morfeus
Yeni Üye
Neden sanki Last of Us 2 incelemesini de ben yapmışım gibi geliyor bana? Acaba üzerine çok mu kafa yordum? Yoksa abim Eser'e telefon açıp her zaman yaptığım gibi 20 dakika bu oyun hakkında da mı konuştum?
Belki de 9 yıldır belirli aralıklarla sürekli Last of Us oynadığımızdandır. İlk çıktığında nasıl da sükse yapmıştı. Nasıl yapmasındı ki? İnanılmaz derecede sinematik bir anlatım, temposu düşse bile gerilimi azalmayan, güldüren, ağlatan, hem aksiyona hem maceraya doyuran 15 saatlik bir serüven.
Bilmeyen kaldı mı bilmiyorum ama yıl 2033. Dünyayı yine zombiler istila etmiş durumda. Ama bu sefer aynı klişe zombi hikayelerinden birinde değilsiniz, telaşlanmayın. Zombiler hikayenin ana konusu bile değil. Adları zombi de olmayabilir. Clicker’lar var mesela. Runner’lar var. Bloater’lar var. Onların niyetleri zaten belli. Bir de, çirkinlikleri dışına vurmuş, bir virüsün etkisiyle insanlıktan çıkmış, içlerinde bitmek tükenmek bilmeyen o açlık hissiyle yaşamak zorunda kalan bu yaratıklar dışında kalanlar var. Onlar kendilerine “insan” diyorlar. Ama insanlık, medeniyetin sunduğu imkanlar gittiği anda peşine takılıp gidiyor ne yazık ki. Last of Us tüm bunları anlatıyor. Yaratıkları, onlardan kurtulma mücadelesini, insan gibi görünüp insanlığını tamamen kaybetmiş varlıkları anlatıyor. Hayatta kalmak için her şeyin mübah olduğu bir dünyada bir “iş anlaşması” olarak karşımıza çıkan Ellie’nin Joel’in en sevdiği varlığa dönüşmesinin anlatıyor Last of Us.
Uçak Gibi Oyun
Last of Us çok ağır başlıyor. Uçağın piste çıkana kadar 1 saat taksi yaptığını düşünün. İşte öyle bir his var. Tabii oyunu daha önce bir kaç kez bitirdiğim için de öyle hissetmiş olabilirim ama ağır bir temposu var başlarda orası net. Sonra birden bire aksiyonun içine dalıyorsunuz. Kalkış anının o heyecanını aklınıza getirin şimdi de. Yerde tam gaz giden uçağın içinde hafif tedirginlik, tuhaf bir heyecan. Tekerlekleri yerden kesip hızlı bir tırmanış geliyor sonrasında da. Last of Us da böyle yapıyor size. Joel’le Ellie’nin yolunu kesiştiriyor. Hemen ardından sizi hızlıca aksiyonun içine atıyor. Ama daha tam başladık mı başlamadık mı emin olamıyorsunuz. Ne zamanki kalkış anı sona eriyor; oyunu sonuna kadar korunacak bir aksiyon seviyesine ulaştığınızı anlıyorsunuz. Joel ve Ellie başbaşa kaldığı anda kalkış tamamlanmış oluyor. Oyunun sonundaysa o sarsıntılı, kalkıştan daha tedirgin edici iniş anında, tekerlekler yere basıncaya kadar içten içe yaşanan korku beyninizi kaplıyor.
2022 yılında baktığınızda Last of Us oldukça sıradan görünen bir macera aksiyon oyunu aslında. Türün tüm gerekliliklerini yerine getiriyor. Sağlam bir aksiyonu var en başta. Hem göğüs göğüse çarpışmalara izin veriyor hem de tüfeğin namlusuna denk gelen Clicker’lara cehennem azabı yaşatmanıza imkan tanıyor. Ayrıca bunların ikisini de yapmak zorunda değilsiniz istemiyorsanız. Gizliliği seven oyunculara da hitap ediyor oyun. Aradan sıvışmak isteyenlere, düşmanlarına sessizce yaklaşıp işlerini yine aynı sessizlikte bitirmek isteyenlere de son derece başarılı şekilde hizmet ediyor. Sağdan soldan işinize yarayacak eşyalar topluyor, onları bir araya getirip daha da çok işinize yarayacak şeylere dönüştürüyorsunuz. Bir yandan bölümlerde bulduğunuz ilacımsı kapsüller sayesinde Joel’in güçlenmesini sağlarken bir yandan da yine etrafa sağılmış yedek parçaları biriktirerek ekipmanlarınızı geliştiriyorsunuz. Esas oğlan Joel oyunda. Ama Ellie’siz Joel’in hiç bir anlamı yok. Ellie sahneye çıkana kadar duyguları alınmış, geçmişte yaşayan, iş odaklı bir adam olarak çıkıyor Joel karşınıza. Sevilecek pek bir tarafı da yok o haliyle. Ne zaman işin içine Ellie giriyor, Joel her yaptığıyla takdirinizi kazanmaya başlıyor. “Ben de aynısını yapardım” dedirtiyor size bir süre sonra. O zaman anlıyorsunuz ki Last of Us ana karakterlerini çok iyi tasarlamış çünkü “sevilesi” karakterlerin baş rolde olduğu oyunlar her zaman çok daha etkileyici oluyorlar. Last of Us da bunun istisnası değil.
Joel esas oğlansa Ellie öz-esas kız. Oyunun can damarı. Ne yazık ki kontrol ettiğimiz ana karakter değil. Kendisine yazılan rol uyarınca oyunun senaryosunun izin verdiği ölçüde katkı yapıyor aksiyona genelde. Bir God of War Atreus durumu var çoğu zaman. Ana karakterin Joel olması sayesinde Ellie’yi çok daha net gözlemleyebiliyorsunuz. Dedim ya asıl yıldız o diye. Pis işleri Joel yaparken Ellie’nin davranışlarını gözlemlemek oyunun en keyifli anlarını yaşatıyor size.
Bazen Ellie’ye Joel’in sığamayacağı yerlere gitmesini söylemeniz gerekebiliyor. Ya da kapının altına dayanıklı bir şey sıkıştırmasını. Oyunun “Bulmaca” kısımlarında özellikle devreye giriyor Ellie. Ama 9 yıl önce bile klişe gelen 2022’de hiç çekilmeyen “çek çöp konteynırını üzerine çık” tarzı bulmacalar can sıkıntısından öteye geçemiyor ne yazık ki. Yani koskoca oyunda sürekli bir konteynır çekip, merdiven dayamaya odaklı bir bulmaca anlayışı var. O nedenle Part 1’in belki de en muhteşem özelliklerinden biri “Skip Puzzle” olmuş diyebilirim.
Orijinalin Remaster’ının Remake’i
9 yılda 3 versiyonu çıkan oyuna GTA denirdi bildiğim kadarıyla ama bir diğer adı da Last of Us’mış. İnsan oturup düşünüyor “Ne gerek vardı” diye. “Oyunumuzu yeni nesillere” taşıdık deseler olmaz. Hangi yeni nesil derler adama? Şikayetçi miyim? Kesinlikle değilim. Ben her yeni nesil konsol çıktığında bir önceki nesli tanımlayan oyunların yeni cihazlarda nasıl görüneceğini, yüksek kare hızıyla nasıl keyif vereceğini hayal eder dururum. PS5 sonrasıysa bu merakım hiç olmadığı kadar fazla. Çünkü yüksek grafik gücü, 4K, 120 HZ, HDR, ALLM, VRR, 3D Ses, muhteşem DualSense gibi bir çok yeniliği bünyesinde barındırıyor bu canavar.
İşte tam da bu sebeple ve çuvalla para kazanmak için yapmış olabilirler Last of Us: Part 1’i. Tabii bunu da unutmadan ekleyelim: remake yaparken değiştirdikleri ilk şey oyunun adı oldu. Onun dışında her şey aynı ya da daha fazlası. Yani bugün Last of Us oynayacak insan eğer oyunun bana göre hiç de adil olmayan fiyatını karşılayabiliyorsa geriye dönüp Remaster oynamasın, TloU Part 1’i oynayarak yıllardır duyduğu ama pek de merak etmediği bu baş yapıtı en mükemmel şekliyle deneyimlesin.
“Mükemmel” derken neyi kastediyorum? Tabii ki öncelikle grafikler. Basitçe anlatmak gerekirse Part 2 oyun motorunu al Part 1’e entegre et. Yapılan bu gibi görünüyor. Orijinal’le karşılaştırıldığında dağlar, Remaster’lar karşılaştırıldığında tepeler kadar fark var grafik alanında. Burada bahsettiğim sadece daha yüksek çözünürlüklü kaplamalar, daha yüksek sayıda poligon barındıran karakterler değil. Zatan çok hızlı akan sekanslarda o detaylara çok dikkat etme şansınız olmuyor. Gelin görün ki PS5’in gücü sayesinde ekranda çok daha fazla hareket görmeniz mümkün kılınmış. Bu illa daha fazla zombi ortalıkta koşturuyor demek değil. Çimenler, ağaçların yaprakları, yansımalar, alevlerin büyüklüğü... Bu tarz aklınıza gelebilecek her detay Part 1’de çok daha canlı, çok daha gerçekçi. Etraftaki dünyanın sadece bir film seti olmadığı algısını yaratabilecek kadar detay var her yerde. Bu da Part 1’i kesinlikle göz alıcı hale getiriyor.
Ama asıl bomba yeni nesil teknolojilere verilen destek sanırım. Bir PS5 oyununu Performans modunda kilidi açık kare hızı ve VRR (Variable Refresh Rate) oynamak gerçekten etkileyici. E tabii bunun için en son PS5 yazılımına (ki Part 1 oynayacaksanız zaten kurmalısınız) ve 4K, 120 Hz, VRR destekli bir televizyona ya da monitöre ihtiyacınız var. Eğer böyler bir cihaza sahipseniz son derece tatmin edici görsel bir şölene hazır olun derim. Oyunun bir PS5 klasiği olarak bir de Fidelity modu var. Bugüne kadar hiç bir PS5 oyununda kullanmadığım, kullanma ihtiyacı hissetmedim bir mod bu. Fidelity modu, çözünürlükten taviz vermeden 4K görüntü pompalayan ama bunu yaparken cihazın gücü dahilinde 40 kare gibi bir hızı hedefliyor. İki modu karşılaştırdığımda ekran görüntüsü almak dışında bir işe yaramayacağına kanaat getirdiğim için ben oyunu performans modunda en az 60, zaman zamansa 80 kare / saniye hızlara çıkan performans modunda oynamayı tercih ettim.
Erişilebilirlikte Endüstri Standardı!
Naughty Dog, Part 1’in yapım sürecinde grafikler şöyle olacak, sesler böyle olacak, DualSense’i gırtlağına kadar sömüreceğiz dese de en çok övündüğü şey, altını çizdiği farklılık Erişilebilirlik özellikleriydi. Aslında buna hiç şaşırmadım çünkü Part 2’de de aynı şeyi vurguluyorlardı. Part 1’î orijinal ve remaster’ından ayıran yegane şey de bu zaten.
Yani bir oyun düşünün her kesimden, her türlü engele sahip oyuncuları bağrına basabilsin. Gözlerinde, kulaklarında, ellerinde çeşitli engelleri bulunan tüm oyuncuları macerasına ortak edebilsin; onların da bu harika dünyaya adım atabilmelerine hatta koşarak sona ulaşmalarına imkan tanıyabilsin. TLoU Part 1 işte böyle bir oyun.
Oyunun erişilebilirlik ayarları tüm Ayarlar sekmesinin yarısından fazlasını kaplıyor. Bu nedenle ne hepsini yazmam mümkün ne de sizin sıkılmadan okumanız. Ama aklınıza ne gelirse var bu ayarlarda. Quick Event’leri kolaylaştırmak da mümkün, bulmacaları atlamak da.. İster harita yardımcısını açabilirsiniz, iste kameranın yönünün hep hedefe doğru olmasını sağlayabilirsiniz. Düşmanların farkındalık seviyelerini mi görmek istiyorsunuz? Mermisi biten silahı elle değiştirmekten sıkıldınız mı? Zombilerin kafalarına kafalarına nişan almak zor mu geliyor? Toplanacak eşyaları görene kadar canınız mı çıkıyor? Bina tepelerinden düşüp ölmek sizi canınızdan mı bezdirdi? Hepsinin çözümü bu ayarlarda. Yani hiç bir fiziki engeli olmayan oyuncuların bile, özellikle oyunun ilk 2 veriyonunu bitirmiş oyuncuların senaryodan daha fazla keyif almak adına değiştirebileceği bir çok ayar var Erişilebilirlik kısmında. Hele bir tanesi var ki tanrının bir lütfu: Auto Pickup. Ne muhteşem birşeysin sen öyle. Dolapları açıp ya da masalara yanaşıp her objeyi tek tek alacağınıza, yanaşın dolaba, ilişin masaya bırakın Joel toplama işini otomatik yapsın. Sözüme güvenin ve oyunu açar açmaz bu seçeneği aktif hale getirin.
DualSense’ten Önce DualSense’ten Sonra
Eh bir de Dualsense var. Ne özelliği varsa kullanmışlar Part 1’de. Her PS5 incelemem de aynı şeyleri tekrarlamaktan benim kadar sizin de sıkıldığınızı varsayarak burayı pas geçiyorum. Yyine de süper haptic motor, gerilme hissiyatlı tetikler vb vb Ama bir şey var ki çok enteresan. Konuşmaları hissetmek! Evet hissetmek. “O nasıl oluyor” sorusunun cevabını burada yazarak anlatmam pek olası değil. Basitçe ve anlamsızca anlatmak gerekirse oyun karakterlerin konuşmalarında kelimelere yaptıkları vurguya, ses tonuna göre DualSense’in titreşim motorlarını uyarıyor. O motorlar da konuşmanın akışını, önemini, yapılan vurguları ellerinize hissetmenizi sağlıyor. Çok mu gerekli? Hayır, değil. Ama çok enteresan. Tabii yine bunu işitme engelli oyuncuları düşünerek yaptığını fark ediyoruz Naughty Dog’un. Salt alt yazı okuyarak karakterin o anda vermek istediği mesajı, aktarmak istediği duyguyu bir nebze de olsun anlatmaya yarıyor bu özellik.
Kratos & Atreus’tan önce Joel & Ellie vardı
Zamanında Cory Barlog’un da itiraf ettiği gibi Kratos & Atreus’tan önce o yolu kaldırım taşlarıyla döşeyen kişiler Joel ve Ellie’ydi. Baba - evlat ilişkisininin işlendiği, bir babanın çocuğunu korumak adına neleri riske atabileceğinin gösterildiği, bunu oyunun ana konusunun belki de en önemli parçası haline getirildiği bir oyundu Last of Us. Bu özelliği Part 1’de de aynı haliyle. Yani oyunu hiç bir şey için oynamayacaksanız bile Joel ve Ellie arasında oyun boyunca gelişen o ilişkiyi deneyimlemek için oynamalısınız. Benim için orijinal oyunla Part 1 arasındaki temel fark bu aslında. O gün oynadığımda bile beni çok duygulandıran Last of US, bugün 5 yaşında bir kız çocuğu babası olarak oynadığımda daha önce hissettiklerimi x5 yaptı. Oyunun açılış anlarında yaşananlar, oyunun 15 unutulmaz saati içerisinde olanlar ve bizi Last of US Part 2’ye götüren olaylar zincirinin özellikle son halkaları duygusal olarak da sizi oldukça yoğun bir maceranın içine atıyor.
Ben ne kötü başlangıçları ne kötü sonları seviyorum. Film izlerken bile sonu kötü bitiyorsa sinir oluyorum, üzülüyorum, “keşke izlemeseydim” diyorum. Last of Us az önce bahsettiğim yüksek duygu yoğunluğu nedeniyle oyuncuyu oradan oraya savuruyor. Kesinlikle Part 2 kadar karamsar bir oyun değil Part 1. Arada sırada mutlu olmanıza da izin veriyor en azından. Tam da bu sebeple Part 1 bende “keşke oynamasaydım” etkisi yaratmadı. Ama içimi tarifsiz bir mutlulukla doldurmadığı da kesin.
“Keşke oynamasaydım” etkisi yaratmamasının başlıca nedeni Part 2’de sıtkımın sıyrıldığı Ellie’den başkası değil aslında. Bir karakterin altı bu kadar mı iyi doldurulur? Her hareketinde, her konuşmasında, yaptığı her şeyde bir anlam yüklü. Bir de o kadar esprili ki! Seriye Part 2 ile başlayanları Part 1’de kesinlikle muhteşem bir süpriz bekliyor. Ellie konuşsun, bir şeylere yorum yapsın, 3.karakterlere laf soksun, Joel’e bir kez daha takılsın diye dört gözle bekliyorsunuz. Daha oyunun nispeten ilk çeyreğindeki bir sahnede Joel zombinin üzerine kapıyı kapattığında ve ayakkabısına bire uzuv yapıştığında “Ayakkabının üzerinde biri var” diyerek bir kaç saniye önceki gerilimli kovalamacanın stresinden beni suratımdaki tebessümle çıkaran Ellie konuşmasında kim konuşsun? Onlarca örnekten sadece biri bu. Kavga ederken de sevimli, şaka yaparken de sevimli. Duygularını paylaşırken gerçekten sizi o anın içine çeken süper sevilesi bir karakter. Kısacası Part 2’deki Ellie’yle Part 1’dekinin uzaktan yakından alakası yok. Çocuklar oyunlarda da hiç büyümese de hep sevimli kalsalar diye düşünmek için en geçerli sebep Last of Us olsa gerek.
The Last of Us Part 1 için rahatlıkla "bu oyunun oynanması gereken versiyonu budur" diyebilirim, artık bu baş yapıtı her zamankinden de etkileyici biçimde deneyimleme şansına sahibiz.
Part 2’den Daha “İyi” Kesinlikle daha “iyi”. Ama oyun olarak, senaryo olarak, aksiyonun heyecanı açısından falan değil. Part 1 “iyi” bir oyun. İyilik hissi barındırıyor içinde. Yapılan hiç bir şey salt nefret nedeniyle değil. İyilikten maraz doğuyor mu? Doğuyor sanki. Yine de diyorum ya iyi niyetle yapılıyor her şey bu oyunda. Belki ilk göz ağrım olduğundan belki bana bir çok noktada kendimi iyi hissettirdiğindendir bilinmez ama bana göre Part 1, Part 2’den çok daha keyifli bir oyun. Özellikle benim gibi insanın insana uyguladığı acımasız şiddetten ve bunun açık seçik gösterilmesinden rahatsız olanlar için Part 2 zulüm gibi bir oyundu. Senaryosuna 3 kez şapka çıkarır, filmini çeksinler diye dört gözle beklerim. Ama oturur rahatça izleyebilir miyim? Kesinlikle izleyemem. Her ne kadar nefret de insanın doğasında olsa da Part 2 gibi bu duyguyu bu denli derinlemesine işleyen ve planını bunun üzerine kuran bir oyun yerine Part 1’in o “iyi” havasını her zaman tercih ederim. |
Suyunu Çıkarmak Bu Olsa Gerek Tamam hadi 9 yılda bir oyunu 3 defa piyasaya sürdünüz. Süper özelliklerle donattınız, grafikleri geliştirdiniz, PS5’in ne özelliği varsa kullandınız. Ama o fiyat ne yahu? Yeniden yapım bir oyunu tam fiyattan satmanın burada yazılabilecek bir karşılığı yok. Naughty Dog’un bu yaklaşımı ciddi bir hayran eleştirisi aldı oyunun duyurulduğu günden beri. Ama ne yazık ki tavırlarında bir değişiklik olmadı. Hadi geçtim yarı fiyat satışını, en azından orijinal ya da Remaster sahiplerine indirim yapmalıydı firma. Bakalım oyun istenen düzeyde satış yapabilecek mi? Umarım iyi satar ama yine de firmanın beklentilerinin altında kalır satışlar. Belki o zaman yaptıkları hatanın farkında varırlar. Aksi takdirde biz oyuncular tüm sektörün işi bu tarafa doğru evirmesine göz yaşları içinde şahit olabiliriz. |