Son Konu

Osmanlı Devletinin Ekonomi ve Sosyal Yapısı Hakkında Bilgi

Forumdas

Editor
Katılım
6 Ara 2022
Mesajlar
7,544
Tepkime
15,298
Puanları
113
Konum
adana
Web
forumdas.com.tr
Credits
-90
Geri Bildirim : 0 / 0 / 0
Osmanlı Devletinin Ekonomi ve Sosyal Yapısı Hakkında Bilgi

Ekonomik Faaliyetler:

Genel olarak çeşitli tüketim mallarının üretilmesi ve bunların dağıtımının sağlanması amacıyla oluşturulan düzenlemelerin tümüne ekonomik faaliyetler denir. Doktorluk, marangozluk, taşımacılık gibi hizmetler de ekonomik faaliyetler içine girer. Bütün bu işler tarım, sanayi ve ticaret olmak üzere üç ana bölümde toplanabilir. Osmanlılarda ekonomik faaliyetlerin hepsi, halkın sıkıntıya düşmeden, bolluk içinde yaşamasını sağlamak amacıyla düzenlenmişti. Bu anlayış, XVIII. yüzyıl sonlarına kadar hemen hemen değişmeden devam etti.

* Osmanlı Ekonomisinin Tabii (doğal) Kaynakları:
Osmanlı ekonomisinin doğal kaynakları insan ve toprak olarak iki temele dayanıyordu, insan kaynağı reâyâ denilen üretici kesimdi.

Osmanlı Devleti'nin insan gücünü bugünkü anlamda tespit etmek mümkün olmamakla birlikte doğruya yakın bir tahmin yapmak mümkündür. Çünkü devlet, özellikle vergi veren nüfusu belirlemek amacıyla tahrir denilen bir tür sayım yapmıştır. Bugün arşivlerimizde bulunan ve tahrir defteri denilen bu belgelerden çıkarılan sonuçlara göre, Osmanlı Devleti'nin nüfusu, XVIII. yüzyılın başlarına kadar sürekli olarak artmıştır. Toprak ise Osmanlı ekonomisinin en önemli kaynağıdır. Bu bakımdan toprak çeşitli bölümlere ayrılmıştır. Bunların içinde mîrî topraklar en önemli olanıdır. Mülkiyeti devlete ait olan bu topraklar kullanılmak üzere halka verilmiştir.'XVI. yüzyıl sonlarından itibaren hızla artan nüfusa karşılık yeni tarım alanları açılamamış ve insan-toprak dengesi bozulmaya başlamıştır. Bu da ekonominin bozulmasına yol açmıştır. Toprak mülkiyetinde de değişiklikler olmuş, 1854 Arazi Kanunnamesi ile, uzun süre toprağı kullananlar, onun sahibi olmuştur. Osmanlı ekonomisinin temeli, tarıma dayanıyordu. Çünkü nüfusunun büyük bir bölümü kırsal kesimde yaşıyordu. Tarımın temeli ise tımar sistemine dayanıyordu. Tımar topraklarının mülkiyeti devlete, tasarrufu halka, üreticinin devlete vermesi gereken vergiler ise, tımarlı sipahiye aitti. Köyü toprağı ekip"biçerken şu kurallara uymak zorundaydı;

* Sebepsiz olarak toprağını terkedemezdi.
* Sebepsiz olarak toprağını üç yıl üst üste işlemeyenin toprağı geri alınırdı.
* Elde ettiği ürünün vergilerini düzenli olarak ödemek zorundaydı.

Sipahi ise, devlet adına, köylünün güven ve düzen içinde yaşaması için diğer görevlilerle
birlikte sorumlu ve yükümlü olan kişiydi.

* Hayvancılık:
Hayvancılık yalnız tarım ekonomisinin değil, Osmanlı genel ekonomisinin temel unsurlarından biriydi. Beslenme, dericilik, dokuma gibi ekonomi dallarında tartışılmaz bir hammaddeydi. Aynı zamanda ulaşım ve taşıma sektörünün en önemli güç kaynağıydı. Tarım alanında çalışan ailelerin hepsi aynı zamanda ulaşım ve taşımacılık için, yeter sayıda hayvan besleyen ailelerdi. Ayrıca konar-göçer aşiretler hayvancılık konusunda zengin bir kaynaktı. Bursa'da ipek, Ankara'da tiftik, Selanik'te çuha, Bulgaristan'da aba üretimi hayvancılığı önemli bir hammadde durumuna getirmiştir.

* Sanayii:
Sanayi alanında üretim, arz talep dengesi içinde gerçekleştirildi. Üretim ihtiyaçla sınırlı olduğunda plânlı yapılır ve üretilen malın fiyatı tüketici göz önüne alınarak belirlenirdi. Bu belirleme işlemine narh vermek denirdi. Sanayii genellikle el tezgâhlar ve küçük işletmeler şeklindeydi. Bunlar da bütünüyle şehirlerde ve büyük kasabalarda toplanmıştı. Sanayii dalında çalışanlara esnaf denirdi. Bu teşkilât aslında XIII. ve XIV.
yüzyıllarda ortaya çıkan ahi teşkilâtının bir devamıydı. Bazı meslek dalları, bazı yerlerde ün yapmıştı. Meselâ, Karaman ve Konya'da pamuklu dokuma, Bursa'da kadife ve ipekli dokuma, Ankara ve Kastamonu'da sof dokumacılığı, Selanik'te çuhacılık, Bulgaristan'ın çeşitli yerlerinde aba ve kıl dokumacılığı, Tokat'ta bakırcılık, Edirne'de ayakkabı ve silâh sanayii, istanbul'da ipek ve çuha sanayii, Batı Anadolu'da pamuklu dokuma ve halı sanayii bunlardan bir kısmıdır.

* Ticaret Hayatı:
Osmanlılarda zengin ve hareketli bir ticaret hayatı vardı. Ekonominin ticaret kesimini ikiye ayırmak mümkündür. Bunlardan biri, sanatkârların ürettiklerini dükkânlannda pazarlamasıdır. Diğeri ise yurt içi veya yurt dışında satma amacıyla mal getirmek veya ***ürmektir. Osmanlı tüccarları yurt dışında ticaret kolonileri de kurmuşlardır. Devlet de her zaman ticareti özendirmiş ve tüccarları korumuştur. Bu amaçla şehir ve büyük kasabalarda han, bedesten gibi ticaret merkezleri, yol tzerlerinde ve yerleşim merkezlerinde hanlar ve kervansaraylar yaptırılmıştır. Ülke düzenli ve güvenli bir yol ağıyla örülmüştür.

Kamu ekonomisi, devlet maliyesi demektir. Osmanlı maliyesinin en önemli gelir kaynağı halkın ödediği vergilerdir. Vergiler iki ana grupta toplanabilir. Bunlardan biri şer'i, diğeri örfî vergilerdir. fier'î vergiler, islâm Hukuku'na göre toplanırdı. Öşür, haraç ve cizye olarak üç kısma ayrılırdı. Örfi vergiler ise padişahın emriyle konulurdu. Örfî vergiler de çeşitli vergilerden oluşurdu.

* Osmanlılarda Para ve Fiyat Hareketleri:
Osmanlılar, XIX.yüzyıla kadar bakır, gümüş ve altından yapılmış paralar kullandılar. Bu paralar darphane denilen yerde basılır ve genelikle adına sikke denirdi. Para gümüşten yapılmışsa akçe, altından yapılmışsa sikke-i hasene veya kırmızı adı verilirdi. Devletin bastırdığı bu paraların yanında yer yer ve zaman zaman başka ülkelerin paraları da kullanılırdı. Akçe aynı zamanda diğer paraların değerlerini belirlemede kullanılan
bir ölçekti. Meselâ bir altın 60 akçe, bir guruş 40 akçe, bir para 4 akçe idi. Geçen yıllar içinde Osmanlı parası da değer kaybına uğradı ve para sisteminde değişiklikler oldu. Akdeniz havzasındaki hızlı nüfus artışı, aynı yıllarda Amerikan gümüşünün Avrupa'ya akması, Avrupa'nın ticaret faaliyetlerini genişletmesi gibi nedenler yüzündenmOsmanlı ülkesinde hızlı fiyat artışları, yani yüksek enşasyon olayı görüldü. 1839
yılında ilk kez kâğıt para basıldı. Klasik dönemde Osmanlı toplumunun büyük bir bölümü mütevazı bir hayat yaşamıştır. Genellikle hayat standardı geçimlik bir anlayış içinde olmuştur. Yöneticiler gibi toplumun üst grupları, nisbeten daha geniş imkânlara sahip olmuştur.

* Sanayii inkılâbının Osmanlı Ekonomisine Etkisi:
XVI.yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı Devleti dışındaki gelişmeler, Osmanlı ülkesinde de etkisini gösterdi. Avrupa, XVI.yüzyılda, daha önceki birikimi sonucunda, ticaret alanında büyük bir gelişme gösterdi. Bunu, XVIII. yüzyılda sanayii inkılâbı izledi. Bu tarihten itibaren Osmanlı ülkesinde Avrupa'nın etkisi duyulmaya başladı. Bu etki, XIX. yüzyılda daha da arttı. Bunun üzerine devlet, tarım ve toprak tasarrufu konusunda yeni düzenlemeler yaptı. Aynı olgu hayvancılık dalında da yaşandı. Sanayileşen Avrupa'nın yiyecek ihtiyacı karşısında Osmanlı tarım ve hayvancılık sektörü geçimlik üretimden pazar ekonomisi yapısına geçti. Buğday ve hayvan gibi önemli besin maddeleri dışarıya kaçırılmaya başlandı.

XVIII.yüzyılda sanayileşmesini gerçekleştiren Avrupa'nın etkisi, daha çok esnaf teşkilâtları üzerinde görüldü. Lonca sistemi bozuldu. Esnaf üretim yapmak yerine Avrupa sanayiinin ihtiyacı olan hammaddeyi satmaya başladı. Bu da zaten el tezgâhları ve küçük işletmeler şeklinde olan Osmanlı sanayiinin gelişmesini önledi. Bu çöküşe karşı devlet birtakım önlemler almaya çalıştı. Bazı fabrikalar açıldı ise de istenen
sonuç elde edilemedi. Osmanlı sanayiinin canlandırılması çabaları, XIX.ytizyılda yeni gelişmeler gösterdi. Ülkenin alt yapı yatırımları başlatıldı. Bunlar genellikle yabancı yatırımlar şeklinde gerçekleşti. Ticaret, ulaşım, haberleşme gibi konularda çalışmalar yapıldı.

Devletin kuruluş döneminden itibaren yabancı ülkelerle kapitülasyon adı verilen ticaret anlaşmaları yapılmıştı. Ekonominin güçlü olduğu yıllarda ülkeye zarar vermeyen kapitülasyonlar, ekonomi çökmeye başlayınca, çöküşü hızlandıran etken oldular. Özellikle, 1838 yılında ingiltere ile yapılan anlaşma ile Osmanlı Devleti, bağımsız dış ticaret politikası izleyebilme imkânını kaybetti. Ekonomik alanda bankacılık faaliyetleri de başladı. Bütçeler daha ciddi yapıldı ise de büyük açıklar verdi. Bu açıkları kapatmak için devlet iç ve dış borçlanma yoluna saptı. ilk defa 1854'de borç para alındı. Daha 1850 yıllarında iç kaynaklar tükenme noktasına geldi. Devlet aldığı dış borçların taksitlerini bile ödeyemedi . Bunun üzerine1881 yılında Düyûn-ı Umumiye idaresi adıyla bir komisyon kuruldu. Bu komisyon, Osmanlı ekonomisini tamamen kontrol altına aldı. Bu ekonomik çöküş, devletin yıkılışına kadar sürdü.

Esnaf Ve Zanaatkarlar

* Ahilik Teşkilatı:

Anadolu'da 13. yüzyılda yayılmıs olan esnaf, zanaatkâr ve isçileri toplayan teskilattır. Anadolu Selçuklu Devletinin sosyal düzeninin sağlanmasında ve
Osmanlı devletinin kurulusunda etkili olan ahîlik teskilatı dinî, ahlakî, sosyal ve ekonomik bir nitelik tasıyordu. Ahîlikte her mesleğin bir pîri ve pîr çevresinde toplanan meslek sahipleri vardı. Bu meslek sahiplerinin güven, doğruluk, tövbe ve hidayet gibi kurallara uyma zorunluluğu vardı.

* Lonca Teşkilatı:
Osmanlı toplumunda esnaflar LONCA adı verilen teskilatlara sahiptiler. Her esnaf muhakkak bir loncaya kayıtlı olur, loncasının koruması ve denetimi altında bulunurdu. Bugünkü tabipler odası, mimarlar odası, soförler cemiyeti gibi... Dükkan açma hakkına GEDİK denilirdi. Gedik'e sahip olmak için çıraklık, kalfalık yapıp, ustalık belgesini almak gerekirdi.

Loncaların baslıca görevleri sunlardı:
1- Üye sayısını, üretilen malların kalitesini,fiyatını belirlemek
2- Esnaf arasındaki haksız rekabeti önlemek,
3- Esnaf ile devlet arasındaki iliskileri düzenlemek,
4- Üyelerine kredi vermek. Her loncada yaslılardan meydana gelen 6 kisilik bir "ustalar kurulu" vardı.

Bunların en yaslısı baskan olur ve SEYH adını alırdı.
Seyh : Çıraklık ve ustalık törenlerini yönetir ve cezaların uygulanmasını sağlardı.
Kethüda: Loncayı dısarda temsil eder, hükümetle iliskileri düzenlerdi.
Nakib : Seyhi temsil eder,esnafla seyh arasında aracılık yapardı.
Yiğitbası: Disiplin isleri ve esnafa hammadde dağıtımını yapardı.
Ehl-i Hibre: İki kisiydiler. Mesleğin sırlarını bilen, malların kalitesi bildiren, fiyat belirleyen uzman. (Bilirkisi)

Bu 6 kisiden olusan Lonca kurulunun dısında Lonca teskilatıyla ilgili devlet görevlileri de vardı; Bunlar:

Kadı : Lonca birliklerinin en üst makamıydı. Esnaf arasındaki anlasmazlıkları çözümler ve yukarıda belirtilen altı kisilik kurulun seçilmesini onaylar veya görevden alırdı.
Muhtesib: Çarsı ve pazar denetlemesi yapardı.Satılan mal ve fiatları kontrol ederlerdi.(zabıta)
Esnaf ikiye ayrılır
a) Üreticiler:
Hammaddeyi isleyerek, islenmis madde haline getiren esnaflardır.
Örneğin: Bakırcı, kılıççı, fırıncı, demirci gibi...
b) Hizmet Erbabı:
Toplum için gerekli bir hizmeti yapan esnaftır. Örneğin: Berberler, hammallar gibi...

* Diğer Gruplar:
Osmanlı sehirlerinde Askerîler, tacîrler ve esnaflardan baska meslek ve toplum grupları da vardı. Bunların baslıcaları; yabancı tüccarlar, seyyahlar, yabancı ülke temsilcileri, köyden kente göç etmis issizler, seyyar satıcılardır

* Köyde Yşayanlar:
Köylerde yasayanları söyle gruplayabiliriz:


1)- Çiftçiler: Bunlar dirlik sahiplerinden veya devletten aldıkları 50-150 dönüm arasında ÇİFTLİK denilen toprakları islerlerdi. Ürün vergisi olarak "Ösür" veya "harac" vergisini öder, toprak vergisi olarak da ÇİFT RESMİ'ni verirlerdi.Üç yıl toprağını ekmeyen veya terkeden çiftçinin toprağı baskasına verilirdi. Bu takdirde bu kisiden ÇİFTBOZAN AKÇESİ adıyla bir vergi alınırdı.

2)- Tımar Beyleri: Köylerde yasayan beyler, çiftçinin denetimini yapar, güvenliği sağlarlardı.

3)- Muaflar: Köylüler arasında hiç vergi vermeyen veya çok az verenlere " MUAF " denirdi. Derbentçiler, emekli sipahiler, kalelerde görev yapanlar, din görevlileri, ilim
adamları muaflar içinde yer alıyordu.

* Göçebeler (Konargöçerler):
Türk oymaklarının basındakilere BEY, Arap asiretlerinin basındakilere SEYH adı veriliyordu. Bunların devletle ilgili islerini KETHÜDA denilen yardımcıları yürütürdü. Hayvancılıkla uğrasan konargöçerler, devlete hayvan veya sürü basına AĞIL RESMî denilen bir vergi
öderlerdi.

Osmanlı Ekonomisi
* Osmanlı Ekonomisinin Temel Kaynağı:


İNSAN : Osmanlı devletinde son yıllara gelinceye dek bugünkü anlamda bir nüfus sayımı yapılmamıstı. İlk nüfus sayımı 1831'de II.MAHMUT döneminde yapıldı. Osmanlı Devleti'nin bundan önceki dönemlerine ait nüfus bilgilerini ise Tahrîr defterlerinden öğreniyoruz.

TAHRîR DEFTERLERİ: Bir yer fethedildiğinde ya da belirli aralıklarla kaza ve sancakların vergi yükümlüsü "erkek nüfusunu" ve bunların ödeyeceği vergi miktarını saptamak amacıyla "TAHRîR" denilen bir sayım yapılırdı. Tahrir defterlerini "Nisancı" tutar, bir örneği de Eyalette saklanırdı.

OSMANLI DEVLETİNDE SOSYAL YAPI
Osmanlı toplum yapısı çeşitli açılardan tabakalaşma göstermekte olup insanların yerleşim mekanı, toplum hayatında oynadıkları rol, toplum yapısını sembolize eden piramitte işgal edilen yer ve statü gibi değişik kriterler, tabakalaşmada etkili olmaktadır. Yerleşim mekanı açısından Osmanlı toplumuna bakıldığında, kırsal kesimde köy ve obalarda yerleşik hayatı yaşayanlarla konar-göçer bir hayat içinde bulunan Yörük toplulukların, şehir ve kasabada yaşayıp sanat, ticaret ve yönelim faaliyetleriyle ilgilenenlerden daha çok olduğu görülür. Ticaret ve yönetim merkezleri olan şehir ve kasabalar dışında yaşayan kitlelerin büyük çoğunluğu mirî arazi veya vakıf araziler üzerinde yaşayıp iktisadî meşguliyet itibariyle toprakla ve hayvancılıkla ilgilenen toplumsal kesimi oluşturmuşlardır. Endüstrileşme öncesi toplumların yapısal ve işlevsel özelliklerini ortaya koyan Osmanlı toplumu çok uluslu, çok dilli, çok dinli, çok renkli kompleks bir toplum olarak karşımıza çıkmakta ve kelimenin tam anlamıyla "pleiralist" yapı özelliklerini ortaya koymaktadır. Siyaset, yönetim, dil, din, hukuk, örf, kültür, eğitim ve benzeri her türlü toplumsal alanlarda ne "monist" bir yapı, ne de tek bir "form"a irca edilmesi yönünde bir gayret vardır. Bu bakımdan Osmanlı toplum yapısı, farklı renk ve tonlardaki birçok mozayiğin oluşturduğu bir bütünü ifade etmektedir.

Kuşkusuz Osmanlı toplumunun plüralist yapı özellikleriyle, çağdaş toplumların "monist" yapı içerisindeki plüralist özellikleri oldukça farklıdır. Osmanlı toplum yapısının, daha çok geleneksel toplum yapılarının "yerellik" ve "çok renklilik" gibi ayırıcı özellikleri bünyesinde barındırmakla olduğu söylenebilir.

Osmanlı toplumunu merkezden kenara doğru genişliyen daireler şeklinde tabaka-laştınrsak bu çizimin en iç kısmındaki dairede Osmanlı padişahı ile saray kurumu yer alır.


1. Osmanlı Padişahı ve Saray

Altıyüz yıllık bir tarihi dönemi içeren, dil, din, ırk, gelenek ve kültürleri farklı milletlerin aynı siyasal organizasyon içinde teşkilaüanmalanyla oluşan Osmanlı toplumunun merkezi yerinde Osmanlı padişahı ve Saray kurumunun yer aldığı görülür. Her türlü otoriteyi elinde bulunduran, iktidarı kullanan Padişah ve onun hayatının geçtiği Saray, aynı zamanda Osmanlı siyasal-yö-netsel sisteminin de özünü teşkil etmektedir. Osmanlı Dcvlcti'ni kuran aileden olan Padişah, değişik ırk, din, dil, kültür ve gelenek dünyalarından gelen milletlerin oluşturduğu Osmanlı toplumunun zirvesinde siyasal, dinsel, yönetsel ve diğer alanlarda iktidarı elinde tutan birinci derecede otorite sahibi; hem yönetenlerin hem de yönetilenlerin kendisine bağlılık duydukları tek kişidir. "Bey", "Gazi", "Sultan", "Han", "Hüda-vendigar", "Emir", "Hünkar", "Padişah" gibi çeşitli unvanlar kullanmış olan Osmanlı padişahları, bu unvanların dışında "Halife-lik"in Osmanlı yönetimine geçmesinden sonra "Hadimü'l-Haremeyn eş-Şerifeyn", "Halife-i Ruy-i Zemin" ve "Halifetü'1-Müs-limin" gibi dinsel-siyasal unvanlar da kullanmışlardır. Osmanlı toplumunun siyasal bakımdan teşkilatlanmasında tslam teorisi ile Eski Türk geleneklerini, şahsında birleştirmiş olmakla birlikte XV. yüzyıldan itibaren Bizans ve XVIII. yüzyıldan itibaren de Batı geleneklerinin etkisi altında kaldıkları görülür. Osmanlı Padişahlarının tahta geçişleri konusunda yerleşik bir yasal düzenlemenin olmaması sebebiyle çeşitli toplumsal çatışmalar yaşanmış ve bu cümleden olarak "evlat katli" gibi kurumlar yerleşmiştir. Eski Türk siyasal geleneğindeki "Ülüş sistemi"nin etkisinin izlendiği XVI. yüzyılın sonlarına kadar şehzadeler arasında cereyan eden laht kavgaları, toplumu bölerek siyasal birliğin sağlanmasını güçleştirirken İslam m siyasal iktidarın bölünmezliği prensibinin yerleşmesi sonunda, padişahlar güç ve egemenliklerini toplumun her kaüna daha kolay yayma imkanı bulmuşlardır. Klasik Osmanlı yönetimini zirveye taşıyan Kanunî Süleyman (öl. 1556) zamanında başlayan toplumsal, siyasal ve ekonomik bozulmanın, XVII. yüzyılın başlarından itibaren Padişahlık kurumuna dayansıdığı görülür. Toplumdaki çalkalanma ve bozulma karşısında padişahların gösterdikleri "yeni düzen" oluşturma ve "ıslahat" girişimleri olumlu sonuç vermemiş, toplum sal-siyasal dönüşümler sonunda, devlet yönetimine egemen olan yeni asker-sivil bürokrasinin düzenlemeleri ve toplumsal yapıda ortaya çıkan yeni sınıfların talepleri karşısında güçsüzleşen Osmanlı padişahı, bazı dönemlerde güçlenmek istemişse de, iç ve dış çıkar çevrelerine ve muhalefete yenilmekten kurtulamamıştır.

Osmanlı toplumunun zirvesinde bir baba olarak yer alan Padişah, aile efradı ve kullarıyfa birlikte "Saray"da yaşıyordu. Saray, Osmanlı toplumunda çok yönlü fonksiyon hırı olan bir toplumsal-yönetsel merkezi temsil etmektedir. Osmanlı saraylarının en tipik örneğini temsil eden Topkapı Sarayı, fonksiyonları farklı Harem, Enderun ve Birun denilen üç ayn kurumun oluşturduğu bir kompleksi ifade etmektedir. Padişah'ın özel hayatının geçtiği, kendisinin ve ailesinin yaşadığı Harem ve Padişah'ın günlük hayatının geçtiği, içoğlanlann eğitildiği özel kurumların bulunduğu Enderun, kamuya kapalı mekanlardı. Saray'ın dış kısmını oluşturan Birun, merkezi yönetim örgütlerini, merkezi bürokrasinin bulunduğu kısım olup DWan-ı Hümayun, Divan-ı Hümayun kalemleri ve diğer merkezi yönetim örgütleri burada bulunuyordu. XIX. yüzyılda Osmanlı padişahları Topkapı Sarayı'nın dışında Dolmabahçe Sarayı, Yıldız Sarayı, Çırağan Sarayı, Beylerbeyi Sarayı gibi» Batı formunda yeni saraylar inşa ettirip buralara taşınınca Osmanlı toplumundaki "Saray" kurumu da, diğer toplumsal-siyasal kurumlar gibi dönüşümler geçirdi ve giderek önemini yitirdi. Yeni saraylardaki hayat, eski saraylara nisbetle oldukça farklı olup buralar ve asker-sivil bürokratların yaşadıkları "konak"lar, batı etkisinin iyice hissedildiği yerlerdi. Osmanlı toplumunun süreç içerisindeki değişim ile birlikte saray ve yaşanan mekan anlayışı, siyaset ve dünya görü-şündeki değişme ile birlikte yeni biçimler almış ve giderek toplumun tabanından uzaklaşmıştır.


2. Yönetici Sınıf (Askerîler)


Osmanlı toplum yapısında Padişah ve Saray kurumundan sonra en etkin toplumsal kesim, özgün adı ile "Askeri Sınıftır. Padişah tarafından bir "berat'Ia kamu bürokrasisinin herhangi bir merciine atanan, kamu hizmetlerini padişah adına yerine getiren, çeşitli imtiyazlara sahip olan, toplum yapısında statü ve iktisadi imkan açısından iyi durumda bulunan görevlilerden müteşekkil bir "imtiyazlı sınıf olarak karşımıza çıkmakta olan Askerî Sınıf, kendi içerisinde homojen bir yapıya sahip değildir. Esas itibariyle Kapıkulu ve Din bürokrasisinden oluşan Askerî Sınıf, siyasal-yönetsel sistemin merkezinde ve eyalet örgütlerinde görevli sipahileri, ordu ve bürokrasi mensuplarını, kapıkulları, medreselerde görevli öğretim kadrolarını, adalet hizmetinde görevli kadıları ve naipleri, bilgi danışma ve müşavirlik hizmeti sunun müftileri, bir kısım tarikat ehlini, kilise ve diğer dinsel kurumlarda görevli olanları içine alan oldukça geniş bir toplumsal kütleyi kapsamaktaydı. Kamu bürokrasisinin çeşitli kademelerinde görevli olanlara "askerî" denmesi, onların fiilen askerlik hizmeti ile uğraşmaları anlamına gelmemektedir. Muhtemelen fetih ve gaza ülküsü üzerinde yükselen ve idare teşkilatının en önemli işlevinin bu fetih ve gazaları organize etmek olan Osmanlı Devle-ti'nin İlk örgütlenme yıllarında siyasi-idari yapıda görevli olanlara bu sıfat verilmiş ve bu gelenek devam etmiştir. Askerîleri esas itibariyle iki sınıfa ayırmak yerinde olur: İcracı Askerîler (Yönetsel-Askerî Sınıf) ve Ulema (Dinsel-Yönetsel sınıf)-İcracı askeriler, kamu bürokrasisinin merkezî ve taşra örgütlerinde görevli olan genellikle kapıkulu kökenli kişiler olup çoğu tımar sahibi kişilerdir. Osmanlı Devle-ti'nin kuruluş yıllarında henüz "devşirme" kurumu gelişmemişken yöneticiler, genellikle Türk aristokrat ailelerine mensup idiler. Ayrıca Anadolu dışındaki diğer İslam ülkelerinden de geliyorlardı. Devşirme kurumunun yerleşmesinden sonra, bilhassa II. Mehmed'ten itibaren siyasal-yönetsel otoriteye iyice bağımlı bir kamu bürokrasisi oluşturulmaya çalışılmış ve bu cümleden olarak Kapıkulu yaratılmıştır. Toplumsal bir kitleye dayanmayan Kapıkulu, devlet hizmetindeki emeğinin karşılığı olarak kendisine tahsis edilen mirî arazi gelirlerinden istifade edebiliyordu. Tımar sistemi ile oluşturulan Sipahi kitlesi de yönetici sınıf içerisinde yer almıştır.

Padişah'ın vekil-i mutlak'ı olan vezir-i azamhk makamına kadar yükselebilen Kapıkulu mensuptan, din ve adalet hizmetleri dışında yönetimin bütün kademelerine gelebiliyorlardı. Padişahın kulları sayılan icracı askerîlerin iktidar karşısındaki durumları oldukça güvensiz bir noktada bulunmaktaydı. Padişah iradesi karşısında "mallarının ve canlarının" hiçbir teminatı bulunmadığını ve siyaseten kati ve müsadere gibi uygulamalardan en çok bunların etkilendiklerini görüyoruz. Padişahlar çeşitli sebeplerle yargılamadan, ya da yargılayarak kullarım bir sözle ölüme gönderebilmişler, mallarını müsadere edip kamu geliri olarak hazineye aktarabilm işlerdir. Osmanlı toplumunda, kuşkusuz, en güvensiz sınıfı İcracı Askerîler teşkil etmiştir. Kamu bürokrasisinde yeni "asker-sivil bürokrasisinin güçlenerek Padişah karşısına birtakım isteklerle çıkması ile "icracı askerilerin klasik dönemdeki statüleri değişmiş, siyasal-yönetsel sisteme ve hatta padişahlara bile hükmedebilecek noktaya gelmişlerdir. Osmanlı kamu bürokrasisinin özünü oluşturan bu kesimin, toplumsal-siyasal değişme ile birlikte toplum yöneliminde ve toplumun gidişine yön vermede etkileri ve işlevleri giderek artmış, Tanzimat sonrasında "bürokratik yönetim geleneği"nin yerleşmesinde önemli rol oynamıştır. Padişahlık ve Saray kurumunun çeşitli iç ve dış etkenlerle güçsüzleşmesi karşısında, özellikle "Asker-Sivil Bürokrasi" siyasal-yönetsel sisteme egemen olarak iktidara gelecekleri belirleme, örgütleri oluşturma, yasal ve anayasal düzenlemeler yapma, toplum normu ve değerler sistemi dikte etme gibi temel toplumsal işlevleri görmüşlerdir. Tanzimat döneminin icracı askerileri olan asker-sivil bürokratlar, yönetsel işlevlerden çok, siyasal işlevler görmüş, gerileyen Din Bürokrasisi karşısında güçlenerek yukarıdan aşağıya toplumu kurma ve şekillendirme misyonu yüklenmiştir. Bu yapı, Cumhuriyet yönetiminde de uzun yıllar devam edecek ve toplumu yukarıdan aşağıya kurma ve düzenleme geleneği demokrasiye rağmen sürüp gidecektir.

Osmanlı toplumunda Yönetici Sınıfın ikinci kategorisi Ulema sınıfına mensup görevliler tarafından oluşturulmuştur. Ulema, Yönetici Sınıf içerisinde prestij, medenî haklardan yararlanma ve gelecek güvencesi bakımından İcracı Askerilere nis-betle oldukça iyi durumda bulunan bir kategoriyi temsil etmiştir. Kanunları yorumlama, adalet dağıtma, kamuoyu oluşturma ve eğitim ve öğretimi düzenleme gibi temel toplumsal-yönetsel faaliyetlerle görevli olan Ulema sınıfı, hem toplum yapısında, hem de siyasal-yönetsel sist&mde oldukça önemli bir noktada bulunmuştur. Devletin din, yargı ve eğitim hizmetlerini yöneten Ulema, kamu bürokrasisinin "Din Bürokrasisi" Örgütünü oluşturmuştur. Osmanlı toplumsal yapısı, dinsel ve siyasal güçlerin aynı siyasal organizasyon içerisinde uyumlu bir biçimde örgüüendirilmesiyle oluşmuş bir sistem olduğundan, siyasal-yönetsel sistem de buna uygun bir biçimde yapılaşmıştır. Toplumun bütün otorite alanları, ne sadece siyasal güçlerin, ne de sadece dinsel güçlerin eline verilmiştir. Siyasal güçlerle dinsel-yönctsel güçler uyumlu bir biçimde örgütlendiğinden, Osmanlı Devleti'nde dini güçleri temsil eden Ulema'nın önemli işlevleri ve yeri olmuştur. Osmanlı toplumunda gayet iyi durumda bulunan Ulema sınıfını toplumsal yapıda saygın noktaya getiren temel unsur, gördüğü işlevler olduğu gibi Padişah iradesinin ulema karşısında adeta sınırlandırılmış olmasından da ileri gelmesiydi. Kul kökenli olmayan ulema mensuplarına siyaseten kati cezası pek ender ve olağanüstü hallerde uygulanmıştır. Ulema sınıfı, kuşkusuz, kendi içerisinde zaman içinde farklılaşmıştır. Kuruluş döneminde» bilhassa heterodoks din ulularının ve tasavvufi tslam temsilcilerinin hakimiyeti ağır basarken, ilerleyen yıllarda medre-seli-sünni din seçkinlerinin etkisi artmıştır. Yine ilk yıllarda İran ve arap kökenliler ço-ğunlukta olmakla birlikte, daha sonra Türk kökenli olanlar bu sınıfa egemen olmuşlardır. XV. XVI. yüzyıllarda güçlü liderler yolu İle siyasal-yönetsel sistemdeki etkisi iyice artmış olan Ulema sınıfının siyasal-yönetsel işlevleri özellikle Tanzimat'tan sonra gerilemeye başlamış ve toplum yapısında gelişme gösteren yeni sınıflar karşısında etkileri azalmıştır. Toplumun siyasal-yönetsel yönetimini eline geçiren Asker-Sivil Bürokrasi, toplumun düzenlemesini Batı örneğinde ve Batı ölçüleri ile yapmaya çalışarak Din Bürokrasisinin etkisini azaltmak istemiştir. Kamu bürokrasisi içerisinde örgütlü olan "din"in etkisi Cumhuriyet döneminde gittikçe azaltılmış ve sadece ibadetlerin yönetimi görevi kendisine verilmiştir. Osmanlı toplum yapısında ulema sınıfının ve dolayısı ile dinin toplum sal-sıyasal etkisinin giderek gerilediği ve bugünkü noktasına geldiği söylenilebilir.


3. Yönetilen Sınıf (Reaya)

Osmanlı toplum yapısında en önemli kesimi, özgün adıyla "reaya" teşkil etmiştir, iktisadi hayatın tarım ve ziraate dayalı olduğu Osmanlı toplumunda üretim faaliyetini elinde tutan, siyasal-yönetsel sisteme çeşitli adlar altında vergi ve resim gibi gelir aktaran, devletin hemen hemen bütün kamu hizmetlerini, savaş giderlerini, imar ve bayındırlık faaliyetlerini, Yönetici Sınıfın ücretlerini finanse eden, buna karşılık yöneticilerin imtiyazlarına sahip olmayan ve hükümdara bir "Tann emaneti" olarak verildiği kabul edilen bir sınıf olarak karşımıza çıkan "reaya", sistemin ve toplumun hayatiyetini sürdürebilmesi için "adalet" ve "sükûnet" üzerinde bulunması gereken bir sınıf olarak görülüyor. Sosyo-politik sistemin başında bulunan ve her türlü otorite sahibi olan Padişah'ın reaya üzerindeki tasarrufu, kapıkulları üzerindeki tasarrufuna nis-betle daha geri planda seyrettiği gözlenmektedir, özellikle siyaseten kati ve müsadere uygulamaları, özel durumlarda ve belli Ölçülerde gerçekleşmiştir. Reaya, yeknesak olmayan bir kitle olup yönetici sınıfın dışında kalan kamu bürokrasisinde özel bir görevi bulunmayan bütün köylü, şehirli, esnaf, zanaatkar, yörük ve diğer toplulukları içermektedir. Reaya sınıfı içerisinde mütalaa edilen her dini-sosyal grubun siyasal-yönetsel sisteme karşı sorumluluğu ve haklan değişik yasalarda düzenlenmiştir. Genelde rcaya'nın birtakım hizmetleri yapmak veya yerine "Raiyeüik Rüsumu" denilen bir vergi ve resimler topluluğunu Devlct'e Ödemek zorunluluğu bulunuyordu.

Osmanlı toplumunda bütün yönetilenler "reaya" adı altında ifade edilmişse de, aslında reaya kitlesi kendi içerisinde farklı top luluklan barındırmaktaydı. Reaya içerisinde daha çok hür olanların göçebe Türkmenler ve Yörükler olduğu, Ortakçı Kulların Batıdaki sertlere benzer niteliklere sahip bulundukları, bazı kitlelerin raiyeüik rüsumu denilen vergilerden affedildikleri için "muaf ve müsellem reaya" dendiği ve dolayısıyla bunların durumlarının farklılık gösterdiği bilinmektedir, Osmanlı toplumunda yönetilenlerin hepsi aynı niteliklere sahip bulunmadığından çeşitli kriterlere göre sınıflandırılmıştır.

II. Mehmed'in reaya hakkındaki kanunnamesinde reaya; müslim reaya, gayr-i müslim reaya ve yürükler şeklinde üç kategoriye ayrılmıştır. XV yy. a kadar genelde Osmanlı toplum yapısında reayanın üç kategori halinde Örgütlenmiş olduğu ve reaya ile iktidarı temsil eden timarlı sipahi arasındaki ilişkilerin buna göre düzenlenmiş olduğu anlaşılıyorsa da bu yapının XVI yy. ortalarından itibaren bozulduğu ve Osman-lıu yapısının yeni ve farklı bir toplumsal yapıya kavuşmağa başladığı görülmektedir. Bu dönemde toplumsal yapının muhtelif sınıflan ve kurumlan arasındaki ilişkiler, nüfus artışı, köyden şehre göç, işsizlik, fetih-lerdeki başarısızlık, paranın kıymetindeki düşüş gibi çeşitli sebeplerle bozulmuş ve Celali İsyanları, Büyük kaçgun, Suhte ayaklanmaları gibi bir dizi toplumsal hareket Osmanlı toplumsal yapısının sarsılmasına ve yeni ilişkilerin kurulmasına sebep olmuştur.

Reayanın çeşitli kriterlere göre tasnifi mümkündür:
Yaşanan yer açısından askerilerin dışındaki halkın kentliler, köylüler ve göçebe kitleler şeklinde sınıflandırılabilmesi imkanı varsa da, genellikle reaya, Osmanlı toplumunda dini inanışlara göre sınıflandırılmıştır. Buna göre müslim reaya ve gayri müslim reaya şeklinde ikiye ayrılması, bu ayrıma göre kitlelerin devletle olan ilişkilerinin ve sorumluluklarının düzenlenmesi yaygın bir yöntemdir. Osmanlı toplumunda vakıf, mülk ve mirî arazi üzerinde oturan, tarım ve ziraatla meşgul olan köylülerin yanı sıra, şehirlerde ticaret ve zanaatla ilgilenen kentlileri de içine alan müslim reaya kitlesinin siyasal-yönetsel sistemle olan ilişkileri şer! ve örfi yasalara göre düzenlenmiştir. Osmanlı yönetiminde reayanın başla gelen görevi, lasarruf ettiği mirî araziyi işlemek ve kanunnamelerde yazılı vergileri ilgili timar sahibine vermek olmuştur. Müslim reayanın Devlete ödediği vergilerin başında öşür (aşar) ve "çift resmi" gelmekteydi. Ayrıca "Tekalif-i Şakka" adı altında olağanüstü bir verginin daha olduğu biliniyor. Şer'i vergilerin dışındaki "çift resmi" adı verilen örfi vergilerin siyasal otorite tarafından konulduğunu, bu ad altında toplanan bir dizi vergiyi reayanın timar sahibine ödemek zorunda olduğunu, vergilerin reayaya zulmeden yöneticileri darvanışla-rından menetmek için çeşitli olağanüstü tedbirler almasına rağmen zulmün devam ettiğini, artan vergiler dolayısı ile zor durumda kalan köylünün çiftini bırakarak kentlere akın ettiğini, bu olayların çeşitli toplumsal çalkantılara sebep olduğunu belirtmek yerinde olur. Osmanlı toplumunda müslümanların dışında kalan ve farklı dinsel gruplara mensup yönetilenler "gayri müslim reaya" adı altında toplanmış olup bunların sorumlulukları ve haklan kanunnamelerde farklı şekillerde düzenlenmiştir. Gayri müslim reayanın da Devlet'e ödemek zorunda olduğu şer! ve örfi vergiler bulunmaktaydı. Cizye ve haraç şer! vergiler sınıfında, "ispençe" de örfî vergiler sınıfında yer almıştır. İspençe, gayri müslim reayanın "raiyetlik rüsumu" olup XV. yüzyılın başlarından itibaren yılda yirmibeş akça olarak tahsil olunmuştur. Ayrıca bu kitleden ispençe dışında "bive resmi" adı alünda bir başka vergi daha tahsil olunmuştur.

Osmanlı toplum yapısının tarihi süreç içerisinde önemli değişmelere uğramış olduğu bir gerçektir. Toplum yapısına özellikle XVII. yüzyılın sonlarından itibaren yeni sınıflar ve zümrelerin girdiği görülür. XVI. yüzyılın sonlarında ve bunu izleyen yüzyılın başlarında yayımlanan çeşitli resmi belgelerde ve padişahlara sunulan layihalarda, yönetimdeki bozulmayı ve toplum içinde reayanın sosyoekonomik durumunu izlememiz mümkündür. Padişaha bir "Tann emaneti" olarak verilmiş olduğu kabul edilen reaya, XVI. yüzyılın ikinci yansından itibaren yönetim sınıfındaki kul ve din bürokrasisine mensup görevlilerin keyfî ve kanunsuz icraatları sonunda perişan olmuş ve neticede tarihe "büyük kaçgun" diye geçen toplumsal olayla binlerce köylü evini yurdunu terkederek şehir merkezine akın etmiştir. Şehirlerde aşırı nüfus artışı yeni toplumsal sorunların ve yeni kitlelerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Klasik Osmanlı toplum yapısı XVI. yüzyılın sonlarına doğru siyasal-yönetsel sistemle birlikte bozulmaya başlamış ve yeni formlara bürünmüştür. Bu çağda Anadolu'da Osmanlı toplumunu ve yönetimini önemli Ölçüde uğraştıran Celali İsyanları ve Suhte ayaklanmaları toplum yapısını sarsmış ve yeni yapılanmalara imkan vermiştir. Köylerdeki çiftlerini, vergilerin yüksekliği ve verimsizlik gibi çeşitli sebeplerle terkederek kentlere doluşan ve buralara idarecilerin kapısında görevli olmak için gelen leventler, neticede soygun ve yağma olaylarına karışmışlar ve uzun yıllar toplum yapısını ve Devlet yönetimini sarsmışlardır, işsizlik, geçim sıkıntısı ve ahlak bunalımı gibi sebeplerin yaratmış olduğu Suhte İsyanlarının öncülerinin ezilen zümre arasında geniş kabul görmüş ve bunların desteğini kazanmış olmaları dikkat çekicidir.

XVII. yüzyıldan itibaren oluşmaya başlayan yeni Osmanlı toplum yapısında siyasal-yönetsel sisteme hakim bir elit grubunun altında, klasik toplumsal yapıdaki reayanın yerine teşekkül eden bir orta sınıfın oluştuğunu görmek mümkündür. Bu orta sınıf içerisinde ayan ve eşraf, küçük üreticiler, cemaatlerin dinsel liderleri ve ulema, özellikle gayri müslimlerle tüccarlar, küçük sanayi mensupları, cemaat liderleri (kocabaşı, çorbacı, voyvoda) ve fikir adamlarının yer aldıkları görülür. Ayrıca şehirlerdeki küçük işletmelerde ve atölyelerde çalışan işçilerin (amele) oluşturdukları çalışanlar grubu İle yerleşik bir hayatı bulunmayan göçmen kitlelerin toplum yapısının en alt sıralarında bulundukları belirtilmelidir.

Ayan, Osmanlı toplum yapısında XVII. yüzyıldan itibaren ortaya çıkan ve yönetilenler sınıfında görülmesine rağmen, aslında taşra halkının tabii lideri durumundaki etkin ve güçlü şahsiyetlerin ve aristokraük nitelikli aile mensuplarının oluşturdukları bir kitle olması sebebiyle, resmi ve gayri resmi yollarla siyasal-yönetsel sistemde yönetici olarak görev alan ve bu yolla güçlenerek sisteme ve topluma egemen olmaya çalışan bir sınıf olarak değerlendirilmelidir. Ayanın teşekkülünde temel etken, bozulmaya başlayan Osmanlı maliye sisteminde geliştirilen iltizam usulü olmuştur. Devlete ait bir gelir kaynağının açık arttırma yoluy la bir kısmını peşin almak şartı İle bir mültezime bırakılmasını ifade eden iltizam usulünde genellikle gayri müslimler görev almış ve Devlete ödediklerinin birkaç katini vatandaşlardan zorla tahsil ederek kısa zamanda varlıklı bir sınıf haline gelmişlerdir. Bunlara serbest pazar ekonomisi haline gelen Osmanlı ekonomisinin Batı ekonomileri karşısında tutunamayarak Batı mamullerinin istilasına uğraması sonucu zenginleşen azınlık tüccarları da eklenince, Ayan, Osmanlı toplumunda sisteme egemen bir sınıf halini almıştır. İltizam usulünün "malî malikane" sistemine dönüşmesiyle Devletin gelir kaynaklan bazı kişilere hayat boyu verilmiş ve bu yolla Ayan'ın ortaya çıkması adeta teşvik edilmiştir. Önceleri toplum grupları ile yönetim arasında ilişkiyi sağlayan bir kitle olan Ayan, XVIII. yüzyılda toplumun gidişine yön veren, siyasal ve yönetsel kararların alınmasına etki eden varlıklı bir sınıf halini almıştır.

Vergilerin toplanmasını üstlenen ve hayat boyu bu işi üzerine alan Ayan'ın, kısa zamanda iktisadi bakımdan güçlenip merkezin zayıflamasıyla ortaya çıkan otorite boşluğundan yararlanarak yerel yönetimde görev alması toplum yapısındaki gücünü ve etkinliğini artırmıştır. Önceden kadılar tarafından yürütülen bazı işlerin Ayana intikal etmiş olması, bir yandan din bürokrasisinin gerilemesini, diğer yandan Ayan'ın sivrilerek Öne çıkmasını ifade etmiştir. Özellikle mahallin güvenliğini sağlamak, vergilerin tahsili, askerin eğitim ve savaşa gönderilmesi gibi kamusal işleri Ayan ve eşrafın üzerine aldığı gözlenmektedir.

XIX. yüzyıl, Osmanlı toplum yapısında çok hızlı dönüşümlerin yaşandığı bir çağı ifade etmektedir. Toplum yapısına bir yandan yeni gruplar katılırken, diğer yandan siyasal, dinsel, ekonomik, sanatsal ve edebiyat alanlarında olduğu gibi, aile yapısı alanında da dünya görüşü ve yaşama biçimi değişime uğramış ve Batı etkisinde, farklı bir dünya görüşü egemen olmaya başlamıştır. Özellikle gayri müslim kesimde ticaret ve iltizam yoluyla zenginleşen lövantenler sınıfı sivrilerek öne geçmiştir. Türk ticaret ve sanayi sınıfı ancak bu yüzyılın sonlarına doğru toplum yapısında görü leb i I m iştir. Bir yandan siyasal-yönetsel sistemde radikal değişmeler olurken, diğer yandan toplum yapısı da yeniden yapılaşmıştır. Klasik Ka pıkulu bürokrasisinin yerine, Batı yanlısı mekteplerden mezun, Baü değerleri ile mücehhez bürokratların oluşturduğu yeni As-ker-Sivil Bürokrasi toplumsal sisteme egemen olurken adalet, eğitim ve dinsel bilgi danışma ve yönetim işlerinde egemen Din Bürokrasisi iyice gerilemiştir. XX. yüzyılın başlarındaki Osmanlı toplum yapısı, ufak tefek bazı değişikliklerle Cumhuriyet yönetimine intikal etmiştir.
 
Üst Alt