Yanımızda taşıdığımız keselerin içlerinin para veya altınla dolu olması, Osmanlı döneminden beri zenginliktir, refahlıktır. Oysa karnımızın içinde taşıdığımız kesenin içinin dolu olması, en büyük zenginliğimiz olan sağlığımızın kaybıdır, refahımızın yok olmasıdır.
Karaciğerin altında ama karaciğere yapışık, 10 cm uzunluğunda, 40-50 ml hacimde olan bu organımız safra kesesidir. İnsanın yediklerini sindirebilmesi eyleminde çok önemli görev üstlenen ve safranın depolandığı organ olan safra kesesi, ortak çalışma arkadaşı olan karaciğerin yaptığı, günlük 800-1000 ml kadar safranın kabaca 1/3’ lük bir kısmını saklamak ve sindirimin uygun aşamasında, onikiparmak barsağına akıtmak gibi bir eylemle sindirime yardımcı olmaktadır.
Karaciğerde, günlük olarak 1 litre üretilen safranın 2/3’ ü ana kanaldan doğrudan onikiparmak barsağına akmaktadır.Kalan 1/3 ise safra kesesinde depolanmakta, safra kesesinin iç duvarının yapısı gereği içindeki sıvı emilerek yoğunlaştırılmakta ve bu yolla hacmi azaltılmaktadır. Bizler yemek yediğimiz zaman, midede sindirilen besinler onikiparmak barsağına geçtiğinde bir hormon mekanizmasının işlemesi sonucu safra kesesi kasılıp, içinde biriken tüm safrayı onikiparmak barsağına vererek, başta yağlar olmak üzere gıda içindeki maddelerin sindirimine yardımcı olmaktadır.
Hava ile karışmadan altın sarısı, hava ile karışınca koyu yeşil renk alan safra çok tahriş edici bir maddedir. Bu nedenle mideye dolduğunda mide iç yüzünü tahriş etmekte ve gastrit dediğimiz bir rahatsızlığa sebep olmaktadır.
Safra kesesinin bugün için en sık bilinen rahatsızlığı içinde oluşan taşlardır. Safra kesesi taşları, pigment ve kolesterol taşları olarak temelde 2 gruba ayrılmaktadırlar. Pigment taşları genelde kan hastalıkları, siroz, iltihaplı safra, safra yollarındaki tıkanıklıklara bağlı gelişirken, kolesterol taşları, kolesterol adını verdiğimiz maddenin farklı etkiler sonucu kristalleşip safra kesesi içinde çökmesi ile meydana gelirler.
Safra kesesi taşlarının %70’ inin kolesterol, %30’ unun pigment taşları olduğunu da belirtmek gerekir. Kadınlarda erkeklere göre 4 misli daha sık karşılaştığımız safra kesesi taşları halkın ’ unda mevcuttur. Tarihte ilk kez Mısır’ da Firavun ailelerinde varlığı belirtilmiş olan safra kesesi taşlarının, hiçbir yakınmaya neden olmayan ve tıpta sessiz taş olarak adlandırılan bir grubu olmasına karşın, bu taşların %80’ i hayatın bir döneminde karşımıza ağır şikayetler ve komplikasyonlarla çıkmaktadırlar.
Biraz önce yazmaya çalıştığım çalışma sistemi içerisinde safra kesesi içindeki taş, gıdalar onikiparmak barsağına geldiğinde, safra kesesinin kasılıp içindeki sıvıyı çıkış noktasına doğru hareketlendirmesiyle, safra kesesinin çıkışını kapatmakta ve böylece kalan safra barsağa akamadığı için kişide sindirim bozuklukları ortaya çıkmaktadır. Diğer taraftan çıkışı tıkalı olan safra kesesi içindeki sıvıyı boşaltamayıp kasılmaya devam ettiği için bunu ağrı ile semptomize etmektedir. Yeterli safra akmamasına bağlı olarak sindirim tamamlanmadığından kişide hazımsızlık, ekşime, yanma gibi yakınmaların yanı sıra barsak içi gaz miktarı arttığından şişkinlik oluşmaktadır.
Safra kesesindeki taşların oluşturduğu ağrılar, safranın sindiriminde üst düzeyde rol oynayan yağ, yumurta gibi besinlerin tüketiminde çok artmakta, kimi zaman bu ağrılar omuza ve göğse doğru yayılmaktadır. Ağrıların bu özelliği dolayısıyla, kimi zaman safra kesesi taşları, kalp hastalıkları ile karıştırılmaktadır. Hatta öyle ki safra kesesi ile kalp koroner damarları arasındaki refleks, mekanizmaya bağlı olarak safra kesesinin çok fazla ağrısı, koroner kalp damarlarında spazma bile yol açabilmektedir.
Günlük hayatımızda, hiç farkında olmadan, alternatif tıp metotları ile (soda, karbonat gibi) geçiştirmeye çalıştığımız yakınmalarımız için çoğunlukla hiçbir doktora danışmadan bazı mide ve sindirim ilaçları kullanarak günü kurtarmaya çalıştığımız yadsınamaz bir gerçektir. Oysa böyle idare ettiğimiz safra kesesi taşlarının başımıza ne işler açabileceğini bilirsek, eminim uygarlığın bize sunduğu şartlarla çok kolaylıkla tanı koyacağımız bu hastalığı büyük problemlere yol açmadan tanıyıp çözümleyebiliriz.
Safra kesesi taşları, sindirim sisteminde gıdaların, özellikle yağdan ve kolesterolden zengin gıdaların hazmı sırasında problem oluşturduğu için bazı yakınmaların oluştuğundan bahsetmiştik. Bu yakınmalar günlük hayatın konforunu bozan yakınmalardır. Ancak safra kesesi taşlarının yarattığı tehlike bu yakınmaların dışında 2 tanedir ve her ikisi de taşın tıkama özelliği ile oluşur. Daha öncede bahsettiğimiz her yemekte safra kesesinin kasılması ve içindekileri barsağa boşaltma eylemi sırasında kese içindeki taşta kasılma ile beraber çıkışa doğru hareketlenecektir. Eğer taş bu sırada safra kesesi çıkışını tıkayacak olursa akut kolesistite neden olacaktır. Taş bu yeri geçip ana kanala düşecek olursa ana kanalın onikiparmak barsağına açıldığı noktayı tıkayacak ve tıkanma sarılığına neden olacaktır.
Akut kolesistit, şiddetli ağrı, bulantı, kusma, ateş, hafif sarılık ve ağrının sırta, omuza ve göğse vurması ile kendini belli eder.
Tıkanma sarılığı ise sarılık, bulantı, iştahsızlık ve ağrı ile belli olur.Sarılıkta idrar çay rengine döner, dışkının rengi açılır ve gözlerden başlayarak tüm deri sarı renk alır. Sarılık tedavi edilmediğinde Bilier Siroz dediğimiz karaciğer yetmezliğine kadar giden bir süreç başlar.
Bu iki tablonun dışında taşların ana kanalın alt ucunu tıkaması nedeniyle pankreas iltihapları olabilir. Bu güne kadar tam olarak ispat edilemediği için teori düzeyinde kalan safra kesesi taşlarının, safra kesesi kanserlerine yol açması bizler tarafından pek dile getirilmez. Ancak safra kesesi kanserlerinin %90 oranında safra kesesi taşları ile beraber görülmesi bu teorinin temel dayanağı olarak gösterilmektedir.
Safra kesesi taşları ile ilgili enteresan bir durumda, bu taşların 5F kuralı şeklinde adlandırılan; sarışın, 40 yaşını geçmiş, kilolu, çok doğum yapmış kadınlarda daha sık görüldüğüdür.
Safra kesesi taşlarının tedavisinde bugün için geçerli tek yöntem cerrahidir. Cerrahi olarakta ülkemizde olduğu gibi tüm dünyada laparaskopik cerrahi dediğimiz halkın kapalı ameliyat dediği teknik uygulanmaktadır. Daha önceleri denenen taş kırma veya taşların ilaçla eritilmesi yöntemleri arzu edilen sonuçları vermeyip aksine bazı komplikasyonlara neden olduğundan değerlerini kaybetmişlerdir.
Daha önce uygulanan açık cerrahi metodun kişiye yüklediği risklerin sonucu, safra kesesi taşlarının %80’ nini oluşturan sessiz yani şikayet yapmayan taşlar, yakınma olana kadar ameliyat edilmeyebiliyordu. Çünkü açık ameliyatta ameliyat sonrası ağrılar, ameliyat yeri fıtığı, karın içi yapışıklıklar dışında hastanın uzun süren iş gücü kaybı bu düşüncenin temel nedeniydi.
1990’ lı yıllarla yaygınlaşan kapalı safra kesesi ameliyatları tüm bu yan etkileri en aza indirdiğinden sessiz taşların da saptandıklarında opere edilmeleri önerilir olmuştur. Kapalı cerrahinin daha rahat yapılabilmesi için riskli komplikasyonlar olmadan hastayı teşhis edip opere etme gerekliliği yeni nesil düşüncede safra kesesi taşlarının saptanır saptanmaz cerrahi önerilmesini öne çıkarmıştır.
Görüntüyü 20 kat büyüterek yapılan bu cerrahi hızla gelişmekte ve tüm karın ameliyatlarına uygulanabilir hale gelmektedir.
Benim de kabul ettiğim bir Türk gerçeği vardır. Bizler, bizde herhangi bir şikayete neden olmayan bir hastalık için değil ameliyat doktora bile gitmeyiz. Ancak bilgi çağının getirisi olan teknolojiden üst düzeyde yararlanmak istiyorsak bu alışkanlıklarımızdan vazgeçmek durumundayız. Kısaca işlerimizi, halkın deyimi ile “Yumurta kapıya gelmeden” yapmalıyız. Bu düşünce bu satırları okuduğuna inandığım ve halkın bilgi çağı teknolojilerini günlük hayatlarına en üst düzeyde entegre etmiş bizlerin önderliğinde halka yayılacaktır ve yayılmalıdır.
Hepiniz sağlıkla kalın.