İyi şeyler kendi kendine olmaz, emek ister. Hastalik, ölüm, içine doğdunuz aile, doğduğumuz cinsiyetimiz, doğduğumuz coğrafya kontrol edilemez evet ama kontrolün elimizde olduğu pek çok yaşam olayi vardır. Önemli olan yaşamımıza emek verip vermedigimizdir; emek vermediğimiz olaylara verdiğimiz isimdir "kader". Seçimler yapar, onu yaşarız. Seçimlerimizin sonuçlarına da sasirmamamiz gerekir. Yaşamı güzel bir manzaraya karşı seyehat eder gibi de yaşayabiliriz; dümdüz, bomboş bir ovada yol alır gibi yaşayabiliriz; bize hiç uygun olmayan keçi yollarindan tirmanmaya çalışarak yaşayabiliriz. Bir yol seçeriz ve seyehat boyunca ortaya çıkan sonuçlar seçtiğimiz yolun "doğal" sonucudur. Ya kontrolü elimize alırız ya da kestiremedigimiz sonuçları kabul ederiz.
DUYGULAR MI, MANTIK MI?
"...ama bu bana çok yapay geliyor. O istedi diye hediye almak, çiçek almak... Hiç bana göre değil. Ben zaten romantik değilim. Çok suni bir şey bu, kaç yaşında insanlariz. Hediye istenir mi hiç, insanin içinden gelmeli. Benim de içimden gelmiyor. Aklima da gelmiyor. Benim için hiç bir önemi yok." Bir çiçeği sularken "ne kadar yapay, sürekli buna su mu vereceğim, hiç içimden ona su vermek gelmiyor, külfet bu. Su vermeyeceğim artik ona bu çok mekanik, hiç sonu yok, kendi kendine çiçek açsın bananeymis" demeyiz. Eğer yaşasın istiyorsak, sağlıklı bir çiçeğin ihtiyaç duydugu su miktarini seve seve taşırız ona. O da renk renk açarak ödüllendirir bizi.
Hediye almak beynin sigortalarını attırmak gibi bir şey değil, bir çiçeğe su vermek gibi bir şeydir.
Bazen iliskinizi duygularınızla değil, aklınızla yönetmeniz gerekir.
YAS
Bir yas evi kurulur. Helvalar kavrulmaya başlanır. Bu ölenin ruhu icin degil, kalanin bedeninde oluşan/oluşabilecek E,B ve magnezyum eksikliğini gidermek için yapılır. Karbonhidrattır irmik; tok tutar, enerji verir, kan şekerini yavaş yükseltir. Yas sahibi halsizlik hissetmesin, bedenin ihtiyac duydugu besinleri alsin diye yapilir.
Insanlar bir araya gelir toplanır; kalan, bazi anlar ölenin öldüğünü unutur. Kalabalik alışma sürecine katkida bulunmuştur. Insanlar ağlar cunku yas sahibi ağlamalıdır ve dafalarca kere, binlerce kere, tek tek ayri ayri herkese anlatır ölüm sürecinin nasil gerçekleştiğini. Bu anlatmayla duygusal boşalma yaşar.
Ve... kalabalik dagildiginda kendiyle başbaşa kalır yas sahibi, zorlanir elbet ama o ilk şoku tek başına yaşamamıştır. Ying-yang gibi. Her üzüntünün tamamlayıcısı mutluluk, her mutlulugun tamamlayıcısı uzuntudur. Artik yas sahibinin kendi içsel süreci başlamıştır.
Tüm rituellerin bir sebebi vardir; eskilerden gelen kadim halklar bunu bilir; çözüm odaklıdır halk. Sağlayabileceği ölçüde psikolojik ve sosyal desteği sağlar.
Düştüğünüzde elinizden tutup sizi kaldirabilecek yardim elleri kiymetlidir. Destek almak güçsüz olmak degil, ihtiyaciniza sahip çıkmak demektir.
FARKINDALIK
Tek başına bir psikolojik rahatsızlik olur ama tek basina bedensel bir rahatsizlik olmaz. Durduk yere kanser olmaz insan mesela, durduk yere tümör çıkmaz beyninde, kalp krizi geçirmez ya ülser olmaz. Önce psikolojik sistem bozulur sonra bedenin işleyişi bozulur. Tıbbi tedavi gerektirecek duruma gelmeden yaşam stresörleriyle başedebilmek için bir psikoloğa giderek önceden önlem alabilse kişi, belki de zorlantisinin acisi bedeninden çıkmayacak. Ihtiyacimiz olan; olay yaşandıktan sonra değil, öncesinde kendimizi korumak. Bol bilinçli, bol farkindalikli yarinlara...
DIREKSIYONDAKI KIM?
Günlük yaşamda seçimler yaparken, kararlar alirken ya da etrafimizdaki insanlara tepkiler verirken direksiyonda hep "kendimizin" olduğunu düşünürüz. Oysa bu çoğu zaman büyük bir yanılgıdır. Yaşamla ilgili kararlarimiz aslinda yıllar önce; çocukluk döneminde alınmıştır. Bunu değiştirmek farkindalik gerektirir.
İçinizde henüz tanışmadığınız "ben"ler olduğunu, yaşarken farkinda olmadıklarınızı, içinizdeki sürücünün kim olduğunu farketmek icin danismanlik alabilirsiniz. "Bir ben var benden içeri".
...PIRASAYI SEÇMİŞ ...
markete gitmiş şöyle bir bakınmış ve onca sebzenin içinden pırasayı seçmiş. Aslında pırasanın onun için öyle pek de vazgeçilmez bir tadı yokmuş ama o rengini sevmiş bir de uzun boyunu. Bu iki kriter soğan ailesinden bir sebze seçmesine yetmiş, halbuki yemeklere bile soğan doğramazmış. Neyse demiş ''ben bu pırasayı pişirirken baharatını bol koyarım, içine bir de portakal sıkarım, bir tad katar onu dönüştürürüm''. Aslında meyve reyonundayken onu seçmeyebilirmiş seçmiş, tartıya götürmeyebilirmiş götürmüş, kasada bırakabilirmiş bırakmamış, ödediği halde eve getirmeyebilirmiş getirmiş, pişirmeyebilirmiş pişirmiş. ''yok'' demiş ''ben bu pırasaya baharat katarım onu değiştiririm''. Bir güzel pişirmiş, lezzet kontrolü yapmış bir de bakmış ''A a hala pırasa tadı var''. Bu başına ilk defada gelmiyor halbuki, sen bunu daha önce karnıbaharda da deneyimlemiştin? ''Ben mi başaramadım acaba?'' diye kendini sorgulamış "kaderim böyleymiş" demiş ama şunu farketmesi gerekirmiş: ''Madem pırasa sana uygun değildi, pırasa almaya seni ne götürdü? Pirasayi SEN tercih ettin. Soğanlık onun doğasında var. Baharat senin sevdiğin yemeklere yakışır; hem de çok yakışır!
''Madem pırasa sevmiyordun sen de almasaydın kardeşim!'' cümlesini kaç kere duydun? Duydun da ne işe yaradı? ''Aldım işte aldım!'' ... ''da neden aldım?''
O pırasayı seçmenin bir nedeni var... Neydi ki seni bu pırasaya çeken? Pırasayı yemeyi sevenlere bıraksaydın ya. Tamam bırakmadın, pişirdin. Peki şimdi ne yapacaksın? Yiyecek misin, dökecek misin?
Farkına vardığın herşey kaderin olmaktan çıkar.
3 EGO DURUMU
Transaksiyonel Analiz'e göre bizim 3 tane ego durumumuz var: ebeveyn, yetişkin ve çocuk. Dogdumuz andan öldüğümuz ana kadar bizimle olan 3 ego durumu. Hala geyik muhabbeti yapabiliyorsak, kahkahalarla gülebiliyorsak, lunaparka gidip eglenebiliyorsak, tatile çıkabiliyorsak, "black friday" indirimi için heyecanlanabiliyorsak, dost sohbetlerinde kendimizden geçebiliyorsak bunu içimizdeki çocuk ego durumuna borçluyuz. Bir yandan bize yaşam enerjisi verir çocuk ego durumu; diğer yandan çok hassastır, narindir, kırılgandır. Cunku istedigi yerde çişini kakasini yapip, geğiren, lap lap yürüyen, istedigini istedigi gibi konuşabilen dogal bir cocuk olmaktan çıkarılmış, toplumun/ailenin istedigi bir şekle sokulmuştur. Şekle sokulma süreçleri bazen agir geçen bir ameliyat gibidir, bazen komplikasyonlar olur, bazen çocuğu yaralar. Çocuk ego durumu; şefkate, sevgiye, özene, ilgiye ihtiyaç duyar, onaylanmaya ihtiyac duyar. O içinizdeki çocuğun kafasına kafasına vurarak anlatmaya, değiştirmeye çalıştığınız şeyler var ya... hani o caninizi en çok acitan... hani hayatta yol alirken surucu koltuğunda oturup da boyu yetmeyip de önünü göremediği icin size kazalar yaptiran o çocuk. Sizi ofkelendiren, kaygilandiran, korkutan, panikleten, ağlatan, üzen, hüzünlendiren. Ah o olmasa ben neler neler yapardim dediğiniz... ondan bir turlu kurtulamadim bodoslama gidiyor yasamimi riske atiyor, yanlış yollara sapiyor, çıkmaz yollara giriyor diye kizdiginiz o icinizdeki kucuk çocuk ego durumu... ona bir de çocukluk fotografiniza bakarak kizin; bakalim kiyabilecek misiniz? Bakalim ona kötü/kirli diyebilecek misiniz?
Cocuk ego durumunu kapı dışarı edemezsiniz, ama onu arka koltuğa oturtup kemerini bağlayabilirsiniz. Onun ihtiyaci güvenlik. Direksiyona kim mi otursun? Tabi ki yetişkin; her zaman yetişkin ego durumu. Bizim içinde duygulari da barindiran mantıklı yanimiz, bizim "şimdi ve burada" yanimiz, problem çözen yanimiz; en önemlisi bizim içimizdeki çocuğu koruyan, seven, "artik ben varim korkma!" , "Ben seni korurum!" diyen yanimiz.
ÇİÇEK
Bir çiçeği saksıya ekip sonra başına geçip "Hadi aç artik, açsana, niye açmıyorsun, seni aptal çiçek, neyi bekliyorsun, büyü, geliş, serpil!!" demezsiniz; deseniz de işe yaramaz. Çiçeğin gelişim hızına uymasi gereken kişi sizsiniz. Evet çiçeğin doğası neyse ondan onu yapmasini bekliyorsunuz ama bu bekleyiş onun hizinda, onun izinde olmali. Çiçek açmadı diye ona küfretmezsiniz, lanetler okumazsiniz, hakaretler etmezsiniz, küçümsemezsiniz, beceriksizsin demezsiniz, başaramadın demezsiniz. "Saksini alirim bak senin, toprağını sağa sola dağıtırım, senin o minik yapraklarını parça pinçik ederim, sana sigara içiririm, toprağına sigara izmaritlerimi atarim, saksını alır duvara çalarım, saksini sarsarim!!" demezsiniz.
Peki söz konusu 'siz' olunca ne değişiyor? Beklemeniz, sabretmeniz gereken süreçlerde bir çiçeğe ya da dışardaki her hangi bir organizmaya zarar vermezken kendinize/ruhunuza bunu yapmaniza sebep olan şey ne? Dışardaki organizmalara verdiginiz toleransi kendinize verseniz nasil olurdu?
Tohumu ektiniz bir kere... Bazen bazi şeyler sadece "Sabir"... o vakit gelene; o döngü tamamlanana dek...
ROLLER
...Kendisi üşüdü çocuğunu giydirdi, kendisi acıktı çocuğunu yedirdi, kendisi korktu çocuğunu korudu. Doydugundan emin olamadı çocuk çünkü bu konuyu ancak annesi bilirdi. Üşüyüp usumedigine karar verecek yetkinlikte hissetmedi kendini. Herşey gibi korkuyu da dışardan bir bilgiyle öğrenmişti. Böyle böyle yitirdi çocuk bedeninin ona verdiği sinyalleri. Annesi çocuğunu 'kendisi' sanıyordu. Sonra bu çocuk büyüdü bir yetişkin oldu. Pek çok şeyden emin olamadi. Kendisi için iyi olabilecek şeyleri çevrenin onayına sundu. Sinyali kayip bir radar haline dönüşmüştü bedeni, bir türlü rayına giremiyordu. Tek başına karar alamaz, aldığı kararlardan emin olamaz; kizarsa, heyecanlanirsa, uzulurse, sevinirse bedeni ne yapar hic fark edemez oldu. Sahi, kimdi ki o? Emin değildi. Hâlbuki beden herşeyi bilirdi?
Belki de annesine ait olan o rolleri ona teslim etmesi ve kendisi için yeni bir senaryo yazmasi gerekiyordu. Bu kez hem senarist, hem yönetmen, hem oyuncu olacaktı. Yazarken, bazi süreçleri kontrol ederken, sindire sindire rolünü oynarken kendini tanıyacaktı. Bu gerçekten büyük bir buluşmaydi!
"OYLE..."
Uzmanlar neden "akilli kizim benim", "aman benim uslu oğlum" demeyin der? Akıllı ve uslu olmanın nesi kötüdür? Gayet "olumlu" davranışlara sevk eden güçlü birer pekistirectir hâlbuki? Aile icerisinde varolabilmek için verilen tüm pekistirecleri özümser bir çocuk. Onaylanma ve sevilme ihtiyacı vardir çünkü. O üstüne "akıllı çocuk" elbisesini giymiş etrafta dolaşırken kendisini hic ifade edemez. "Akıllı cocuk"lar konuşmaz, itiraz etmez, "hayir" demez, tepinmez; sadece dinler ve uygular.
Dışardan bakınca vur eline al ekmeğini, nasil da uyumlu biri, onu herkes ama herkes çok sever, o kimseyi kirmaz, kimseyi üzmez, herkese yardim eder, o bizim elimiz ayagimiz, ailenin direği, işyerinin vazgeçilmezi dediğimiz kişilerdir bunlar. Bir dokunsaniz onlara, gözyaşlarına boğulurlar. Istedikleri hayati asla yaşamamışlardır çünkü ve isteklerini asla ifade etmemeyi öğrenmişlerdir. Kimseye göstermedikleri o duygularinin girdabında çıkmaza girmişlerdir. Dışardan bakinca naif ve düşünceli; içerden bakinca depresif ve hüzünlüdürler. "Hayir" demeyi bir ihtiyaç değil, bir kabalık ve kendilerine çizilen yoldan çıkma olarak görürler. Yol çizmezler, çizilmiş yolu takip ederler. Onlarin da bu hayattaki çatışmaları budur.
Bazen kendinizi bildiniz bileli "öyle" olan şeylerdir canınızı acitan.
BIRICIKLIGINIZE...
Kendinizi sevmek için kendiniz gibi olmanız yeterli. Bizi eşsiz kılan şey farkliliklarimiz.
Kendinizi sevmek için 90-60-90 olmaya, uzun boya, sarisin olmaya, yesil/mavi gözlü olmaya ya da kömür karasi gözlere, upuzun kirpiklere, keman gibi kaşlara, dolgun dudaklara, minik bir burna, dümdüz/dalgali/kivircik saçlara, kalın telli saçlara ihtiyaciniz yok.
Basının ya da çevrenin pompaladığı kriterlerdir bunlar ve bu kriterler onlarin sizi nasıl görmek istediğini içerir. Birilerinin sizi nasil görmek istediğinden daha önemli olan şey sizin kendinizi nasil görmek istediğinizdir. Bu kriterlere ulaşmaya koşarken, olmayan için hayiflanirken, bedene bir kaç minik estetik dokunuş yaptirirken bir durup sormak lazim "Bu kimin ihtiyacı? Kendimde yapmak istediğim değişiklikler kim için?" Onemli olan sey sizin kendinizi nasil gordugunuz.
Bu dünyada başka bir bedende varolma şansınız yok. Beden ev sahibidir. Duygular ve dusunceler ise misafir. Gelir... gecerler...
Sevmeye kendinizden başlayın, sevin kendinizi. Biricikliginize...
"SU AN"
Hayır, bir bebek dünyaya ilk geldiğinde ilk temasi annesiyle değil, kendisiyle kurar. Poposuna bir şaplak yer, başlar ağlamaya. O ilk nefesteki ağlamadır işte kendi bedeniyle kurduğu temas. Bedenle temas kurmak "şu an"la temas kurmaktir. Bebek bilir, "şimdi ve burada"dir ve doğmuştur. Kendiyle temasini ve bugününü yaşamayı da hiç terk etmez çocukluk çağı boyunca. Geçmişiyle bir derdi yoktur, gelecek ise umrunda değildir. Tek bir yaşadığı "an" vardir; o da "şu an". Her kayip bir travma, her travma bir kayıptır. Yaşadığı kayıplarının hic birinin gelecekle ilgisi yoktur. Hep bugünü düşünür bir çocuk. Bugün yaşayamadiklarina üzülür ve fakat hayat devam eder. Gulme, mutlu olma, umutlu olma yetisini kaybetmemiştir. Hayatla bir kavgası yoktur. Sonra birgün büyür ve bir yerde bu yeteneğini kaybeder. Bedeninin ona verdigi mesajlari dinlememeye başlar. Dinlemedikçe korelir. Koreldikce "an"dan kopar. Artik ya gelecek telaşlariyla ilgileniyordur ya da geçmişe takılıp kalmıştır.
Kendiyle temasa geçmek bir derin nefes alma uzakligindayken; aldigi nefesini bile farkedemeyecek kadar uzaktadır ruhu bedeninden.
...Kafam karıştı... "şu an"dan başka bir "an"da varolma şansınız var mi? Peki...? "Şu an" dışında başka bir "an"da sikintilarinizi çözme şansınız?
Tek bir yasadiginiz an var: o da "şu an".
ESNE
Bir rüzgâr eser, esner ağaçlar. Deprem olur, esner binalar. Esneyemeyen organizmalar/yapilar kırılmaya mahkumdur. Psikolojik sistem de aynen böyledir. Esneyemeyen binaların aldığı hasarin ya da dönüştüğü enkazın şekli neyse, psikolojik sistemin de aldığı hasar odur. Sıkılır, kasılır, bunalır bedeni. Sinir sisteminde kitli kalmıştır travmaları; çatlaklar oluşur, yarıklar belki, kırılmalar ve hatta çökmeler. En ufak bir sarsintida yerle bir olur tüm hayati, bedeni.
Sürekli gergin, sürekli "savaş" modunda, sürekli tetikte, sürekli planli, sürekli kuralli, sürekli kendine verdiği emirlerin altinda kalamaz psikolojik sistem.
Dinginlesmeye, dinlenmeye, iç huzura, hesapsizliğa, akışına bırakmanın getirdiği içsel zenginleşmeye, isteklerini karşılamaya, kendi kendine kararlar almaya, hic karar almamaya, kendini dinlemeye, insanlarla bağlar kurmaya, saçmalıklar yapmaya, istekleriyle arasina köprüler kurmaya, risk almaya ya da hiç risk almamaya; iletisim kurmaya ya da iletişimi kesmeye ihtiyaç duyar. Tabiatına uygun davranmalıdır insan. Evrende hic bir şey stabil değilken, insan nasil stabil kalabilir ki? Hem stabil kalamayıp hem esneyememek ne büyük bir sıkışmadır!
Esnemek ferahlamaktir, derin bir nefes almaktır, bu dünyadaki varlığını hissetmektir.
Ne kadar katı olursan, o kadar kırılgansındır.
IŞTE BEN BUYUM...
Bazen çok eğlenceleyim bazen çok sıkıcı. Bazen çok konuşkanım bazense suskun. Bazen gözlemciyim, bazen oyuncu. Bazen çok dürüstüm bazense yalanci. Bir çok sakinim, bir çok saldirgan. Bazen çok umursamazim, bazense çok kırılgan. Bazen çok bencilim, bazense aklim hep diğer insanlarda kalır. Bazen set set duvarlar örer mesafeler koyarim, bazense açık bir hedefe dönüşürüm. Iletişimi başlatan olurum kimi zaman, kimi zamansa sadece sürdüren. Kendi tempom vardır bazen, bazense başkasının temposuna uyarim. Dengedeyimdir bazen, bazense terazim şaşmıştır. Kimi zaman kontrol tamamen bendedir, kimi zamansa varolan koşullara uymam gerekmiştir. Ne kadar da kibarimdir çoğu zaman?! Ama gel gör ki bazen de alabildiğine kavga etmişimdir.
Affederim de kin de tutarım. Şefkatim de vardır nefretimde. Acırım da acitirim da. Bir doyana kadar ağlarım bir etimi kessen kanım akmaz. Çalışkanım da tembelliğin kitabini da yazarım. Ne de sevimli bir insanım! Ne? O aynadaki suratsiz ben miyim?!
Sular hep bir sakindir, bir dalgali. Kendimi çapaladiğim bir düşünce varsa izimi hiç kaybetmem. Gider gelirim ama izimi, yolumu bulurum.
Ben tüm bunlarin toplamiyim. Hem öyleyim hem böyleyim. Bazen yaziyim, bazen tura. Ne tamamiyla iyi bir insanim ne de tamamiyla kötü. Baya aydinlik bir insanim aslında ve bir o kadar da karanlik. Etiketlemek o kadar da kolay değildir beni. Öteki öteki yüzlerimin, farkli farkli hallerimin toplamiyim. Vedalaşmak istediğim hallerim varsa vedalaşirim, kalanlarla yoluma devam ederim. İşte, ben buyum.
KURALLAR VE ONYARGILAR
Şaşırır insan. Bir Kayseri'liye cimri derken şaşırmıştır. Bir İzmir'liye gavur derken, Güneydoğululardan kaç, Karadeniz'liyi kızdırma derken epey şaşırmıştır. Kirli görüntülü birini görüp ondan uzaklaşırken şaşırmıştır. Başka ülkeler gezerken elleriyle yemek yiyen birini görüp ondan tiksinirken, yasalarının koşut olarak koyduğu kiyafet zorunluluklari görüp eleştirirken, bir başka kültürün yaşadığı medeni hayata imrenirken, sabah kahvaltılarının kendilerininkinden farkini görürken, kahvelerini tadarken, mimarilerine bakarken... Hep şaşırır. Kendinden farklı gördüğü herşeye şaşırır insan. Ne de masum ne de doğal bir duygudur şaşırmak. Ama duygusunu burada birakmaz, ileri taşır hatta belki daha da ileri. Herkes kendisine benzemelidir. Sonuçta insan en çok kendine aşinadır. Kendinden yola çıkar, başlar ötekini sınıflamaya, yargılar oluşturur kafasinda.
Halbuki insan dediğimiz ne kurallara sığar ne de önyargılara.
DÜDÜKLÜ TENCERE
Düdüklü tencere gibiyiz. Duygularimiz yüksek ısıda fokurdar durur. Eğer "pıs pıs pıs" duygularımızı dışarı çıkarmazsak patlarız. Tıpkı düdüklü tencere gibi duygularımızı güvenli bir şekilde dışarı çıkarabiliriz. Siz hiç kızgınlığını, ağlamasını, dövünmesini durduramayan insan gördünüz mü? Kaç dakika, kaç saat, kaç gün durmadan ağlayabilir bir insan? Duygulardan korkmak yerine size ne mesaj vermek istiyor ona odaklanın. O duygu size geldiyse eğer, zarar vermek icin değil, mesaj vermek için gelmiştir. Mesaji alabilenlerden misiniz?
FARKINDA MISINIZ?
Sık sık dolar mı gözleriniz? Duyduğunuz hikayelerden, insanlarin size verdiği/vermediği tepkilerden, çevrenizdekilerin yaşadığı zorluklardan tetiklenir misiniz hemen? "Duygusal" misiniz çok? Ya da başkalarının duygusal olmasından rahatsız mı olursunuz? Karşınızdaki kişinin duygusallığı size kendi duygusallığınızı hatirlatir ve rahatsız mı olursunuz? O zaman bilinçdişinizin gizli bir/kaç gündemi var ve size "meselelerinizi" çözmeniz gerektiğini söylüyor demektir. Siz aynaya bakmaktan korkar ve hatta aynalardan kacarken bilinçdışınız hop uygun bir düzlem bulur. Siz başka başka olaylara üzülür, kizarken aslinda kendi çözmediğiniz/çözemediğiniz meselelerle uğraşıyorsunuz ama farkında değilsiniz demektir.