iltasyazilim
Yeni Üye
Uygurlar Döneminin Özellikleri Nelerdir Uygurlar Dönemine Ait Eserler,
Uygurlar Döneminindeki eserler,
Uygurların türk ve avrupa sanatına etkisi,
Uygurlar da dil nasıldıhangi dili konuşurlardı,
Uygur Resim Sanatı
Uygur fotoğraf sanatında Budacılığın , Maniheizim ve İslam dininin etkileri açıktır
İslamiyet dönemi
Moğol istilasından sonradan Uygurlu sanatçılar Moğol sultanlarının yazdırdığı el yazmalı kitapların minyatürlerini yapmışlardırBu yüzden Uygur Budist ve Maniheist sanatının etkilerini Moğol İslamiyet döneminin minyatürlerinde de
açık açık görebilirz
Örnek: Camiüt Tevarih (Reşidettin ’in Moğol sultanı Olcayto Hudabende namına yazdığı kitap)
Uygurlar dönemi :
İnsan heykellerinde gerçekçi bir anlatım görülür
Hayvan heykellerinde ise stilize bir açıklama kullanılmıştır
Uygurlar Dönemi
Büyük Uygur İmparatorluğu döneminde, Uygurlar, müneccimlik, madencilik, dokumacılık, mimarlık, matematik, tarım, eğitim, tababet gibi ilimlerden farkında olan olarak, yüksek uygarlık seviyesine ulaşmıştır Onlar, ipek, metal ve ağaç üstünde yapılan süsleme sanatlarının ustasıydılar, altın, gümüş, bronz ve kilden heykeller yapıyorlardı
Turfan yöresinde yapılan kazılar, Budizmin etkilerini içeren çoğu eseri gün ışığına çıkarmıştır Bu kazılarda Koço, Yarkoto, Martuk ve Tuyuk Budist tapınaklarından harabeler da bulunmuştur Buralarda bulunan eserler eski Türk tarzı, daha yeni Türk tarzı ve en yeni dönem diye esas üç gruba ayrılmıştır Bezeklik ve Murtuk'ta yer alan Fresklerde Uygur Budist erkek ve kadın hayırsahiplerinin sembollerine rastlanılmıştır Bu freskler kültür tarihi bakımından olduğu dek gerçekçilikleri dolayısıyla ırk antropolojisi bakımından da ilgi çekicidirler Resimlerde Turan ve Ön Asya tipi özellikleri açık açık görülmektedir Kazılardan yalnız Uygur Budizmi'nin sanat eserleri yok, Türk diliyle yazılmış bir yığın tanrısal kitap da çıkmıştır Yunanca, Süryanice, Sanskritçe dillerinden Uygurca'ya çevrilmiş eserler arasında Budizmin bir takım kayda değer eserlerinin çevirileri de vardır
Uygurlar Avrupalılardan yüzyıllarca önce kâğıdı biliyorlardı Araplar kâğıdın ne olduğunu Uygurlar'dan öğrenmişler ve Araplar yoluyla kâğıt Avrupa ülkelerine geçmiştir Kitap basma konusu da benzer biçimde Uygurlar'da biliniyordu Matbaa en eski dönemlerde Çinliler'de ve Uygurlar'da biliniyordu Avrupalılar matbaacılığı yine Asya'dan öğrenerek geliştirmişlerdir Blok zorlama tekniğinin Batı'ya kaymasında Uygurlar'ın manâlı rolleri vardır Uygurlar kendi dillerini Moğollara da öğrettiler ve Cengiz İmparatorluğu'nun resmi dili Uygurca oldu Moğol İmparatorluğu zamanında devletin üst kademelerinde Uygurlar manâlı görevler yaptılar Kendi dillerinin sağladığı prestij tamamen elçiler daima Uygurlar arasından seçildi Uygurların kültürel yönden zinde olmaları siyasal bağımlılıklarına karşı gene de bir kamu olarak varlıklarını sürdürmelerini sağlamıştır
Uygurlar Moğolları vahşilikten kurtararak uygarlaştırmışlardır Moğol İmparatorluğu sınırları içinde hemencecik her köşeye devlete ait görevli olarak dağılan Uygurlar bu imparatorluğun ayakta kalmasını sağlamışlar ve bir anlamda Cengiz İmparatorluğu'nu TürkMoğol İmparatorluğu'na dönüştürmüşlerdir Uygurca bir zaman devlete ait dil olmuş ve diplomaside aralıksız kullanılmıştır Kendi dillerinin sağladığı menfaat ile Uygurlar diplomasinin manâlı makamlarını ellerinde tutmuşlardır
Uygurlar çağında Türkler göçebelikten yerleşikliğe kesin olarak geçiş yapmışlar ve oturmuş uygarlığın manâlı örneklerini vermişlerdir Doğu Türkistan'da Karahoço, Karabalgasun, Beşbalık, Karaşar, Hotan, Yarkent, Turfan, Komul, Kulca, Urumçi, Aksu, Suço, Kanço, Çerçen gibi büyük Türk kentleri sabit ve geliştirilmiştir Tarım, endüstri, ticaret ve sanat çok gelişmiştir Ahenkli yollarla kentler birbirine bağlanmış, sulama sistemi geliştirilerek en çorak topraklarda bile tarım yapılabilmiştir Heykelcilik, fotoğraf, kumaşçılık, halıcılık, çinicilik fazlasıyla gelişmiştir Uygur alfabesi, Uygurların yüksek kültürleri nedeniyle tüm Asya ülkelerinde yayılmıştır Uygur alfabesi önceleri Cengiz İmparatorluğu'nda sonradan da Timur İmparatorluğu'nda devlete ait alfabe olarak kullanılmıştır Kağıdı bilen Uygurlar yazılarını Göktürkler gibi ağaca yok kâğıt üzerine yazarlardı Kâğıdı, yazıyı bilen Uygurlar kendi kültürlerini yansıtan binlerce kitap basmışlar, hoş ve açık Türkçeleri ile yazı, felsefe, din ve bilim sahalarında kıymetli eserler bırakmışlardır Doğu Türkistan harabelerinde binlerce Uygur kitabı bulunmuştur Moğollardan sonra Mançular da Uygur alfabesini benimseyince Uygur alfabesi bütün Asya'ya yayılmıştır
Göktürkler döneminden kalma mimarlık eserleri çok azdır fakat, Uygurlar kendi kurdukları uygarlığı yansıtan önemli mimarlık eserleri bırakmışlardır Uygurlar tüm kentlerini yirmi metrelik surlar ile çeviriyorlardı Böylece dış saldırılara aleyhinde kentlerini koruyabilmişler ve bu kentler günümüze kadar o dönemin simgesi olarak gelebilmiştir Uygur sanatında dağıtılmış ilişkiler nedeniyle Çin sanatının da geniş etkileri bulunmaktadır
Uygurlarda pasaport ve vize işlemleri de vardı Kira sözleşmeleri yapılıyordu Köylüler bile işlerini hukuk belgeleri ile düzenliyorlardı Türkçe Uygur vesikaları muhakkak kâğıda yazılır ve saklanırdı Semerkand'ta kurulan kâğıt endüstrisi daha sonraları çevre ülkelerine de yayılmıştır
Uygur Türkleri Altay dil grubunun Hakaniyelehçesini konuşurlardı Dil bilginleri Türkçe'nin tarihini dörde ayırmaktadırlar Buna tarafından, esas Türkçe çağı, eski Türkçe çağı, orta Türkçe çağı, yeni Türkçe çağı gibi dört esas dönem Türkçe'nin tarihini göstermektedir Uygur dili ve yazını IXXV asır arası olan orta Türkçe çağına girmektedir Yusuf Has Hacip'in Kutadgubilik ve Kaşgarlı Mahmud'un Divanı Lugatit Türk adlı eserleri bu dönemde meydana gelmiştir
Uygur Türklerinin yazısını da üç dönemde incelemek gerekir Uygurlar ilk zamanlarda Orhun yazısını kullanmışlardır Daha sonraları Çin etkisi ile HueHu yazısını benimsemişlerdir Sonraki yıllarda Moğol ve Mançular da bu yazıyı benimsemişlerdir Arap yazısı gibi sağdan sola içten yazılan bu yazıda harfler sözcüğün başında, sonunda ve ortasında ayrı olarak biçimlere girmektedir Müslümanlığı benimsedikten daha sonra ise Uygur Türkleri Arap yazısı ile yazmaya başlamışlardır Kaşgarlı Mahmud, Ahmet Yükneki, Bilal Nazım gibi Türk Uygur dilci, bilgin ve ozanları eserlerini Arap yazısıyla yazmışlardır Uygur yazınında, benimsedikleri dinlerin de rolü olmuştur Önceleri Buda ve Maniheizm dinlerinin etkisiyle yazılan eserler daha sonraları Müslümanlığın etkisiyle yazılmıştır Diğer dinlerin etkisine karşın Uygurlar daima tek tanrıya inanmışlardır Günlük dillerinden Tanrı sözcüğünü düşürmeyen Uygurlar her şeyi Tanrıya bağlayan yazgıcı bir düşünceye sahiptiler 934 yılından sonra Satuk Buğra Han zamanında Uygurlar Müslümanlığı benimsemişlerdir Daha sonraları başa geçen Musa Buğra Han ve Harun Buğra Han zamanlarında da Müslümanlığın Uygurlar aralarında yayılması sürmüştür
Uygur Türklerinin yaptığı duvar resimleri birer şaheserdir Bunun yanı sıra kendilerinden önce gelen Türk boylarında olduğu gibi keten kumaşlar üzerine yapıştırılan lake fotoğraf sanatı, kâğıt ve ipek üzerine çizme sanatı, kenevir üstüne yapılan resim sanatı, kitap resimleri ve tahta baskı sanatıyla da uğraşmışlardır Uygur Türklerinin ortaya çıkışıyla Türk fotoğraf sanatında birden üslup ve teknik değişikliği de kendini göstermiştir Uygur Türklerinin bu yeni akımı 604'ten 1250'ye kadar sürer Yeni akımda Uygur Türklerinin doğu kültürü ile en fazla yakınlık gösteren Türk boyu olduğu tartışmasız olarak benimsenmiştir Uygurlar aracılığıyla Türk resminde keza teknik, keza de hafıza bakımından Uzakta doğunun etkisi kendisini göstermiştir Uygur Türkleri Çin sanatını yakından tanımışlar fakat üslup ve teknik açılardan kendi fotoğraf sanatlarının özgün çizgilerini korumuşlardır Bu resimlerde konu olarak arkaya ok atan atlı ve cennet anlatımları yanına Çin sanatının kibar hatları, çekingen renkleri, süsleme motifleri de bulunmaktadır böylece, laf konusu sanatı, incelik ve zarafete yönelen Çin sanatı yerine, Türklerin enerjik bozkır geleneklerine bağlamak gerekmektedir Böylece resim sanatında başlangıç başka Türk boylarına bağlansa bile, Uygurlar'ın yüzlerce yıl öyle fazla eserde geliştirdiği üslup ve tekniğin Türk sanatını zenginleştirdiği yadsınamaz Uygurlar'ın duvar resimleri genellikle Mani ve Buda dininin metinleriyle ilgilidir Tapınaklardaki duvar resimlerinde başrahibin yolculukları ve maceraları dile getirilmektedir Figürlerin uyum içerisinde tek sıra halinde ve dik duruşları, Türk saray düzenini yansıtmaktadır Fresklerde kendi resimlerini çizdirmek isteyen adamlar ve Uygur şehzadelerinin resimleri fazla gerçekçi olarak canlandırılmıştır Duvar resimlerinde fil resmi de çoktur Fil iyi kasıt, sadakat ve iyilik simgesidir Resimlerde fil ile kağan arasındaki anlaşmazlıklar da çizilmiştir Uygur Türkleri renk olarak parlak renkler, özellikle koyu mavi ve kırmızı renkler kullanmışlardır
Evraklar için kullanılan yazı malzemesi kâğıttır Düzenli tutulan Uygur arşivlerinin birçok zamanımıza değin kalmıştır
Çömlekçilik Uygurlar'ın ileri oldukları bir diğer sanat dalıydı Türkistan'ın tüm manâlı kentlerinde çömlekler yapılır ve bunlar boyanarak süslenirdi Küp biçiminde yapılan bu çömleklerin en büyüğü daha sonraları tandır olarak kullanılmış ve ekmekler tandırlarda pişirilmiştir Milattan daha sonra birinci yüzyıldan sonradan da Uygurlar bakır, demir, kömür, gümüş ve altını eriterek işlemişlerdir Taklamakan Çölü araştırmalarında demir tavlamak için yapılan maden ocakları bulunmuştur Kuçar'da ise bakır ve gümüş dökmek için yapılmış olan kazanlar ele geçirilmiştir Kuçar kenti yakınlarında Uygurlar'ın işlettiği üstelik kömür madeni bulunmuştur Kömür işletmesini haberdar olan Uygurlar bunun ateşi ile öteki madenleri eriterek silah, kazma, kürek, balta, çapa gibi malzemeler de yapıyorlardı Demircilik ve bakırcılığın yanı sıra kuyumculukta da ileriydiler
Orta Asya heykel sanatında Uygur üslubu manâlı bir yere sahiptir
Bir ev tapınağına çizilen figürlerde Uygurların tiyatro sanatında da ileri gittikleri anlaşılmaktadır Uygur tiyatrosu ile ilgili değişik belgeler ve figürler kazılarda ele geçmiştir Çin ve Hint etkileri tiyatro figürlerinde de vardır Mimarlıkta sütunlar başlıca ağaçtan yapılır, boya ve yaldız ile süslenirdi Tavan süslemelerinde kenarları lotus motifleriyle taraflı, taç şeklinde, alçıdan yapılmış değişik figürlerin bulunduğu ve bunların müzelerde saklandığı bilinir Uygurların birincil dönemlerindeki ilkel tiyatroları Budizm'den daha sonra gelişmiştir Misyonerler Budizmi yaymak için ilk zamanlarda dinsel törenleri tiyatrolaştırarak halka takdim ediyorlardı Sonuçta Uygurların tiyatrosu ile Budistlerin dinsel tiyatrosu karışmış ve ortaya yepyeni bir tiyatro sanatı çıkmıştır Yeni çıkan tiyatroya Mitolojik Tiyatro adı verilmiştir Eski zamanlarda Türkistan'a dışarı giden gezginler de Uygurlar'ın gelişmiş bir tiyatro sanatına sahip olduklarını yazmışlardır Müslümanlıktan sonradan da Uygur Türklerinin tiyatro sanatı sürmüştür Ilginç ile Senem, Ferhad ile Şirin, Tahir ile Zühre Uygur tiyatrosunun seçkin örnekleridir
Uygurların eğitim ve kültür açısından ileri bir ülke olmaları nedeniyle civar ülkelerden birçok yabancı öğrenci tahsil için Kaşgar'a gelirlerdi Tarihi Kaşgar kenti yalnız Uygur Türklerinin değil Türklük ve İslam dünyasının kayda değer kültür ve eğitim merkezlerinden birisi olarak benimsenirdi Hanlık, Vanlık, Çarsu, Orda gibi medreselerde Farabi, İbni Sina, Abdurrahman Cami, Ali Şir Nevai gibi doğunun yetiştirdiği büyük bilim adamlarının kitaplarıyla öğrenciler yetiştirilirdi Keza Kaşgar'daki Mesudi kitaplığı ile tüm önemli kitaplar Uygur öğrencilerinin yararlanmalarına sunulmuştu Doğu Türkistan daha sonraları Çin yönetimine girdikten sonra Uygur ülkesinde Çince eğitim yapan farklı alanlara yönlendirilmiş okullar da açılmıştır Çin baskıları son zamanlarda artarak Uygur kültürünü ortadan kaldırmaya yönelmiştir Uygur ülkesinde artık Çin dili ve kültürü geçerli sayılmış, Uygur dili ile kültür belgeleri yasaklanmıştır
Tiyatro ile beraber Uygurlar'da müzik de gelişmişti Uygurların kendilerine özgü on iki makamları bulunuyordu Bu on iki makamın özelliği, Uygur Türklerinin milli özelliklerini, örf ve adetlerini, toplum ve yaşama biçimlerini, başlarından geçen dağıtılmış tarih dönemlerini içinde toplayabilmiş olmasıdır
Uygur Türkleri orta boylu, uzun ve sarı saçlı, düz burunlu, gök gözlü bir yükseklik olarak tanımlanmışlardır Giysileri genel olarak bozkır tipinin iki taraflı özelliklerini taşımaktadır Çizme, börk, eşya asmak için kayıştan veya kumaştan yapılma Türk kuşakları vardır Kadına fazla hürmet belirten Uygur Türkleri genel olarak tek kadın ile evlenirler ve kadına toplum içinde önemli yerler verirlerdi İncik, boncuk takmayı seven Uygur hanımları fazla süslü giyinirlerdi Kadınlar hem evlerinde meslek yaparlar, keza de beyleri ile beraber bütün işleri yaparlardı Hükümdar eşlerinin ise devlet işlerinde önemli yerleri vardı Hükümdar adına bir takım yetkileri kullanırlardı
Uygurların birincil dönemlerdeki ekonomileri genelde tarım ve hayvancılığa dayanıyordu En fazla koyun, sığır ve inek beslerlerdi Hayvan ürünlerinden elde edilen gıda, giyecek ve barınma eşyaları Uygur Türklerinin ekonomisinin temelini oluştururdu Tanrı Dağları ve Tarım havzası hayvancılığın merkeziydi Demir, bakır ve kömür çıktığından Uygurlar bu madenlere dayalı ufak elişleri de geliştirmişlerdi, Ipek Yolu üzerinde bulunmaları nedeniyle de Çin ve Batı arasındaki ticaretten paylarını alırlardı
Gökkuşağı görüldüğü süre Uygurlar genel olarak şenlik yaparlardı Tanrıya dualarını ise güneşin battığı yere dönerek yaparlardı
Kopuz, Uygurların ulusal çalgısıydı Şenlikler esnasında kopuz çalarlar, ata binerek yarışırlar ve ok atarlardı Beygir sırtında gezerken ya da sırası gelmişken elbette kopuz çalar, şarkı söylerlerdi Daha fazla ilkbahar aylarında gezmeyi severlerdi Uygurlar ayrıca üçüncü ayın dokuzuncu günü de Hansıh şenliğini kutlarlardı Bu şenliğin anlamı soğuk yemek eğlencesidir Bu festival Hıristiyanların paskalyasına, Müslümanların ise Hızır gününe karşılıktır Bütün ateşler birgün zaman ile söndürülür ve bir gün evvelden hazırlanan soğuk yemekler yenirdi
Uygurlar, şenliklerinde gümüş ve pirinçten yaptıkları kaplara su doldururlar, suyu birbirlerine atarak spor yaparlardı Suyun fışkırtılması ateşin söndürülmesi anlamına gelmekteydi Suyu birbirlerine atan Uygurlar, bedenin serinlemesini sağlayarak sıcaklığın çıkmasına asistan oluyorlardı Bu şenlikler eski bir Şamanizm kalıntısı olan yağmur yağdırmakla da ilgilidir Uygur Türklerinde Toy töreninin devlet yaşamında kayda değer bir yeri vardı Toy törenleri beg oğlunun birincil avı, tahta çıkması, bir felaketten kurtulma ve elçi kabul etme gibi durumlarda yapılıyordu Merasim çan vuruşu ile başlar, cümbür cemaat kağanın çevresinde eğilir ve sonra da armağanlar dağıtılırdı Bundan sonradan müzik, içki, misafir etme ve gösteriler birbirini izlerdi
Uygur devletinin siyasal yaşamı öyle uzun olmamışsa da daha sonra ortaya meydana çıkan iki yeni Uygur devleti, Uygurları önemli bir yere kavuşturmuştur Uygur devletleri kısa ömürlü olmuştur fakat, Uygur halkı günümüzde bile topluca yaşamaktadır Çin Millet Cumhuriyeti'nin kuzeyinde, Doğu Türkistan bölgesinde, günümüzde bir Uygur özerk bölgesi vardır
UYGURLULARIN TÜRK AVRUPA SANATINA ETKİSİ
Minyatür terimi, genel anlamıyla fazla ince bitmiş minik boyutlu resimler ve bu türdeki resim sanatları için kullanılmaktadır Minyatür kelimesinin, Latince kırmızı ile boyamakanlamına gelen “miniare kelimesinden türetilmiş olduğu ve sonradan İtalyanca ’ya “miniatura, Fransızca ’ ya “miniature şeklinde geçip zamanla Türkçe ’ye de bu dillerden “minyatür şeklinde aktarılarak değişime uğradığı düşünülmektedir Kelime, Ortaçağ Avrupası ’ nda hazırlanan el yazmalarının bölüm başlarında, metnin ilk harfinin etrafına kızılturuncu “minium, yani sülyen (kırmızı kurşun tozu) ile yapılan “miniature adlı tezhipten gelmekte ve “sülüğenle boyanmış anlamında kullanılmaktadır Osmanlı dönemi kaynaklarına baktığımızda bu terimin yerine “tarif veya “nakış sözcüklerinin seçim edildiği görülmektedir
Minyatür sanatının en önemli özelliklerinden birisi, anlatılmak istenen konunun eksiksiz olarak aktarılmakta olmasıdır böylece minyatür sanatında perspektif kullanılmaz Mesafe ve doruk, renk veya gölgelerle belirtilmez; minyatürler ışık, gölge, duygu ve Avrupai perspektifi olmayan resimlerdir Kitabın sayfa oranına yerinde, geometrideki “altın dikdörtgen içinde kendine özgü “dikine veya “toplama bakış açısı denen bir teknikle resimlenirken; tepe, kişinin önemine kadar artar veya azalır Bu, kâğıt üstünde ön planda olanların daha aşağı tarafa, geridekilerin ise üstteki tarafa yerleştirilmesiyle gerçekleşir Figürler birbirlerini tümü ile kapatmayacak şekilde düzenlenir Konu mesafe farkı gözetmeksizin en ince ayrıntılara değin işlenir
Minyatür sanatı, lüzum doğu gerekse batı dünyasında bir zamanlar beri tanıdık bir fotoğraf tarzıdır Ancak minyatürün genel itibariyle bir doğu sanatı olduğu ve batıya doğudan geldiği düşünülmektedir Bu konuda kesin bir veri olmamasının yanında her iki tarafta da birbirinden egemen bir şekilde oluşmuş olduğu ihtimali de laf konusudur Doğu ve batı minyatürlerinin, resim sanatı yönünden birbirine fazla benzediği görülmekteyse de renk, biçim ve muhtevaları bakımından ayrılıklar gösterdiği bilinmektedir Minyatür sanatı, genel itibariyle kitapları resimlemek amacıyla yapıldığından boyutlarının ufak tutulması iki taraflı bir özelliktir
Türk minyatürlerinin kendine özgü bir özelliği, renklerin sık sık soyutlama arabulucu olarak düz, aydınlık ve gölgelerden arındırılmış olarak kullanılmasıdır Öteki bir özelliği ise, sayfa kenarlarında İran minyatürlerindeki gibi ağır bir tezhibe yer verilmemesidir Minyatür sanatında genellikle tarihi, yazınsal ve ilmi konular işlenirken; Türkler, genelde tarihi yansıtmayı seçim etmişlerdir Osmanlı İmparatorluğu ’nun savaşlarını, seferlerini ve şenliklerini anlatan resimli yazmalar, diğer İslam ülkelerindeki örneklerinden ayrı ayrı gerçekçi bir üslupla ele alınmışlardır Türk minyatürlerinin bu özelliği, bizlere yapıldığı dönemin örf ve adetlerini; gelenek ve göreneklerini, giyim kuşamını olduğu kadar Osmanlı Türk tarihini de takip edebilme imkânı sunarken; bu eserlerin tanesine de tarihi birer evrak niteliği kazandırmıştır Görsel sanat zenginliği açısından da İslam kitap sanatında ayrıcalıklı bir yere sahip olan Osmanlı minyatürleri, tarih, sosyoloji, kültür tarihi ve öteki alanlarda yapılan birçok araştırmada yararlanılan görsel belgeleri oluşturmalarının yanı sıra Cumhuriyet sonrası Türk resmine de esin kaynağı olmakla hem layık kazanmaktadır
Tarihçe:
Minyatür sanatının bugün tanıdık en eski örnekleri, Mısır ’da rastlanan ve İÖ II yüzyılda papirüs üzerine yapılan minyatürlerdir Daha sonraki dönemlerde Yunan, Roma, Bizans ve Süryani elyazmalarının da minyatürlerle süslendiği görülmektedir Avrupa ’da minyatürün gelişmesi VIII yüzyılın sonlarına rastlarken; Türklerde minyatür geleneğinin, Orta Asya ’da Uygurlar döneminde (745 840; 840 1300) ortaya çıktığı düşünülmektedir VIII asrın ortalarından kalan Hoço merkez edinmek üzere Turfan bölgesinde Uygur Türklerinin meydana getirdikleri minyatürler sonra Türk minyatür sanatının kaynakları olmuştur Günümüze ulaşan bazı minyatürlü yaprak parçaları, bu dönem minyatürlerinde Maniheizm ’in etkili olduğunu gösterir Bugün, Berlin Devlet Müzeleri koleksiyonunda korunmakta olan, VIII ve IX asırlara ait bu minyatürlü Maniheist yazma yaprakları, konu ve kompozisyon bakımından da alımlı özelliklere sahiptir Bu minyatür parçalarında bir Uygur hakanının Mani dinini kabul edişi, kutlamaya katılan Uygur rahipleri kadar betimlenmiştir Uygurların ilim merkezi olan Turfan, Buhara ve Semerkant resim sanatının en önemli merkezleriydi
Bilindiği gibi Türkler ’in, İslamiyetten önce benimsemiş olduğu dinlerden bazıları Şamanizm, Manihenizm ve Budizm ’dir Resmin laf değin etkin olduğuna inanılan Mani dini, resim ve sanatı dini terbiyenin esası ve vasıtası olarak kabul etmiştir Dinsel törenlerde öykülerin, resmin önünde görsel araç gereç desteği ile anlatılması ve kalıcılığı sağlamıştır Budizm ’in son evresi olan Şakyamuni ’nin Nilüfer Suresi ’ni bilen Uygurlar, Buda sözcüğünü Türkçeleştirip Burhan yapmışlardır Burhan felsefesini kendilerine tarafından yorumlayarak hocalarının ve dervişlerinin en üst düzeyde veri ile donatılmalarını sağlamışlardır Gezici derviş, bahşi veya kâtip adı bahşedilen bu hocalar, hoş söz söyleme sanatı (hitabet), musiki, resim, matematik ve fen bilgilerini en iyi haberdar olan ve öğreten kişilerdir Halkla iç içe olan bu kişiler, bilgilerini topluma aktarmayı niyet edinmişlerdir Her devirde geniş coğrafyalara yayılmış olan Türkler, Orta Asya ’daki kendi kültürlerini bu ulu şahısların aracılığı ile gittikleri yerlere taşımışlar, kalıcı izler bırakmışlar ve yazılmış resimli tasvirlerle birlikte illütrasyonun da öncülüğünü yapmışlardır Doğu ’da İran, Hindistan, Çin ’e dek uzanırken, diğer bir kol Anadolu ’ya geçerek, güneyden Mezopotamya ’da Irak, Suriye üzerinden Kuzey Afrika ’ya geçmiştir MS 756 ’da İspanya ’da Endülüs Emevi Devleti ’nin kuruluşundan sonradan Avrupa ’ya yayılmıştır Halen İspanya ’da Endülüs kentinde ElHamra Sarayı ve Kurtuba Camii bu hoş kültürün en kayda değer uzantıları olarak zamanımıza ulaşmış, minyatür sanatının Avrupa ’da yayılmasında bu cami ve sarayda başvuru edilen uygulamaların kayda değer etkileri olmuştur
Uygur devletinin dağılmasından sonra bu hareket devam etmiş ve Selçuklu Türkleri tarafından geliştirilerek ilk İslam minyatürleri oluşturulmuştur Türklerin Bağdat, Darı, Suriye gibi diğer ülkelere gelmesiyle birincil Arap minyatürleri görülmeye başlanır XI asırdan itibaren Bağdat ’tan Anadolu ’nun içlerine dek uzanan değişik sanat merkezlerinde yapılmış olan çoğu eserde yer yer mahalli sanat görüşünün yanına Antik Bizans ve Orta Asya fotoğraf sanatının etkileri izlenmektedir
İslam kültüründe ise anıtsal resim sanatı yalnızca Emeviler döneminde, VII ve VIII asırlarda varolabilmiştir Bu dönemde fethedilen yeni topraklardaki kadim kültürlerin yüzyıllar boyunca kökleşmiş resim gelenekleriyle temasa geçilmiş, bunun sonucunda da bazı dini ve sivil yapıların duvarlarına Geç Helenistik ve Sasani sanat geleneklerinin etkisini yansıtan naturalist tarzda resimler ve mozaikler yapılmıştır
Buna karşın IX asırda birtakım değişmeler yaşanır; Kuranı Kerim ’de devlete ait yasaklayan herhangi bir ayet olmamasına rağmen dönemin kimi din âlimlerince yapılan hadis yorumları dolayısıyla canlı varlıkların resminin yapılmasının günah olduğu yargısına varılmış ve dolayısıyla bu türdeki tasvirlerin yapılması yasaklanmıştır Söz konusu dönemden itibaren yapı süslemesi niteliğindeki duvar resimleri ve mozaikler yerlerini kitap süslemelerine bırakmıştır Abbasiler döneminde ise bu konudaki görüntü değişiklikleri dolayısıyla baştan kitap resimlenmeye başlanmıştır Bu dönemde antik kaynaklı bilimsel eserlerin çevirileri yapılıyor, bu yoğun çeviri faaliyetleri sırasında bir yana da kitaplarda yer alan resimler soyutlaştırılarak kopya ediliyordu öte yandan, dönemin sevilen edebiyat kitapları tasvirlerle süsleniyor ve bu tasvirlerde gölge oyununu andıran şematik kalıplar kullanılıyordu Abbasi dönemindeki bu gelişmelerden günümüze ulaşan en eski örnekler XI asra aittir
XII asırda ise minyatürün, süslenecek metinle direkt ilgili olması gözetilmeye ve sadece dinsel konulu minyatürler yok dindışı minyatürler de yapılmaya başlandı Baskı makinesinin bulunuşuna dek Avrupa ’da fazla hoş ve görkemli minyatürler yapıldı Bundan sonradan minyatür daha çok madalyonların üzerine portre gerçekleştirmek için kullanıldı XVII yüzyıldan sonra fildişi üstüne yapılan minyatürler yaygınlaştı sonra minyatür sanatına karşı alaka azalmakla birlikte rahat bir ressam çevresinde geleneksel bir sanat olarak minyatür sürdürüldü Selçuklular döneminde de minyatüre önem verildi Selçuklular ’ın İran ile ilişkilerine bağlı olarak minyatür sanatı İran etkisinde kaldı Mevlana ’nın resmini yapan Abdüddevle ve başka ünlü minyatür sanatçıları yetişti Osmanlı Devleti döneminde ise XVIII yüzyıla dek İran ve Selçuklu etkisi sürdü Fatih döneminde (1451 1481), padişahın resmini de yapmış olan Sinan Bey adlı bir nakkaş, II Bayezid döneminde (1481 1512)de Baba Nakkaş diye belli bir sanatkâr yetişti XVI yüzyılda Reis Haydar diye belli Nigarî, Nakşî ve Şah Kulu ün yaptılar Yine benzer dönemde, Bihzad ’ın öğrencisi olan Horasanlı Aka Mirek de İstanbul ’a çağrılarak saraya başnakkaş (başressam) yapılmıştı Mustafa Çelebi, Selimiyeli Reşid, Süleyman Çelebi ve Levnî XVIII yüzyılın ünlü nakkaşlarıdır Bunlardan Levnî, Türk minyatür sanatında bir dönüm noktasıdır Levnî, geleneksel anlayışın dışına çıkmış ve kendine özgü bir biçim geliştirmiştir
XVIII asrın başlarından itibaren Batılılaşma akımı sonucunda Avrupa devlete ait kurallarının değerlendirilmesiyle geleneksel teknikle gölgeli boyanan hacimli nesneler ve derinlik kazandırılmış unsurlarla, üç boyutlu tasarımlar ortaya çıkarılmıştır Aynı asrın sonlarına dürüst tutkallı toprak boyanın, guvaş ve suluboya ile yer değiştirmesiyle birlikte yazmalar geleneksel minyatür sanatını sonlandıran tekniklerle resmedilmiştir Bu dönemde tanım, kitap sayfalarından duvar ve tuval yüzeylerine taşmıştır XIX asrın başında ise Osmanlı minyatürü bundan böyle önemini yitirmektedir Bu dönem sanatçıları geleneklerden kopmaksızın ortaya koydukları eserlerde, Batı etkilerini her yerde yorumlama çabalarıyla, Tanzimat sonrası açılan okullarda başlatılan Batı resmi eğitimiyle yaygınlaşacak olan yeni fotoğraf geleneğinin öncüleri olmuşlardır
Minyatür sanatı, günümüz Türkiyesi ’nde de geleneksel bir sanat olarak varlığını hâla sürdürmektedir
Osmanlı Nakkaşhanesi ve Nakkaşlar:
Osmanlı döneminde kitap sanatının icra edildiği atölyelere “nakkaşhane denilmiştir Nakkaşlar Osmanlı sarayı için çalışan sanatçılar ve zanaatkarlar teşkilatı olan ehli hiref içinde en manâlı bölüğü oluşturmaktaydılar
Nakkaşlar yazma eserlerin bezenmesi (müzehhiplik), resimlenmesi (musavvirlik), metinleri sınırlayan cetvellerin çekilmesi (cetvelkeşlik) ve boyaların hazırlanması (renkzenlik) gibi kitap sanatlarıyla ilgili işlerin dışarıda, kalem işi veya çini desenleri gibi mimari süslemelerin tasarlanması; ahşap ve mukavvadan yapılan ufak sandıkların bezenmesi; çadır, otağ, halı ve bez gibi dokumalarda kullanılan desenlerin hazırlanmasından da sorumluydular
Saray hizmetindeki nakkaşların, saray teşkilatının kurulmasıyla birlikte keza birinci avludaki Anabarı Amire içinde yeralması gereken özel atölyelerde hem de Atmeydanı ’ ndaki Hassa Nakışhanesi ’ nde çalıştıkları söylenmektedir
Minyatür Sanatında Kullanılan Malzemeler ve Minyatürün Yapılışı
Minyatür sanatı yapılırken renkler tekrar tekrar sürülür ve bunların birbirine karışmaması için suyla inceltilmiş toprak boyalar kullanılırdı XIV ve XVIII asırlar aralarında bu boyaları sabitleyebilmek için içlerine taze yumurta sarısı katılırdı bununla beraber yumurta sarısıyla hazırlanan boyalar kuruduktan daha sonra ikinci kez kullanılmamakta ve her başvuru için yeni badana hazırlanmaktaydı Bu sebeple de süre içinde boyalara yumurta sarısı yerine suda eritilmiş tutkal karıştırılmaya başlanmıştı Bu teknikte suda eritilmiş tutkalın içine bir damla pekmez veya iki damla üzüm suyu katılır, böylece boyalar kurusa bile istenildiğinde suyla eritilerek bitmiş kullanılırdı *
Uygurlar Döneminindeki eserler,
Uygurların türk ve avrupa sanatına etkisi,
Uygurlar da dil nasıldıhangi dili konuşurlardı,
Uygur Resim Sanatı
Uygur fotoğraf sanatında Budacılığın , Maniheizim ve İslam dininin etkileri açıktır
İslamiyet dönemi
Moğol istilasından sonradan Uygurlu sanatçılar Moğol sultanlarının yazdırdığı el yazmalı kitapların minyatürlerini yapmışlardırBu yüzden Uygur Budist ve Maniheist sanatının etkilerini Moğol İslamiyet döneminin minyatürlerinde de
açık açık görebilirz
Örnek: Camiüt Tevarih (Reşidettin ’in Moğol sultanı Olcayto Hudabende namına yazdığı kitap)
Uygurlar dönemi :
İnsan heykellerinde gerçekçi bir anlatım görülür
Hayvan heykellerinde ise stilize bir açıklama kullanılmıştır
Uygurlar Dönemi
Büyük Uygur İmparatorluğu döneminde, Uygurlar, müneccimlik, madencilik, dokumacılık, mimarlık, matematik, tarım, eğitim, tababet gibi ilimlerden farkında olan olarak, yüksek uygarlık seviyesine ulaşmıştır Onlar, ipek, metal ve ağaç üstünde yapılan süsleme sanatlarının ustasıydılar, altın, gümüş, bronz ve kilden heykeller yapıyorlardı
Turfan yöresinde yapılan kazılar, Budizmin etkilerini içeren çoğu eseri gün ışığına çıkarmıştır Bu kazılarda Koço, Yarkoto, Martuk ve Tuyuk Budist tapınaklarından harabeler da bulunmuştur Buralarda bulunan eserler eski Türk tarzı, daha yeni Türk tarzı ve en yeni dönem diye esas üç gruba ayrılmıştır Bezeklik ve Murtuk'ta yer alan Fresklerde Uygur Budist erkek ve kadın hayırsahiplerinin sembollerine rastlanılmıştır Bu freskler kültür tarihi bakımından olduğu dek gerçekçilikleri dolayısıyla ırk antropolojisi bakımından da ilgi çekicidirler Resimlerde Turan ve Ön Asya tipi özellikleri açık açık görülmektedir Kazılardan yalnız Uygur Budizmi'nin sanat eserleri yok, Türk diliyle yazılmış bir yığın tanrısal kitap da çıkmıştır Yunanca, Süryanice, Sanskritçe dillerinden Uygurca'ya çevrilmiş eserler arasında Budizmin bir takım kayda değer eserlerinin çevirileri de vardır
Uygurlar Avrupalılardan yüzyıllarca önce kâğıdı biliyorlardı Araplar kâğıdın ne olduğunu Uygurlar'dan öğrenmişler ve Araplar yoluyla kâğıt Avrupa ülkelerine geçmiştir Kitap basma konusu da benzer biçimde Uygurlar'da biliniyordu Matbaa en eski dönemlerde Çinliler'de ve Uygurlar'da biliniyordu Avrupalılar matbaacılığı yine Asya'dan öğrenerek geliştirmişlerdir Blok zorlama tekniğinin Batı'ya kaymasında Uygurlar'ın manâlı rolleri vardır Uygurlar kendi dillerini Moğollara da öğrettiler ve Cengiz İmparatorluğu'nun resmi dili Uygurca oldu Moğol İmparatorluğu zamanında devletin üst kademelerinde Uygurlar manâlı görevler yaptılar Kendi dillerinin sağladığı prestij tamamen elçiler daima Uygurlar arasından seçildi Uygurların kültürel yönden zinde olmaları siyasal bağımlılıklarına karşı gene de bir kamu olarak varlıklarını sürdürmelerini sağlamıştır
Uygurlar Moğolları vahşilikten kurtararak uygarlaştırmışlardır Moğol İmparatorluğu sınırları içinde hemencecik her köşeye devlete ait görevli olarak dağılan Uygurlar bu imparatorluğun ayakta kalmasını sağlamışlar ve bir anlamda Cengiz İmparatorluğu'nu TürkMoğol İmparatorluğu'na dönüştürmüşlerdir Uygurca bir zaman devlete ait dil olmuş ve diplomaside aralıksız kullanılmıştır Kendi dillerinin sağladığı menfaat ile Uygurlar diplomasinin manâlı makamlarını ellerinde tutmuşlardır
Uygurlar çağında Türkler göçebelikten yerleşikliğe kesin olarak geçiş yapmışlar ve oturmuş uygarlığın manâlı örneklerini vermişlerdir Doğu Türkistan'da Karahoço, Karabalgasun, Beşbalık, Karaşar, Hotan, Yarkent, Turfan, Komul, Kulca, Urumçi, Aksu, Suço, Kanço, Çerçen gibi büyük Türk kentleri sabit ve geliştirilmiştir Tarım, endüstri, ticaret ve sanat çok gelişmiştir Ahenkli yollarla kentler birbirine bağlanmış, sulama sistemi geliştirilerek en çorak topraklarda bile tarım yapılabilmiştir Heykelcilik, fotoğraf, kumaşçılık, halıcılık, çinicilik fazlasıyla gelişmiştir Uygur alfabesi, Uygurların yüksek kültürleri nedeniyle tüm Asya ülkelerinde yayılmıştır Uygur alfabesi önceleri Cengiz İmparatorluğu'nda sonradan da Timur İmparatorluğu'nda devlete ait alfabe olarak kullanılmıştır Kağıdı bilen Uygurlar yazılarını Göktürkler gibi ağaca yok kâğıt üzerine yazarlardı Kâğıdı, yazıyı bilen Uygurlar kendi kültürlerini yansıtan binlerce kitap basmışlar, hoş ve açık Türkçeleri ile yazı, felsefe, din ve bilim sahalarında kıymetli eserler bırakmışlardır Doğu Türkistan harabelerinde binlerce Uygur kitabı bulunmuştur Moğollardan sonra Mançular da Uygur alfabesini benimseyince Uygur alfabesi bütün Asya'ya yayılmıştır
Göktürkler döneminden kalma mimarlık eserleri çok azdır fakat, Uygurlar kendi kurdukları uygarlığı yansıtan önemli mimarlık eserleri bırakmışlardır Uygurlar tüm kentlerini yirmi metrelik surlar ile çeviriyorlardı Böylece dış saldırılara aleyhinde kentlerini koruyabilmişler ve bu kentler günümüze kadar o dönemin simgesi olarak gelebilmiştir Uygur sanatında dağıtılmış ilişkiler nedeniyle Çin sanatının da geniş etkileri bulunmaktadır
Uygurlarda pasaport ve vize işlemleri de vardı Kira sözleşmeleri yapılıyordu Köylüler bile işlerini hukuk belgeleri ile düzenliyorlardı Türkçe Uygur vesikaları muhakkak kâğıda yazılır ve saklanırdı Semerkand'ta kurulan kâğıt endüstrisi daha sonraları çevre ülkelerine de yayılmıştır
Uygur Türkleri Altay dil grubunun Hakaniyelehçesini konuşurlardı Dil bilginleri Türkçe'nin tarihini dörde ayırmaktadırlar Buna tarafından, esas Türkçe çağı, eski Türkçe çağı, orta Türkçe çağı, yeni Türkçe çağı gibi dört esas dönem Türkçe'nin tarihini göstermektedir Uygur dili ve yazını IXXV asır arası olan orta Türkçe çağına girmektedir Yusuf Has Hacip'in Kutadgubilik ve Kaşgarlı Mahmud'un Divanı Lugatit Türk adlı eserleri bu dönemde meydana gelmiştir
Uygur Türklerinin yazısını da üç dönemde incelemek gerekir Uygurlar ilk zamanlarda Orhun yazısını kullanmışlardır Daha sonraları Çin etkisi ile HueHu yazısını benimsemişlerdir Sonraki yıllarda Moğol ve Mançular da bu yazıyı benimsemişlerdir Arap yazısı gibi sağdan sola içten yazılan bu yazıda harfler sözcüğün başında, sonunda ve ortasında ayrı olarak biçimlere girmektedir Müslümanlığı benimsedikten daha sonra ise Uygur Türkleri Arap yazısı ile yazmaya başlamışlardır Kaşgarlı Mahmud, Ahmet Yükneki, Bilal Nazım gibi Türk Uygur dilci, bilgin ve ozanları eserlerini Arap yazısıyla yazmışlardır Uygur yazınında, benimsedikleri dinlerin de rolü olmuştur Önceleri Buda ve Maniheizm dinlerinin etkisiyle yazılan eserler daha sonraları Müslümanlığın etkisiyle yazılmıştır Diğer dinlerin etkisine karşın Uygurlar daima tek tanrıya inanmışlardır Günlük dillerinden Tanrı sözcüğünü düşürmeyen Uygurlar her şeyi Tanrıya bağlayan yazgıcı bir düşünceye sahiptiler 934 yılından sonra Satuk Buğra Han zamanında Uygurlar Müslümanlığı benimsemişlerdir Daha sonraları başa geçen Musa Buğra Han ve Harun Buğra Han zamanlarında da Müslümanlığın Uygurlar aralarında yayılması sürmüştür
Uygur Türklerinin yaptığı duvar resimleri birer şaheserdir Bunun yanı sıra kendilerinden önce gelen Türk boylarında olduğu gibi keten kumaşlar üzerine yapıştırılan lake fotoğraf sanatı, kâğıt ve ipek üzerine çizme sanatı, kenevir üstüne yapılan resim sanatı, kitap resimleri ve tahta baskı sanatıyla da uğraşmışlardır Uygur Türklerinin ortaya çıkışıyla Türk fotoğraf sanatında birden üslup ve teknik değişikliği de kendini göstermiştir Uygur Türklerinin bu yeni akımı 604'ten 1250'ye kadar sürer Yeni akımda Uygur Türklerinin doğu kültürü ile en fazla yakınlık gösteren Türk boyu olduğu tartışmasız olarak benimsenmiştir Uygurlar aracılığıyla Türk resminde keza teknik, keza de hafıza bakımından Uzakta doğunun etkisi kendisini göstermiştir Uygur Türkleri Çin sanatını yakından tanımışlar fakat üslup ve teknik açılardan kendi fotoğraf sanatlarının özgün çizgilerini korumuşlardır Bu resimlerde konu olarak arkaya ok atan atlı ve cennet anlatımları yanına Çin sanatının kibar hatları, çekingen renkleri, süsleme motifleri de bulunmaktadır böylece, laf konusu sanatı, incelik ve zarafete yönelen Çin sanatı yerine, Türklerin enerjik bozkır geleneklerine bağlamak gerekmektedir Böylece resim sanatında başlangıç başka Türk boylarına bağlansa bile, Uygurlar'ın yüzlerce yıl öyle fazla eserde geliştirdiği üslup ve tekniğin Türk sanatını zenginleştirdiği yadsınamaz Uygurlar'ın duvar resimleri genellikle Mani ve Buda dininin metinleriyle ilgilidir Tapınaklardaki duvar resimlerinde başrahibin yolculukları ve maceraları dile getirilmektedir Figürlerin uyum içerisinde tek sıra halinde ve dik duruşları, Türk saray düzenini yansıtmaktadır Fresklerde kendi resimlerini çizdirmek isteyen adamlar ve Uygur şehzadelerinin resimleri fazla gerçekçi olarak canlandırılmıştır Duvar resimlerinde fil resmi de çoktur Fil iyi kasıt, sadakat ve iyilik simgesidir Resimlerde fil ile kağan arasındaki anlaşmazlıklar da çizilmiştir Uygur Türkleri renk olarak parlak renkler, özellikle koyu mavi ve kırmızı renkler kullanmışlardır
Evraklar için kullanılan yazı malzemesi kâğıttır Düzenli tutulan Uygur arşivlerinin birçok zamanımıza değin kalmıştır
Çömlekçilik Uygurlar'ın ileri oldukları bir diğer sanat dalıydı Türkistan'ın tüm manâlı kentlerinde çömlekler yapılır ve bunlar boyanarak süslenirdi Küp biçiminde yapılan bu çömleklerin en büyüğü daha sonraları tandır olarak kullanılmış ve ekmekler tandırlarda pişirilmiştir Milattan daha sonra birinci yüzyıldan sonradan da Uygurlar bakır, demir, kömür, gümüş ve altını eriterek işlemişlerdir Taklamakan Çölü araştırmalarında demir tavlamak için yapılan maden ocakları bulunmuştur Kuçar'da ise bakır ve gümüş dökmek için yapılmış olan kazanlar ele geçirilmiştir Kuçar kenti yakınlarında Uygurlar'ın işlettiği üstelik kömür madeni bulunmuştur Kömür işletmesini haberdar olan Uygurlar bunun ateşi ile öteki madenleri eriterek silah, kazma, kürek, balta, çapa gibi malzemeler de yapıyorlardı Demircilik ve bakırcılığın yanı sıra kuyumculukta da ileriydiler
Orta Asya heykel sanatında Uygur üslubu manâlı bir yere sahiptir
Bir ev tapınağına çizilen figürlerde Uygurların tiyatro sanatında da ileri gittikleri anlaşılmaktadır Uygur tiyatrosu ile ilgili değişik belgeler ve figürler kazılarda ele geçmiştir Çin ve Hint etkileri tiyatro figürlerinde de vardır Mimarlıkta sütunlar başlıca ağaçtan yapılır, boya ve yaldız ile süslenirdi Tavan süslemelerinde kenarları lotus motifleriyle taraflı, taç şeklinde, alçıdan yapılmış değişik figürlerin bulunduğu ve bunların müzelerde saklandığı bilinir Uygurların birincil dönemlerindeki ilkel tiyatroları Budizm'den daha sonra gelişmiştir Misyonerler Budizmi yaymak için ilk zamanlarda dinsel törenleri tiyatrolaştırarak halka takdim ediyorlardı Sonuçta Uygurların tiyatrosu ile Budistlerin dinsel tiyatrosu karışmış ve ortaya yepyeni bir tiyatro sanatı çıkmıştır Yeni çıkan tiyatroya Mitolojik Tiyatro adı verilmiştir Eski zamanlarda Türkistan'a dışarı giden gezginler de Uygurlar'ın gelişmiş bir tiyatro sanatına sahip olduklarını yazmışlardır Müslümanlıktan sonradan da Uygur Türklerinin tiyatro sanatı sürmüştür Ilginç ile Senem, Ferhad ile Şirin, Tahir ile Zühre Uygur tiyatrosunun seçkin örnekleridir
Uygurların eğitim ve kültür açısından ileri bir ülke olmaları nedeniyle civar ülkelerden birçok yabancı öğrenci tahsil için Kaşgar'a gelirlerdi Tarihi Kaşgar kenti yalnız Uygur Türklerinin değil Türklük ve İslam dünyasının kayda değer kültür ve eğitim merkezlerinden birisi olarak benimsenirdi Hanlık, Vanlık, Çarsu, Orda gibi medreselerde Farabi, İbni Sina, Abdurrahman Cami, Ali Şir Nevai gibi doğunun yetiştirdiği büyük bilim adamlarının kitaplarıyla öğrenciler yetiştirilirdi Keza Kaşgar'daki Mesudi kitaplığı ile tüm önemli kitaplar Uygur öğrencilerinin yararlanmalarına sunulmuştu Doğu Türkistan daha sonraları Çin yönetimine girdikten sonra Uygur ülkesinde Çince eğitim yapan farklı alanlara yönlendirilmiş okullar da açılmıştır Çin baskıları son zamanlarda artarak Uygur kültürünü ortadan kaldırmaya yönelmiştir Uygur ülkesinde artık Çin dili ve kültürü geçerli sayılmış, Uygur dili ile kültür belgeleri yasaklanmıştır
Tiyatro ile beraber Uygurlar'da müzik de gelişmişti Uygurların kendilerine özgü on iki makamları bulunuyordu Bu on iki makamın özelliği, Uygur Türklerinin milli özelliklerini, örf ve adetlerini, toplum ve yaşama biçimlerini, başlarından geçen dağıtılmış tarih dönemlerini içinde toplayabilmiş olmasıdır
Uygur Türkleri orta boylu, uzun ve sarı saçlı, düz burunlu, gök gözlü bir yükseklik olarak tanımlanmışlardır Giysileri genel olarak bozkır tipinin iki taraflı özelliklerini taşımaktadır Çizme, börk, eşya asmak için kayıştan veya kumaştan yapılma Türk kuşakları vardır Kadına fazla hürmet belirten Uygur Türkleri genel olarak tek kadın ile evlenirler ve kadına toplum içinde önemli yerler verirlerdi İncik, boncuk takmayı seven Uygur hanımları fazla süslü giyinirlerdi Kadınlar hem evlerinde meslek yaparlar, keza de beyleri ile beraber bütün işleri yaparlardı Hükümdar eşlerinin ise devlet işlerinde önemli yerleri vardı Hükümdar adına bir takım yetkileri kullanırlardı
Uygurların birincil dönemlerdeki ekonomileri genelde tarım ve hayvancılığa dayanıyordu En fazla koyun, sığır ve inek beslerlerdi Hayvan ürünlerinden elde edilen gıda, giyecek ve barınma eşyaları Uygur Türklerinin ekonomisinin temelini oluştururdu Tanrı Dağları ve Tarım havzası hayvancılığın merkeziydi Demir, bakır ve kömür çıktığından Uygurlar bu madenlere dayalı ufak elişleri de geliştirmişlerdi, Ipek Yolu üzerinde bulunmaları nedeniyle de Çin ve Batı arasındaki ticaretten paylarını alırlardı
Gökkuşağı görüldüğü süre Uygurlar genel olarak şenlik yaparlardı Tanrıya dualarını ise güneşin battığı yere dönerek yaparlardı
Kopuz, Uygurların ulusal çalgısıydı Şenlikler esnasında kopuz çalarlar, ata binerek yarışırlar ve ok atarlardı Beygir sırtında gezerken ya da sırası gelmişken elbette kopuz çalar, şarkı söylerlerdi Daha fazla ilkbahar aylarında gezmeyi severlerdi Uygurlar ayrıca üçüncü ayın dokuzuncu günü de Hansıh şenliğini kutlarlardı Bu şenliğin anlamı soğuk yemek eğlencesidir Bu festival Hıristiyanların paskalyasına, Müslümanların ise Hızır gününe karşılıktır Bütün ateşler birgün zaman ile söndürülür ve bir gün evvelden hazırlanan soğuk yemekler yenirdi
Uygurlar, şenliklerinde gümüş ve pirinçten yaptıkları kaplara su doldururlar, suyu birbirlerine atarak spor yaparlardı Suyun fışkırtılması ateşin söndürülmesi anlamına gelmekteydi Suyu birbirlerine atan Uygurlar, bedenin serinlemesini sağlayarak sıcaklığın çıkmasına asistan oluyorlardı Bu şenlikler eski bir Şamanizm kalıntısı olan yağmur yağdırmakla da ilgilidir Uygur Türklerinde Toy töreninin devlet yaşamında kayda değer bir yeri vardı Toy törenleri beg oğlunun birincil avı, tahta çıkması, bir felaketten kurtulma ve elçi kabul etme gibi durumlarda yapılıyordu Merasim çan vuruşu ile başlar, cümbür cemaat kağanın çevresinde eğilir ve sonra da armağanlar dağıtılırdı Bundan sonradan müzik, içki, misafir etme ve gösteriler birbirini izlerdi
Uygur devletinin siyasal yaşamı öyle uzun olmamışsa da daha sonra ortaya meydana çıkan iki yeni Uygur devleti, Uygurları önemli bir yere kavuşturmuştur Uygur devletleri kısa ömürlü olmuştur fakat, Uygur halkı günümüzde bile topluca yaşamaktadır Çin Millet Cumhuriyeti'nin kuzeyinde, Doğu Türkistan bölgesinde, günümüzde bir Uygur özerk bölgesi vardır
UYGURLULARIN TÜRK AVRUPA SANATINA ETKİSİ
Minyatür terimi, genel anlamıyla fazla ince bitmiş minik boyutlu resimler ve bu türdeki resim sanatları için kullanılmaktadır Minyatür kelimesinin, Latince kırmızı ile boyamakanlamına gelen “miniare kelimesinden türetilmiş olduğu ve sonradan İtalyanca ’ya “miniatura, Fransızca ’ ya “miniature şeklinde geçip zamanla Türkçe ’ye de bu dillerden “minyatür şeklinde aktarılarak değişime uğradığı düşünülmektedir Kelime, Ortaçağ Avrupası ’ nda hazırlanan el yazmalarının bölüm başlarında, metnin ilk harfinin etrafına kızılturuncu “minium, yani sülyen (kırmızı kurşun tozu) ile yapılan “miniature adlı tezhipten gelmekte ve “sülüğenle boyanmış anlamında kullanılmaktadır Osmanlı dönemi kaynaklarına baktığımızda bu terimin yerine “tarif veya “nakış sözcüklerinin seçim edildiği görülmektedir
Minyatür sanatının en önemli özelliklerinden birisi, anlatılmak istenen konunun eksiksiz olarak aktarılmakta olmasıdır böylece minyatür sanatında perspektif kullanılmaz Mesafe ve doruk, renk veya gölgelerle belirtilmez; minyatürler ışık, gölge, duygu ve Avrupai perspektifi olmayan resimlerdir Kitabın sayfa oranına yerinde, geometrideki “altın dikdörtgen içinde kendine özgü “dikine veya “toplama bakış açısı denen bir teknikle resimlenirken; tepe, kişinin önemine kadar artar veya azalır Bu, kâğıt üstünde ön planda olanların daha aşağı tarafa, geridekilerin ise üstteki tarafa yerleştirilmesiyle gerçekleşir Figürler birbirlerini tümü ile kapatmayacak şekilde düzenlenir Konu mesafe farkı gözetmeksizin en ince ayrıntılara değin işlenir
Minyatür sanatı, lüzum doğu gerekse batı dünyasında bir zamanlar beri tanıdık bir fotoğraf tarzıdır Ancak minyatürün genel itibariyle bir doğu sanatı olduğu ve batıya doğudan geldiği düşünülmektedir Bu konuda kesin bir veri olmamasının yanında her iki tarafta da birbirinden egemen bir şekilde oluşmuş olduğu ihtimali de laf konusudur Doğu ve batı minyatürlerinin, resim sanatı yönünden birbirine fazla benzediği görülmekteyse de renk, biçim ve muhtevaları bakımından ayrılıklar gösterdiği bilinmektedir Minyatür sanatı, genel itibariyle kitapları resimlemek amacıyla yapıldığından boyutlarının ufak tutulması iki taraflı bir özelliktir
Türk minyatürlerinin kendine özgü bir özelliği, renklerin sık sık soyutlama arabulucu olarak düz, aydınlık ve gölgelerden arındırılmış olarak kullanılmasıdır Öteki bir özelliği ise, sayfa kenarlarında İran minyatürlerindeki gibi ağır bir tezhibe yer verilmemesidir Minyatür sanatında genellikle tarihi, yazınsal ve ilmi konular işlenirken; Türkler, genelde tarihi yansıtmayı seçim etmişlerdir Osmanlı İmparatorluğu ’nun savaşlarını, seferlerini ve şenliklerini anlatan resimli yazmalar, diğer İslam ülkelerindeki örneklerinden ayrı ayrı gerçekçi bir üslupla ele alınmışlardır Türk minyatürlerinin bu özelliği, bizlere yapıldığı dönemin örf ve adetlerini; gelenek ve göreneklerini, giyim kuşamını olduğu kadar Osmanlı Türk tarihini de takip edebilme imkânı sunarken; bu eserlerin tanesine de tarihi birer evrak niteliği kazandırmıştır Görsel sanat zenginliği açısından da İslam kitap sanatında ayrıcalıklı bir yere sahip olan Osmanlı minyatürleri, tarih, sosyoloji, kültür tarihi ve öteki alanlarda yapılan birçok araştırmada yararlanılan görsel belgeleri oluşturmalarının yanı sıra Cumhuriyet sonrası Türk resmine de esin kaynağı olmakla hem layık kazanmaktadır
Tarihçe:
Minyatür sanatının bugün tanıdık en eski örnekleri, Mısır ’da rastlanan ve İÖ II yüzyılda papirüs üzerine yapılan minyatürlerdir Daha sonraki dönemlerde Yunan, Roma, Bizans ve Süryani elyazmalarının da minyatürlerle süslendiği görülmektedir Avrupa ’da minyatürün gelişmesi VIII yüzyılın sonlarına rastlarken; Türklerde minyatür geleneğinin, Orta Asya ’da Uygurlar döneminde (745 840; 840 1300) ortaya çıktığı düşünülmektedir VIII asrın ortalarından kalan Hoço merkez edinmek üzere Turfan bölgesinde Uygur Türklerinin meydana getirdikleri minyatürler sonra Türk minyatür sanatının kaynakları olmuştur Günümüze ulaşan bazı minyatürlü yaprak parçaları, bu dönem minyatürlerinde Maniheizm ’in etkili olduğunu gösterir Bugün, Berlin Devlet Müzeleri koleksiyonunda korunmakta olan, VIII ve IX asırlara ait bu minyatürlü Maniheist yazma yaprakları, konu ve kompozisyon bakımından da alımlı özelliklere sahiptir Bu minyatür parçalarında bir Uygur hakanının Mani dinini kabul edişi, kutlamaya katılan Uygur rahipleri kadar betimlenmiştir Uygurların ilim merkezi olan Turfan, Buhara ve Semerkant resim sanatının en önemli merkezleriydi
Bilindiği gibi Türkler ’in, İslamiyetten önce benimsemiş olduğu dinlerden bazıları Şamanizm, Manihenizm ve Budizm ’dir Resmin laf değin etkin olduğuna inanılan Mani dini, resim ve sanatı dini terbiyenin esası ve vasıtası olarak kabul etmiştir Dinsel törenlerde öykülerin, resmin önünde görsel araç gereç desteği ile anlatılması ve kalıcılığı sağlamıştır Budizm ’in son evresi olan Şakyamuni ’nin Nilüfer Suresi ’ni bilen Uygurlar, Buda sözcüğünü Türkçeleştirip Burhan yapmışlardır Burhan felsefesini kendilerine tarafından yorumlayarak hocalarının ve dervişlerinin en üst düzeyde veri ile donatılmalarını sağlamışlardır Gezici derviş, bahşi veya kâtip adı bahşedilen bu hocalar, hoş söz söyleme sanatı (hitabet), musiki, resim, matematik ve fen bilgilerini en iyi haberdar olan ve öğreten kişilerdir Halkla iç içe olan bu kişiler, bilgilerini topluma aktarmayı niyet edinmişlerdir Her devirde geniş coğrafyalara yayılmış olan Türkler, Orta Asya ’daki kendi kültürlerini bu ulu şahısların aracılığı ile gittikleri yerlere taşımışlar, kalıcı izler bırakmışlar ve yazılmış resimli tasvirlerle birlikte illütrasyonun da öncülüğünü yapmışlardır Doğu ’da İran, Hindistan, Çin ’e dek uzanırken, diğer bir kol Anadolu ’ya geçerek, güneyden Mezopotamya ’da Irak, Suriye üzerinden Kuzey Afrika ’ya geçmiştir MS 756 ’da İspanya ’da Endülüs Emevi Devleti ’nin kuruluşundan sonradan Avrupa ’ya yayılmıştır Halen İspanya ’da Endülüs kentinde ElHamra Sarayı ve Kurtuba Camii bu hoş kültürün en kayda değer uzantıları olarak zamanımıza ulaşmış, minyatür sanatının Avrupa ’da yayılmasında bu cami ve sarayda başvuru edilen uygulamaların kayda değer etkileri olmuştur
Uygur devletinin dağılmasından sonra bu hareket devam etmiş ve Selçuklu Türkleri tarafından geliştirilerek ilk İslam minyatürleri oluşturulmuştur Türklerin Bağdat, Darı, Suriye gibi diğer ülkelere gelmesiyle birincil Arap minyatürleri görülmeye başlanır XI asırdan itibaren Bağdat ’tan Anadolu ’nun içlerine dek uzanan değişik sanat merkezlerinde yapılmış olan çoğu eserde yer yer mahalli sanat görüşünün yanına Antik Bizans ve Orta Asya fotoğraf sanatının etkileri izlenmektedir
İslam kültüründe ise anıtsal resim sanatı yalnızca Emeviler döneminde, VII ve VIII asırlarda varolabilmiştir Bu dönemde fethedilen yeni topraklardaki kadim kültürlerin yüzyıllar boyunca kökleşmiş resim gelenekleriyle temasa geçilmiş, bunun sonucunda da bazı dini ve sivil yapıların duvarlarına Geç Helenistik ve Sasani sanat geleneklerinin etkisini yansıtan naturalist tarzda resimler ve mozaikler yapılmıştır
Buna karşın IX asırda birtakım değişmeler yaşanır; Kuranı Kerim ’de devlete ait yasaklayan herhangi bir ayet olmamasına rağmen dönemin kimi din âlimlerince yapılan hadis yorumları dolayısıyla canlı varlıkların resminin yapılmasının günah olduğu yargısına varılmış ve dolayısıyla bu türdeki tasvirlerin yapılması yasaklanmıştır Söz konusu dönemden itibaren yapı süslemesi niteliğindeki duvar resimleri ve mozaikler yerlerini kitap süslemelerine bırakmıştır Abbasiler döneminde ise bu konudaki görüntü değişiklikleri dolayısıyla baştan kitap resimlenmeye başlanmıştır Bu dönemde antik kaynaklı bilimsel eserlerin çevirileri yapılıyor, bu yoğun çeviri faaliyetleri sırasında bir yana da kitaplarda yer alan resimler soyutlaştırılarak kopya ediliyordu öte yandan, dönemin sevilen edebiyat kitapları tasvirlerle süsleniyor ve bu tasvirlerde gölge oyununu andıran şematik kalıplar kullanılıyordu Abbasi dönemindeki bu gelişmelerden günümüze ulaşan en eski örnekler XI asra aittir
XII asırda ise minyatürün, süslenecek metinle direkt ilgili olması gözetilmeye ve sadece dinsel konulu minyatürler yok dindışı minyatürler de yapılmaya başlandı Baskı makinesinin bulunuşuna dek Avrupa ’da fazla hoş ve görkemli minyatürler yapıldı Bundan sonradan minyatür daha çok madalyonların üzerine portre gerçekleştirmek için kullanıldı XVII yüzyıldan sonra fildişi üstüne yapılan minyatürler yaygınlaştı sonra minyatür sanatına karşı alaka azalmakla birlikte rahat bir ressam çevresinde geleneksel bir sanat olarak minyatür sürdürüldü Selçuklular döneminde de minyatüre önem verildi Selçuklular ’ın İran ile ilişkilerine bağlı olarak minyatür sanatı İran etkisinde kaldı Mevlana ’nın resmini yapan Abdüddevle ve başka ünlü minyatür sanatçıları yetişti Osmanlı Devleti döneminde ise XVIII yüzyıla dek İran ve Selçuklu etkisi sürdü Fatih döneminde (1451 1481), padişahın resmini de yapmış olan Sinan Bey adlı bir nakkaş, II Bayezid döneminde (1481 1512)de Baba Nakkaş diye belli bir sanatkâr yetişti XVI yüzyılda Reis Haydar diye belli Nigarî, Nakşî ve Şah Kulu ün yaptılar Yine benzer dönemde, Bihzad ’ın öğrencisi olan Horasanlı Aka Mirek de İstanbul ’a çağrılarak saraya başnakkaş (başressam) yapılmıştı Mustafa Çelebi, Selimiyeli Reşid, Süleyman Çelebi ve Levnî XVIII yüzyılın ünlü nakkaşlarıdır Bunlardan Levnî, Türk minyatür sanatında bir dönüm noktasıdır Levnî, geleneksel anlayışın dışına çıkmış ve kendine özgü bir biçim geliştirmiştir
XVIII asrın başlarından itibaren Batılılaşma akımı sonucunda Avrupa devlete ait kurallarının değerlendirilmesiyle geleneksel teknikle gölgeli boyanan hacimli nesneler ve derinlik kazandırılmış unsurlarla, üç boyutlu tasarımlar ortaya çıkarılmıştır Aynı asrın sonlarına dürüst tutkallı toprak boyanın, guvaş ve suluboya ile yer değiştirmesiyle birlikte yazmalar geleneksel minyatür sanatını sonlandıran tekniklerle resmedilmiştir Bu dönemde tanım, kitap sayfalarından duvar ve tuval yüzeylerine taşmıştır XIX asrın başında ise Osmanlı minyatürü bundan böyle önemini yitirmektedir Bu dönem sanatçıları geleneklerden kopmaksızın ortaya koydukları eserlerde, Batı etkilerini her yerde yorumlama çabalarıyla, Tanzimat sonrası açılan okullarda başlatılan Batı resmi eğitimiyle yaygınlaşacak olan yeni fotoğraf geleneğinin öncüleri olmuşlardır
Minyatür sanatı, günümüz Türkiyesi ’nde de geleneksel bir sanat olarak varlığını hâla sürdürmektedir
Osmanlı Nakkaşhanesi ve Nakkaşlar:
Osmanlı döneminde kitap sanatının icra edildiği atölyelere “nakkaşhane denilmiştir Nakkaşlar Osmanlı sarayı için çalışan sanatçılar ve zanaatkarlar teşkilatı olan ehli hiref içinde en manâlı bölüğü oluşturmaktaydılar
Nakkaşlar yazma eserlerin bezenmesi (müzehhiplik), resimlenmesi (musavvirlik), metinleri sınırlayan cetvellerin çekilmesi (cetvelkeşlik) ve boyaların hazırlanması (renkzenlik) gibi kitap sanatlarıyla ilgili işlerin dışarıda, kalem işi veya çini desenleri gibi mimari süslemelerin tasarlanması; ahşap ve mukavvadan yapılan ufak sandıkların bezenmesi; çadır, otağ, halı ve bez gibi dokumalarda kullanılan desenlerin hazırlanmasından da sorumluydular
Saray hizmetindeki nakkaşların, saray teşkilatının kurulmasıyla birlikte keza birinci avludaki Anabarı Amire içinde yeralması gereken özel atölyelerde hem de Atmeydanı ’ ndaki Hassa Nakışhanesi ’ nde çalıştıkları söylenmektedir
Minyatür Sanatında Kullanılan Malzemeler ve Minyatürün Yapılışı
Minyatür sanatı yapılırken renkler tekrar tekrar sürülür ve bunların birbirine karışmaması için suyla inceltilmiş toprak boyalar kullanılırdı XIV ve XVIII asırlar aralarında bu boyaları sabitleyebilmek için içlerine taze yumurta sarısı katılırdı bununla beraber yumurta sarısıyla hazırlanan boyalar kuruduktan daha sonra ikinci kez kullanılmamakta ve her başvuru için yeni badana hazırlanmaktaydı Bu sebeple de süre içinde boyalara yumurta sarısı yerine suda eritilmiş tutkal karıştırılmaya başlanmıştı Bu teknikte suda eritilmiş tutkalın içine bir damla pekmez veya iki damla üzüm suyu katılır, böylece boyalar kurusa bile istenildiğinde suyla eritilerek bitmiş kullanılırdı *