Son Konu

Bidatler

iltasyazilim

Yeni Üye
Katılım
25 Ara 2016
Mesajlar
2
Tepkime
1
Puanları
38
Yaş
35
Credits
-2
Geri Bildirim : 0 / 0 / 0
Bid’at; bir örneği olmaksızın yapılan, sonradan icat edilen şey

‘Bid’at’, ‘ibdâ’ kökünden türemiştir İbdâ, önceden yapılmış bir şeyi örnek almaksızın yapma ve icat etme demektir Buna göre ‘bid’at’ sözlükte, daha önceden bir örneği olmaksızın yapılan, sonradan icat edilen şey (muhdes) demektir

Kavram olarak ‘bid’at’; Şeriata karşıt olması sebebiyle onunla ters düşen ve onda bir fazlalık ya da noksanlığa neden olan şeydir Bid’at Sünnetin zıddı olarak kullanılmaktadır ki, Şârî’nin (din koyucunun) açık ya da dolaylı, sözlü ya da fiilî izni olmaksızın, dinde sahâbeden sonra ortaya çıkan eksiltme ya da fazlalaştırmadır

Peygamberimiz (sas) şöyle buyuruyor: “(Dinde) Sonradan ortaya çıkan her şey bid’at’tır; her bid’at dalâlettirsapıklıktır ve sapıklık insanı ateşe sürükler (Müslim, Cum'a 43, hadis no: 867, 2592; Ebû Dâvûd, Sünne hadis no: 4606, 3201; İbn Mâce, Mukaddime 7, hadis no: 4546, 117; Nesâî, Iydeyn 22, 3153) “Allah (cc) bid’at sahibinin, orucunu, namazını, sadakasını, haccını, umresini, cihadını, (hayır yoluna) harcamasını, şâhidliğini kabul etmez O, kılın yağdan çıktığı gibi dinden çıkar (İbn Mâce, Mukaddime 7, hadis no: 49, 119)

Bu kadar tehlikeli ve imandan ayırıcı olan bid’at konusunda müslümanların doğal olarak duyarlı olmaları gerekir Allah (cc) kendi dini olan İslâm’ı peygamberinin tebliği ile insanlara ulaştırmış ve onu tamamlamıştır (5Mâide, 3) Hz Muhammed (sas) yaşayarak ve uygulayarak İslâm'ın ne olduğunu ortaya koymuştur Hiç bir insanın bu dine müdâhale hakkı yoktur; kimse ne dinden eksiltme yapabilir ne de ona bir şey ilâve edebilir Sonradan ortaya çıkan ve yetkili ilim adamları tarafından yapılan ictihâd (fetvâ verme) ise, dine ilâve değil; dinî hükümleri sistemleştirme ya da yeni sorunlara Kur’an ve hadislerle cevap bulabilme gayretidir

Ancak, değişen zamana göre, gelişen ilimler doğrultusunda yeni yeni şeyler icat edilir, yeni buluşlar ve teknikler, hatta yeni görüşler ortaya çıkabilir Bid’at’ın sözlük anlamına takılarak, yeni ortaya çıkan her şeye bid’at demek mümkün değildir Bu hem Din’i anlamamak, hem de Din’in mubah (helâl) alanını haksız olarak daraltmak, Din’in uygulanmasını zorlaştırmaktır

Bid’at’ı bu şekilde anlayanlar günlük hayata biraz da zorunlu olarak giren yenilikleri bid’at kelimesiyle bağdaştırmanın yoluna gittiler ve bid’at’ı, ‘hasenegüzel’ ve ‘seyyiekötü’ diye ikiye ayırdılar Hatta bazı bilginler daha da detaya inerek bid’atları; vâcip, haram, mendup, mekruh ve mübah olmak üzerer beş kısma ayırmışlardır

Bid’at’ı dar kapsamlı olarak, yani kavram anlamıyla alanlar, onu inanç ve amellerde dine yapılan ekleme ve eksiltme olarak tanımlamışlardır Böyle düşünenlere göre, dinî bir özelliği olmayan, insanların dünyalık işleriyle ilgili, İslâm’ın mubah dediği alana giren şeyler bid’at kapsamında değildir İnsanların örf olarak yaşattıkları Din’e aykırı olmayan âdetler, sonradan gerek bir ihtiyacı karşılamak, gerekse ilmî araştırmalar sonucunda geliştirilen icatlar, üretimler, bazı kurumlar, ya da fikirler bid’at alanının dışındadır

Kimileri, hasene (güzel) dedikleri bid’at’ı, Din’e bir ekleme olarak ele almazlar Bunu Peygamberimizin haber verdiği ‘güzel bir çığır açma’ hadisine dayandırırlar “Kim benden sonra terkedilmiş bir sünnetimi diriltirse, onunla amel eden herkesin ecri kadar o kimseye sevap verilir, hem de onların sevabından hiç bir şey eksiltmeden Kim de Allah ve Rasûlünün rızasına uygun düşmeyen bir sapıklık bid’at’ı icat ederse, onunla amel edenlerin günahları kadar o kişiye günah yüklenir, hem de onların günhlarından hiç bir şey eksilmeden (İbn Mâce, Mukaddime 15, hadis no: 209210, 176 Bir benzeri için bkz Müslim, İlim 16, hadis no: 2674, 42060; Tirmizî, İlim 16, hadis no: 2677, 545)

Onlar, teravih namazını cemaatle ve yirmi rek’at kılınmasına bid’at diyenlere Hz Ömer (ra)'in ne güzel bid’at!demesini delil olarak alırlar Halbuki Hz Ömer (ra) bid’ate güzel demedi, tam tersine; teravihin bu şekilde kılınması bid’at değildir Eğer siz kendi fikrinize göre ona bid’at diyorsanız, o zaman bu ne güzel bid’at’tırdemek istemişti

Onlara göre “Her yeni uydurma bid’at’tir hadisinden, Dinin esaslarına, Hz Peygamber’in ve O’nun ilk dört halifesinin yollarına uymayan şeyler anlaşılmalıdır Bu bid’atler, Hz Peygamber’in Sünnetinin ortaya koyduğu ilkelerle uyuşmaz, onlara aykırıdır Hatta bu bid’atler, bir şer’î (dinî) hükmü kaldırırlar, yerine kendileri yerleşirler

Bid’atı, iyi ve kötü diye ikiye ayırmayan, onu dar kapsamlı yani kavram anlamıyla alanlar bu yorumlara katılmayarak derler ki; Yukarıda geçen ‘Sünnetin diriltilmesi (ihyâ edilmesi)’ yeni bir şey icat etmek değildir Unutulmuş bir sünneti yeniden hayata kazandırmaktır Hz Ömer (ra)'in terâvih namazıyla ilgili uygulaması da yeni bir ibâdet çeşidi veya sonradan ortaya çıkmış bir uydurma değil; örneği Peygamber'in hayatında görülen ve O’nun tavsiye ettiği bir ibâdetin sürekliliğini sağlama düşüncesidir

Bid’at Din’de temeli olmayan inançları ve ibâdet şekillerini İslâmî bir kılıfla İslâm’a yamamaktır İslâm dışı görüş, inanış ve tapınmaları İslâm'a mal etmektir Bunları yapanlar yaptıkları işin Din’e aykırı olduğunu bile kabul etmezler Bundan dolayı Süfyânı Sevrî ve bazı âlimler şöyle demişlerdir: “Bid’at, İblis’e, mâsiyetten (günâh işlemekten) daha sevimlidir Çünkü bid’atin tevbesi olmaz, halbuki kişi günâhından dolayı tevbe edebilirBid’atin tevbesi olmazsözünün manası şudur: Allah (cc) ve Rasûlünün (sas) ortaya koymadıkları bir şeyi din edinen kimseye amelleri süslü gösterilir O yaptıklarını doğru zannetmeye başlar Kötü amellerini güzel görmeye devam ettiği sürece de tevbe etmiş olmaz Her şeyden önce tevbenin başlangıcı; kişinin işlediği fiilin tevbe etmesi gereken kötü bir amel olduğunu kabul etmesi, ya da tevbeyi gerektirecek denli vâcip veya müstehab bir dinî emri terkettiğini bilmesidir Bir kişi, kendi yaptıklarını güzel görmeye devam ettikçe tevbeye ihtiyaç duymaz

Bid’at ehlinin tevbe etmesi, Allah’ın ona hidâyeti göstermesi ile mümkündür Bu da ancak kişinin bildiği Hakk’a uyması ile gerçekleşebilir “Bildiği ile amel edene Allah (cc) bilmediği şeyleri de öğretir (Ebu Nuaym, Enes b Malik’ten, nak Ibni Teymiyye, Takvâ Yolu, s: 14) Rabbimiz şöyle buyurmaktadır: “Doğru yolu bulanların Allah hidâyetlerini artırmış ve onlara takvâlarını (Allah’tan korkup sakınmalarını) vermiştir (47Muhammed 17; ayrıca bkz 4Nisâ, 6668; 57Hadîd, 28; 5Mâide, 16)

Peygamberimiz'in deyişiyle bütün bid’atler merduttur (reddedilmiştir) Hiç birinin İslâm'a göre bir değeri ve hükmü yoktur Çünkü böyle bir şey, İslâm’da eksiklik veya fazlalık olduğu düşüncesine dayanır Halbuki Din Allah (cc) tarafından insanlar için beğenilip gönderilmiş ve tamamlanmıştır Onda eksik veya fazla bir şey yoktur Bid’atçıların bir kısmı Kur’an’a ve Sünnet’e aykırı inanç ve amelleri uydurup İslâm'a sokarlar, onları Din'denmiş gibi sunarlar Bazıları da İslâm'ı daha iyi yaşamak, daha dindar bir müslüman olmak amacıyla yeni ibâdet ve inanış türleri uydururlar Her iki tutum da yanlıştır İnsanlara düşen görev, İslâm'ın, olmayan eksikliklerini bulup kendi akıllarınca o eksiklikleri gidermek değil; İslâm'a hakkıyla teslim olarak ellerinden geldiği kadar onu yaşamaktır Unutmamak gerekir ki hiç kimse İslâm'ı Hz Muhammed (sas)’den daha güzel yaşayamaz, O’ndan fazla dindar olamaz

‘Güzel bid’at, kötü bid’at’ tanımları net değildir Hangi inanış, hangi amel ve âdet bid’attır, hangisi güzeldir, hangisi kötüdür? Bu gibi değerlendirmeler kişilere ve kültürlere göre değişebilir Bid’atın sınırlarını kim ve nasıl çizecek? Tarihte ve günümüzde hemen hemen her grup (hizip) kendi düşündüğünün ve yaptığının doğru, diğerlerinin yaptıklarını yanlış görmektedir Herkes görüşlerini ve eylemlerini Kur’an ve Sünnete dayandırma iddiasındadır Hiç kimse de yaptığının bid’at olduğunu kolay kolay kabul etmez
Onun için bu konuda da dikkatli olmak ve her şeye bilmeden ‘bid’at’ demek, ya da o şey gerçekte bid’at ise onu da İslâm'dan sayma yanlışlığına düşmemek gerekir Kur’an’ı ve Hz Muhammed (sas)’in yaşayıp tebliğ ettiği Din’i iyi bilirsek; bid’atleri daha iyi tanıyabiliriz Peygamberimiz'den sonra ortaya çıkan bütün fikirlere, icatlara, kurumlara, yani her şeye kavram anlamında bid’at demek yanlış olduğu gibi, din kılıfı geçirilmiş sonradan ihdas edilmiş şeyleri de kabul etmek mümkün değildir

Meselâ, mezar ziyareti ibret verici ve sevaptır; ama, türbeye veya mezarın yanındaki bir şeye çaput bağlamayı, mezardaki ölüden bir şey dilemeyi nereye koyacağız? Zikir yapmak, Allah’ı her an ve bütün ibâdetlerle anmak, hatırlamak Kur’an’ın emridir; ama, kolkola girerek, yatarakkalkarak, ayılıpbayılarak, kendinden geçerek, feryat ederek zikretme(!) davranışlarının delilini nerede bulacağız? Âlimleri dinlemek, derslerinden, sözlerinden, ahlâklarından ve ilimlerinden faydalanmak güzeldir, gereklidir de Ancak bir âlime, bir şeyhe bağlanılmadan, ömür boyu onun peşinden gidilmeden İslâm yaşanmaz, şeyhi olmayanın mürşidi şeytandırgibi iddiaları nereye koyacağız? Ölünün arkasından duâ etmek, onu hayırla anmak güzeldir Ama onun arkasından yapılan kırkıncı, elli ikinci gece ve mevlid merasimlerini hangi âyete ve hadise dayandıracağız? İslâm'da biat (seçim), şûrâ, din hürriyeti, hoşgörü ilkelerinden hareketle; şirk ve zulüm düzenlerini, İslâm'a aykırı yapılanmaları İslâmî sayabilir miyiz? Hoşgörünün sınırları; sapıklıkları, isyanları, Din’e hakarate varan tavırları kabullenmek midir?
İslâmî olmadığı halde Islâm kılıfıyla sunulan bütün inanç, amel, tavır ve anlayışlara karşı duyarlı olmak zorundayız Bunlar Din’den olmadığı halde ona sokulan bid’at ve hurafelerdir Her bir bid’at, müslümanın hayatından bir sünneti alıp götürür Hz Muhammed (sas)'in Sünnetini iyi tanıyanlar ve onu bir hayat olarak yaşayanlar bid’atlerin tuzağına düşmezler (19)

Bid'at, bir nesneyi yeniden peydahlamak mânâsına gelir Örneği ve benzeri olmayan bir şeyi ortaya çıkarmak, üretmek demektir Yeniden vücuda getirmenin olumsuz yönlerini ifade için bid'at sözcüğü kullanılmaktadır Türkçedeki türedikelimesi, bunun tam karşılığıdır Kur'an'da bid'at kelimesinin kavramsal ve kurumsal mâhiyette ele alındığı âyete bakarsak, konu daha iyi anlaşılacaktır: Sonra bunların izinden ardarda peygamberlerimizi gönderdik Meryem oğlu İsa'yı da arkalarından gönderdik, ona İncil'i verdik; ona uyanların kalplerine şefkat ve merhamet vermiştik Uydurdukları (ibtedeû, bid'at icat ettikleri) ruhbanlığa gelince, onu Biz yazmadık Fakat kendileri Allah rızâsını kazanmak için yaptılar Ama buna da gereği gibi uymadılar Biz de onlardan iman edenlere mükâfatlarını verdik İçlerinden çoğu da fâsıktıryoldan çıkmışlardır(57Hadîd, 27) Peygamberler tarihinde bid'atatürediliğe örnek olarak hıristiyan ruhban sınıfının icat ettiği ve sonra da ilkelerine saygılı olmadıkları ruhbanlık gösterilmektedir Bid'atın omurgasını tanımamızı sağlayan bu âyet gösteriyor ki, bid'atlar:

1 İyi niyetle, Hak rızâsı kazanmak gâyesiyle icat edilebilirler; bu, onların bid'at olmasını engellemez
2 Bid'at olarak ortaya çıkarılan şeye bir süre sonra bizzat onu icat edenler bile uyamazlar

Böylece, dikkatler şu iki noktaya çekilmektedir: Bu dinin Peygamber(ler)i de (46Ahkaf, 9), kavramları ve kurumları da bid'attüredi değildir Bu bir dindir ki, Yaratıcı onu ilk insanla başlatmış ve asırlar boyunca insanı onun değişmez, zaman üstü ilkeleriyle eğitmiştir Bu ilkeler tüm peygamberlerin mesajlarında aynıdır Kur'an bu mesajları toplayan kitaptır Kur'an'ın din dediğine, Peygamber'in din dediğine eklemeler yapan, bid'atçılıktüredilik yapar ve uydurma bir din icat eder Tamamlanan, kemâle eren ve adına İslâm denilen bir dinin (5Mâide, 3) bid'utuydurmatüredi kişi, kurum ve kavramlara ihtiyacı yoktur O yüzden bid'atı bazı âlimler şöyle tanımlar: Kemâle erdirildikten sonra dinde ortaya çıkan nesneye denen bid'at, dinde Peygamber'den sonra ortaya çıkan tutku ve davranışlardır Dinde ortaya çıkan eksiltme veya artırmalar için kullanılır
Bid'at, dinin vahye dayanan tespitlerine, buyruklarına, kabullerine yapılan ekleme veya bunlarda vücuda getirilen eksiltmedir Buna göre bid'at, din bünyesinde sözkonusu olur Hayatın diğer alanlarındaki yeniliklerin bid'at kavramıyla irtibatlandırılması tam bir saptırmadır Hatta, diyânet denen ve dine getirilen beşerî yorumları içeren alandaki yenilikler de bid'at kavramı içine girmez Bid'atın sözkonusu edilebilmesi için dinbünyesinde yeni icatların olması gerekir Bid'at, dinde olmayan şeyi dine sokmaktır Bid'at, Allah'ın din olarak gönderdiğinde olmayan şeyi var göstermektir Bid'at, vahyin oluşturduğu tevhid anlayışına aykırı kabuller icat etmektir

Yine, bid'atın hasenesigüzeli olduğunu ifade etmek, temelden yanlıştır Güzel bid'at tâbiri, birçok olumsuzluğun gözden kaçmasına yol açan bir maske tâbirdir Ortaya getirilen bir yenilik, dinde olmayan bir şeyi icat etmektedir; bunun güzeli olmaz Dine ekleme yapmanın güzeli olacağını söylemenin kendisi bid'attır Bir bid'atı ölçüt yaparak başka bir bid'atı tanımlayamayız Ortaya getirilen yenilik, dinle iligil değil de hayatın başka alanlarıyla ilgili ise onun bid'at kavramıyla hiçbir ilgisi yoktur Bid'at, eski örf ve âdetlerin yerine yeni örfler koymanın adı değildir; dinin tesbitlerinin yerine eski veya yeni herhangi bir âdeti koymanın adıdır Bazıları ne hikmetse, eski âdetlere bağlılığı bid'at saymazken yeni âdetlere en küçük bir itibarı hemen bid'at ilan eder Oysa ki âdetin dinleştirilmesi, her hal ve şartta bid'attır Bunun birkısmı günah bid'atı olur, birkısmı şirk bid'atı Ama güzel bid'at asla ve asla olmaz Âdetler dinleştikçe din de âdetleşir Bunun sonu, dinin tahribi ve saygınlığının yok olmasıdır

Yaşadığımız toplumda bid'atlara karşı çıkmak adına ortaya çıkıp en yıkıcı bid'atları üreten kişi ve zümreler hayli çoktur Bunlara göre bid'at, öncelikle eski kabullere aykırılıktır Daha net bir çerçeveden bakılınca bid'at, bu insanların mensup oldukları fırkanın kabullerine ters her şeydir Bunlar için olay biz ve ötekilerolayıdır Din, bunun sadece dokunulmazlığını sağlayan bir araçtır Bid'at suçlamalarında bulunanların çoğu, vahyin verilerini değil; kendi mezhep, tarikat, cemaat, ırk veya bölgelerinin âdetlerini esas alarak başkalarını bid'atla itham ettiler Bid'atı Kur'an ve sahih sünnete aykırılık olarak asla tanıtmadılar Yani bid'atla mücadele adı altında bir tür yozlaştırma yaptılar

Allah'ın dininde eksiltme veya artırma yoluyla değiştirme olarak ortaya çıkan bid'atın en kötü yanı, genellikle iyi niyetle sergilenmesidir Bu iyi niyet zemini, bid'atın toplumda revaç bulmasına sebep olmakta, bunun sonucunda da sapma sessizce yerleşmekte ve dine eklenen âdet ve alışkanlıklar dinleşmektedir İman Süyûti bu konuda şunları söyler: Bid'atların bir kısmını, halkın ibâdet ve Allah'a yaklaşma zannıyla yaptıkları oluşturmaktadır Oysa ki esâsında bunların terk edilmesi ibâdettir Câhiller bunların görüntüsünün ibâdeti andırmasına aldanarak esasında yasak olan fiilleri ibâdet yerine koymaktadır Burada aldatıcı olan, 'daha çok ibâdet etme' hırsıdır İşte bu hırs, insanları, ibâdet görüntüsü veren bu yasakları icrâya itmektedir Bu tür ibâdetlerin haram olanı vardır, mekruh olanı vardır Hz Ömer, Cuma namazının ardından iki rekât ilâve namaz kılan bir adamı engelleyip mescidden uzaklaştırmıştır(Celâleddin Süyûtî, elEmru bi'lİttibâ ve'nNehyu ani'lİbtidâ (Bid'atlar), Beyrut, 1998, s 5557)

Bid'at yüzünden saparak beşerî âdetleri din gibi yaşamaya kalkışanların vücut verdikleri günah yükü, bid'atı icat edenlerin boynuna binecektir Çünkü Kur'an, ilimsizlik yüzünden insanların sapmasına sebep olanların, saptırdıkları insanların günahlarına ortak olacaklarını çok açık bir biçimde bildirmiştir: Onlar, kıyâmet günü, kendi günahlarını tamamen yüklendikten başka, ilimsizlik yüzünden saptırdıkları kişilerin günahlarının bir kısmını da yükleneceklerdir Bakın, ne kötü şey yükleniyorlar(16Nahl, 25) Şâtıbî'ye göre bid'at, bir şirk kurumudur ve esası da Allah'a iftira ederek dine haramhelâl, iyikötü hükümleri eklemektir Bu ilâve kabuller onları uyduranlar tarafından süslenip püslenmekte ve taklit bedavacılığında rahat arayanlar tarafından benimsenip hayata geçirilmektedir (Şâtıbî, elİ'tisâm, R Rızâ Y Mısır, c 1, s 126139) Şâtıbî'ye göre bid'atçılık, lânetlenmeyi gerektiren istisnâî cürümlerden biridir (Age s 117) (20)

Mescidlerdeki Bid'atler
Mescidlerle ilgili birçok bid'at, İslâm'a ve müslümanlara rağmen maalesef hâlâ yaşamaktadır Câmilerde görülen bid'atlerin en önemli ve yaygınlarını saymaya çalışalım:

a Mescidlere kadınerkek her müslüman girebilmesi gerektiği halde, Asrı saâdette ve Peygamberimiz'in sünnetinde kadınların mescide devam etmelerinin kısmen veya tamamen engellenmesi diye bir şey olmadığı halde (Ahmed bin Hanbel, 666, 90, 154; Müslim, Salât 16, 137; Ebû Dâvud, Salât 13; Tirmizî, Cum'a 48, 64; Buhârî, Cum'a 13), kadınların Cuma ve bayram namazlarında, teravih veya vakit namazlarında cemaatten, câmideki vaaz ve nasihatlerden, sosyal faâliyetlerden din adına mahrum bırakıldığı sözkonusudur Dolayısıyla günümüzde kadınlara mescid yolunu göstermemek, onları mescidlerden uzaklaştırmak, en azından bid'at olacaktır Onlar, özellikle Cuma günü ve benzeri özel günlerde câmideki hitâbe, öğüt ve vaazlardan hisse almalı, cehâlet karanlığından kurtulmalıdır

b Pis kokular yayanların mescide girmelerini Rasûlullah yasaklamıştır Hatta helâl ve şifalı bitkiler olan soğan sarımsak gibi hoş olmayan kokulara sebep olan gıdaları yiyenlerin mescide gelmemelerini istemiştir (bkz Buhârî, Ezan 160; Müslim, Mesâcid 68, 69, 71; Ahmed bin Hanbel, 220, 266, 429; İbn Mâce, İkamet 58) Fosur fosur sigara içen ve sigarasını lütfen câmi kapısında söndürüp atan ve sigara içmeyenleri, soğan yiyenlerin kokusundan rahatsız olduğundan çok daha fazla etkileyen kişi, durum değerlendirmesi yapmalıdır Tabii, birini tercih etmesi gerekiyorsa neyi tercih edeceğine de karar vermelidir

c Mescidler, imkânlar zorlanarak asrı saâdetteki fonksiyonlarına yaklaştırılmalı, faâliyet alanlarını genişletmelidir Mescidlerin çok yönlü faâliyetlere merkezlik teşkil etmesi yüzünden, insanlar oraya daha fazla gelecektir; mescid, sosyal hayatın merkezi, en vazgeçilmezi olacaktır Çok yönlü hizmetleri yüzünden cemaatle kılınan namaz, 25 veya 27 derece daha üstündür Mescidin bu çok yönlü fonksiyonunun kalktığı, kardeşlik ve kaynaştırmanın yerini hizip ve politik çekişmelerin, dedikoduların aldığı için, günümüz cemaatlerinde bu derece sevap fazlalığının bulunduğunu söylemek zordur Şimdi ne o takvâ mescidi, ne de bir namazı 27 derece yükselten erdem sahibi cemaat

ç Mescidlerde konuşulmayacağı, dünya kelâmı edilmesinin yasak olduğuna dair hiçbir şer'î hüküm yoktur Yasak olan, lağvdırboş söz, gereksiz lakırdıdır, mâlâyanidir, ki bir hayır amacına ulaştırmayan bu gereksiz söz, sadece mescidde değil; her yerde yasaktır (bkz Mü'minûn, 3) Bütün evren secde halinde olduğundan arzın her yeri mescid hükmündedir İnsanlık açısından mescid olma hali ise o mekânda secde edilmesine bağlıdır
d Belirli mekânları mescid edinip başka yerde namaz kılmamak veya kılınamayacağını iddia etmek de bid'attir, yanlıştır Evleri de kabir haline getirmemek, oralarda özellikle farz dışındaki namazları edâ etmek Peygamber tavsiyesi ve uygulamasıdır

e Bugünkü câmiler, dolaylı yoldan da olsa devlet kanunlarıyla yönetildiğinden, imamlar bazı dinî emirleri de uygula(ya)mamaktadır Örnek olarak, müslüman olmadığı bilinen, hatta din düşmanı olarak tanınan bir kimse öldüğünde hangi görevli, “ben bunun cenaze namazını kıldırmam! diyebilir? Kur’ânı Kerim, Allah’ın dininden hoşlanmayan fâsıkların, kâfir ve münâfıkların namazlarının kılınmamasını, mezarları başında durulmamasını isterken, tâğut ve zâlimler için duâlar edildiğini görüyoruz “Onlardan ölen hiçbirine asla namaz kılma; onun kabri başında durma Çünkü onlar, Allah ve Rasûlünü inkâr ettiler de fâsık olarak öldüler (9Tevbe, 84)

f Farz namazdan sonraki müezzinlik fasılları bid'attir Müezzinin namaz esnasındaki görevi ezan ve kametle sınırlıdır Farz namazlarından evvel veya Cuma namazında hutbe öncesinde İhlâs sûreleri veya başka âyetler okumak sünnette olmayan bir davranıştır

g Kur'an ve sünnetin belirlemediği uydurma ibâdet veya bereket unsuru kabul edilen şeylerin mescide sokulması bid'attir Tesbih adı altında câmiye sokulan bazı araçlar, onların cemaat arasında ona buna atılması huzur bozan bir davranıştır Câminin duvarlarına, kubbesine levhalar, yazılar yazmak, dikkat çekici süsler yapmak da bid'attir İmam Mâlik gibi nice âlimler câminin mihrabına bir Kur'an âyetinin yazılmasına bile karşı çıkmıştır

h Namaz kılan cemaatin secde ettiği yerden daha yüksek ve câmide çıkıntı olacak şekilde mihrap yapmak da doğru değildir Hatta mihrabın Emevîler döneminde câmiye konmaya başlandığından, Peygamber mescidinde bulunmadığından tümüyle bid'at olduğu değerlendirilir

ı Mescidlere para toplamak için konan sadaka sandıklarına İmam Mâlik karşı çıkmış, Allah, mâbedleri dünyalık toplama yeri yapmadıdemiştir Câmiler dilencilik yapılacak yerler olmamalı; imamlar ve vâizler de dilenci Cuma’dan cumaya câmiye gelen adamdan para isteme ve fâsıkların, hatta müslüman oldukları şüpheli olan insanların, haram olduğu halde câminin îmârına katkıda bulunması (9Tevbe, 17) isteniyor; namazsızlar veren el olduklarından aziz, câmi ve görevliler isteyen ve alan el oldukları için altta ve zelil oluyor Denilebilir ki, “efendim, ne yapalım, câminin halıları değişecek, süslü âvizeler alınacak, paraya ihtiyaç var

Halbuki Cuma ve bayram namazında câmiye gelenleri, kayıp çocuklarımız ve misafirlerimiz olarak kabul etmeli, onlara biz birşeyler verebilmeliyiz Onlar ayakkabı çalınma riskinden veya yine para isterler anlayışından dolayı câmiden kaçma yolu arayan değil; câmide dağıtılacak hediyelerden ve sunulan imkânlardan yararlanmak için de olsa aramıza katılabilmeli Câmiye çok nâdir gelen Cuma cemaatine kitaplar, broşürler, dergiler, kasetler, başka hediyeler verebilmeli, ondan bir şey kesinlikle istememeliyiz Cebine değil, gönlüne hitap etmeli, gönlünü ve gözünü doyurabilmeliyiz Hemen bütün peygamberlerin toplumlarına bir hitabı vardır: “Sizden hiçbir ücret istemiyorum Benim ücretimi (ecrimi, mükâfatımı) verecek olan ancak âlemlerin Rabbi Allah’tır (26Şuarâ, 109, 127, 145, 164, 180)

i Yine, bir câmi inşaatı için elde makbuz, çarşı pazar geziliyor, önüne çıkan dinli dinsiz herkesten câmi için yardım isteniyor Bunun, dini ve câmileri küçülten bir tavır olduğu kadar, Kur’an’ın yasakladığı (9Tevbe, 17) bir tavır olduğunu belirtmek gerekiyor

j Mescidlerde ticaret yapılması da çirkin bir bid'attir Özellikle Diyanet, kendi kasasını şişirmek için kendi memurlarına, kendi yayınlarını câmide pazarlamalarını emretmektedir Takvim, dergi, kitap ve makbuzlarının satılması şeklinde örneklerini gördüğümüz ticaretle ilgili işler için mescidin kullanılması Hz Peygamber'in bizzat yasakladığı hususlardandır

k Günümüzde, mescidlerle ilgili bir başka yanlışlık da, çoğu müslüman halk tarafından yapılıyor: Filan vilâyet veya uzak semtten Sultan Ahmet Câmiini veya câminin içindeki Konya’ya Mevlâna müzesini ya da başka bir câmiyi ziyaret etmeye gidiyorlar Câmi ziyaret edince sevaba girdiklerini zannediyorlar Halbuki câmi ziyareti kasdıyla yapılan bu davranışlar, yanlıştır, yasaktır, vebaldir Çünkü yeryüzünde namaz kılmak ve ziyaret etmek maksadıyla yolculuğa çıkılabilecek ancak üç mescid vardır “Üç mescidden başka bir yere (ibâdet ve ziyâret etmek için) özel olarak yolculuk yapılmaz; Mescidi Haram, Mescidi Aksâ ve Benim mescidim (Buhârî, Fedâilu’sSalât Salâtu Mescidi Mekke 1, 6, Savm 67; Müslim, Hacc 74; Ebû Dâvud, Menâsik hadis no: 2033; Tirmizî, Salât 243, hadis no: 326) Bugün müslümanlar, maalesef Mescidi Aksâ’yı ziyaret edememektedirler Hiç olmazsa hacca gidenlerin yol üzerinde uğrayıp ziyaret edebilecekleri ilk kıblelerine gitme yollarını bulmak bedel istiyor; insanımız da kolay sevap istediği için bedele yanaşmıyor

l Peygamberimiz'in her Ramazan'da mutlaka yaptığı mescidde i'tikâf sünneti unutulmuş, câmiler i'tikâfsızcoşkusuz kalmıştır İtikâf, bilindiği gibi, dünya işlerinden arınıp bir mescidde özellikle Ramazan ayının son on günü ibâdete çekilme demektir Bu kuvvetli sünnetin terk edilmesi, mescidlerimiz açısından önemli bir eksikliktir İ'tikâfın ihyâ edilmesi gerekmektedir
m Bid'at unsurlarının bulaştığı mescidlere girmeme hakkı olan mü'minlerin, şirk unsurlarının bulaştığı mescidlere girmeme zorunluluğu vardır (Bkz 7A'râf, 29; 9Tevbe, 107109; 72Cinn, 18)

n Mescidin dırar olmasızararlı mescid haline gelmesi, mescidin sadece o niyetle yapılmasını gerektirmez Mescidi Dırarla ilgili âyeti kerimede (9Tevbe, 107), yapmak ve kurmak anlamında bir kelime kullanılmamış, ittihaz (edinme)kelimesi kullanılmıştır Bu demektir ki, bir mescidin zarar vermesinden söz etmek için, daha yapılırken o niyetle yapılmış olması şartı aranmaz İlk zamanda, hatta yüzyıllarca iyi hizmetler verdiği halde günün birinde zarar veren mescidhaline dönüşen binalar olabilir

o Mü'minleri fırkalara bölmek, tefrika çıkartmak için mescid yapmak veya yapılmış mescidleri bu maksatla kullanmak, dırar mescidinin özelliğidir Avrupa'da Türkler tarafından mescid haline getirilen yerlerde çok net sırıttığı gibi, her fırkanın kendine has bir câmisi vardır Câmiler, sadece Allah'ın olması gerektiği (72Cinn, 18) halde, falancıların mescidi, filancıların câmisi diye câmiler gruplarıyla bilinir ve çoğu mescidde ırklar ve uluslar arası ayrım özelliğine işaret anlamına gelecek tarzda Türk bayrakları, hem de mihrab veya minber civarında bulunur Sadece kendi gruplarına ait mescidlerde toplanıp namaz kılanlar, öteki câmilerde namaz kılmaz ve o mesciddekilere müslüman gözüyle bakmaz Hemen hepsi, birbirinin gıybetini etmeyi cihad zanneder

ö Rus işgali dönemindeki Afganistan'da ve günümüzde nice yerlerde örnekleri görüldüğü şekilde, câminin İslâm düşmanı olanlara, dini kullanmak ihtiyacı duyan ikiyüzlü kişilere barınak yapılması da bid'at olmaktan öte şirk unsurudur, dırar özelliğidir Senelerce kahır ve zulüm altında inlettikleri müslümanların mâbedlerini, onları sömürmek, kontrol etmek ve birbirine düşürmek için kullanma alçaklığının İslâm tarihinde ilk temscilcileri Emevî hânedanıdır Onlar, İslâm'ın zaferi önünde eğilmek zorunda kaldıklarında, müslüman kanı damlayan kılıçlarını kınlarına soktular ve o kılıçlarla dize getiremedikleri müslümanları, musallat oldukları mâbedlerinden vurdular Bu öyle bir vuruştu ki, en büyük kahrını, dinin tebliğcisi Peygamber'in evlâdı üzerinde gerçekleştirdi Onları zehir ve kılıçla yok etmekle yetinmedi, tevhidin mâbedinden yaklaşık bir asır o aziz Rasûl evlâdına ezan ve hutbelerden lânet okuyarak o Peygamber'in ümmetine âmin dedirtti Ömer bin Abdülaziz (ölümü; 102720), Rasûl evlâdına okunan bu lâneti mescidlerden kaldırdığında, kavramları tersine çevirmeye örnek olarak onu şu şekilde itham etme çarpıklığına gidebildiler: Sünnete muhâlefet ediyor

p Mescid yapımında, Allah rızâsı ve takvâ kaygısından başka herhangi bir kaygının rol oynaması da Dırar mescidinin temel özelliğidir Kişisel menfaat, şöhret hırsı, grup ve parti çıkarı, ekonomik rant vb bu özelliklerdendir

r Mescidlerde Allah'ın dışında herhangi bir kişiye sığınılması, yakarılması, herhangi bir kişinin Allah ile kul arasında vesîle ve aracı yapılması da, mescidin takvâ mescidi özelliğinin kalkması demektir (72Cinn, 18) Bu durum, ulûhiyet şânından olan özelliklerin Allah dışında bir varlığa verilmesini ifade ettiği için şirktir Allah'ın dışında kişi veya kişiler için çağrıda bulunulması, övgüler dizilmesi, propaganda ve reklâm yapılması da mescidlerdeki çirkin davranışlardandır İslâm'ın temel kabullerine zıt unsurların sokulduğu mescidlerdeki bu durumlara karşı çıkılmalı, tavır alınmalıdır

s Mescidlerin vazgeçilmez fonksiyonlarından biri, oradaki cemaatin birbirlerinin dertleriyle dertlenmesi ve istişâre etmesine zemin olmasıdır Bu ibâdet ve meşveret yerlerinde müslümanlar, eşitlik kuralına uyarlar Kimsenin kimseye meslek, maddî güç, makam vb açıdan üstünlüğü olamaz Bu ayrımlara göre saflar düzenlenip bazılarına ayrıcalık verilemez Herkes aynı safta ve omuz omuzadır Bu yüzdendir ki, imamın da cemaatten yüksek bir yerde namaz kıldırması doğru değildir; hatta bunu câiz görmeyenler bile vardır (Ebû Dâvud, Salât 67) Hatta bazı ülkelerde günümüzde de uygulandığı şekilde, mihrabdaki imamın cemaatten daha yüksek yerde namaza durarak gurura kapılmaması için, mihrab câmideki cemaatin secde ettiği zeminden daha aşağıda olmasının daha faziletli olacağı değerlendirilebilir

ş Cemaatteki bu eşitlik, ancak bir noktada bozulur; o da ilim ve ibâdet noktasıdır Mescidde, ilk safta ilim ve takvâ bakımında önde olanlar bulunur Bunlar, imâmet ve riyâset namzedi oldukları gibi, müzâkere ve müşâverede de reylerinden en fazla yararlanılan kişilerdir İmamın, namazdan sonra arkasını mihraba, yüzünü cemaate dönüp oturması, duâ için olmayıp, kendisini imam seçen veya imam olarak kabul eden cemaatle istişâre ve tartışmaya başkanlık etmek içindir “Benim hemen arkama sizden dirâyet ve akıl sahipleri dursun! Sonra onları takip edenler, sonra da onları takip edenler dursun! Çarşıların karışıklığından sakının! (Müslim, Salât 123; Ebû Dâvud, Salât 96; Tirmizî, Salât 168) “Üç kişinin namazları kabul olmaz; bunlardan birisi cemaat istemediği halde imamlık yapmak isteyen kişidir (Ebû Dâvud, Salât 63; Tirmizî, Salât 266)

t Bu ölçüler dahilinde câmilerde istişârenin terk edilmesi, cemaatin birbiriyle kaynaşmaması, imamcemaat ilişkisinin sağlıklı olmaması ciddî problemlerden biridir Takvâ ve ilim durumuyla öne çıkmadığı halde ön safı ve imamın arkasını âdetâ parselleyen kimselerin bu tavırları da sünnete uymaz Aslında imamın cemaat tarafından seçilip öne çıkartılması gibi, imamın arkasına geçecek insanları da cemaat belirlemeli, lâyık olanları namaza durmadan oraya dâvet etmelidir

u Vaaz ve hutbelerde, müezzinlik ve imamlıkta, normal olarak ses duyulduğu müddetçe, gereksiz yere hoparlör kullanmak ve kulağı tırmalayacak şekilde bağırmak da çok yanlıştır, çirkin bir bid’attir

ü Duânın kabulünün bir şartı, samimiyet ve sessizliktir “Rabbınıza tazarrû ile yalvara yakara, gizlice duâ edin Bilin ki O, haddi aşanları sevmez (7A’râf, 55) Duâ, tevâzu ve zillet ile, fakirane, gizlice ve çok yavaş sesle yapılmalıdır Yoksa, duâ, tevâzunun tersine bağırma ile, yarış edercesine, edebiyat gösterişi şeklinde, kafiyeli ama samimiyetsiz sözlerden oluşan tarzda olduğu müddetçe o duâ, câmi kubbesinin dışına yükselmeyecektir Hele bir de zâlim ve tâğutlar için de rahmet istenerek duâ edilmesi, duâda câiz olmayan vesîleler, ırk asabiyetine dair övünmeler de varsa, böyle duâya el açıp âmin diyenlerin de durumu, Akaid ilmini ilgilendirir

v Cuma namazlarında hutbeyi kısa, namazı uzun tutmak sünnet olduğu, aksi bid’at olduğu halde, hutbeler çok uzun ve namazlar çok kısa edâ ediliyor
y Mescidlerden yola çıkılarak, oradan İslâm'ın öğrenilip yaşanması, hâkim olması halka halka yayılarak toplumu hükmü altına alması gerektiği halde; bugünkü mescidler, aslî görevlerinin çoğunu yerine getirmemektedir Tâğutlar ve onların rejimleri, çeşitli baskı ve dayatmalarıyla İslâm dünyasındaki mescidlerin çoğunu mahkûm etmiş, hapishaneye çevirmiştir
Câmiler, müslümanların her çeşit ibâdet, buluşma ve görüşme, önemli meselelerini müzâkere etme, dinin emir veya tavsiye ettiği birtakım hizmetleri gerçekleştirmek üzere faâliyetlerde bulunma yerleridir Bu kutsal mekânları laik devletin kontrol altına alması ve işlevlerini de yalnızca namaz ibâdetinden ibaret kılması; dine, sünnete, hukuka aykırıdır Câmilerde yapılan vaazların ve hutbelerin devlet tarafından kontrolü, hele devlet tarafından hazırlanıp papağan yerine konanların eline tutuşturulması, kesinlikle din özgürlüğüne müdâhale anlamı taşır

Câmiler ilk kuruluşundaki örnek uygulamaya göre birden fazla iş ve ihtiyaç için kullanılırdı Eğer biri çıkar da bunlar tarîhîdir, o günkü ihtiyaç ve imkânsızlıklara bağlıdır, bugün bu işler için ayrı mekânlar ve kurumlar vardırdiyecek olursa, kendisine şu cevap verilir: Bunlar doğru olabilir, ancak, bu tarihî uygulama iki şeye kesin delildir: 1 Câmiler yalnızca namaz kılmak için değildir 2 Müslümanların din işleri, dünya işlerinden ayrı değildir; din ile dünya iç içedir Kur'an ve Sünnet, hem din hayatını hem de dünya hayatını düzenlemek, yönlendirmek, yönetmek için gönderilmiştir

z Câmilerde; farzmış, namazdan bir parça imiş gibi, Haşr sûresinin son âyetlerinin sabah ve akşam namazlarında imam veya müezzin tarafından mutlaka okunması, tesbihlerin komutlarla ve hiç ihmal edilmeksizin ve mescidin dışındaki hayata yayılmaksızın câminin ve namazın olmazsa olmazı gibi okunması da bid’attir Bakara sûresinin son iki âyetinin de yatsı namazından sonra, başka âyetler okunmaz veya hiç terkedilmemeli gibi kıraati için de aynı şey söylenebilir

Aslında, okunan aşır veya sûrelerin meal ve tefsirleri verilmeli, hatta güncel konularla, câmi dışı hayatla ilgili hükümleri, tavsiyeleri içeren âyetler seçilmelidir ki, okunanlar yerini bulsun, gerçek sünnete ve istenilen seevaba ulaştırsın Ezanın, müezzinliğin haydi neyse, hele Kur’an’ın namaz veya namaz dışı okunmasında teğannî, şarkı okur gibi gereksiz, yersiz ve hatta yanlış uzatmalar ve ses dalgalandırmaları, sesin alçaltılması gereken yerlerde yüksek sesle okunması ve tersi uygulamalar, cehâlet kaynaklı bid'atlerdendir Kur’an kıraatinin ağlayarak, hiç olmazsa ağlar gibi yapılarak hüzünlü bir şekilde okunması gerekirken, ses sanatkârı gibi ve değişik makamlarda okumanın da doğru olmadığını belirtelim

Yine, müezzinlik gerekeği zannedilen tesbih duâları için komutlarda ve mevlid vb okuyuşlarda Kur'an makamıyla, Allah'ın âyetleri dışındaki şeylerin okunması büyük yanlışlardan ve bid'atlerden biridir

Kamet getirilirken bazı müezzinlerin ellerini namazda imiş gibi bağladığı görülüyor; bu da bid’attir Mevlid okunurken de, Peygamber’in doğum zamanı anlatılırken, namaza durur gibi cemaatin ayağa kalkması ve ellerini namazda bağlar gibi bağlamaları da yanlış üstüne yanlıştır

Namazdan sonra veya câmiden çıkmak üzere cemaatin birbirleriyle sanki namazın bir tamamlayıcısı gibi her zaman tokalaşmaları, bunu âdet haline getirmeleri de bid'attir Ama arada bir yapılyor, olmasa da olur deniliyor ve özellikle birbirlerini az görenlerin arasında uygulanıyorsa, bunda sakınca yoktur
Ramazanlarda câmilerde kılınan teravih namazları, İstanbul boğazında sürat teknelerinin tehlikeli yarışlarına benziyor Kıraat, rükû, secde hep yarım yapıldığı gibi, ta’dîli erkâna riâyet edilmiyor Böyle, dostlar alışverişte görsün hesabı 20 rekât kılınacağına, sünnette olduğu gibi 8 veya 12 rekât kılınsa, ama hakkını vere vere kılınsa bid’at ve hatalardan uzaklaşılmış olur Ama, Hz Ömer devrinde sahâbe 20 rekât da kıldığından, usûlüne uygun şekilde isteyen elbette 20, hatta daha fazla kılabilir Ama, tavuğun yem topladığı gibi kılınacaksa, 100 rekât da kılınsa, gerçek sünnet sevabı elde edilemez Teravihlerin devamlı cemaatle ve câmide kılınması da Peygamberimiz’in sürekli yapmadığı bir davranıştır

Sanırım câmide bizim görevimiz kısa sûreleri çabuk çabuk okuyarak işimizi bitirip câmiden ayrılmak olmamalı İmamların görevi namaz kıldırmakla bitmiyor, eğer arkalarında cemaat var ise Şöyle yapmamız gerekirdi: Özellikle câmilerin anlamı da burada gizlidir İmamlar, bilen insanlar olarak Kur’an’dan öyle âyetler seçerek okumalılar ki, müslümanlar o günün çokça konuşulup tartışılan meselesini Kur’anî gözle görüp anlayabilsinler Hz Peygamber zamanında bu, temelde böyle idi Çünkü âyetler, olaylar üzerine nâzil oluyor, Peygamberimiz onu okuyor ve sonra onu açıklıyordu Biz de bugün yeniden olayların üzerine sanki Kur’an yeniden nâzil oluyormuş gibi namazda onları okumalıyız

Evet, evet Namazda okumamız gereken âyetler, o günün üzerinde tartıştığımız, konuştuğumuz ya da sorumluluk alanımıza giren şeyler olmalı Müslümanlar bunu evrensel bir bildirinin ardından, yaklaşık iki milyar müslümanın mânevî huzuru ile Allah’ın evinde ve O’nun önünde kıyam, rükû ve sücûd aralarında okumalıdırlar Böylece namaz, müslümanın sorumluluklarını kuşandığı bir mekân olacak Müslümanlar günde beş defa Allah’ın evinden mânevî nitelikli dünyevî görevlerle ve bilgilerle donanmış olarak bir cemaat bilinci ile ayrılmış olacaklardır Cemaat olmanın anlamı da budur Katılan, karşı çıkan, konuşan ve sorumluluk yüklenen bir insan

Tartışıp durduğumuz şey fâiz mi, zulüm mü, başörtüsü mü, haksızlıklar mı? Küfür mü, ahlâksızlık mı? Kur’an’ın hükmünü okur imam efendi ve namazdan sonra da oturur konuşuruz Allah’ın hükmü üzerinde Sorun ve çözüm yolları üzerinde düşünür, görüşlerimizi koyarız Tartışmayız, ittifak etmişsek birlikte, ihtilâf etmişsek meşrû zeminde birbirimizi mâzur görerek herkes Allah'a vereceği hesabına göre sorumluluklarımızı kuşanırız Ve namaz; donanma, namazlar arası zamanlar eylem vaktidir bizim için Ve ibâdetimiz süreklidir Sorumluluk şuuru ile hareket eden bir insan, âdeta bütün zaman namazdadır Kıyamdadır, rükûdadır ve secdededir Her yer mesciddir onun için
İşte öyle olmasın diye, “câmilerde dünya kelâmı edilmez diyorlar Oysa din bu dünya içindir Ve bizim dinimiz dünyayı ve hayatı kuşatır Câmi, müslümanların cem’ olup toplandığı, namazda okudukları âyetleri Peygamberî bir metotla sorumluluğa dönüştürme mekânıdır

Câmilerde Bir Büyük Bid'at; Mevlid
Mevlid, doğum zamanı ve doğum yeri anlamındadır Zamanla doğum tarihini kutlamak anlamı kazanmıştır Mevlid, bugün özellikle câmilerde kullanıldığı şekliyle, Peygamberimiz'in doğumunu anmak ve kutlamak şeklinde uygulanan tören ve okunan şiir anlamında kullanılmaktadır Osmanlı şâiri Süleyman Çelebi'nin (ölümü, 1422) Vesîletü'nNecât adlı şiir kitabı bu adla yapılan törenlerde özel bir makam ve usûlle okunduğu için, mevlid dendiği zaman o şiir kitabının okunduğu merâsim akla gelmektedir Peygamberimiz'in doğumunu anma esprisi de unutulmuş, Peygamber için yazılan bu şiirin okunması kendi başına bir dinî törene, bir ibâdet kabulüne dönüşmüştür Bugün birçok aile, ölüleri için sevap, hatta mutlaka yapılması gerekli dinî vecîbe gibi düşünmektedir

İbâdetler, Allah'a nasıl yaklaşıp hangi uygulamalarla sevaba girileceği nassların hükmü ile belli olur Yani ibâdetler, fıkhî deyimiyle taabbudî alandır, tevkîfîdir, vahyîdir Din tamamlanmıştır, artırma da eksiltme de yapılamaz Rasûlün ve ashâbın hayatında mevlid diye bir uygulama kesinlikle mevcut değildir Mevlidi savunanlar şöyle derler: Mevlid bir vesîledir, biz bu vesîleyle Kur'an okuyoruz, salât ve selâm getiriyoruz, duâ ediyoruz; esas amaç da bunlardırCevap olarak deriz ki: Mevlid dışında sayılanların kendi başlarına okunmaları halinde hangi zorluk ve eksiklik çıkıyor da Süleyman Çelebi'nin şiirine sığınılıyor? Süleyman Çelebi'den önce Kur'an okuyanların okudukları boşa mı gitti?

Kur'an ve sünnet, ibâdet anlayışı ile böyle şiir okuyarak sevap kazanılacağı bir ibâdetten bahsetmez Ayrıca, mevlid şiir gibi değil; Kur'an okunur gibi Kur'an makamıyla okunmakta, Kur'an dinlenir gibi dinlenmektedir Mevlid türünden kutlamalar, din kaynaklı değil; folklor ve âdet kaynaklıdır Bu kutlamalar, câmide olmadığı sürece, ibâdet ve sevap kabul edilmemek şartıyla, Kur'an makamıyla ve kutsal metinmiş gibi icrâ edilmediği özelliklerde, salt şiir okur gibi okunursa bir sakıncası olmaz Bugünkü şekliyle ise, en azından büyük bir bid'at ve hurâfedir Bugün, bir şiir, ölülere rahmet ve cennete ulaşma vesilesi gibi kabul edildiğinden, Kur'an'dan öne çıkarıldığından, dinin temel ilkeleri açısından çeşitli sakıncalar içerir Örf dinleşince, din de örfleşir Örfün kutsallaşmasına seyirci kalmak, dinin tahribine seyirci kalmakla eş anlamlıdır
Kur'an şöyle buyuruyor: Allah yalnız başına anıldığında, âhirete inanmayanların kalpleri nefretle ürperir; O'nun berisindeki ilâhlaştırılmış kişiler anıldığında ise hemen müjdelenmiş gibi sevinirler(39Zümer, 45) Tevhid, ibâdet kasdıyla Allah'ı da anmakdini değil; sadece Allah'ı anmakdinidir Câmiye sokulup ibâdet kasdıyla okunan mevlidin, sadece bid'at olarak kalmayacağı, bu anlayış ve kabulün şirk kapsamına girebileceğini bu riski taşıdığını belirtelim

Bir Büyük Bid'at Daha; Mescidlerin Süse Boğulması
Mescidin meşrû ve makul süsü, orada bolca secde edilmesi, çokca insanın ibâdetle mescidi şenlendirmesidir Asrı saâdette mescide biçilen roller, ne oranda uygulanabilirse onları icrâ etmekle mescidlerin yüzü gülecektir Mescide gidenlerin süslenmeleri, temiz ve güzel giyinmeleri Kur'an'ın tavsiyesidir (7A'râf, 31) Ama mescidleri, hem de gözü meşgul edecek, ibâdetteki huşûya engel olacak şekilde süslemek, abartılı tarzda ziynetlere, desen ve boyalara boğmak din açısından yanlıştır Konuyla ilgili hadisi şeriflerde şöyle buyrulur: Mescid yükseltmekle, mescid süslemekle emrolunmadım(Ebû Dâvud; etTâc, 1243) İnsanlar, mescid yapma yarışına girip bununla övünmedikçe kıyâmet kopmaz(İbn Mâce, Mesâcid 2) Sizin benden sonra, yahûdilerin havralarını, hıristiyanların da kiliselerini süsleyip püsleyerek yükselttikleri gibi, mescidlerinizi süsleyip püsleyeceğinizi görür gibiyim(İbn Mâce, Mesâcid 2) Bir topluluk, mâbedlerini süsleyip püsleme hastalığına tutulmadıkça, ameli çirkin ve zararlı hale asla gelmez(İbn Mâce, Mesâcid 2) Sahâbî fakîhlerinden İbn Mes'ud (ra) Kûfe'ye ilk geldiğinde süslü, nakışlı bir câmi gördü ve şöyle dedi: Bunu kim yaptıysa Allah'ın malını O'na isyanda harcamış

Olayın israf boyutu da önemlidir Mescidin gereksiz süslerine, kubbelerine yatırılacak para ile cemaat bulunup, oluşturulan cemaatin seviyelerini arttırmaya, İslâm ve müslümanlar için zarûri ihtiyaçlara kullanmak çok daha faziletli olacaktır Paraları gereksiz taşlara ve süslere yatırmak yerine; dâvâya, insana, cemaate yatırmak dinin maslahatı açısından önemlidir Mescidleri çok görkemli yapmışsın, süslemişsin, cemaati olmadıktan sonra neye yarar? Sağlam yetişen cemaat ise, bulunduğu her yeri mescid yapabilir, her yerde ibâdetini yerine getirebilir
İslâm hâkimiyetinde her yer, üzerinde namaz kılınabilecek temizlikte olacağı, yani mescide benzeyeceği gibi, küfrün egemenliğindeki günümüzde de her yer tapınaklara benziyor Müzikholler, stadlar, borsalar, bankalar, nice kurumlar, okullar, meclisler, hatta kanallar, sokaklar, çarşılar mâbed değil de nedir? Oradaki insanlar, ibâdet halinde değiller mi dersiniz?
Günümüz insanı, çok kıbleli, çok mâbedli, çok imamlı (önderli) ve çok dinli Câmi, hayatımızın merkezi ve her şeyimiz câmiye uygun olmadıkça bu problemler azalmayacak, aksine gittikçe artacaktır
Kavram Tefsiri
 
Üst Alt