bilgiliadam
Yeni Üye
Sezgicilik (Bergsonculuk, Entuisyonizm) Ne Demek
Fransız idealisti Henri Bergson (18591941)'un oğretisi olarak Bergsonculuk adıyla da anılır Bergson'a gore sezgi, gerceği bilme yetişidir Gerceği doğrudan doğruya kavratacak sezgiden başka hic bir yol yoktur Cunku gercek, maddesel doğa değil, ruhsal doğa, eş deyişle ruhsal yaşam ve teksozle yaşam'dır
Yaşam, evrenin kuruluşuyla başlamıştır ve Maddenin tum engellerine karşın yolunu acarak, onun durgunluğunu alt edip kimi yerde onu kımıldatarak akıp gitmektedir Bu kesintisiz, bolumsuz ve surekli akışa Bergson sure demektedir İşte bu sure'nin bilgisini kavramak icin bu sureyle birlikte yaşamak, onun icinde olmak ve onunla birlikte akmak gerekir ki bunu ne us ne de bilim gercekleştirebilir Cunku us ve bilim sinematografik olarak calışırlar Bergson'a gore ussal ve bilimsel bilgi sinematografiktir
Bir film, ard arda dizilmiş durgun ve bolumsel resimlerden oluşur Us ve bilim, filmin akışını durdurarak bu resimleri tek tek \incelerler ve birtakım bilgiler saptarlar Ne yar ki akışın bizzat kendisini, eş deyişle yaşamı hic bir zaman kavrayamazlar Demek ki us ve bilim, sadece, durgun ve bolunebilir dan Madde ustunde bilgi edinebilirler, yaşam\ ustunde bilgi edinemezler (Bergson, geleneksel ruh ve madde karşıtlığı yerine, aynı şey olduğu kolaylıkla anlaşılmakla beraber, terim değiştirerek yaşam ve madde karşıtlığını Koymaktadır) Bergson, bolumsuz olan sure tasarımını tanıtlamak icin, butun yapıtlarında niceliğe karşı niteliği, cokluğa karşı yeğinliği, uzaya karşı zamanı savunur
Ona gore evrendeki her değişme, bir sayı coğalması değil bir yeğinlik (şiddet) artışıdır les donnees immediates de la Conscience (Bilincin Aracsız Verileri, Paris 1889) adlı yapıtının onsozunde şoyle der: Amacımız, deterministlerle endeterministler arasındaki tum tartışmaların nitelikle niceliği birbirine karıştırmaktan ilerigeldiğini gostermeye calışmaktır Bergson'a gere nicelik bolumlu, nitelikse bolumsuzdur, bundan oturu de sure'ye uygundur, şoyle der: Gercek sure, nitelikseldir
La pensee et le mouvant (Duşunce ve Devingen, Paris 1934) adlı yapıtında da şoyle der: Biz her değişikliği, her devimi kesinlikle bolunmez olarak tasarlıyoruz Bergson'a gore zaman, uzay gibi maddesel değildir Uzay maddeseldir, cunku maddesiz uzay ve uzaysız madde (eş deyişle yer kaplamayan madde) yoktur Oysa zamanı bolen, parcalayan, onu aylara ve yıllara ayıran us ve bilimdir Us ve bilim, zamanı uzaya bağlamakla (orneğin ay ayın, yıl dunyanın uzayda yer değiştirmesidir) onu maddeleştirmektedir Demek ki us ve bilim, hic bir şeyi maddeleştirmeden inceleyemiyor Yaşamsal akışın, eş deyişle sure'nin kavranmasıysa maddeleştirilmeden gercekleşmelidir, cunku gercek sure, daima zaman adı verilmiş olan şeydir Bunu kavrayabilecek ol ansa sadece sezgi'dir Bergson'a gore sezgi, kendi bilincine varmış icgududur Şoyle der: İcguduyu soyletebilseydik, yaşamın butun sırlarını cozerdik
Bilinc, icgudude ickindir ve ruhsaldır Bundan oturu de ruhsal yaşam akışını sadece o kavrayabilir Bergson, L'Energie Spirituelle (Ruhsal Guc, Paris 1920) adlı yapıtında, ruhun olumsuzluğunu savunurken şoyle der: Bizler, orgenliği aşan bir bilinc duşuncesine ne kadar alışırsak ruhun bedenden sonra yaşamasını da o kadar doğal buluruz Şuphesiz, insan bilincinde, onun beynine kaydedilmiş şeylerden başka hic bir şey bulunmasaydı, bilincin bedenin alınyazısını izlediğini ve onunla birlikte olup gittiğini kabul edebilirdik Ne var ki bilinc, beyinle aynı şey değildir
Olguları, her sistemden bağımsız olarak gozden gecirirsek bilincsel yaşamın beyinsel yaşamdan cok daha geniş olduğunu kolaylıkla goruruz Bu halde de ruhun bedenin olumunden sonra yaşamım surdurmesi gerceği o kadar basitleşir ki kanıtlama yukumluluğu, bizden cok, bu gerceği yadsıyanlara duşer Cunku olumden sonra bilincin de yok olup gideceği hakkında tek kanıt, bedenin olumle curuyup dağıldığını gormektir Bu kanıtınsa, bilincin bedenden bağımsızlığı anlaşılınca, hic bir değeri kalmaz
Bergson, maddesel olan her şeyi ruhsal olana indirgemek istediği gibi, tum bilimleri de ruhbilime indirgemek ister, şoyle der: Kendi kendime ara sıra sorup durmuşumdur: Cağdaş bilim, mekaniğin, astronominin, fiziğin ve kimyanın doğrultusuna yonelmek icin matematikten işe başlayacağına ve tum cabalarını Maddenin incelenmesi uzerine toplayacağına, ruhu goz onunde tutmakla işe başlamış olsaydı; orneğin Kepler, Galile, Newton birer ruhbilimci olsaydılar ne olurdu? Şuphesiz, hakkında bugun hic bir tasarıma sahip olamayacağımız kadar ustun bir ruhbilimimiz olurdu
Bergson, sezgi'yi Şoyle tanımlamaktadır: Gerceği mutlak ya da saltığı gercek olarak kavramaya sezgi diyorum Tum idealistlerde olduğu gibi Bergson'da da mutlak ve gercek kavramları anlamdaştır Bergson'un yaptığı, Elealılar'dan beri surup gelen bu geleneksel idealist savı yinelemekten ibarettir Bergson'a gore evrim de nitelikseldir, niceliksel birikimlerin niteliksel değişimlere donuşumu değildir Cunku boyle olsaydı kesintili, eş deyişle bolumlu olurdu ve surupgitmezdi (eş deyişle suredışı kalırdı) Evrim sadece niteliksel olunca yaratıcı olması, her an kendi kendini yaratarak yenilemesi, yetkinleştirmesi gerekir
Yaratıcı evrim (Evolution Creatrice, Paris 1906) adlı yanıtında bu yaratıcılığın yaşam atılımıyla gercekleştiğini ilerisurer Boylece araya bir de yaratıcı (Tanrı) yerleştirmekle Bergson, felsefesel dizgesini tamamlamaktadır Gorunum şudur: Ruhsal bir yaratıcının yonetiminde ruhsal bir evren Butun dinler de, yuzyıllardan beri, bunu soylemektedirler Boyle olunca Bergsoncu sezgiciliğin Papalık Katolikliğinden hic bir farkı kalmamaktadır Bergson, madde'ten, yellerin akışına engel olan kocaman dağlar gibi, durgun, yerinden kıpırdamaz, hantal bir şeyi anlamaktadır
Acıkca gorulduğu gibi idealizm, istediği kadar terim ve tasarım değiştirsin, Platon'dan kalma terim ve tasarımlarını değiştiremiyor Platon'undan Bergson'una kadar yuzyıllardan beri soyledikleri şeyler, hep aynı şeylerdir İdealizmin tum tasarımları gibi Bergson'un tasarımları da usaaykırı ve bilimdışıdır Kaldı ki Bergson, acıkca, sezgi cekiminde başarıya ulaşmak icin bilime sırt cevirmek gerektiğini savunmakta ve bilimsel bilgiyi sınır dışı bırakmaktadır Evreni kendi sezgisiyle anlamlandıran mistik sezgicilik, zorunlu olarak tekbenciliğe (solipsizm) varır Kişisel sezgiyi, orneğin Bergson'un sezgisini, mutlak ve gercek bilim saymak gerekir ki bu da, ya başka bilgileri yadsımak ya da herkesin kendi sezgisine gore sayısız bilgileri kabul etmek sonucunu doğurur
Bu sonuc, bilimsel bilginin nesnelliği gerceğine karşıdır Bundan başka, sadece nicesel değişiklikleri kabul eden vulger evrimciler gibi, sadece nitesel değişiklikleri kabul eden yaratıcı evrimcilerin de yanlış yolda bulundukları bilimsel olarak tanıtlanmıştır Evrim, ne sadece nicesel ne de sadece nitesel olmayıp, nicesel değişmelerin nitesel değişmeleri gerektirdiği bir surectir Bergson'un yaşam atılımları adını verdiği olay, nicesel birikimler sonunda celişmelerin cozumunden başka bir şey değildir ve ruhsal değil, Maddesel doğada her an olagelmektedir
Fransız idealisti Henri Bergson (18591941)'un oğretisi olarak Bergsonculuk adıyla da anılır Bergson'a gore sezgi, gerceği bilme yetişidir Gerceği doğrudan doğruya kavratacak sezgiden başka hic bir yol yoktur Cunku gercek, maddesel doğa değil, ruhsal doğa, eş deyişle ruhsal yaşam ve teksozle yaşam'dır
Yaşam, evrenin kuruluşuyla başlamıştır ve Maddenin tum engellerine karşın yolunu acarak, onun durgunluğunu alt edip kimi yerde onu kımıldatarak akıp gitmektedir Bu kesintisiz, bolumsuz ve surekli akışa Bergson sure demektedir İşte bu sure'nin bilgisini kavramak icin bu sureyle birlikte yaşamak, onun icinde olmak ve onunla birlikte akmak gerekir ki bunu ne us ne de bilim gercekleştirebilir Cunku us ve bilim sinematografik olarak calışırlar Bergson'a gore ussal ve bilimsel bilgi sinematografiktir
Bir film, ard arda dizilmiş durgun ve bolumsel resimlerden oluşur Us ve bilim, filmin akışını durdurarak bu resimleri tek tek \incelerler ve birtakım bilgiler saptarlar Ne yar ki akışın bizzat kendisini, eş deyişle yaşamı hic bir zaman kavrayamazlar Demek ki us ve bilim, sadece, durgun ve bolunebilir dan Madde ustunde bilgi edinebilirler, yaşam\ ustunde bilgi edinemezler (Bergson, geleneksel ruh ve madde karşıtlığı yerine, aynı şey olduğu kolaylıkla anlaşılmakla beraber, terim değiştirerek yaşam ve madde karşıtlığını Koymaktadır) Bergson, bolumsuz olan sure tasarımını tanıtlamak icin, butun yapıtlarında niceliğe karşı niteliği, cokluğa karşı yeğinliği, uzaya karşı zamanı savunur
Ona gore evrendeki her değişme, bir sayı coğalması değil bir yeğinlik (şiddet) artışıdır les donnees immediates de la Conscience (Bilincin Aracsız Verileri, Paris 1889) adlı yapıtının onsozunde şoyle der: Amacımız, deterministlerle endeterministler arasındaki tum tartışmaların nitelikle niceliği birbirine karıştırmaktan ilerigeldiğini gostermeye calışmaktır Bergson'a gere nicelik bolumlu, nitelikse bolumsuzdur, bundan oturu de sure'ye uygundur, şoyle der: Gercek sure, nitelikseldir
La pensee et le mouvant (Duşunce ve Devingen, Paris 1934) adlı yapıtında da şoyle der: Biz her değişikliği, her devimi kesinlikle bolunmez olarak tasarlıyoruz Bergson'a gore zaman, uzay gibi maddesel değildir Uzay maddeseldir, cunku maddesiz uzay ve uzaysız madde (eş deyişle yer kaplamayan madde) yoktur Oysa zamanı bolen, parcalayan, onu aylara ve yıllara ayıran us ve bilimdir Us ve bilim, zamanı uzaya bağlamakla (orneğin ay ayın, yıl dunyanın uzayda yer değiştirmesidir) onu maddeleştirmektedir Demek ki us ve bilim, hic bir şeyi maddeleştirmeden inceleyemiyor Yaşamsal akışın, eş deyişle sure'nin kavranmasıysa maddeleştirilmeden gercekleşmelidir, cunku gercek sure, daima zaman adı verilmiş olan şeydir Bunu kavrayabilecek ol ansa sadece sezgi'dir Bergson'a gore sezgi, kendi bilincine varmış icgududur Şoyle der: İcguduyu soyletebilseydik, yaşamın butun sırlarını cozerdik
Bilinc, icgudude ickindir ve ruhsaldır Bundan oturu de ruhsal yaşam akışını sadece o kavrayabilir Bergson, L'Energie Spirituelle (Ruhsal Guc, Paris 1920) adlı yapıtında, ruhun olumsuzluğunu savunurken şoyle der: Bizler, orgenliği aşan bir bilinc duşuncesine ne kadar alışırsak ruhun bedenden sonra yaşamasını da o kadar doğal buluruz Şuphesiz, insan bilincinde, onun beynine kaydedilmiş şeylerden başka hic bir şey bulunmasaydı, bilincin bedenin alınyazısını izlediğini ve onunla birlikte olup gittiğini kabul edebilirdik Ne var ki bilinc, beyinle aynı şey değildir
Olguları, her sistemden bağımsız olarak gozden gecirirsek bilincsel yaşamın beyinsel yaşamdan cok daha geniş olduğunu kolaylıkla goruruz Bu halde de ruhun bedenin olumunden sonra yaşamım surdurmesi gerceği o kadar basitleşir ki kanıtlama yukumluluğu, bizden cok, bu gerceği yadsıyanlara duşer Cunku olumden sonra bilincin de yok olup gideceği hakkında tek kanıt, bedenin olumle curuyup dağıldığını gormektir Bu kanıtınsa, bilincin bedenden bağımsızlığı anlaşılınca, hic bir değeri kalmaz
Bergson, maddesel olan her şeyi ruhsal olana indirgemek istediği gibi, tum bilimleri de ruhbilime indirgemek ister, şoyle der: Kendi kendime ara sıra sorup durmuşumdur: Cağdaş bilim, mekaniğin, astronominin, fiziğin ve kimyanın doğrultusuna yonelmek icin matematikten işe başlayacağına ve tum cabalarını Maddenin incelenmesi uzerine toplayacağına, ruhu goz onunde tutmakla işe başlamış olsaydı; orneğin Kepler, Galile, Newton birer ruhbilimci olsaydılar ne olurdu? Şuphesiz, hakkında bugun hic bir tasarıma sahip olamayacağımız kadar ustun bir ruhbilimimiz olurdu
Bergson, sezgi'yi Şoyle tanımlamaktadır: Gerceği mutlak ya da saltığı gercek olarak kavramaya sezgi diyorum Tum idealistlerde olduğu gibi Bergson'da da mutlak ve gercek kavramları anlamdaştır Bergson'un yaptığı, Elealılar'dan beri surup gelen bu geleneksel idealist savı yinelemekten ibarettir Bergson'a gore evrim de nitelikseldir, niceliksel birikimlerin niteliksel değişimlere donuşumu değildir Cunku boyle olsaydı kesintili, eş deyişle bolumlu olurdu ve surupgitmezdi (eş deyişle suredışı kalırdı) Evrim sadece niteliksel olunca yaratıcı olması, her an kendi kendini yaratarak yenilemesi, yetkinleştirmesi gerekir
Yaratıcı evrim (Evolution Creatrice, Paris 1906) adlı yanıtında bu yaratıcılığın yaşam atılımıyla gercekleştiğini ilerisurer Boylece araya bir de yaratıcı (Tanrı) yerleştirmekle Bergson, felsefesel dizgesini tamamlamaktadır Gorunum şudur: Ruhsal bir yaratıcının yonetiminde ruhsal bir evren Butun dinler de, yuzyıllardan beri, bunu soylemektedirler Boyle olunca Bergsoncu sezgiciliğin Papalık Katolikliğinden hic bir farkı kalmamaktadır Bergson, madde'ten, yellerin akışına engel olan kocaman dağlar gibi, durgun, yerinden kıpırdamaz, hantal bir şeyi anlamaktadır
Acıkca gorulduğu gibi idealizm, istediği kadar terim ve tasarım değiştirsin, Platon'dan kalma terim ve tasarımlarını değiştiremiyor Platon'undan Bergson'una kadar yuzyıllardan beri soyledikleri şeyler, hep aynı şeylerdir İdealizmin tum tasarımları gibi Bergson'un tasarımları da usaaykırı ve bilimdışıdır Kaldı ki Bergson, acıkca, sezgi cekiminde başarıya ulaşmak icin bilime sırt cevirmek gerektiğini savunmakta ve bilimsel bilgiyi sınır dışı bırakmaktadır Evreni kendi sezgisiyle anlamlandıran mistik sezgicilik, zorunlu olarak tekbenciliğe (solipsizm) varır Kişisel sezgiyi, orneğin Bergson'un sezgisini, mutlak ve gercek bilim saymak gerekir ki bu da, ya başka bilgileri yadsımak ya da herkesin kendi sezgisine gore sayısız bilgileri kabul etmek sonucunu doğurur
Bu sonuc, bilimsel bilginin nesnelliği gerceğine karşıdır Bundan başka, sadece nicesel değişiklikleri kabul eden vulger evrimciler gibi, sadece nitesel değişiklikleri kabul eden yaratıcı evrimcilerin de yanlış yolda bulundukları bilimsel olarak tanıtlanmıştır Evrim, ne sadece nicesel ne de sadece nitesel olmayıp, nicesel değişmelerin nitesel değişmeleri gerektirdiği bir surectir Bergson'un yaşam atılımları adını verdiği olay, nicesel birikimler sonunda celişmelerin cozumunden başka bir şey değildir ve ruhsal değil, Maddesel doğada her an olagelmektedir