Son Konu

ulukislanın kurulusu

iltasyazilim

Yeni Üye
Katılım
25 Ara 2016
Mesajlar
2
Tepkime
1
Puanları
38
Yaş
36
Credits
-2
Geri Bildirim : 0 / 0 / 0
Köyün kuruluş tarihinin günümüzden üç yüz elli, dört yüz sene geriye gittiği söylenmektedir Fakat, “1530 tarihinde Niğde Livasını (29) belirten bir haritada, Ulukışla ’nın adı, “Ulukışla olarak yazılmış ve karye ya da mezra olarak işaretlenmiştir Gerçekte de o yıllarda Ulukışla bir köy ya da mezra mıydı, yoksa yüce bir kışla mıydı? (Kışla–kışlak, bir asker birliğinin barınması için yapılmış bina, veya kışı geçirdiği yer anlamına gelir)
Bu haritada Akçakend, Uluyıkık, Ulukışla, Yakacık, Keşlik, Asmaz, Lemye, Anduğu, Arlasun, Ballık, Bayat, Kayı, Çukurkuyu, Okçu, Kızılca, gibi köy adları yazılıp, yerleri gösterilmiştir
Köye birincil yerleşenlerin beş haneden ibaret olduğu, bunların çoğunluğunun da şimdi kaza olan, eski adıyla Şücâ ’üddîn, şimdiki adıyla Ulukışla yöresinden geldiği için köye de “Ulukışla adını verdikleri söylenmektedir Bu gelişin öyküsünü Ramazan Soytetir, büyüklerden dinlediği biçimiyle şöyle anlatıyor: Köye ilk gelen 57 hane daha önce Bahçeli ’ye yerleşmek istemişler Orada yaşayan yerli halkın memnuniyetsizlik göstermesi üzerine Ortaköy (Altunhisar) beyine başvurmuşlar O, bu ricası kendisine ücret ödenmesi koşuluyla kabul etmiş Gelenleri önce Eski Bayat denilen yere yerleştirmiş (Eski Bayat, Altunhisar ile Yakacık aralarında kalan mağaralara denir) Bu kere de Ortaköy halkı razı olmamış Bunun üzerine Ulukışla ’ya yollanmışlar Onlar da Kuyubucak Mahallesinin kuzeyindeki ve Ören ’deki mağaralara oturmuşlar Uzaktan atalarımız “Mağara Devrini Orta Asya steplerinde geçirmiş olsa da, yakın atalarımız ikinci bir mağara devrini günümüze dek baştan yaşamışlardır (30)
Bu yerleşimin, 1609 yılında, Sultan I Ahmet göre yayınlanan “Hak Fermanı ile gerçekleşmiş olması akla yakındır Fakat, yukarda sözünü ettiğim harita, kasabanın geçmişini daha eskilere götürmektedir
Prof Dr Mustafa Akdağ “Türk Halkının Dirlik ve Düzenlik Kavgası(31) adlı incelemesinin 1 cildinde, Fetret Devri olarak nitelendirdiği 15961610 yılları ile, «büyük kaçgunluk» olarak isimlendirdiği 16031610 yıllarını anlatan detaylı eserinde şunları yazıyor:
“ bütün Anadolu toprağı, fazla yok edici, köy ve kasabaların halkına, yurt ve yuvalarını bıraktırıp, kaçırtan kanlı bir iç kavgaya meydan olmakta idi Bir taraftan haydut baskınları altında sıkışan, yoksa bir ile alacak(lı)larından kurtulmak isteyen öte taraftan, çiftlik sahiplerinin angarya ve tazyiklerinden bunalıp kaçan ehali, ya levend oluyor, veya şehirlere sığınıyorlardı Ne olursa olsun, köylerin bu şekilde boşalmalarının olaylar üzerindeki etkisi, memleketi topyekün felakete götürmekteydi reaya (ücret ödeyen ahali) ve ehli örf (kadılar hariç, tüm memurlar) arasındaki kavganın ehâliyi tam bir perişanlığa atmış olduğudur
Kırşehir, Niğde, Aksaray taraflarında isyancılar çoktan halka saldırmaya başlamışlar, oldukça soygun ve kan dökmelerde zulümlerini artırmışlardı
Niğde ’nin Develi Kazasında Han Mehmet adında birisinin, iki yüz atlı ile salgunlar saldığı, yolları keserek çoğu adam katlettiği görülmektedir
Bu gibi soyguncuları cezalandırmak ve isyanları bastırmak üzere Padişah tarafından Anadolu ’ya gönderilen
“Nuh Paşanın ordusu, terkibi itibariyle, dolaştığı yerlerde, celâlî grupları gibi benzer suretle halkı soymuş ve «Fetret»in bu sıralarında, Anadolu ’yu sükunete kavuşturacak yerde, daha pozitif «büyük kaçgunluğa» yardım etmiştir Anadolu, tarihte mislini görmediği bir istek ve ölüm tehlikesiyle altı sene pençeleşmeye kendisini mahkûm eden bir tarihî kadere boyun eğiyordu; yani celâlî mücadelesinin «Büyük Kaçgunluk» devri başlamakta idiHalk, Hükûmet Merkezine yolladıkları mahzarlarda, (topluca imzalanan uygulama) «terki diyar ve cilâyi vatan» edeceklerini bildirmekte idiler (32)
ProfDrYaşar Yücel ve Prof Dr Ali Sevim ’in birlikte yazdığı Türkiye Tarihi ’nin16 3 cildinde:
“13, 14 yıl gibi uzun süren bu şaki harekâtı sonucunda Anadolu, Suriye ve Irak ’taki eyâletler güya merkezi yönetim hakimiyetinden çıkmış, refah ve asayiş değil olmuş, ülke ekonomisi âdetâ çökmüş gibiydi Hem güvensizlik sebebiyle köylüler, ev ve tarlalarını terk edip büyük şehir halkı ve ilçelere sığınmışlar, böylece üretimin durması sonucunda ülkede yiyecek sıkıntısı baş göstermişti Hükümet bir önlem olarak «köylülerin yeniden yurtlarına dönüp üretime başlamaları» hususunda eyaletlere fermanlar göndermiştir (1609) (33)
Josef Matuz bu konuda şunları yazmıştır:
Kısacası, köylülerin yükümlülükleri 1580 – 1600 yılları aralarında aşağı yukarı altı kat artmıştı Ülke korku içindeydi Ölüm, özlem ve dehşet her tarafa yayılmıştı Halkın birçok kaçtı Rumeli, Kırım, Arap yerleşim bölgeleri ve İran
gibi yerlere gittiler Bir kısmı da ıssız dağlara sığındılar neticede üretim durdu, kervanlar durdu, kervansaraylar kapandı, ticaret durdu ve kuş uçmaz kervan geçmez yerlere köyler kuruldu ( 34 )
Tüm bu karışıklıklara son vermek, “kaçgunluğu durdurmak üzere Kuyucu Murat Paşa 1607 yılında İstanbul ’dan ayrılıyor Devlet içinde devlet kurmuş olan Celâlileri çok kan dökerek temizleye temizleye Halep ’e değin geliyor Orada kışladıktan daha sonra ertesi yıl da temizliğe devam ediyor Celalileri sindiriyor, ama değil edemiyor Çünkü bunlar, Anadolu halkının bir kısmını temsil ediyorlardı
Köylülerin köylerini boşaltmalarının bir başka nedeni de ağır vergilerdi Kentlerde oturanlar kazancının %10 ’unu vergi olarak öderken; köylülerde bu oran %20 ’ye kadar çıkıyordu
“Ayrıca çok da rüşvet alınıyordu Örneğin Aksaray Sancağı Beyi, hububat topladığı esnada, o kadar çok sus payı aldığı şikayet olunmuştu (34)
Yukarda sözü geçen 1609 tarihli “Adaletnamede ilgili olarak şöyle denilmektedir:
“ her diyara beylerbeyi ve sancakbeyi nasb olunup (atanıp) adam başına müstakil haslar ödev olunmaktan murâd, vilayet üzerine çıkıp (vilayeti dolaşıp) cemi emval eyleyip (mülk mülk toplayıp) memleket ve vilayeti harap etmek için değildir (35)
Divan şairlerinden birinin :
Türk değil mi masivanın eşeği
Eşek değil, köpekten de altında (36)
sözlerine karşılık olarak halk da
Osmanlı hakkındaki düşüncelerini şöyle dile getiriyordu:
Şalvarı şaltak Osmanlı
Eğeri kaltak Osmanlı
Ekende değil, biçende yok
Yiyende iki taraflı Osmanlı
Kısacası yerleşik ahali huzursuzdu Bölgesel idarecilerin ve İsyancıların elinin ulaşamayacağı yerler aramaktaydı Ama padişah ücret ve asker toplamak zorundaydı Bunun için de bir yerde ikamet etmiş, el aşağıda bulunan insanlara gereksinimi vardı bu nedenle yeni köylerin kurulması için ihtimal sağlanmıştır Ayrıca Niğde ’de oturan «ehli örfün» (Hükümetin İstanbul dışındaki her türden işini yapan kişilere ehli örf denirdi)ve beylerin tapulu tarlalarını işleyecek yarıcılar da gerekliydi Olur Ya de o zamana kadar sürülerinin başında oradan oraya göç eden veya bulundukları yerde idareci zulmünden bıkan, ve ola ki de bir isyancının çevresinde toplanmış olan atalarımız Ulukışla ’nın mağaralarla bezeli dağ yamaçlarını kendilerine uygun bir yer olarak seçmişler ve gelip yerleşmişlerdir Bu ikâmetgâh aracısız olarak bir yerleşim değildir Yerleşmeye karar veren beş ya da yedi ailelik bir kafile, Toros Dağlarından inip şimdiki Bahçeli kasabasına gelmişler Ora yöneticileri göre istenmemeleri üstüne Altunhisar ’a geçmişler Köylülerin veya yersiz yurtsuz insanların büyük kasaba ve kasabalara yerleşmeleri o zaman kanunlarınca yasak olduğu için, Bor ’da yerleşmeleri laf konusu bile olmuyor Altunhisar ’ın kuzey batısındaki mağaralara oturmuşlar Ekecek tarla, koyun besleyecek mera istemeleri üstüne yöneticiler, Ulukışla yöresini yer olarak göstermişler Ama burası da sahipsiz değilmiş Daha önceden Niğde Beyleri tarafından paylaşılmıştır Onlar da Ulukışla yöresinin şenlenmesini isterlermiş Lakin halkın lüzum içmek için, gerekse sulandırma yapmak için suyu yoktur Niğde Beyleri bu işi de çözümlemişler Çömlekçi ’den içme ve sulandırma suyu, Cırlavık ’tan içme suyu alınmasında yardımcı olmuşlar Yalnız, Cırlavık suyunun Ören ’e dek döşenmiş olan künklerle getiriliş tarihi fazla daha eskilere gider Ne kadar eskiye gittiğini bilemiyoruz Zamanla köyün gerek hane sayısı gerekse nüfusu artar sırası gelmişken köye Müslüman olmayan insanlar da gelip yerleşir Bunlar yakın zamana dek köyde otururlarsa da sonradan köyü terk ederler Niğde Beyleri ekilen topraklardan keza pay ayrıca aidat almaya başlayınca köylülerin elinde avucunda bir şey kalmaz Bu duruma daha pozitif dayanamayan köylüler Niğde Beylerine pay vermemek için direnişe geçerler Pay almaya gelenlerden birini öldürürler Devletin hışmından korkan bir kısım köylü Aksaray tarafındaki köylere dağılırlar Geride kalanlarsa direnişe devam ederler Bunun üstüne yüzyıllar süren mahkemeler başlar, lakin pay elde etmek da öyle kolay olmaz Ulukışlalıların bundan böyle pay vermediklerini duyan Aksaray yöresine göçmüş olan Eseoğulları, Karaahmetoğulları geri döner(36) Günümüzde Özdemir soyadını almış olan Halilefendioğullarının Kahramanmaraş ’tan geldiği ifade edilmektedir
Ulukışla köyüne ilk yerleşenler Deli Hasan, Gulfa İbrahim, Âmâ İsmail, Selamoğlu, Aykıtoğlu, Ayvazoğlu, Tahtakülah adıyla anılan kişilerdir Kör İsmail ’in Karacadağ ’dan, Selamoğlu ’nun Hasır köyünden geldikleri söylenmektedir
Köye daha sonra yerleşmek isteyen Halil adındaki bir kişinin öyküsü şöyle anlatılır: Nereden geldiyse Halil adında birisi köye gelip buraya yerleşmek için müsade istediğini söyler Köylüler, bu iznin kendi ellerinde olmadığını, kendilerinin de Ortaköy Ağasının ağzına baktıklarını, ama o isterse burada oturabileceğini söylerler Fakat Ağanın fazla devasa bir insan olduğunu, karşı konuşmak için mangal gibi bir yürek olması gerektiğini de eklerler Halil, “Ucunda vefat bile olsa başka çarem yok, gidip konuşacağım der Ağanın huzuruna kabul edilince de olan olur Ağanın heybeti karşı Halil ’in daha alçak dudağı yarılıverir Bundan daha sonra da adı “Yirik Halil olarak söylenmeye başlar (36)
İZMİR *
 
Üst Alt