nicebayan
Yeni Üye
Yunus Emre Nereli,
Yunus Emrenin memleketi neresi,
Yunus Emre Nerelidir,
Yunus Emre doğduğu yer,
Yunus Emre (1238 1320) yılları aralarında yaşadığı varsayım edilen ve Anadolu da Türkçe şiirin öncüsü olan bir şair ve mutasavvıftır, yaşamına ilişkin belgeler sınırlıdır Medrese eğitimi gördüğü, Arapça ve Farsça bildiği, İran ve Yunan mitolojisi ile tasavvuf ve tarihi incelediği sanılıyor Vahdeti cisim (varlık birliği) öğretisine ulaşan bir tasavvuf yorumunu benimsemiştir
Gerçeğe, Tanrı'ya, evrensele, her şeyin özüne varmak için ''Şeriattarikatmarifethakikat'' olmak üzere dört veri düzeyi usul ayırt eder Tasavvuf felsefesi ve görüşleri daha fazla Bektaşilere yakındır Şeyhi Taptuk Emre Sinan Ata'nın ardılıdır, Hacı Bektaş Veli'ye bağlıdır Bir anı vardır Risaletü'n Nushiye adlı beyitlik şiiri ile şeriat kurallarının üstüne çıkar Başlangıçtaki düz yazı metinde aklın ve insanın çeşitlerini anlatır Şiirlerini Oğuz lehçesiyle ve çağının söylev diliyle yazmıştır Yaşamı, şiirleri, felsefesi üzerine çeşitli çalışmalar yapılmıştır Yunus Ernre üzerine Fuat Köprülü, Burhan Toprak, Abdülbaki Gölpınarlı, Sabahattin Eyüboğlu, Asım Bezirci, F Kadri Timurtaş, Ahmet Kabaklı, Müjgan Cumbur, Abdurrahman Hoş, Mehmet Bayraktar ve Nezihe Araz gibi çeşitli tahlilci yazarlar analiz yapmışlardır
Yunus Emre? Nereli? Nerede doğmuş, nerde ölmüş, nasıl yaşayan? Kime yan, Ne gören var, ne bilen, Tümü karanlıkta Yunus'un deyişiyle görenler, bilenler de, ne söylerler, ne bir haber verirler Lakin onlarca mezarı var, üstlerinde adı var, içlerinde kendi yok; Onlarca kitabı var, içlerinde adı var, kendinin kitabı değil Ama o halkın, insanların gözdesi, soluğu, sesi, Anadoluyu insanlığı sarmış, kendi köyündeyse izinin tozu bile kalmamış; sözü alınmış, satılmış, anlara birlikte katılmış; O güzel insan kim bilir hangi gurbet köşesinde dağarcığındaki şiiriyle birlikte ölmüş, toprağa katılmış şayet ölümü üç günden sonra bile duyulmamış, ölüsü soğuk suyla yuyulmamıştır Olur Ya tersi olmuş Haberdar Olan yok Gören değil Ama o varacağı yere ulaşmış
Ama halkımız bu insanları kendi çocukları olarak benimsemiş, kişiliklerini, özünü, sözlerini kendi malı sayıp dilediği gibi evirmiş çevirmiştir O ve halkın nerede söylediğini kavramak imkansız şayet de yersiz bundan böyle Anadolu da binlerce ağızdan söylenmiş ve söylenen bir Yunus korosu var'' ''En eski yazmalarda yok diye halkın ezberinde yaşayan, ister istemez yontulan, dil değiştiren şiirleri Yunus'un saymamak hiç de bilimsel bir tavır değildir'' En eski yazmalar Yunus'un ölümünden fazla sonra derlenmiş, bu yazmalara Yunus'un diline, tutumuna, düşüncesine düpedüz tutarsız şiirler de dargın Yeni belgeler arana dursun, biz Yunus'u anarken yazmalar kadar sözlü insanlar geleneğine de saygılı olmayı daha dürüst buluyoruz (S Eyüboğlu, Yunus Emre sh: 20)
Söylencelerdeki Yunus Emre
Yunus üstüne bütün bildiklerimiz halkın masallaştırdığı gerçeklere dayanıyor Oysa masallar gerçeği değiştiriyor da tarih kitapları değiştirmiyor mu? Yeni tarihçiler eski vakit gerçeklerini ararken söylenceleri, mitleri hiç de yabana atmıyor, aksine asıl gerçeğin fazla defa onlarda bakımlı olduğunu ileri sürüyor
Söylencelere, Hacı Bektaş Veli Velayetnamesine göre Yunus Emre bir orta Anadolu köylüsü, Sakarya kıyılarında, Sivrihisar'ın Sarı köy'ünde oturur ''Taştan topraktan ekmeğini çıkaran, yağmur yağmayınca aç kalan bir Anadolu köylüsü, bütün devletlerin soymaya alışılmış olduğu bir Anadolu köylüsü Yağmur yağmaz, ekin olmaz Yunus günün birinde tohumsuz kalır Tohumsuz kalan Yunus Emre eşeğine dağdan alıç, ahlat, meyve yükler, buna karşılık birazcık tohumluk buğday aramaya çıkar Duyduğunun izini sürer işte birincil durduğu yerlerden biri de Hacı Bektaş Tekkesidir Anadolu'nun reel fatihleri Anadolu köylüsünün yanı başında, yakınında oturmayı kabul etmiş olanlardır Bu söylence bize on üçüncü ve on dördüncü yüzyıllarda Bektaşiliğin yaygın olduğunu gösterir Yunus, tekkeden alıçlarına karşılık buğday ister Hacı Bektaş Veli kendisine: Buğday yerine nefes versek olmaz mı diye sorar Yunus illede buğday der Hacı Bektaş Veli her alıça karşılık bir nefes verelim der Yunus olmaz der Her çekirdek başına on nefese kadar çıkar, Hacı Bektaş Yunus ille buğday diye dayatır Bunun üstüne Hacı Bektaş fakir Yunus'a götürebileceği kadar buğday verdirir Sevine sevine yola çıkan Yunus'u yolda bir düşüncedir alır ''Bu insan büyük insan olmasa bana buğday vermezdi Bir çuval buğday böyle bir insandan daha mı kıymetli diye düşünür, çiylik ettiğini anlar döner geriye Alın buğdayı geri, ben nefes istiyorum der Lakin Hacı Bektaş ona nasibin Taptuk Emrece verileceğini, onun tek kesine gitmesini söyler, ''senin kilidini ona verdik'' der
Taptuk Emre mi? Onu da söylencelerde arayalım Hacı Bektaş'ın Anadoluya gelmesi bir güvercin kılığındadır Bunu haber alan ve gelmesini istemeyen Abdalanı Rum birer kartal olup onun yolunu keserler Tanrısal güvercin Anadolu göklerini kara kartal kanatlarıyla astarlı bulur Fayda geçer kanatları lakin bir hayli de pençe yer Kan revan içinde yedi evli bir çepni köyüne, bugünkü Hacı Bektaş İlçesine iner, bir duvarın üstüne konar Yoksul bir köylü kadın görür yaralı güvercini, acır haline, yiyecek içecek kor duvarın üstüne Bu masal Bektaşiliğin köylerde yayıldığını ve kadınların bu tarikatte rolü ve önemi olduğunu anlatıp ip uçları veriyor Anadolunun en eski ve en büyük tanrılarının kadın olduğu unutulmamalı
Hacı Bektaş zamanla tüm Rum erenlerinden saygı ve sevgi görür, fakat Emre adında bir ermiş Hacı Bektaş'ın semtine bile uğramaz Hacı Bektaş ona Saru İsmail'i dervişini yollar, tekkesine gelmesini sağlar Gelince ona erenler arasına nasıl girdiğini sorar, o da perde arasından bir el uzandı, beni erenler arasına aldı ama ben orada Hacı Bektaş adında birini görmedim Bunun üstüne Hacı Bektaş perde aralığından sana uzanan eli görsen tanır mısın? Tanırım der Emre: Ayasında bir yeşil ben vardı O zaman Hacı Bektaş sağ elini açar, uzatır Avucunun içindeki yeşil beni gören Emre yeşil beni görünce: Taptuk! Taptuk! diye bağırır, adı o günden sonra Taptuk, kendiside Hacı Bektaş'ın yandaşı ve sözcülerinden biri olur Bu söylence bize Yunus'u kendine bağlayan Taptuk Emre'nin HacıBektaş'ın yolundan, çevresinden ayrı, belki de yeni müslüman olmuş biri olduğunu, ona bağlandığını gösterir Saru Saltuk, Taptuk, Barak Baba silsilesini izler
Taptuk Baba Yunus'un şiirlerinde inançla sevilen, yoluna baş konulan bir mürşit olarak karşımıza çıkar:
Taptuğun tapusuna
Kul olduk kapısına
Yunus miskin çiğ idik
Piştik elhamdülillah
Vardığımız illere
Şol safa gönüllere
Baba Taptuk manisin
Saçtuk elhamdülillah
Yunus bir doğan idi kondu Taptuk koluna
Avın şikira geldi bu yuva kuşu yok
Yeniden esridi Yunus Taptuk yüzün görende
Baktığım yüzde gördüm Taptuğumun nurunu
Bize kadir gecesidir bu gice
Ko erte olmasın seher gerekmez
Yunus esrüyüben düştü sokakta
Çağınr Taptuğunu ar gerekmez
Söylencemizde Hacı Bektaş Yunus'u Taptuk'un tekkesine göndermiş Yunus gidip Taptuk'a baş vurur Ilk Bektaşi tekkeleri bir çeşit uygulamalı mektep idi Her derviş bir iş görür Kimi toprakta, kimi işlikte çalışır, kimi duvar örer, kimi aş pişirir: Yunus'a da odun nakliye işi verirler Kırk yıl sırtında odun taşır, tekkesinin ocağına, özene bezene Her getirdiği odun dopdürüst dümdüzdür Soranlara: Tekkeye odunun bile eğrisi giremez der
Bir başka söylenceye kadar Taptuk hoş saz çalarmış ve Yunus ona sazı için bağlanmış Yunus uzun süre tekkeye hizmet etmiş, sonunda bıkmış ve kaçmış Yolda erenlerden yedi kişiye rastlamış, yoldaş olmuşlar Her akşam erenlerden biri içinden geçirdiği bir ermiş adına Tanrıya dua ediyor anında bir sofra geliyormuş ortaya Sıra Yunus'a geldiği akşam o da: Yarabbi, demiş, bunlar hangi kulun adına dua ettilerse ben de onun namına yal varıyorum sana, utandırma beni demiş O akşam iki sofra pat diye gelmiş Erenler şaşırıp kimin namına dua ettiğini sormuşlar Yunus önce siz söyleyin demiş Erenlerde Taptuk'un dervişlerinden Yunus diye biri var, onun adına demişler Yunus bunu duyar duymaz hiç bir şey söylemeden tekkeye geri döner ve anabacıya şeyhin karısına sığınır Söylence bize burada tekkede kadının rolünü yerini ve önemini anlatır Anabacı der oysa: Yarın sabahtan tekkenin eşiğine yat Taptuk abdest olmak için dışarı çıkarken ayağı sana takılır Gözleri iyi görmediği için bana: Kim bu eşikte yatan? diye sorar ben de Yunus, derim Hangi Yunus derse çekil git, diğer bir tekke ara kendine, başının çaresine bak Lakin bizim Yunus mu? derse anla ki gönlünden çıkarmamış, hala seviyor seni O zaman kapan ayaklarına, bağışla suçumu de Yunus Anabacının dediğini yapar, kapının eşiğine yatar, ertesi sabahleyin olan olur Taptuk: Kim bu adam? diye sorunca Yunus, der anabacı, Taptuk bizim Yunus mu? diye sorunca Yunus ayağına kapanır sevincinden ağlar
İki insan arasındaki bağlılığı, ayrılıp kavuşmanın tadını, güveni bu kadar hoş anlatabilen söylence azdır dünyada İnsanlık bu bizimsözünün içindedir Bir ülkü uğruna canlarını koyanların hepsinin yaşadıkları bir insanlık dramıdır bu Anlamayan beri gelsün İşte dup duru bir su gibi Yunus'un sevgisidir bu ( S Eyüboğlu )
Yunus her tarafta tekkeye girer Bir başka söylentiye kadar Yunus Taptuk'un kızını sevdiği için döner tekkeye Taptuk bilir Yunus'un bunun için dönmediğini Ama dervişlerinin böyle bir dedikoduya kulak vermeleri aleyhinde ne yapsın? Kızını versin mi, vermesin mi Yunus'a? Taptuk, dervişlerini palavracı çıkarmamak için kızını Yunus'a verir Lakin tekrar söylenceye göre Yunus ömrünün sonuna dek bu güzel kıza dokunmuyor Hakiki böyle yok ama ahali böyle olmasını istiyor Millet Yunus'a şehvet duygusunu konduramıyor Şehvetin onu lekelemesini özüne sindiremiyor
Yunus'un ozanlığa başlamasının öyküsü de şöyle: Yunus yıllar yılı tekkeye ağızsız dilsiz hizmet eder Günlerden bir gün Taptuk'un sofrasında bir hoş muhabbet olur Taptuk sevinçli coşkuludur O gün Yunusı Guyende adında bir ozana: Bize bir şeyler söyle der O ozanın dili tutulur o gün, hiç bir şey bulup söyleyemez Bunun üstüne Taptuk oduncu Yunus'a dönüp: Haydi sen söyle der Ve Yunus aniden başlar içinde birikenleri söylemeye, esip savurmaya İncileri dökmeye başlar
Burhan Toprak'ın deyimiyle ''Yunus Emre'nin bu altın destanı bize kendisi değin, Anadolu halkınında yüreğini ve özlemini anlatır Halk Müziği Yunus için Mevlana'ya dedirtmiştir
Bir buluşmalarında Yunus, Mevlana'ya: Mesnevi'yi fazla uzun yazmışsın, ben olsam şu söze sığdırırdım hepsini:
''Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm'' der
Yunus şiirinde Mevlana'yı sevgi ve saygıyla anar:
Mevlana meclisinde saz ile muhabere oldu
ve:
Mevlana Hüdavendigar bize nazar kılalı
Onun görklü nazan gönlümüz aynasıdır
der Mevlana şiir ve yapıtlarının hepsini Farsça yazmıştı tekrar halktan yanlamasına düşünüyor, halka sesleniyordu Bunu mükemmel bilen oğlu Sultan Veled babasının düşüncelerini Türkçeye aktarır Hacı Bektaş ocağı ve Yunus, tasavvufu, o çağın en yüksek kültürünü Anadolu halkının Türkçesiyle söylemiştir Onlar modern dilimizin, kültürümüzün hakiki öncüleridir Kimliğimizi yaratanlardır Onlar özümüzü hamurumuzu yoğuranlardır Bizi biz edenlerdir
S Eyüboğlunun deyişiyle ''Lakin Yunus'un ve halkın soluğu Kaygusuz'lar, Pir Sultanlar, Karacaoğlan'lar, Aşık Veysel'lerle için için bu güne kadar gelmiş ve ancak bu günün demokrat Türk devletinde Anadolu Türkçesini en kültürlü şairlerimize devretmişlerdir''
Elif okuduk ötürü
Pazar eyledik götürü
yaratılanı hoş gör
Yaradandan ötürü
deyip okulu bırakmış Irk, halktan uzaklaşan kültüre aleyhinde daima direnmiştir Konumuz Yunus Emre'nin okur yazar olup olmadığı değil ''Bilginlerimiz, ilk olarak Gölpınarlı olmak üzere Yunus'un ümmiliği, yani okur yazar olmadığı inancını gülünç buluyorlar Oysa Yunus'tan kalmış bir tek yazılmış söz olmaması bir yanlamasına, Anadolu'da sözlü kültür bu gün bile bir Aşık Veysel'i yetiştirecek güçtedir;'' Bektaşi tekkeleri tasavvufun en ince kavramlarını bile sözle geceli gündüzlü aylarca, yüzyıllarca İnsanların beyinlerine, yüreklerine daima aktarmış, ekmiş oya gibi işlemiştir
Okur yazar olsun olmasm, Yunus Emre halkm sözlü kültürünün adamıdır, kendi çağının en ileri düşünüşünü halkına kendi öz diliyle ulaştırmıştır Yunus aynca çağm okur yazarlanna, molJalanna karşısında savaş açmış gerçek bir kültür taşıyıcısıdır Şiir ustasıdır, gönül adamıdır, sevgi denizidir
İşte söylencesi:
Yunus'un yaşadığı yıllarda Molla Kasım diye biri varmış Bu Molla Kasım'a Yunus'un şiirlerini yazılmış olarak getirmişler Başlamış okumaya Her okuduğu şiiri dine, şeriata aykırı bularak yakıyormuş Binlercesini yaktıktan sonra üst tarafını da suya atmaya başlamış Şiirleri yakmış suya atmış, atmış, atmış derken bir şiirde, Yunus:
Yunus Emre bu sözü eğri büğrü söyleme
Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir
demiş, demiş ya Molla Kasım bunu görünce Yunus'a boyun eğmiş ve yakmadığı suya atmadığı şiirleri bir define gibi saklamış Söylenceye kadar bunun için şiirlerinden binlercesini göklerde melekler, binlercesini denizlerdeki balıklar, kalan binlercesini deinsanlar söylermiş Yunus'un adalet ve millet şairi olduğunu anlatmak bakımından tarihçilerden daha bilimsel, daha ileri bir düşünüşle yüklüdür bu Rahmetli Sabahattin Eyüboğlu bu davranışlarla söylencenin: Birisi Yunus Emre'yi halkın Molla Kasım'la karşısında karşıya getirdiğini, ikincisi de bu beyite şair adının fakat birinci dizede olması gereği, tabiiliğini vurguladığını belirtmektedir Sahiden bu şiiri Yunus değil, insanlar söylemiştir gelin bu şiiri birlikte okuyalım:
Ben dervişim diyene bir ün edesim gelir Seğirdüben sesine vurup yetesim kazanç
Sırat kıldan incedir kılıçtan keskincedir
Varup onun üstünde evler kurasım kazanç
Altında gayya vardır içi nar ile pürdür
Varuban ol gölgede biraz yatasım gelir *
Yunus Emrenin memleketi neresi,
Yunus Emre Nerelidir,
Yunus Emre doğduğu yer,
Yunus Emre (1238 1320) yılları aralarında yaşadığı varsayım edilen ve Anadolu da Türkçe şiirin öncüsü olan bir şair ve mutasavvıftır, yaşamına ilişkin belgeler sınırlıdır Medrese eğitimi gördüğü, Arapça ve Farsça bildiği, İran ve Yunan mitolojisi ile tasavvuf ve tarihi incelediği sanılıyor Vahdeti cisim (varlık birliği) öğretisine ulaşan bir tasavvuf yorumunu benimsemiştir
Gerçeğe, Tanrı'ya, evrensele, her şeyin özüne varmak için ''Şeriattarikatmarifethakikat'' olmak üzere dört veri düzeyi usul ayırt eder Tasavvuf felsefesi ve görüşleri daha fazla Bektaşilere yakındır Şeyhi Taptuk Emre Sinan Ata'nın ardılıdır, Hacı Bektaş Veli'ye bağlıdır Bir anı vardır Risaletü'n Nushiye adlı beyitlik şiiri ile şeriat kurallarının üstüne çıkar Başlangıçtaki düz yazı metinde aklın ve insanın çeşitlerini anlatır Şiirlerini Oğuz lehçesiyle ve çağının söylev diliyle yazmıştır Yaşamı, şiirleri, felsefesi üzerine çeşitli çalışmalar yapılmıştır Yunus Ernre üzerine Fuat Köprülü, Burhan Toprak, Abdülbaki Gölpınarlı, Sabahattin Eyüboğlu, Asım Bezirci, F Kadri Timurtaş, Ahmet Kabaklı, Müjgan Cumbur, Abdurrahman Hoş, Mehmet Bayraktar ve Nezihe Araz gibi çeşitli tahlilci yazarlar analiz yapmışlardır
Yunus Emre? Nereli? Nerede doğmuş, nerde ölmüş, nasıl yaşayan? Kime yan, Ne gören var, ne bilen, Tümü karanlıkta Yunus'un deyişiyle görenler, bilenler de, ne söylerler, ne bir haber verirler Lakin onlarca mezarı var, üstlerinde adı var, içlerinde kendi yok; Onlarca kitabı var, içlerinde adı var, kendinin kitabı değil Ama o halkın, insanların gözdesi, soluğu, sesi, Anadoluyu insanlığı sarmış, kendi köyündeyse izinin tozu bile kalmamış; sözü alınmış, satılmış, anlara birlikte katılmış; O güzel insan kim bilir hangi gurbet köşesinde dağarcığındaki şiiriyle birlikte ölmüş, toprağa katılmış şayet ölümü üç günden sonra bile duyulmamış, ölüsü soğuk suyla yuyulmamıştır Olur Ya tersi olmuş Haberdar Olan yok Gören değil Ama o varacağı yere ulaşmış
Ama halkımız bu insanları kendi çocukları olarak benimsemiş, kişiliklerini, özünü, sözlerini kendi malı sayıp dilediği gibi evirmiş çevirmiştir O ve halkın nerede söylediğini kavramak imkansız şayet de yersiz bundan böyle Anadolu da binlerce ağızdan söylenmiş ve söylenen bir Yunus korosu var'' ''En eski yazmalarda yok diye halkın ezberinde yaşayan, ister istemez yontulan, dil değiştiren şiirleri Yunus'un saymamak hiç de bilimsel bir tavır değildir'' En eski yazmalar Yunus'un ölümünden fazla sonra derlenmiş, bu yazmalara Yunus'un diline, tutumuna, düşüncesine düpedüz tutarsız şiirler de dargın Yeni belgeler arana dursun, biz Yunus'u anarken yazmalar kadar sözlü insanlar geleneğine de saygılı olmayı daha dürüst buluyoruz (S Eyüboğlu, Yunus Emre sh: 20)
Söylencelerdeki Yunus Emre
Yunus üstüne bütün bildiklerimiz halkın masallaştırdığı gerçeklere dayanıyor Oysa masallar gerçeği değiştiriyor da tarih kitapları değiştirmiyor mu? Yeni tarihçiler eski vakit gerçeklerini ararken söylenceleri, mitleri hiç de yabana atmıyor, aksine asıl gerçeğin fazla defa onlarda bakımlı olduğunu ileri sürüyor
Söylencelere, Hacı Bektaş Veli Velayetnamesine göre Yunus Emre bir orta Anadolu köylüsü, Sakarya kıyılarında, Sivrihisar'ın Sarı köy'ünde oturur ''Taştan topraktan ekmeğini çıkaran, yağmur yağmayınca aç kalan bir Anadolu köylüsü, bütün devletlerin soymaya alışılmış olduğu bir Anadolu köylüsü Yağmur yağmaz, ekin olmaz Yunus günün birinde tohumsuz kalır Tohumsuz kalan Yunus Emre eşeğine dağdan alıç, ahlat, meyve yükler, buna karşılık birazcık tohumluk buğday aramaya çıkar Duyduğunun izini sürer işte birincil durduğu yerlerden biri de Hacı Bektaş Tekkesidir Anadolu'nun reel fatihleri Anadolu köylüsünün yanı başında, yakınında oturmayı kabul etmiş olanlardır Bu söylence bize on üçüncü ve on dördüncü yüzyıllarda Bektaşiliğin yaygın olduğunu gösterir Yunus, tekkeden alıçlarına karşılık buğday ister Hacı Bektaş Veli kendisine: Buğday yerine nefes versek olmaz mı diye sorar Yunus illede buğday der Hacı Bektaş Veli her alıça karşılık bir nefes verelim der Yunus olmaz der Her çekirdek başına on nefese kadar çıkar, Hacı Bektaş Yunus ille buğday diye dayatır Bunun üstüne Hacı Bektaş fakir Yunus'a götürebileceği kadar buğday verdirir Sevine sevine yola çıkan Yunus'u yolda bir düşüncedir alır ''Bu insan büyük insan olmasa bana buğday vermezdi Bir çuval buğday böyle bir insandan daha mı kıymetli diye düşünür, çiylik ettiğini anlar döner geriye Alın buğdayı geri, ben nefes istiyorum der Lakin Hacı Bektaş ona nasibin Taptuk Emrece verileceğini, onun tek kesine gitmesini söyler, ''senin kilidini ona verdik'' der
Taptuk Emre mi? Onu da söylencelerde arayalım Hacı Bektaş'ın Anadoluya gelmesi bir güvercin kılığındadır Bunu haber alan ve gelmesini istemeyen Abdalanı Rum birer kartal olup onun yolunu keserler Tanrısal güvercin Anadolu göklerini kara kartal kanatlarıyla astarlı bulur Fayda geçer kanatları lakin bir hayli de pençe yer Kan revan içinde yedi evli bir çepni köyüne, bugünkü Hacı Bektaş İlçesine iner, bir duvarın üstüne konar Yoksul bir köylü kadın görür yaralı güvercini, acır haline, yiyecek içecek kor duvarın üstüne Bu masal Bektaşiliğin köylerde yayıldığını ve kadınların bu tarikatte rolü ve önemi olduğunu anlatıp ip uçları veriyor Anadolunun en eski ve en büyük tanrılarının kadın olduğu unutulmamalı
Hacı Bektaş zamanla tüm Rum erenlerinden saygı ve sevgi görür, fakat Emre adında bir ermiş Hacı Bektaş'ın semtine bile uğramaz Hacı Bektaş ona Saru İsmail'i dervişini yollar, tekkesine gelmesini sağlar Gelince ona erenler arasına nasıl girdiğini sorar, o da perde arasından bir el uzandı, beni erenler arasına aldı ama ben orada Hacı Bektaş adında birini görmedim Bunun üstüne Hacı Bektaş perde aralığından sana uzanan eli görsen tanır mısın? Tanırım der Emre: Ayasında bir yeşil ben vardı O zaman Hacı Bektaş sağ elini açar, uzatır Avucunun içindeki yeşil beni gören Emre yeşil beni görünce: Taptuk! Taptuk! diye bağırır, adı o günden sonra Taptuk, kendiside Hacı Bektaş'ın yandaşı ve sözcülerinden biri olur Bu söylence bize Yunus'u kendine bağlayan Taptuk Emre'nin HacıBektaş'ın yolundan, çevresinden ayrı, belki de yeni müslüman olmuş biri olduğunu, ona bağlandığını gösterir Saru Saltuk, Taptuk, Barak Baba silsilesini izler
Taptuk Baba Yunus'un şiirlerinde inançla sevilen, yoluna baş konulan bir mürşit olarak karşımıza çıkar:
Taptuğun tapusuna
Kul olduk kapısına
Yunus miskin çiğ idik
Piştik elhamdülillah
Vardığımız illere
Şol safa gönüllere
Baba Taptuk manisin
Saçtuk elhamdülillah
Yunus bir doğan idi kondu Taptuk koluna
Avın şikira geldi bu yuva kuşu yok
Yeniden esridi Yunus Taptuk yüzün görende
Baktığım yüzde gördüm Taptuğumun nurunu
Bize kadir gecesidir bu gice
Ko erte olmasın seher gerekmez
Yunus esrüyüben düştü sokakta
Çağınr Taptuğunu ar gerekmez
Söylencemizde Hacı Bektaş Yunus'u Taptuk'un tekkesine göndermiş Yunus gidip Taptuk'a baş vurur Ilk Bektaşi tekkeleri bir çeşit uygulamalı mektep idi Her derviş bir iş görür Kimi toprakta, kimi işlikte çalışır, kimi duvar örer, kimi aş pişirir: Yunus'a da odun nakliye işi verirler Kırk yıl sırtında odun taşır, tekkesinin ocağına, özene bezene Her getirdiği odun dopdürüst dümdüzdür Soranlara: Tekkeye odunun bile eğrisi giremez der
Bir başka söylenceye kadar Taptuk hoş saz çalarmış ve Yunus ona sazı için bağlanmış Yunus uzun süre tekkeye hizmet etmiş, sonunda bıkmış ve kaçmış Yolda erenlerden yedi kişiye rastlamış, yoldaş olmuşlar Her akşam erenlerden biri içinden geçirdiği bir ermiş adına Tanrıya dua ediyor anında bir sofra geliyormuş ortaya Sıra Yunus'a geldiği akşam o da: Yarabbi, demiş, bunlar hangi kulun adına dua ettilerse ben de onun namına yal varıyorum sana, utandırma beni demiş O akşam iki sofra pat diye gelmiş Erenler şaşırıp kimin namına dua ettiğini sormuşlar Yunus önce siz söyleyin demiş Erenlerde Taptuk'un dervişlerinden Yunus diye biri var, onun adına demişler Yunus bunu duyar duymaz hiç bir şey söylemeden tekkeye geri döner ve anabacıya şeyhin karısına sığınır Söylence bize burada tekkede kadının rolünü yerini ve önemini anlatır Anabacı der oysa: Yarın sabahtan tekkenin eşiğine yat Taptuk abdest olmak için dışarı çıkarken ayağı sana takılır Gözleri iyi görmediği için bana: Kim bu eşikte yatan? diye sorar ben de Yunus, derim Hangi Yunus derse çekil git, diğer bir tekke ara kendine, başının çaresine bak Lakin bizim Yunus mu? derse anla ki gönlünden çıkarmamış, hala seviyor seni O zaman kapan ayaklarına, bağışla suçumu de Yunus Anabacının dediğini yapar, kapının eşiğine yatar, ertesi sabahleyin olan olur Taptuk: Kim bu adam? diye sorunca Yunus, der anabacı, Taptuk bizim Yunus mu? diye sorunca Yunus ayağına kapanır sevincinden ağlar
İki insan arasındaki bağlılığı, ayrılıp kavuşmanın tadını, güveni bu kadar hoş anlatabilen söylence azdır dünyada İnsanlık bu bizimsözünün içindedir Bir ülkü uğruna canlarını koyanların hepsinin yaşadıkları bir insanlık dramıdır bu Anlamayan beri gelsün İşte dup duru bir su gibi Yunus'un sevgisidir bu ( S Eyüboğlu )
Yunus her tarafta tekkeye girer Bir başka söylentiye kadar Yunus Taptuk'un kızını sevdiği için döner tekkeye Taptuk bilir Yunus'un bunun için dönmediğini Ama dervişlerinin böyle bir dedikoduya kulak vermeleri aleyhinde ne yapsın? Kızını versin mi, vermesin mi Yunus'a? Taptuk, dervişlerini palavracı çıkarmamak için kızını Yunus'a verir Lakin tekrar söylenceye göre Yunus ömrünün sonuna dek bu güzel kıza dokunmuyor Hakiki böyle yok ama ahali böyle olmasını istiyor Millet Yunus'a şehvet duygusunu konduramıyor Şehvetin onu lekelemesini özüne sindiremiyor
Yunus'un ozanlığa başlamasının öyküsü de şöyle: Yunus yıllar yılı tekkeye ağızsız dilsiz hizmet eder Günlerden bir gün Taptuk'un sofrasında bir hoş muhabbet olur Taptuk sevinçli coşkuludur O gün Yunusı Guyende adında bir ozana: Bize bir şeyler söyle der O ozanın dili tutulur o gün, hiç bir şey bulup söyleyemez Bunun üstüne Taptuk oduncu Yunus'a dönüp: Haydi sen söyle der Ve Yunus aniden başlar içinde birikenleri söylemeye, esip savurmaya İncileri dökmeye başlar
Burhan Toprak'ın deyimiyle ''Yunus Emre'nin bu altın destanı bize kendisi değin, Anadolu halkınında yüreğini ve özlemini anlatır Halk Müziği Yunus için Mevlana'ya dedirtmiştir
Bir buluşmalarında Yunus, Mevlana'ya: Mesnevi'yi fazla uzun yazmışsın, ben olsam şu söze sığdırırdım hepsini:
''Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm'' der
Yunus şiirinde Mevlana'yı sevgi ve saygıyla anar:
Mevlana meclisinde saz ile muhabere oldu
ve:
Mevlana Hüdavendigar bize nazar kılalı
Onun görklü nazan gönlümüz aynasıdır
der Mevlana şiir ve yapıtlarının hepsini Farsça yazmıştı tekrar halktan yanlamasına düşünüyor, halka sesleniyordu Bunu mükemmel bilen oğlu Sultan Veled babasının düşüncelerini Türkçeye aktarır Hacı Bektaş ocağı ve Yunus, tasavvufu, o çağın en yüksek kültürünü Anadolu halkının Türkçesiyle söylemiştir Onlar modern dilimizin, kültürümüzün hakiki öncüleridir Kimliğimizi yaratanlardır Onlar özümüzü hamurumuzu yoğuranlardır Bizi biz edenlerdir
S Eyüboğlunun deyişiyle ''Lakin Yunus'un ve halkın soluğu Kaygusuz'lar, Pir Sultanlar, Karacaoğlan'lar, Aşık Veysel'lerle için için bu güne kadar gelmiş ve ancak bu günün demokrat Türk devletinde Anadolu Türkçesini en kültürlü şairlerimize devretmişlerdir''
Elif okuduk ötürü
Pazar eyledik götürü
yaratılanı hoş gör
Yaradandan ötürü
deyip okulu bırakmış Irk, halktan uzaklaşan kültüre aleyhinde daima direnmiştir Konumuz Yunus Emre'nin okur yazar olup olmadığı değil ''Bilginlerimiz, ilk olarak Gölpınarlı olmak üzere Yunus'un ümmiliği, yani okur yazar olmadığı inancını gülünç buluyorlar Oysa Yunus'tan kalmış bir tek yazılmış söz olmaması bir yanlamasına, Anadolu'da sözlü kültür bu gün bile bir Aşık Veysel'i yetiştirecek güçtedir;'' Bektaşi tekkeleri tasavvufun en ince kavramlarını bile sözle geceli gündüzlü aylarca, yüzyıllarca İnsanların beyinlerine, yüreklerine daima aktarmış, ekmiş oya gibi işlemiştir
Okur yazar olsun olmasm, Yunus Emre halkm sözlü kültürünün adamıdır, kendi çağının en ileri düşünüşünü halkına kendi öz diliyle ulaştırmıştır Yunus aynca çağm okur yazarlanna, molJalanna karşısında savaş açmış gerçek bir kültür taşıyıcısıdır Şiir ustasıdır, gönül adamıdır, sevgi denizidir
İşte söylencesi:
Yunus'un yaşadığı yıllarda Molla Kasım diye biri varmış Bu Molla Kasım'a Yunus'un şiirlerini yazılmış olarak getirmişler Başlamış okumaya Her okuduğu şiiri dine, şeriata aykırı bularak yakıyormuş Binlercesini yaktıktan sonra üst tarafını da suya atmaya başlamış Şiirleri yakmış suya atmış, atmış, atmış derken bir şiirde, Yunus:
Yunus Emre bu sözü eğri büğrü söyleme
Seni sigaya çeken bir Molla Kasım gelir
demiş, demiş ya Molla Kasım bunu görünce Yunus'a boyun eğmiş ve yakmadığı suya atmadığı şiirleri bir define gibi saklamış Söylenceye kadar bunun için şiirlerinden binlercesini göklerde melekler, binlercesini denizlerdeki balıklar, kalan binlercesini deinsanlar söylermiş Yunus'un adalet ve millet şairi olduğunu anlatmak bakımından tarihçilerden daha bilimsel, daha ileri bir düşünüşle yüklüdür bu Rahmetli Sabahattin Eyüboğlu bu davranışlarla söylencenin: Birisi Yunus Emre'yi halkın Molla Kasım'la karşısında karşıya getirdiğini, ikincisi de bu beyite şair adının fakat birinci dizede olması gereği, tabiiliğini vurguladığını belirtmektedir Sahiden bu şiiri Yunus değil, insanlar söylemiştir gelin bu şiiri birlikte okuyalım:
Ben dervişim diyene bir ün edesim gelir Seğirdüben sesine vurup yetesim kazanç
Sırat kıldan incedir kılıçtan keskincedir
Varup onun üstünde evler kurasım kazanç
Altında gayya vardır içi nar ile pürdür
Varuban ol gölgede biraz yatasım gelir *