratı yaptılar Uc senelik kira olan beş yuz kırk lira peşin verilecekti Hacı Niyazi Efendinin evinden cıktıktan sonra Sermet Bey bekciyi cıkardı, bahşişiye bir yirmi beşlik kağıt verdi Bekci,
Paranıza yazık oldu efendi dedi, uc sene değil, uc ay oturamazsınız
Gorursun
Goruruz Hacı Efendi her girenden boyle uc seneliğini peşin alır, ama hic birisi bir yaz kalamaz Verdikleri para da yanar
Sermet Bey bir hafta sonra kalabalık ailesiyle koşke taşındı Halis bir zevk ehliydi Her gece calgı cağanak, yemek, icmek, keyif, sefa gırla giderdi Daima akrabalarından kadın, erkek, dort beş misafiri bulunurdu Sermet Bey Turkiyeliydi Fakat Avrupalıların Gunduz cefa, gece sefa dusturunu kabul etmişti Cocukları mektebe giderlerdi Kızlarını buyuk ticarethanelere katip diye yerleştirmişti Karısı kız mekteplerinde piyano dersi verirdi Evde calışmayan yalnız yetmiş beşlik annesiydi O da mutfağa, hizmetcilere, filan bakardı Yemeğe gece yarısına yakın yerler, yemekten sonra hic oturmazlar, hemen yatarlardı Aradan on beş gun gecmedi Bir gece aşağı kattan bir cığlık koptu Hizmetci Artemisya, avazı cıktığı kadar haykırarak yukarı koştu Arkada, camların arasında beyaz bir şeyin gezindiğini haber verdi
Gozunuze oyle gorunmuştur! Dediler
Goren diğer hizmetcilere de kanmadılar Coluk, cocuk, hepsi arka odanın balkonuna cıktılar Artemisyanın parmağıyla gosterdiği beyaz hayaleti gorduler Ağacların altında duruyor, sanki koşke bakıyordu Sermet Bey gozlerini oğuşturdu:
Vay anasına! dedi, telkinin kuvvetine bak!
Karısı, kızları, cocukları korkudan sapsarı kesildiler Buyuk kızı,
Ne telkini beybaba! İşte karşımızda, gormuyor musun? Dedi
Goruyorum
Ey, o halde telkin ne demek?
Buraya girdik gireli peri masalından başka bir şey işittik mi? Her gelen bir şey soyledi Şimdi biz bu tesirle boyle hepimiz birden, olmayan bir şeyi goruyoruz
Bu mumkun değil
Nasıl değil?
Sermet Bey, hokkabaz Kazanovun nasıl butun bir tiyatro halkına ceplerindeki sanatı yanlış gosterdiğini filan anlattı Gozumuz kulağımızdan giren yalanları gorur dedi, fakat elimizi bu gorduğumuz şeye surmeyiz Hemen kaybolur Sonra kalktı Karısının menetmesini filan dinlemedi Elini gorunen hayale surmek icin bahceye fırladı Camlara doğru gitti Fakat hayal kactı Kayboldu O gece evin icinde Sermet Beyden başka kimse uyuyamadı
Artık her gece bu hayali goruyorlardı Sermet Bey, elini surmeğe cıkınca hayal kacıyordu Biraz alışır gibi oldular Fakat bir gece hepsi uyurken muthiş bir sarsıntı koşku yerinden oynattı Balkonlara koştular Bir şey goremediler Sabahleyin yemek odasının dibinde kocaman bir taş buldular Sermet Bey annesi, Bizi bu koşkten cıkarmazsan sana hakkımı helal etmem demeğe başladı Beş yuz kırk liraya iki ay oturmak Bu Sermet Beyin işine gelecek şey değildi Ama gece aşırı buyuk buyuk taşlar ev halkına uyku uyutmuyor, hepsini heyecan icinde bırakıyordu Sermet Bey, her defasında hayalin uzerine gidiyor, bir turlu elini suremiyordu Taşların başladığını duyan komşular, daha cıkmazsanız camlarınızı da kırar diyorlardı Sermet Bey kontratın, Cıkarken butun tamirat mustecire aittir maddesini hatırlayarak daha ziyade canı sıkılıyor, bu cam kırma devresinin hululunden evvel bir şey yapmayı duşunuyordu
Yavaş yavaş kendi itikadı da bozulmağa başladı Nihayet cıkmağa karar verdiler Fakat başka bir ev bulamıyorlardı Koşke dair daha bin turlu hikayeler işitmeğe başladılar Sozde burası eskiden kabristanmış Mutfağın olduğu yerde beş yuz senelik bir evliya yatıyormuş Sermet Bey, atılan taşlara, kırılan camlara rağmen hala periye inanmıyordu Bu peri daima camlığın icine kacıyor, orada sır oluyordu Sermet Bey, bir gun camlığın icine saklanıp birdenbire perinin karşısına cıkmayı, yahut arkasından yavaşca gidip elini suruvermeyi duşundu Evdekilerin hicbiri buna razı olmadı: Seni hemen oracıkta carpar! diyorlardı Fakat Sermet Bey, bulanan gonlune rağmen, periye, ecinniye filan bir turlu inanmıyordu Ertesi akşam koruya gitti Buyuk bir camın alt dallarından birine bindi Bekledi, bekledi Gece yarısı oldu Koşktekiler de meraktan uyuyamıyorlardı Zavallıların balkonlarda gezindiklerini goruyorlardı Birdenbire yureği hop etti Hayal sokun etmişti
Eliyle dokununca golge gibi ucup silineceğini katiyen bildiği halde yine Sermet Beyin dizleri titremeğe başladı İcinden, Ben korkmuyorum, fakat vucudumun korkuyor! dedi Yavaşca aşağı atladı Hayalin arkasından yurudu Şeklinin hatları pek sarih gozukuyordu Yaklaştığını hayalet hic duymadı Yavaşca elini uzattı Beyaz cisme dokundu Hayal birdenbire fena halde urktu Ama kaybolmadı Dondu, Sermet Beyi gorunce alabildiğince kacmağa başladı
Sermet Bey, dokununca kaybolmadığı icin bu hayalin peri filan olmadığını hemen anlamıştı Peşini bırakmadı Kovaladı Camlığın sonundaki alcak duvara dayalı bir tahtaya tırmanırken yakaladı Gayet kuvvetliydi Hayal, mukabele olmadığını anlayınca cırpınmaktan vazgecti Sermet Bey,
Ben sana elalemle alay etmesini gosteririm diye zavallı hayali sırtladı Koşke doğru surukledi Bağırdı
Lamba getirin, suratını gorelim
Koşk halkı bahce kapısına inmişti
İnsanmış kerata! Ben dunyada ecinni filan yoktur, demez miyim?
Hayal bir turlu beyaz carşafı başından bırakmak istemiyordu Sermet Bey zorla cekti Sakalı bıyığına karışmış Hacı Niyazi Efendiyi gorunce şaşırdılar Bicare, yuzunu gostermemek icin elleriyle ortuyordu Arkasındaki Şam kumaşından gecelik entarisi yırtılmıştı
Sermet Bey bir kahkaha attı
Kızlar, cocuklar, hizmetciler alıklaştılar
Buyuk Hanım,
Nicin ummet i Muhammedi korkutup deli ediyorsun a efendi? dedi
Sermet Bey,
Onun sebebini ben bilirim! Cevabını verdi
Sonra buyuk kızına hokka kalemle, yazıhanedeki kontrat kağıdını cabucak getirmesini soyledi Hacı Niyazi Efendi donmuş gibi, sorulan şeylere hic cevap vermiyor, hep yuzunu karanlıklara ceviriyordu Kontrat kağıdıyla hokka kalem gelince, Sermet Bey,
Haydi bakalım, al eline kalemi! Yureğine indirdiklerinin duşurttuğunun cocukların cezasını gormek istemiyorsan soylediğimi yaz, imzayı bas! dedi
Hacı Niyazi Efendi mihaniki bir hareketle kaleme kaptı Sermet Beyin kelime kelime soylediklerini tereddut etmeden yazdı:
Kiracım Sermet Beyden koşkun altı senelik kirası olan bin seksen lirayı peşinen, aldım
Hah şoyle!
imzasını attı Beyaz ortusune bu sefer yarım burunmuş olduğu halde, her gece sır olduğu tarafa gitti
Sermet Beyin iki senedir koşkte oturabildiğine herkes hayrette kaldı Komşuları Hacı Niyazi Efendiye,
Galiba senin evin ecinnileri, başka eve goc ettiler Yeni kiracın hic cıkacağa benzemiyor! dedikce, evvela sararıyor, sonra kızarıyor, şu cevabı homurdanıyordu:
Ne abdest, ne oruc, ne namaz, ne niyaz Karılı, erkekli, coluklu cocuklu hepsi akşamdan sabaha kadar sarhoş! Ayol onlara ecinni değil, şeytan bile gorunemez!
İlk Cinayet Omer Seyfettin
Ben hep acı icinde yaşayan bir adamım! Bu sıkıntı adeta kendimi bildiğim anda başladı Belki daha dort yaşında yoktum Ondan sonra yaptığım değil, hatta duşunduğum kotuluklerin bile vicdanımda tutuşturduğu sonsuz cehennem sıkıntıları icinde hala kıvranıyorum Beni uzen şeylerin hic birini unutmadım Anılarım sanki yalnız huzun icin yapılmış
Evet, acaba dort yaşımda var mıydım? Ondan once hic bir şey bilmiyorum Bilinc, başımıza nasıl yakmayan bir yıldırım gibi duşer Tolstoy, daha dokuz aylık bir cocukken kendisinin banyoya sokulduğunu hatırlıyor İlk duygusu bir hoşlanma! Benimki muthiş bir sıkıntıyla başladı Ben ilk kez kendimi Şirket vapurunda hatırlıyorum Hala gozumun onunde: Sanki dunyaya o anda doğmuşum, annemin kucağı Annem, yanındaki cok sarı saclı, genc bir hanımla guluşerek konuşuyor, cıgara iciyorlar Annem cıgarasını ince gumuş bir maşaya takmış Ben bunu istiyorum
Al ama ağzına surme! diyor
Bana bu ince maşayı veriyor, cıgarasını denize atıyor Galiba yaz Cok aydınlık, cok guneşli bir hava Annem, konuşurken mavi tuylu bir yelpazeyi yavaş yavaş sallıyor Ben kucağından kayıyorum Beni kollarımdan tutarak yanına oturtuyor Gumuş maşacığın halkasına parmağımı takıyor, annem gormeden ucunu ağzıma sokuyor, dişlerimle ısırıyorum Konuştuğu sarı saclı hanımın carşafı mavi Ben beyazlar giymiştim Başım acık Saclarım cok Hem galiba dağılmış Annem bunları duzeltirken başımı yukarıya kaldırıyorum Guneşten kum kum parlayan tentenin kenarında el kadar bir golge kımıldıyor
Bak, bak! diyorum
Annem de başını kaldırıyor:
Kuş konmuş, diyor
Bu kuşu isteyince,
Tutulmaz, diyor
Ben yine istiyorum Annem şemsiyesiyle bu golgenin altına vuruyor Ama
golgede kımıltı yok Yine yanımdaki hanıma donuyor:
A, kacmadı
Neye acaba?
Yavru olacak mutlaka
Anne, ben kuşu isterim! diye tutturuyorum
O vakit annem yelpazesini bırakıp ayağa kalkıyor, beni koltuklarımın
altından tutuyor ve kucuk bir top gibi dışarıya kaldırırken diyor ki:
Birdenbire tut ha!
Başım keten tenteye yaklaşınca, gozlerim kamaşıyor Ellerimi
uzatıyorum Tutuveriyorum Bu, beyaz bir kuş Annem alıyor elimden, opuyor,
sarı saclı hanım da opuyor, ben de opuyorum
Ah, zavallı daha yavru
Martı yavrusu
Ucamıyor olmalı
Denize duşerse boğulur
Oteki kadınlar da soze karışıyor, «Yaşamaz!» diyorlar Annem beyaz
kuşu A zavallı, a zavallı!» diye uzun uzadıya okşadıktan sonra benim kucağıma
veriyor
Eve goturelim, belki yaşar, diyor, ama sakın sıkma yavrum
Sıkmam
Boyle tut işte
Gumuş maşacığına bir ince cıgara takıyor Yanındaki hanımla yine dalıyor soze Kuşcağızın tuyleri o kadar beyaz ki Dokunuyorum Kanatlarının kemikleri belli oluyor Ayakları kırmızı Kacmak icin hic cırpınm yor, şaşırmış Gozleri yusyuvarlak Kırmızı gagasının kenarında sanki sarı bir şey yemiş de bulaşığı kalmış gibi sarı bir iz var Boynunu uzatarak cevresine bakmağa calışıyor Ben o zaman gozlerimi anneme kaldırıyorum Yanımdaki hanımla guluşerek konuşuyorlar Benimle ilgili değil Sonra beyaz kuşun uzanan ince boynunu yavaşca elimle tutuyorum Butun gucumle sıkmağa başlıyorum Kanatlarını acmak istiyor Oteki elimle onları da tutuyorum Mercan ayakları dizlerime batıyor Sıkıyorum, sıkıyorum, sıkıyorum Dişlerimi, kırılacak gibi sıkıyorum, gık diyemiyor Sarı kenarlı gagacığı titreyerek acılıp kapanıyor Pembe sivri dili dışarı cıkıyor Yuvarlak gozleri once buyuyor Sonra kuculuyor, sonra sonuyor Birdenbire, kasılmış ellerimi acıyorum Beyaz kuşcağızın olusu «pat!» diye duşuyor yere
Annem donuyor, eğiliyor Yerden bu henuz sıcak masum oluyu alıyor
«A Aaa Olmuş!» dedikten sonra bana dik dik bakıyor:
Ne yaptın?
Sıktın mı?
Soyle bakayım?
Karşılık veremiyor, avazım cıktığı kadar ağlamağa başlıyorum Annemin
elinden beyaz kuşun olusunu sarı saclı hanım alıyor:
Ah, ne gunah!
Zavallıcık
Başka kadınlar da soze karışıyor Karşımızda oturan şişman, yaşlı bir
kadın cinayetimi bildiriyor:
Boğdu Gordum vallahi, ne hain cocuk
Annem sapsarı kesilmiş, sesi titriyor:
«Ah insafsız!» diye bana yine acı acı bakıyor Daha beter ağlıyorum O kadar ağlıyorum ki Beni artık susturamıyorlar Ne vakit, nerede, nasıl sustuğumu bugun hatırlayamıyorum Sanki sonsuza kadar ağlıyorum
Kendimi bilir bilmez yaptığım bu cinayetin uzerinden işte otuz yıldan fazla bir zaman gecti Şimdi Şirket vapurlarının guvertelerinde otururken ne zaman bir martı gorsem, birdenbire, neşemi kaybederim Bir cocuk haykırışıyle ağlamak isterim Yureğimin icinde derin bir sızı buyur, buyur Goğsumu acıtır
Ah insafsız!» diye beni azarlayan anneciğimin hic bitmeyen paylamasını duyar gibi olurum
Omer Seyfettin'den Kısa Hikayeler
Kaşağı (Omer Seyfettin)
AHIRIN avlusunda oynarken aşağıda, gumuş soğutler altında gorunmeyen derenin huzunlu şırıltısını işitirdik Evimiz ic citin buyuk kestane ağacları arkasında kaybolmuş gibiydi Annem, İstanbula gittiği icin benden bir yaş kucuk olan kardeşim Hasanla artık Dadaruhun yanından hic ayrılmıyorduk Bu, babamın seyisi, yaşlı bir adamdı Sabahleyin erkenden ahıra koşuyorduk En sevdiğimiz şey atlardı Dadaruhla birlikte onları suya goturmek, cıplak sırtlarına binmek, ne doyulmaz bir zevkti Hasan korkar, yalnız binemezdi Dadaruh onu kendi onune alırdı Torbalara arpa koymak, yemliklere ot doldurmak, gubreleri kaldırmak eğlenceli bir oyundan daha cok hoşumuza gidiyordu Hele tımar Bu en zevkli şeydi Dadaruh eline kaşağıyı alıp işe başladı mı, tıkı tık tıkı tık tıpkı bir saat gibi yerimde duramaz,
Ben de yapacağım! diye tuttururdum
O vakit Dadaruh, beni Tosunun sırtına koyar, elime kaşağıyı verir,
Hadi yap! derdi
Bu demir gereci hayvanın ustune surter, ama o uyumlu tıkırtıyı cıkaramazdım
Kuyruğunu sallıyor mu?
Sallıyor
Hani bakayım?
Eğilirdim, uzanırdım Ama atın sağrısından kuyruğu gorunmezdi
Her sabah ahıra gelir gelmez,
Dadaruh, tımarı ben yapacağım, derdim
Yapamazsın
Nicin?
Daha kucuksun de ondan
Yapacağım
Buyu de oyle
Ne zaman?
Boyun at kadar olduğunda
At, ahır işlerinde yalnız tımarı beceremiyordum Boyum atın karnına bile varmıyordu Oysa en keyifli, en eğlenceli şey buydu Sanki kaşağının duzenli tıkırtısı Tosunun hoşuna gidiyor, kulaklarını kısıyor, kuyruğunu kocaman bir puskul gibi sallıyordu Tam tımar biteceğine yakın huysuzlanır, o zaman Dadaruh, Hoyt diye sağrısına bir tokat indirir, sonra oteki atları tımara başlardı Ben bir gun yalnız başıma kaldım Hasanla Dadaruh dere kenarına inmişlerdi İcimde bir tımar etmek hırsı uyandı Kaşağıyı aradım, bulamadım Ahırın koşesinde Dadaruhun penceresiz kucuk bir odası vardı Buraya girdim Rafları aradım Eyerlerin arasına falan baktım Yok, yok! Yatağın altında, yeşil tahtadan bir sandık duruyordu Onu actım Az daha sevincimden haykıracaktım Annemin bir hafta once İstanbuldan gonderdiği armağanlar icinden cıkan fakfon kaşağı, pırıl pırıl parlıyordu Hemen kaptım Tosunun yanına koştum Karnına surtmek istedim Rahat durmuyordu
Sanırım acıtıyor? dedim
Gumuş gibi parlayan bu guzel kaşağının dişlerine baktım Cok keskin, cok sivriydi Biraz koreltmek icin duvarın taşlarına surtmeye başladım Dişleri bozulunca yeniden denedim Gene atların hicbiri durmuyordu Kızdım Ofkemi sanki kaşağıdan cıkarmak istedim On adım ilerdeki ceşmeye koştum Kaşağıyı yalağın taşına koydum Yerden kaldırabildiğim en ağır bir taş bularak ustune hızlı hızlı indirmeye başladım İstanbuldan gelen, ustelik Dadaruhun kullanmaya kıyamadığı bu guzel kaşağıyı ezdim, parcaladım Sonra yalağın icine attım
Babam, her sabah dışarıya giderken bir kere ahıra uğrar, oteye beriye bakardı Ben o gun gene ahırda yalnızdım Hasan evde hizmetcimiz Pervinle kalmıştı Babam ceşmeye bakarken, yalağın icinde kırılmış kaşağıyı gordu; Dadaruha haykırdı:
Gel buraya!
Soluğum kesilecekti, bilmem neden, cok korkmuştum Dadaruh şaşırdı, kırılmış kaşağı ortaya cıkınca, babam bunu kimin yaptığını sordu Dadaruh,
Bilmiyorum, dedi
Babamın gozleri bana dondu, daha bir şey sormadan,
Hasan dedim
Hasan mı?
Evet, dun Dadaruh uyurken odaya girdi Sandıktan aldı Sonra yalağın taşında ezdi
Niye Dadaruha haber vermedin?
Uyuyordu
Cağır şunu bakayım
Citin kapısından gectim Golgeli yoldan eve doğru koştum Hasanı cağırdım Zavallının bir şeyden haberi yoktu Koşarak arkamdan geldi Babam pek sertti Bir bakışından odumuz kopardı Hasana dedi ki:
Eğer yalan soylersen seni doverim!
Soylemem
Pekala, bu kaşağıyı niye kırdın?
Hasan, Dadaruhun elinde duran alete şaşkın şaşkın baktı! Sonra sarı saclı başını sarsarak,
Ben kırmadım, dedi
Yalan soyleme, diyorum
Ben kırmadım
Doğru soyle, darılmayacağım Yalan cok kotudur, dedi Hasan inkarda direndi Babam ofkelendi Uzerine yurudu Utanmaz yalancı diye yuzune bir tokat indirdi
Gotur bunu eve; sakın bunu bir daha buraya sokma Hep Pervinle otursun! diye haykırdı
Dadaruh, ağlayan kardeşimi kucağına aldı Citin kapısına doğru yurudu Artık ahırda hep yalnız oynuyordum Hasan evde hapsedilmişti Annem geldikten sonra da bağışlanmadı Fırsat duştukce, O yalancı derdi babam Hasan yediği, tokat aklına geldikce ağlamaya başlar, guc susardı Zavallı anneciğim benim iftira atabileceğime hic ihtimal vermiyordu Aptal Dadaruh, atlara ezdirmiş olmasın? derdi
Ertesi yıl annem, yazın gene İstanbula gitti Biz yalnız kaldık Hasana ahır hala yasaktı Geceleri yatakta atların ne yaptıklarını tayların buyuyup buyumediğini bana sorardı Bir gun birdenbire hastalandı Kasabaya at gonderildi Doktor geldi Kuşpalazı dedi Ciftlikteki koylu kadınlar eve uşuştuler Birtakım tekir kuşlar getiriyorlar, kesip kardeşimin boynuna sarıyorlardı Babam yatağın başucundan hic ayrılmıyordu
Dadaruh cok durgundu Pervin hungur hungur ağlıyordu
Niye ağlıyorsun? diye sordum
Kardeşin hasta
İyi olacak
İyi olmayacak
Ya ne olacak?
Kardeşin olecek! dedi
Olecek mi?
Ben de ağlamaya başladım O hastalandığından beri Pervinin yanında yatıyordum O gece hic uyuyamadım Dalar dalmaz, Hasanın hayali gozumun onune geliyor İftiracı! İftiracı! diye karşımda ağlıyordu
Pervini uyandırdım
Ben Hasanın yanına gideceğim, dedim
Nicin?
Babama bir şey soyleyeceğim
Ne soyleyeceksin?
Kaşağıyı ben kırmıştım, onu soyleyeceğim
Hangi kaşağıyı?
Gecen yılki Hani babamın Hasana darıldığı
Sozumu tamamlayamadım Derin hıckırıklar icinde boğuluyordum Ağlaya ağlaya Pervine anlattım Şimdi babama soylersem, Hasan da duyacak belki beni bağışlayacaktı
Yarın soylersin, dedi
Hayır, şimdi gideceğim
Şimdi baban uyuyor, yarın sabah soylersin Hasan da uyuyor Onu opersin, ağlarsın, seni bağışlar
Pekala!
Haydi şimdi uyu!
Sabaha kadar gene gozlerimi kapayamadım Hava henuz ağarırken Pervini uyandırdım Kalktım Ben icimdeki zehirden vicdan azabını boşaltmak icin acele ediyordum Yazık ki, zavallı sucsuz kardeşim, o gece olmuştu Sofada ciftlik imamıyla Dadaruhu ağlarken gorduk Babamın dışarıya cıkmasını bekliyorlardı
Perili Koşk (Omer Seyfettin)
Sermet Bey dondu, arkasındaki bekciye,
İşte bir boş koşk daha! Dedi
Kucuk bir cam ormanının onunde beyaz, şık bir bina, mermerdenmiş gibi goz kamaştıracak derecede parlıyordu Tarhlarını yabani otlar burumuş Bahcesinin demir kapısında buyuk bir Kiralıktır levhası asılıydı Bekci başını salladı:
Gec efendim, gec! Orası size gelmez
Nicin canım?
Demin gosterdiğim evi tutunuz Kucuk ama cok uğurludur Kim oturursa erkek cocuğu dunyaya gelir
On iki kişi nasıl sığarız beş odaya! Buraya bakalım, buraya Tam bize gore
Bekci tekrar, kati bir işaretle,
Buraya oturamazsınız efendim dedi
Sermet Bey, gozunu koşkten alamıyordu Her tarafında geniş balkonları vardı Temellerinin uzerine yaslanmış sanılacaktı Kulucka yatan beyaz bir Nemse tavuğu gibi yayvandı Yirmi senedir, cocuğa kavuşalıdan beri hep boyle bir yuva tahayyul ederlerdi Asabi bir istical ile,
Niye oturamayız? diye sordu
Efendim, bu koşkte peri vardır
Ne perisi?
Bayağı peri! Gece cıkar Evdekilere rahat vermez
Sermet Bey, gozuyle gorduğune, kulağıyla işittiğine inananlardan değildi Eliyle sıkı sıkıya tutup hissetmeyince bir şeyin varlığına hukmetmezdi, gozle kulak onca birer yalan kovuğuydu Yalanla hep bize bu dort kapıdan girerdi Fakat el fakat Lamise, hic dolma yutmazdı Butun hurafeler, batıl itikatlar dimağımıza hucum icin gozle kulağa koşardı Guldu:
Perinin bize zararı dokunmaz! dedi:
Bekci bir kufur işitmiş gibi Sermet beyin yuzune baktı
Her giren evvela boyle soyler, ama bir ay oturmaz
Senin nene lazım Haydi burasını gezelim
Anahtarı sahibindedir
Sahibi kim?
Sahibi Hacı Niyazi Efendi İşte şu yandaki koşkte oturan
Haydi anahtarı alalım
Peki, ama
Donduler Sık ağaclar arasından yalnız ust katının catısı gorunen kırmızı aşıboyalı bir eski eve doğru yuruyorlardı
İhtiyar bekci yolda beyaz koşkun tarihini kısaca anlattı On senedir buraya girenler bir aydan ziyade oturamamışlardı Evvela peri gorunuyor, sonra buyuk buyuk taşlar atıyor, nihayet gelip camları kırıyor, iceridekilere geceleri hic rahat vermiyordu Kiracılardan ikisinin yureğine inmiş, ucunun evlatlıkları carpılmış, birisinin karısı korkudan altı aylık cocuğunu duşurmuştu Golgelerinde koyunlar otlayan cicekli badem ağaclarının altından gectiler Kırmızı koşkun kapısını actılar
Hacı Niyazi Efendi eski bir evkaf memuruydu Hurriyette tazminat olarak daireden cekilmiş, ev alıp satmakla gecinmeğe başlamıştı Fakat cok doğru bir adamdı Senede belki yuz ev sattığı halde kendi perili koşkunu haricten gelip Hanyadan Konyadan haberi olmayan enayi bir muşteriyi sokmuyor: Allahtan korkarım neme lazım! diyordu Koşkunun perili olduğunu hic saklamazdı Kapıyı kendi actı Sermet Bey evi gezmek istediğini soyledi:
Pekala, buyurun! Dedi
Onlerine duştu Bahceden gectiler Hacı Niyazi Efendi sokakta sarı aba cubbesinin cebinde pirinc bir anahtar cıkardı Bahce kapısını actı, Sermet Beye,
Bu anahtar koşku de acar dedi
Yuruduler, bahce hakikaten biraz vahşiydi Bakımsızlıktan, ayak basmamış bir dere icine donmuştu Koşkun arkasındaki kucuk cam ormanında da vahşi bir sukun vardı Bekci koşke girmedi Kapıda kaldı Sermet Bey, ev sahibiyle gezdi Tezyinata hic diyecek yoktu Alt kat butun mermerdi Sarnıc, banyo, kuyu, kumes, ahır Hepsi tamamdı
Kirası ne kadar?
Cok istemiyorum Yuz seksen lira Ama uc seneliğini peşin isterim
Nicin?
Bakınız beyim, nicin: Duşmanlarım, koşk kiracısız kalsın diye peri lafı cıkarmışlar Birisi girdi mi, herkes fisebilillah peri propagandasına başlar Nihayet kiracılar işittikleri yalanı, gorduk sanıyorlar Mesela kış ortası koşku başıma bırakıp savuşuyorlar Daha fenası, cıkanlar propagandacılara katılıyor İki sene daha boyle giderse malımı ne satabileceğim, ne de kiracı bulabileceğim
Sermet Bey sordu:
Vakıa şimdiye kadar hemen hic Fakat giren, komşuların lafına kapılır Cok durmaz Urker, kacar
Ben urkmem
İnşallah
Fakat uc senelik peşin, bu biraz ağır
Ne yapayım beyim Canım yandı İsterseniz
Sermet Bey koşku cok beğenmişti Hem kirası da ucuzdu Şimdi uc odalı kulubelerin seneliğine yuz elli lira istiyorlardı
Hemen o gun kontratı yaptılar Uc senelik kira olan beş yuz kırk lira peşin verilecekti Hacı Niyazi Efendinin evinden cıktıktan sonra Sermet Bey bekciyi cıkardı, bahşişiye bir yirmi beşlik kağıt verdi Bekci,
Paranıza yazık oldu efendi dedi, uc sene değil, uc ay oturamazsınız
Gorursun
Goruruz Hacı Efendi her girenden boyle uc seneliğini peşin alır, ama hic birisi bir yaz kalamaz Verdikleri para da yanar
Sermet Bey bir hafta sonra kalabalık ailesiyle koşke taşındı Halis bir zevk ehliydi Her gece calgı cağanak, yemek, icmek, keyif, sefa gırla giderdi Daima akrabalarından kadın, erkek, dort beş misafiri bulunurdu Sermet Bey Turkiyeliydi Fakat Avrupalıların Gunduz cefa, gece sefa dusturunu kabul etmişti Cocukları mektebe giderlerdi Kızlarını buyuk ticarethanelere katip diye yerleştirmişti Karısı kız mekteplerinde piyano dersi verirdi Evde calışmayan yalnız yetmiş beşlik annesiydi O da mutfağa, hizmetcilere, filan bakardı Yemeğe gece yarısına yakın yerler, yemekten sonra hic oturmazlar, hemen yatarlardı Aradan on beş gun gecmedi Bir gece aşağı kattan bir cığlık koptu Hizmetci Artemisya, avazı cıktığı kadar haykırarak yukarı koştu Arkada, camların arasında beyaz bir şeyin gezindiğini haber verdi
Gozunuze oyle gorunmuştur! Dediler
Goren diğer hizmetcilere de kanmadılar Coluk, cocuk, hepsi arka odanın balkonuna cıktılar Artemisyanın parmağıyla gosterdiği beyaz hayaleti gorduler Ağacların altında duruyor, sanki koşke bakıyordu Sermet Bey gozlerini oğuşturdu:
Vay anasına! dedi, telkinin kuvvetine bak!
Karısı, kızları, cocukları korkudan sapsarı kesildiler Buyuk kızı,
Ne telkini beybaba! İşte karşımızda, gormuyor musun? Dedi
Goruyorum
Ey, o halde telkin ne demek?
Buraya girdik gireli peri masalından başka bir şey işittik mi? Her gelen bir şey soyledi Şimdi biz bu tesirle boyle hepimiz birden, olmayan bir şeyi goruyoruz
Bu mumkun değil
Nasıl değil?
Sermet Bey, hokkabaz Kazanovun nasıl butun bir tiyatro halkına ceplerindeki sanatı yanlış gosterdiğini filan anlattı Gozumuz kulağımızdan giren yalanları gorur dedi, fakat elimizi bu gorduğumuz şeye surmeyiz Hemen kaybolur Sonra kalktı Karısının menetmesini filan dinlemedi Elini gorunen hayale surmek icin bahceye fırladı Camlara doğru gitti Fakat hayal kactı Kayboldu O gece evin icinde Sermet Beyden başka kimse uyuyamadı
Artık her gece bu hayali goruyorlardı Sermet Bey, elini surmeğe cıkınca hayal kacıyordu Biraz alışır gibi oldular Fakat bir gece hepsi uyurken muthiş bir sarsıntı koşku yerinden oynattı Balkonlara koştular Bir şey goremediler Sabahleyin yemek odasının dibinde kocaman bir taş buldular Sermet Bey annesi, Bizi bu koşkten cıkarmazsan sana hakkımı helal etmem demeğe başladı Beş yuz kırk liraya iki ay oturmak Bu Sermet Beyin işine gelecek şey değildi Ama gece aşırı buyuk buyuk taşlar ev halkına uyku uyutmuyor, hepsini heyecan icinde bırakıyordu Sermet Bey, her defasında hayalin uzerine gidiyor, bir turlu elini suremiyordu Taşların başladığını duyan komşular, daha cıkmazsanız camlarınızı da kırar diyorlardı Sermet Bey kontratın, Cıkarken butun tamirat mustecire aittir maddesini hatırlayarak daha ziyade canı sıkılıyor, bu cam kırma devresinin hululunden evvel bir şey yapmayı duşunuyordu
Yavaş yavaş kendi itikadı da bozulmağa başladı Nihayet cıkmağa karar verdiler Fakat başka bir ev bulamıyorlardı Koşke dair daha bin turlu hikayeler işitmeğe başladılar Sozde burası eskiden kabristanmış Mutfağın olduğu yerde beş yuz senelik bir evliya yatıyormuş Sermet Bey, atılan taşlara, kırılan camlara rağmen hala periye inanmıyordu Bu peri daima camlığın icine kacıyor, orada sır oluyordu Sermet Bey, bir gun camlığın icine saklanıp birdenbire perinin karşısına cıkmayı, yahut arkasından yavaşca gidip elini suruvermeyi duşundu Evdekilerin hicbiri buna razı olmadı: Seni hemen oracıkta carpar! diyorlardı Fakat Sermet Bey, bulanan gonlune rağmen, periye, ecinniye filan bir turlu inanmıyordu Ertesi akşam koruya gitti Buyuk bir camın alt dallarından birine bindi Bekledi, bekledi Gece yarısı oldu Koşktekiler de meraktan uyuyamıyorlardı Zavallıların balkonlarda gezindiklerini goruyorlardı Birdenbire yureği hop etti Hayal sokun etmişti
Eliyle dokununca golge gibi ucup silineceğini katiyen bildiği halde yine Sermet Beyin dizleri titremeğe başladı İcinden, Ben korkmuyorum, fakat vucudumun korkuyor! dedi Yavaşca aşağı atladı Hayalin arkasından yurudu Şeklinin hatları pek sarih gozukuyordu Yaklaştığını hayalet hic duymadı Yavaşca elini uzattı Beyaz cisme dokundu Hayal birdenbire fena halde urktu Ama kaybolmadı Dondu, Sermet Beyi gorunce alabildiğince kacmağa başladı
Sermet Bey, dokununca kaybolmadığı icin bu hayalin peri filan olmadığını hemen anlamıştı Peşini bırakmadı Kovaladı Camlığın sonundaki alcak duvara dayalı bir tahtaya tırmanırken yakaladı Gayet kuvvetliydi Hayal, mukabele olmadığını anlayınca cırpınmaktan vazgecti Sermet Bey,
Ben sana elalemle alay etmesini gosteririm diye zavallı hayali sırtladı Koşke doğru surukledi Bağırdı
Lamba getirin, suratını gorelim
Koşk halkı bahce kapısına inmişti
İnsanmış kerata! Ben dunyada ecinni filan yoktur, demez miyim?
Hayal bir turlu beyaz carşafı başından bırakmak istemiyordu Sermet Bey zorla cekti Sakalı bıyığına karışmış Hacı Niyazi Efendiyi gorunce şaşırdılar Bicare, yuzunu gostermemek icin elleriyle ortuyordu Arkasındaki Şam kumaşından gecelik entarisi yırtılmıştı
Sermet Bey bir kahkaha attı
Kızlar, cocuklar, hizmetciler alıklaştılar
Buyuk Hanım,
Nicin ummet i Muhammedi korkutup deli ediyorsun a efendi? dedi
Sermet Bey,
Onun sebebini ben bilirim! Cevabını verdi
Sonra buyuk kızına hokka kalemle, yazıhanedeki kontrat kağıdını cabucak getirmesini soyledi Hacı Niyazi Efendi donmuş gibi, sorulan şeylere hic cevap vermiyor, hep yuzunu karanlıklara ceviriyordu Kontrat kağıdıyla hokka kalem gelince, Sermet Bey,
Haydi bakalım, al eline kalemi! Yureğine indirdiklerinin duşurttuğunun cocukların cezasını gormek istemiyorsan soylediğimi yaz, imzayı bas! dedi
Hacı Niyazi Efendi mihaniki bir hareketle kaleme kaptı Sermet Beyin kelime kelime soylediklerini tereddut etmeden yazdı:
Kiracım Sermet Beyden koşkun altı senelik kirası olan bin seksen lirayı peşinen, aldım
Hah şoyle!
imzasını attı Beyaz ortusune bu sefer yarım burunmuş olduğu halde, her gece sır olduğu tarafa gitti
Sermet Beyin iki senedir koşkte oturabildiğine herkes hayrette kaldı Komşuları Hacı Niyazi Efendiye,
Galiba senin evin ecinnileri, başka eve goc ettiler Yeni kiracın hic cıkacağa benzemiyor! dedikce, evvela sararıyor, sonra kızarıyor, şu cevabı homurdanıyordu:
Ne abdest, ne oruc, ne namaz, ne niyaz Karılı, erkekli, coluklu cocuklu hepsi akşamdan sabaha kadar sarhoş! Ayol onlara ecinni değil, şeytan bile gorunemez!
İlk Cinayet Omer Seyfettin
Ben hep acı icinde yaşayan bir adamım! Bu sıkıntı adeta kendimi bildiğim anda başladı Belki daha dort yaşında yoktum Ondan sonra yaptığım değil, hatta duşunduğum kotuluklerin bile vicdanımda tutuşturduğu sonsuz cehennem sıkıntıları icinde hala kıvranıyorum Beni uzen şeylerin hic birini unutmadım Anılarım sanki yalnız huzun icin yapılmış
Evet, acaba dort yaşımda var mıydım? Ondan once hic bir şey bilmiyorum Bilinc, başımıza nasıl yakmayan bir yıldırım gibi duşer Tolstoy, daha dokuz aylık bir cocukken kendisinin banyoya sokulduğunu hatırlıyor İlk duygusu bir hoşlanma! Benimki muthiş bir sıkıntıyla başladı Ben ilk kez kendimi Şirket vapurunda hatırlıyorum Hala gozumun onunde: Sanki dunyaya o anda doğmuşum, annemin kucağı Annem, yanındaki cok sarı saclı, genc bir hanımla guluşerek konuşuyor, cıgara iciyorlar Annem cıgarasını ince gumuş bir maşaya takmış Ben bunu istiyorum
Al ama ağzına surme! diyor
Bana bu ince maşayı veriyor, cıgarasını denize atıyor Galiba yaz Cok aydınlık, cok guneşli bir hava Annem, konuşurken mavi tuylu bir yelpazeyi yavaş yavaş sallıyor Ben kucağından kayıyorum Beni kollarımdan tutarak yanına oturtuyor Gumuş maşacığın halkasına parmağımı takıyor, annem gormeden ucunu ağzıma sokuyor, dişlerimle ısırıyorum Konuştuğu sarı saclı hanımın carşafı mavi Ben beyazlar giymiştim Başım acık Saclarım cok Hem galiba dağılmış Annem bunları duzeltirken başımı yukarıya kaldırıyorum Guneşten kum kum parlayan tentenin kenarında el kadar bir golge kımıldıyor
Bak, bak! diyorum
Annem de başını kaldırıyor:
Kuş konmuş, diyor
Bu kuşu isteyince,
Tutulmaz, diyor
Ben yine istiyorum Annem şemsiyesiyle bu golgenin altına vuruyor Ama
golgede kımıltı yok Yine yanımdaki hanıma donuyor:
A, kacmadı
Neye acaba?
Yavru olacak mutlaka
Anne, ben kuşu isterim! diye tutturuyorum
O vakit annem yelpazesini bırakıp ayağa kalkıyor, beni koltuklarımın
altından tutuyor ve kucuk bir top gibi dışarıya kaldırırken diyor ki:
Birdenbire tut ha!
Başım keten tenteye yaklaşınca, gozlerim kamaşıyor Ellerimi
uzatıyorum Tutuveriyorum Bu, beyaz bir kuş Annem alıyor elimden, opuyor,
sarı saclı hanım da opuyor, ben de opuyorum
Ah, zavallı daha yavru
Martı yavrusu
Ucamıyor olmalı
Denize duşerse boğulur
Oteki kadınlar da soze karışıyor, «Yaşamaz!» diyorlar Annem beyaz
kuşu A zavallı, a zavallı!» diye uzun uzadıya okşadıktan sonra benim kucağıma
veriyor
Eve goturelim, belki yaşar, diyor, ama sakın sıkma yavrum
Sıkmam
Boyle tut işte
Gumuş maşacığına bir ince cıgara takıyor Yanındaki hanımla yine dalıyor soze Kuşcağızın tuyleri o kadar beyaz ki Dokunuyorum Kanatlarının kemikleri belli oluyor Ayakları kırmızı Kacmak icin hic cırpınm yor, şaşırmış Gozleri yusyuvarlak Kırmızı gagasının kenarında sanki sarı bir şey yemiş de bulaşığı kalmış gibi sarı bir iz var Boynunu uzatarak cevresine bakmağa calışıyor Ben o zaman gozlerimi anneme kaldırıyorum Yanımdaki hanımla guluşerek konuşuyorlar Benimle ilgili değil Sonra beyaz kuşun uzanan ince boynunu yavaşca elimle tutuyorum Butun gucumle sıkmağa başlıyorum Kanatlarını acmak istiyor Oteki elimle onları da tutuyorum Mercan ayakları dizlerime batıyor Sıkıyorum, sıkıyorum, sıkıyorum Dişlerimi, kırılacak gibi sıkıyorum, gık diyemiyor Sarı kenarlı gagacığı titreyerek acılıp kapanıyor Pembe sivri dili dışarı cıkıyor Yuvarlak gozleri once buyuyor Sonra kuculuyor, sonra sonuyor Birdenbire, kasılmış ellerimi acıyorum Beyaz kuşcağızın olusu «pat!» diye duşuyor yere
Annem donuyor, eğiliyor Yerden bu henuz sıcak masum oluyu alıyor
«A Aaa Olmuş!» dedikten sonra bana dik dik bakıyor:
Ne yaptın?
Sıktın mı?
Soyle bakayım?
Karşılık veremiyor, avazım cıktığı kadar ağlamağa başlıyorum Annemin
elinden beyaz kuşun olusunu sarı saclı hanım alıyor:
Ah, ne gunah!
Zavallıcık
Başka kadınlar da soze karışıyor Karşımızda oturan şişman, yaşlı bir
kadın cinayetimi bildiriyor:
Boğdu Gordum vallahi, ne hain cocuk
Annem sapsarı kesilmiş, sesi titriyor:
«Ah insafsız!» diye bana yine acı acı bakıyor Daha beter ağlıyorum O kadar ağlıyorum ki Beni artık susturamıyorlar Ne vakit, nerede, nasıl sustuğumu bugun hatırlayamıyorum Sanki sonsuza kadar ağlıyorum
Kendimi bilir bilmez yaptığım bu cinayetin uzerinden işte otuz yıldan fazla bir zaman gecti Şimdi Şirket vapurlarının guvertelerinde otururken ne zaman bir martı gorsem, birdenbire, neşemi kaybederim Bir cocuk haykırışıyle ağlamak isterim Yureğimin icinde derin bir sızı buyur, buyur Goğsumu acıtır
Ah insafsız!» diye beni azarlayan anneciğimin hic bitmeyen paylamasını duyar gibi olurum