bilgiliadam
Yeni Üye
Koyun kuruluş tarihinin gunumuzden uc yuz elli, dort yuz yıl geriye gittiği soylenmektedir Ancak, “1530 tarihinde Niğde Livasını (29) gosteren bir haritada, Ulukışla’nın adı, “Ulukışla olarak yazılmış ve karye veya mezra olarak işaretlenmiştir Gercekten de o yıllarda Ulukışla bir koy ya da mezra mıydı, yoksa ulu bir kışla mıydı? (Kışla–kışlak, bir asker birliğinin barınması icin yapılmış bina, veya kışı gecirdiği yer anlamına gelir)
Bu haritada Akcakend, Uluviran, Ulukışla, Yakacık, Keşlik, Asmaz, Lemye, Anduğu, Arlasun, Ballık, Bayat, Kayı, Cukurkuyu, Okcu, Kızılca, gibi koy adları yazılıp, yerleri gosterilmiştir
Koye ilk yerleşenlerin beş haneden ibaret olduğu, bunların coğunluğunun da şimdi kaza olan, eski adıyla Şuca’uddin, şimdiki adıyla Ulukışla yoresinden geldiği icin koye de “Ulukışla adını verdikleri soylenmektedir Bu gelişin oykusunu Ramazan Soytetir, buyuklerden dinlediği bicimiyle şoyle anlatıyor: Koye ilk gelen 57 hane daha once Bahceli’ye yerleşmek istemişler Orada yaşayan yerli halkın hoşnutsuzluk gostermesi uzerine Ortakoy (Altunhisar) beyine başvurmuşlar O, bu isteği kendisine vergi odenmesi koşuluyla kabul etmiş Gelenleri once Eski Bayat denilen yere yerleştirmiş (Eski Bayat, Altunhisar ile Yakacık arasında kalan mağaralara denir) Bu kez de Ortakoy halkı razı olmamış Bunun uzerine Ulukışla’ya yollanmışlar Onlar da Kuyubucak Mahallesinin kuzeyindeki ve Oren’deki mağaralara oturmuşlar Uzak atalarımız “Mağara Devrini Orta Asya steplerinde gecirmiş olsa da, yakın atalarımız ikinci bir mağara devrini gunumuze değin yeniden yaşamışlardır (30)
Bu yerleşimin, 1609 yılında, Sultan I Ahmet tarafından yayınlanan “Adalet Fermanı ile gercekleşmiş olması akla yakındır Ancak, yukarda sozunu ettiğim harita, kasabanın gecmişini daha eskilere goturmektedir
Prof Dr Mustafa Akdağ “Turk Halkının Dirlik ve Duzenlik Kavgası(31) adlı incelemesinin 1 cildinde, Fetret Devri olarak nitelendirdiği 15961610 yılları ile, «buyuk kacgunluk» olarak isimlendirdiği 16031610 yıllarını anlatan kapsamlı eserinde şunları yazıyor:
“ butun Anadolu toprağı, cok yıkıcı, koy ve kasabaların halkına, yurt ve yuvalarını bıraktırıp, kacırtan kanlı bir ic kavgaya meydan olmakta idi Bir taraftan eşkıya baskınları altında sıkışan, yahut bir bahane ile alacak(lı)larından kurtulmak isteyen ote yandan, ciftlik sahiplerinin angarya ve tazyiklerinden bunalıp kacan ehali, ya levend oluyor, veya şehirlere sığınıyorlardı Ne olursa olsun, koylerin bu şekilde boşalmalarının olaylar uzerindeki etkisi, memleketi topyekun felakete goturmekteydi reaya (vergi odeyen halk) ve ehli orf (kadılar haric, tum memurlar) arasındaki kavganın ehaliyi tam bir perişanlığa atmış olduğudur
Kırşehir, Niğde, Aksaray taraflarında isyancılar coktan halka saldırmaya başlamışlar, bir hayli soygun ve kan dokmelerde zulumlerini artırmışlardı
Niğde’nin Develi Kazasında Han Mehmet adında birisinin, iki yuz atlı ile salgunlar saldığı, yolları keserek bircok adam katlettiği gorulmektedir
Bu gibi soyguncuları cezalandırmak ve isyanları bastırmak uzere Padişah tarafından Anadolu’ya gonderilen
“Nuh Paşanın ordusu, terkibi itibariyle, dolaştığı yerlerde, celali grupları gibi aynı suretle halkı soymuş ve «Fetret»in bu sıralarında, Anadolu’yu sukunete kavuşturacak yerde, daha fazla «buyuk kacgunluğa» yardım etmiştir Anadolu, tarihte mislini gormediği bir aclık ve olum tehlikesiyle altı sene penceleşmeye kendisini mahkUm eden bir tarihi kadere boyun eğiyordu; yani celali mucadelesinin «Buyuk Kacgunluk» devri başlamakta idiHalk, HukUmet Merkezine yolladıkları mahzarlarda, (topluca imzalanan dilekce) «terki diyar ve cilayi vatan» edeceklerini bildirmekte idiler (32)
ProfDrYaşar Yucel ve Prof Dr Ali Sevim’in birlikte yazdığı Turkiye Tarihi’nin16 3 cildinde:
“13, 14 yıl gibi uzun suren bu şaki harekatı sonucunda Anadolu, Suriye ve Irak’taki eyaletler sanki merkezi yonetim hakimiyetinden cıkmış, huzur ve asayiş yok olmuş, ulke ekonomisi adeta cokmuş gibiydi Ayrıca guvensizlik nedeniyle koyluler, ev ve tarlalarını terk edip buyuk şehir ve ilcelere sığınmışlar, bu nedenle uretimin durması sonucunda ulkede yiyecek sıkıntısı baş gostermişti Hukumet bir onlem olarak «koylulerin yeniden yurtlarına donup uretime başlamaları» hususunda eyaletlere fermanlar gondermiştir (1609) (33)
Josef Matuz bu konuda şunları yazmıştır:
Kısacası, koylulerin yukumlulukleri 1580 – 1600 yılları arasında aşağı yukarı altı kat artmıştı Ulke dehşet icindeydi Olum, aclık ve korku her tarafa yayılmıştı Halkın coğu kactı Rumeli, Kırım, Arap yerleşim bolgeleri ve İran
gibi yerlere gittiler Bir kısmı da ıssız dağlara sığındılar Sonuc olarak uretim durdu, kervanlar durdu, kervansaraylar kapandı, ticaret durdu ve kuş ucmaz kervan gecmez yerlere koyler kuruldu ( 34 )
Tum bu karışıklıklara son vermek, “kacgunluğu onlemek uzere Kuyucu Murat Paşa 1607 yılında İstanbul’dan ayrılıyor Devlet icinde devlet kurmuş olan Celalileri cok kan dokerek temizleye temizleye Halep’e kadar geliyor Orada kışladıktan sonra ertesi yıl da temizliğe devam ediyor Celalileri sindiriyor, fakat yok edemiyor Cunku bunlar, Anadolu halkının bir kısmını temsil ediyorlardı
Koylulerin koylerini boşaltmalarının bir başka nedeni de ağır vergilerdi Kentlerde oturanlar kazancının %10’unu vergi olarak oderken; koylulerde bu oran %20’ye kadar cıkıyordu
“Ayrıca cok da ruşvet alınıyordu Mesela Aksaray Sancağı Beyi, hububat topladığı esnada, pek cok ruşvet aldığı şikayet olunmuştu (34)
Yukarda sozu gecen 1609 tarihli “Adaletnamede ilgili olarak şoyle denilmektedir:
“ her diyara beylerbeyi ve sancakbeyi nasb olunup (atanıp) her birine mustakil haslar tayin olunmaktan murad, vilayet uzerine cıkıp (vilayeti dolaşıp) cemi emval eyleyip (mal mulk toplayıp) memleket ve vilayeti viran etmek icin değildir (35)
Divan şairlerinden birinin :
Turk değil mi masivanın eşeği
Eşek değil, kopekten de aşağı (36)
sozlerine karşılık olarak halk da
Osmanlı hakkındaki duşuncelerini şoyle dile getiriyordu:
Şalvarı şaltak Osmanlı
Eğeri kaltak Osmanlı
Ekende yok, bicende yok
Yiyende ortak Osmanlı
Kısacası yerleşik halk huzursuzdu Yoresel idarecilerin ve İsyancıların elinin ulaşamayacağı yerler aramaktaydı Oysa padişah vergi ve asker toplamak zorundaydı Bunun icin de bir yerde ikamet etmiş, el altında bulunan insanlara gereksinimi vardı Bu nedenle yeni koylerin kurulması icin olanak sağlanmıştır Ayrıca Niğde’de oturan «ehli orfun» (Hukumetin İstanbul dışındaki her turden işini yapan kişilere ehli orf denirdi)ve beylerin tapulu tarlalarını işleyecek yarıcılar da gerekliydi Belki de o zamana kadar surulerinin başında oradan oraya goc eden ya da bulundukları yerde yonetici zulmunden bıkan, ve belki de bir isyancının cevresinde toplanmış olan atalarımız Ulukışla’nın mağaralarla bezeli dağ yamaclarını kendilerine uygun bir yer olarak secmişler ve gelip yerleşmişlerdir Bu yerleşim doğrudan bir yerleşim değildir Yerleşmeye karar veren beş ya da yedi ailelik bir kafile, Toros Dağlarından inip şimdiki Bahceli kasabasına gelmişler Ora yoneticileri tarafından istenmemeleri uzerine Altunhisar’a gecmişler Koylulerin ya da yersiz yurtsuz insanların şehir ve kasabalara yerleşmeleri o zaman kanunlarınca yasak olduğu icin, Bor’da yerleşmeleri soz konusu bile olmuyor Altunhisar’ın kuzey batısındaki mağaralara oturmuşlar Ekecek tarla, koyun besleyecek otlak istemeleri uzerine yoneticiler, Ulukışla yoresini yer olarak gostermişler Fakat burası da sahipsiz değilmiş Daha onceden Niğde Beyleri tarafından paylaşılmıştır Onlar da Ulukışla yoresinin şenlenmesini isterlermiş Fakat halkın gerek icmek icin, gerekse sulama yapmak icin suyu yoktur Niğde Beyleri bu işi de cozumlemişler Comlekci’den icme ve sulama suyu, Cırlavık’tan icme suyu alınmasında yardımcı olmuşlar Yalnız, Cırlavık suyunun Oren’e kadar doşenmiş olan kunklerle getiriliş tarihi cok daha eskilere gider Ne kadar eskiye gittiğini bilemiyoruz Zamanla koyun gerek hane sayısı gerekse nufusu artar Bu arada koye Musluman olmayan insanlar da gelip yerleşir Bunlar yakın zamana kadar koyde otururlarsa da sonradan koyu terk ederler Niğde Beyleri ekilen topraklardan hem pay hem vergi almaya başlayınca koylulerin elinde avucunda bir şey kalmaz Bu duruma daha fazla dayanamayan koyluler Niğde Beylerine pay vermemek icin direnişe gecerler Pay almaya gelenlerden birini oldururler Devletin hışmından korkan bir kısım koylu Aksaray tarafındaki koylere dağılırlar Geride kalanlarsa direnişe devam ederler Bunun uzerine yuzyıllar suren mahkemeler başlar, ama pay almak da o kadar kolay olmaz Ulukışlalıların artık pay vermediklerini duyan Aksaray yoresine gocmuş olan Eseoğulları, Karaahmetoğulları geri doner(36) Gunumuzde Ozdemir soyadını almış olan Halilefendioğullarının Kahramanmaraş’tan geldiği ifade edilmektedir
Ulukışla koyune ilk yerleşenler Deli Hasan, Gulfa İbrahim, Kor İsmail, Selamoğlu, Aykıtoğlu, Ayvazoğlu, Tahtakulah adıyla anılan kişilerdir Kor İsmail’in Karacadağ’dan, Selamoğlu’nun Hasır koyunden geldikleri soylenmektedir
Koye sonradan yerleşmek isteyen Halil adındaki bir kişinin oykusu şoyle anlatılır: Nereden geldiyse Halil adında birisi koye gelip buraya yerleşmek icin izin istediğini soyler Koyluler, bu iznin kendi ellerinde olmadığını, kendilerinin de Ortakoy Ağasının ağzına baktıklarını, ancak o isterse burada oturabileceğini soylerler Ancak Ağanın cok heybetli bir insan olduğunu, karşısında konuşmak icin mangal gibi bir yurek olması gerektiğini de eklerler Halil, “Ucunda olum bile olsa başka carem yok, gidip konuşacağım der Ağanın huzuruna kabul edilince de olan olur Ağanın heybeti karşısında Halil’in alt dudağı yarılıverir Bundan sonra da adı “Yirik Halil olarak soylenmeye başlar (36)
İZMİR
Bu haritada Akcakend, Uluviran, Ulukışla, Yakacık, Keşlik, Asmaz, Lemye, Anduğu, Arlasun, Ballık, Bayat, Kayı, Cukurkuyu, Okcu, Kızılca, gibi koy adları yazılıp, yerleri gosterilmiştir
Koye ilk yerleşenlerin beş haneden ibaret olduğu, bunların coğunluğunun da şimdi kaza olan, eski adıyla Şuca’uddin, şimdiki adıyla Ulukışla yoresinden geldiği icin koye de “Ulukışla adını verdikleri soylenmektedir Bu gelişin oykusunu Ramazan Soytetir, buyuklerden dinlediği bicimiyle şoyle anlatıyor: Koye ilk gelen 57 hane daha once Bahceli’ye yerleşmek istemişler Orada yaşayan yerli halkın hoşnutsuzluk gostermesi uzerine Ortakoy (Altunhisar) beyine başvurmuşlar O, bu isteği kendisine vergi odenmesi koşuluyla kabul etmiş Gelenleri once Eski Bayat denilen yere yerleştirmiş (Eski Bayat, Altunhisar ile Yakacık arasında kalan mağaralara denir) Bu kez de Ortakoy halkı razı olmamış Bunun uzerine Ulukışla’ya yollanmışlar Onlar da Kuyubucak Mahallesinin kuzeyindeki ve Oren’deki mağaralara oturmuşlar Uzak atalarımız “Mağara Devrini Orta Asya steplerinde gecirmiş olsa da, yakın atalarımız ikinci bir mağara devrini gunumuze değin yeniden yaşamışlardır (30)
Bu yerleşimin, 1609 yılında, Sultan I Ahmet tarafından yayınlanan “Adalet Fermanı ile gercekleşmiş olması akla yakındır Ancak, yukarda sozunu ettiğim harita, kasabanın gecmişini daha eskilere goturmektedir
Prof Dr Mustafa Akdağ “Turk Halkının Dirlik ve Duzenlik Kavgası(31) adlı incelemesinin 1 cildinde, Fetret Devri olarak nitelendirdiği 15961610 yılları ile, «buyuk kacgunluk» olarak isimlendirdiği 16031610 yıllarını anlatan kapsamlı eserinde şunları yazıyor:
“ butun Anadolu toprağı, cok yıkıcı, koy ve kasabaların halkına, yurt ve yuvalarını bıraktırıp, kacırtan kanlı bir ic kavgaya meydan olmakta idi Bir taraftan eşkıya baskınları altında sıkışan, yahut bir bahane ile alacak(lı)larından kurtulmak isteyen ote yandan, ciftlik sahiplerinin angarya ve tazyiklerinden bunalıp kacan ehali, ya levend oluyor, veya şehirlere sığınıyorlardı Ne olursa olsun, koylerin bu şekilde boşalmalarının olaylar uzerindeki etkisi, memleketi topyekun felakete goturmekteydi reaya (vergi odeyen halk) ve ehli orf (kadılar haric, tum memurlar) arasındaki kavganın ehaliyi tam bir perişanlığa atmış olduğudur
Kırşehir, Niğde, Aksaray taraflarında isyancılar coktan halka saldırmaya başlamışlar, bir hayli soygun ve kan dokmelerde zulumlerini artırmışlardı
Niğde’nin Develi Kazasında Han Mehmet adında birisinin, iki yuz atlı ile salgunlar saldığı, yolları keserek bircok adam katlettiği gorulmektedir
Bu gibi soyguncuları cezalandırmak ve isyanları bastırmak uzere Padişah tarafından Anadolu’ya gonderilen
“Nuh Paşanın ordusu, terkibi itibariyle, dolaştığı yerlerde, celali grupları gibi aynı suretle halkı soymuş ve «Fetret»in bu sıralarında, Anadolu’yu sukunete kavuşturacak yerde, daha fazla «buyuk kacgunluğa» yardım etmiştir Anadolu, tarihte mislini gormediği bir aclık ve olum tehlikesiyle altı sene penceleşmeye kendisini mahkUm eden bir tarihi kadere boyun eğiyordu; yani celali mucadelesinin «Buyuk Kacgunluk» devri başlamakta idiHalk, HukUmet Merkezine yolladıkları mahzarlarda, (topluca imzalanan dilekce) «terki diyar ve cilayi vatan» edeceklerini bildirmekte idiler (32)
ProfDrYaşar Yucel ve Prof Dr Ali Sevim’in birlikte yazdığı Turkiye Tarihi’nin16 3 cildinde:
“13, 14 yıl gibi uzun suren bu şaki harekatı sonucunda Anadolu, Suriye ve Irak’taki eyaletler sanki merkezi yonetim hakimiyetinden cıkmış, huzur ve asayiş yok olmuş, ulke ekonomisi adeta cokmuş gibiydi Ayrıca guvensizlik nedeniyle koyluler, ev ve tarlalarını terk edip buyuk şehir ve ilcelere sığınmışlar, bu nedenle uretimin durması sonucunda ulkede yiyecek sıkıntısı baş gostermişti Hukumet bir onlem olarak «koylulerin yeniden yurtlarına donup uretime başlamaları» hususunda eyaletlere fermanlar gondermiştir (1609) (33)
Josef Matuz bu konuda şunları yazmıştır:
Kısacası, koylulerin yukumlulukleri 1580 – 1600 yılları arasında aşağı yukarı altı kat artmıştı Ulke dehşet icindeydi Olum, aclık ve korku her tarafa yayılmıştı Halkın coğu kactı Rumeli, Kırım, Arap yerleşim bolgeleri ve İran
gibi yerlere gittiler Bir kısmı da ıssız dağlara sığındılar Sonuc olarak uretim durdu, kervanlar durdu, kervansaraylar kapandı, ticaret durdu ve kuş ucmaz kervan gecmez yerlere koyler kuruldu ( 34 )
Tum bu karışıklıklara son vermek, “kacgunluğu onlemek uzere Kuyucu Murat Paşa 1607 yılında İstanbul’dan ayrılıyor Devlet icinde devlet kurmuş olan Celalileri cok kan dokerek temizleye temizleye Halep’e kadar geliyor Orada kışladıktan sonra ertesi yıl da temizliğe devam ediyor Celalileri sindiriyor, fakat yok edemiyor Cunku bunlar, Anadolu halkının bir kısmını temsil ediyorlardı
Koylulerin koylerini boşaltmalarının bir başka nedeni de ağır vergilerdi Kentlerde oturanlar kazancının %10’unu vergi olarak oderken; koylulerde bu oran %20’ye kadar cıkıyordu
“Ayrıca cok da ruşvet alınıyordu Mesela Aksaray Sancağı Beyi, hububat topladığı esnada, pek cok ruşvet aldığı şikayet olunmuştu (34)
Yukarda sozu gecen 1609 tarihli “Adaletnamede ilgili olarak şoyle denilmektedir:
“ her diyara beylerbeyi ve sancakbeyi nasb olunup (atanıp) her birine mustakil haslar tayin olunmaktan murad, vilayet uzerine cıkıp (vilayeti dolaşıp) cemi emval eyleyip (mal mulk toplayıp) memleket ve vilayeti viran etmek icin değildir (35)
Divan şairlerinden birinin :
Turk değil mi masivanın eşeği
Eşek değil, kopekten de aşağı (36)
sozlerine karşılık olarak halk da
Osmanlı hakkındaki duşuncelerini şoyle dile getiriyordu:
Şalvarı şaltak Osmanlı
Eğeri kaltak Osmanlı
Ekende yok, bicende yok
Yiyende ortak Osmanlı
Kısacası yerleşik halk huzursuzdu Yoresel idarecilerin ve İsyancıların elinin ulaşamayacağı yerler aramaktaydı Oysa padişah vergi ve asker toplamak zorundaydı Bunun icin de bir yerde ikamet etmiş, el altında bulunan insanlara gereksinimi vardı Bu nedenle yeni koylerin kurulması icin olanak sağlanmıştır Ayrıca Niğde’de oturan «ehli orfun» (Hukumetin İstanbul dışındaki her turden işini yapan kişilere ehli orf denirdi)ve beylerin tapulu tarlalarını işleyecek yarıcılar da gerekliydi Belki de o zamana kadar surulerinin başında oradan oraya goc eden ya da bulundukları yerde yonetici zulmunden bıkan, ve belki de bir isyancının cevresinde toplanmış olan atalarımız Ulukışla’nın mağaralarla bezeli dağ yamaclarını kendilerine uygun bir yer olarak secmişler ve gelip yerleşmişlerdir Bu yerleşim doğrudan bir yerleşim değildir Yerleşmeye karar veren beş ya da yedi ailelik bir kafile, Toros Dağlarından inip şimdiki Bahceli kasabasına gelmişler Ora yoneticileri tarafından istenmemeleri uzerine Altunhisar’a gecmişler Koylulerin ya da yersiz yurtsuz insanların şehir ve kasabalara yerleşmeleri o zaman kanunlarınca yasak olduğu icin, Bor’da yerleşmeleri soz konusu bile olmuyor Altunhisar’ın kuzey batısındaki mağaralara oturmuşlar Ekecek tarla, koyun besleyecek otlak istemeleri uzerine yoneticiler, Ulukışla yoresini yer olarak gostermişler Fakat burası da sahipsiz değilmiş Daha onceden Niğde Beyleri tarafından paylaşılmıştır Onlar da Ulukışla yoresinin şenlenmesini isterlermiş Fakat halkın gerek icmek icin, gerekse sulama yapmak icin suyu yoktur Niğde Beyleri bu işi de cozumlemişler Comlekci’den icme ve sulama suyu, Cırlavık’tan icme suyu alınmasında yardımcı olmuşlar Yalnız, Cırlavık suyunun Oren’e kadar doşenmiş olan kunklerle getiriliş tarihi cok daha eskilere gider Ne kadar eskiye gittiğini bilemiyoruz Zamanla koyun gerek hane sayısı gerekse nufusu artar Bu arada koye Musluman olmayan insanlar da gelip yerleşir Bunlar yakın zamana kadar koyde otururlarsa da sonradan koyu terk ederler Niğde Beyleri ekilen topraklardan hem pay hem vergi almaya başlayınca koylulerin elinde avucunda bir şey kalmaz Bu duruma daha fazla dayanamayan koyluler Niğde Beylerine pay vermemek icin direnişe gecerler Pay almaya gelenlerden birini oldururler Devletin hışmından korkan bir kısım koylu Aksaray tarafındaki koylere dağılırlar Geride kalanlarsa direnişe devam ederler Bunun uzerine yuzyıllar suren mahkemeler başlar, ama pay almak da o kadar kolay olmaz Ulukışlalıların artık pay vermediklerini duyan Aksaray yoresine gocmuş olan Eseoğulları, Karaahmetoğulları geri doner(36) Gunumuzde Ozdemir soyadını almış olan Halilefendioğullarının Kahramanmaraş’tan geldiği ifade edilmektedir
Ulukışla koyune ilk yerleşenler Deli Hasan, Gulfa İbrahim, Kor İsmail, Selamoğlu, Aykıtoğlu, Ayvazoğlu, Tahtakulah adıyla anılan kişilerdir Kor İsmail’in Karacadağ’dan, Selamoğlu’nun Hasır koyunden geldikleri soylenmektedir
Koye sonradan yerleşmek isteyen Halil adındaki bir kişinin oykusu şoyle anlatılır: Nereden geldiyse Halil adında birisi koye gelip buraya yerleşmek icin izin istediğini soyler Koyluler, bu iznin kendi ellerinde olmadığını, kendilerinin de Ortakoy Ağasının ağzına baktıklarını, ancak o isterse burada oturabileceğini soylerler Ancak Ağanın cok heybetli bir insan olduğunu, karşısında konuşmak icin mangal gibi bir yurek olması gerektiğini de eklerler Halil, “Ucunda olum bile olsa başka carem yok, gidip konuşacağım der Ağanın huzuruna kabul edilince de olan olur Ağanın heybeti karşısında Halil’in alt dudağı yarılıverir Bundan sonra da adı “Yirik Halil olarak soylenmeye başlar (36)
İZMİR