Son Konu

Şeyh Mahmud Ustaosmanoğlu (K.S) (İsmail Ağa Cemaati-Fatih Camii)

iltasyazilim

Yeni Üye
Katılım
25 Ara 2016
Mesajlar
2
Tepkime
1
Puanları
38
Yaş
35
Credits
-2
Geri Bildirim : 0 / 0 / 0
ÜSTADIMIZ ŞEYH MAHMUD USTAOSMANOĞLU HOCAEFENDİ (KS)


Trebuchet MS 5 #556b2fİSMAİLAĞA CEMAATİ


Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi'nin üstadı olan Ali Haydar Efendi'nin ömrünün son on yılında en fazla düşündüğü mesele, İsmet Efendi Tekkesi'nin geleceği olduğu sevenleri tarafından dillendiriliyor Yine Ali Haydar Efendi, derin düşüncelere daldığı bir gün rüyasında şeyhi Ali Rıza Bezzaz Efendi'yi görmüştü Rivayetlere göre, Ali Rıza Bezzaz Efendi, kendisine o ana kadar hiç görmediği ve tanımadığı bir genci göstererek Bu bizimdir! Bunu teslim al!dedi O genç, Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi'den başkası değildi Ali Haydar Efendi bunun üzerine hasta olmasına rağmen Bandırma'ya gitti ve Ali Rıza Bezzaz Efendi'nin kabrini ziyaret etti Cuma namazını Haydar Çavuş Camii'nde kıldı Bu cami, İsmet Efendi Tekkesi'nin geleceğinin de şekillendiği mekan oldu Çünkü aynı dönemde Bandırma'da askerlik yapan Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi de cuma namazı için camideydi Çıkarken Ali Haydar Efendi'yi gören Mahmud Hocaefendi, buluşmalarını şöyle anlatıyor: Cuma namazını kıldım, camiden çıkarken sağ tarafta Ali Haydar Efendi'yi gördüm Bana padişah gibi heybetli göründü İmama kim olduğunu sordum, Ali Haydar Efendi dedi Onunla görüşmek istediğimi söyleyince İmam Yarın Eskici Abdullah Efendi'nin evinde olacak oraya geldedi Sabah Abdullah Efendi'nin evine gittim, kendileri oradaydı İlk görüşmemiz o zaman gerçekleşti
'Bookman Old Style' Trebuchet MS #000000
AYRILMAK İSTEMEDİM'


Bu görüşmeden birkaç ay sonra bölükte dağıtım yapıldı ve Ustaosmanoğlu, İstanbul Selimiye Kışlası'na sevk edildi Çeşitli birliklerde görev yaptıktan sonra 1954 yılında Davutpaşa kışlasında askerlik vazifesine devam ederken, İstanbul'da kaldığı süre zarfında çarşı izinlerini İsmet Efendi Tekkesi'nde Ali Haydar Efendi'nin yanında geçirdi Askerlikten sonra Of'a dönen Mahmud Hocaefendi, üst üste yazdığı mektuplarında kendisine Dost bahşişi Yusufum!diye hitap eden Ali Haydar Efendi tarafından İstanbul'a davet edildi Yeniden İstanbul'a gelen Hocaefendi, 1954'te Ali Haydar Efendi'nin isteği üzerine İsmet Efendi Tekkesi ile aynı sokaktaki İsmailağa Camii'nde imamhatip olarak vazifeye başladı Ali Haydar Efendi 1960 yılında ahirete irtihal edince ilim ve irşad bayrağını Mahmud Hocaefendi taşımaya başladı

'Bookman Old Style'BATIN VE ZAHİRİ BİLİYOR


Ustaosmanoğlu Hocaefendi'nin hayatını bilmek, İsmailağa'nın bugününü anlamak için de bir anahtar anlamında 1929'da Of'ta dünyaya gelen Hocaefendi, Zehra Hanım'la evlendi ve Ahmed Abdullah, Fatıma isimli üç çocuk sahibi oldu Babası Ali Efendi'nin nezaretinde, annesi Fatıma Hanım'ın hocalığında küçük yaşlarda hafız oldu Tahsil hayatında Mehmed Rüştü Aşıkkutlu, Çalekli Dursun Efendi ve Ali Haydar Efendi üstadları çok etkili oldu Of ve Kayseri'de ilim adamlarından Arapça ve Farsça öğrenen Mahmud Efendi, Of'a döndükten sonra Osmanlı medreselerinde takip edilen sarf, nahv, usulu fıkıh, usulu hadis, tefsir, kelam, mantık, siyer gibi kitapları okudu Aşıkkutlu'nun yanında Kur'anı Kerim kıraatı, Ali Haydar Efendi'den de tasavvuf dersleri aldı

Vaaz ve derslerinde ne anlatıyor?


Mahmud Hocaefendi gerek İstanbul Sultan Selim Camii'nde gerekse de Anadolu'daki muhtelif meclislerde yaptığı sohbetleri ise şöyle gerçekleştiriyor: Sohbet meclisinde hazır bulunan bir Hocaefendi Kur'anı Kerim'den bir aşır okuyor Mahmud Efendi de okunan ayetleri tefsir ediyor ve ardından İmam Rabbani'nin Mektubatından her hangi bir mektubu okutarak onu tercüme ediyor ve açıklamasını yapıyor Risalei Kudsiyye'den okunan bir dörtlüğün açıklamasını yaparak sohbeti noktalıyor Vaazlarının kayda alınmasına sıcak bakmayan Mahmud Hocaefendi, uzun yıllar vaazlarında mikrofon kullanmadı Önde olmaktan rahatsızlık duyduğunu ise bir çok kez tavır ve sözleriyle belli etti Mürşidin insanların içinde kaybolan kişi olması gerektiğini ifade eden Hocaefendi, her zaman söyleneni daha öne çıkarırken söyleyenin ise geride kalmasını tercih etti
Çocuklara bile saygılı


Hocaefendi, irşat faaliyetlerine ilk olarak Of'un YaranozKavakpınar köyünde başladı Dursun Efendi'de okurken söz konusu köyde imamlık yaptı İmamlığı esnasında çok sayıda talebe yetiştirdi Yaşı 1516'larda olmasına rağmen yaşantısıyla köylü üzerinde derin tesirler bıraktı Kavakpınar sakinleri köylerinde imamlık yapan Mahmud Efendi ile alakalı şunları söylüyor: O, köyümüze geldiğinde henüz çok gençti Fakat hareketleriyle olgun bir insandan daha kamil görünürdü Yürüdüğü sokakta oyun oynayan çocuklar kendisini gördüklerinde oyunlarını bozmasınlar diye yolunu değiştirmesi, imamlıktan dolayı ücret almaması gibi hareketleri ile kısa zamanda gönüllerde taht kurdu

SUFİLİK FITRATINDA VAR


Mahmud Hocaefendi, çocuk sayılacak yaşlardan itibaren kamil bir rehber arayışına girmişti O yıllarda içinde bulunduğu ruh halini anlattığı çeşitli eserlerde şöyle diyor: Çocukken geceleri başımı yastığa koyduğumda kendi kendime şöyle seslenirdim: Dünyanın bir ucunda kamilmükemmel bir mürşid olsa yalın ayak, aç ve susuz olsam hemen yola koyulur o mürşidi bulurumMahmud Hocaefendi, bu arayışların neticesinde ilk olarak Of'ta Mapsinolu Ahmed Efendi olarak bilinen yörenin meşhur Nakşibendi büyüğüne bağlandı Askerde Ali Haydar Efendi ile tanışınca ona intisap etti Mahmud Hocaefendi, askerden sonra üstadının irfan meclislerine daha fazla katılma imkanı buldu İlerleyen yıllarda ise yanı başından hiç ayrılmadı Bu birliktelikle alakalı Ali Haydar Efendi'nin küçük oğlu şunları söylüyor: Babam, Mahmud Hocaefendi ile kuşluk vaktinden sonra baş başa kalır, uzun uzun sohbetler yapardı Babam derdi ki: 'Oğlum! Görüyorsun ki bende olan her şeyi ona aktarıyorum Fakat onu müşahede altında tutabilmem için bunu tedricen yapıyorum Zira manevi aleme ait malumatın birden kazanılmasına hiçbir akıl tahammül edemezAli Haydar Efendi, tasavvuf literatürüne ait zengin birikimini Mahmud Hocaefendi'ye aktardı Ona Mesnevi, Mektubatı Rabbani, Reşahat, Risalei Kudsiyye gibi sufi eserlerin tasavvuf disiplini içerisinde ne anlam ifade ettiklerini de öğretti
Literatür içerisinde Mektubat'ın yerini belirlerken şöyle derdi: Evladım Mahmud! Mektubat o kadar büyük bir kitaptır ki, Reşahat ona ancak elifba olabilir

Sufi geleneği devam ettirdi


Ali Haydar Efendi vefatından kısa bir süre önce Ustaosmanoğlu'nu huzuruna alıp emaneti kendisine bıraktığını ifade ederken, bağlılarına hitaben yaptığı Mahmud'un elinden tutan benim elimden tutmuş olurşeklindeki konuşma da İsmet Efendi Tekkesi'nin sürdürdüğü ilim ve irşad geleneğinin yeni temsilcisinin Mahmud Hocaefendi olacağını haber veriyordu İlk buluşmalarında başlayan muhabbetin hep artarak devam ettiğini anlatan Mahmud Hocaefendi, Ali Haydar Efendi ile görüşünceye kadar soru sorarlarendişesiyle tasavvuf büyükleriyle görüşmekten imtina ettiğini, fakat Ali Haydar Efendi'nin kendisini etkilemesi nedeniyle huzurundan hiç ayrılmak istemediğini kaydediyor Hocaefendi, devraldığı sufi geleneğe sıkı sıkıya bağlı kaldı Bahauddin Nakşibend ve diğer Nakşi büyüklerinin silsile halinde süre gelen tavsiyelerini olduğu gibi yerine getirdi

'Bookman Old Style'İsmailağa'da 24 saat huzur


İsmailağa'yı hedef alan saldırılar, cemati üzse de, “Allah için birbirini seven insanların Çarşamba'da meydana getirdiği huzuru hâlâ sokakta ve camide görmek mümkün Çarşamba'da seher vaktinde dua ile başlayan hayat, sabah namazıyla güne açılıyor Güneşin doğuşu seccadenin üzerinde seyrediliyor Bu sürede belli dualardan oluşan tesbihat yapıldıktan sonra işrak namazıkılınıyor Namazın ardından dağılan cemaat kuşluk vakticamiyi yeniden hareketlendiriyor Sarıklar sarılıyor ve kuşluk namazıkılınıyor ancak cemaat, nafile namazlarını daha çok ev ya da işyerlerinde kılmayı tercih ediyor Öğle ve ikindi namazlarını cemaatle eda etmek isteyen çevre sakinleri yine camiyi dolduruyor Farz namazların edasından sonra işlerine dağılan cemaat, akşam namazı için tekrar saf tutuluyor Akşam namazının sünnetinden sonra kılınması güzel kabul edilen 6 rekatlık evvabin namazınıkılanların sayısının diğer camilere göre oldukça fazla olması gözlerden kaçmıyor Akşamdan sonra cemaatin bir kısmının camide kalıp, bir köşeye çekildiğine şahit olunuyor Bu; insanların kendileriyle baş başa kaldığı, günün muhasebesini yaptıkları özel anlardan biri

RAMAZAN AYI HİÇ BİTMİYOR


Nafile oruç tutulması tavsiye edilen Perşembe ve Pazartesi günleri akşam namazından sonra bu muhasebeye katılanların sayısında azalma göze çarpıyor Birçoğumuzun yalnızca Ramazan ayında yaşadığı ya da şahit olduğu iftara misafir davet etme geleneğine, İsmailağa'da her Pazartesi ve Perşembe günleri sıkça rastlanıyor Yatsı namazı vakti yaklaştıkça evlerde abdest ile başlayan hazırlıklar, biraz sonra sokaklara yeniden hareket getiriyor Cemaatin gözleri ve sözleri, İsmailağa Camii'nde huşuve huzurun en çok bu vakitte yaşandığını hissettiriyor Mahmud Ustaosmanoğlu Hocaefendi'nin yatsı namazı sonrasında ayakta kalmayı tavsiye etmemesi nedeniyle, cemaat camiden ayrılıp, evlerinde istirahata çekiliyor Hocaefendi, Sohbetler kitabında bu tavsiyesinin gerekçesini şöyle izah ediyor: Ashabı Kiram'dan (RA) bazıları yatsı namazını kılıp evlerine giderken sokakta dış elbiselerini çözmeye başlarlardı Neden böyle yaparlardı? Çünkü gece teheccüt namazınakalkabilmeleri için hemen yatmaları gerekirdi

NAFİLELER İHMAL EDİLMİYOR


Hocaefendi, öğrencilerine teheccüt yani gece namazı sonrası sabah namazına kadar seccadenin üzerinde beklenilmesini tavsiye ediyor Sünnetten beslenen nafile namazlar konusundaki hassasiyet, esasında sadece İsmailağa Camii ve cemaatine özgü değil 1927 yılında Konya'dan Of'a gönderilen bir asker mektubunda Konya camilerine dair şöyle bir kayıt bulunduğu biliniyor: Kuşluk vaktinde bütün camiler nafile namaz kılmak isteyen insanlar tarafından tıklım tıklım dolduruluyorNafile namazlara gösterilen hassasiyet yalnızca İsmailağa Camii ve cemaatine özgü değil Konya gibi İstanbul ve Anadolu'daki bir çok camide de nafile namaz vakitlerinde hareketlilik yaşanıyor İsmailağa'da namaz vaktinde her şey duruyor ve bütün kapılar camiye açılıyor Manzara adeta Üstad Necip Fazıl Kısakürek'in şu dizesini açıklıyor: Dünyaya kapalı Allah'a açık

Hızır Hoca'nın gül sevgisi


1998 yılında 55 yaşında iken görev yaptığı Çukurbostan Camii'nde şehit edilen Hızır Ali Muradoğlu da, İsmailağa'da yaşanan huzura adeta aynalık ediyordu İstanbul'da üniversitede okurken Arapça dersi almak istediği Kocamustafa Paşa'daki Gül Camii'nin imamı Nuri Efendi vasıtasıyla Mahmud Hocaefendi ile tanışan Hızır Ali Hoca, daha sonra damadı olduğu Hocaefendi'nin peşini bir daha bırakmadı Tüm vaktini İsmailağa'da geçiren ve kısa sürede ilim ve irfan yolunda olgunlaşan Muradoğlu, Hocaefendi'nin bulunmadığı zamanlarda onun yerine sohbet görevini yerine getirdi Eğitim, ilim ve irfan çalışmaları yoğun bir şekilde devam ederken hanımı ağır bir rahatsızlığa yakalandı Ömrünün sonuna kadar devam eden bu rahatsızlık hali süresince, evin bütün hizmetlerini de Hızır Hoca yerine getirdi Muradoğlu, 1991 yılından itibaren görev yaptığı Çarşamba Çukurbostan Camii'ndeki imamlığı esnasındaki sempatik, güler yüzlü, şakacı ve etkileyici üslubuyla kısa zamanda çevresindekilerin hayranlığını kazandı Hızır Ali Muradoğlu, üslubu ve anlattıklarıyla cemaatin hızla artmasına da sebep oldu

GÜLÜN ÖNÜNDE EĞİLMELİ


Muradoğlu, cami bahçesini kendi diktiği güllerle süslemiş ve her gün bakımını da ihmal etmemişti Bir gün yeğenlerinden birisi güllerden birini eliyle tutup kendine çekerek koklamak isteyince Dur gül öyle koklanmazdiyerek gülü iki avucunun içine alıp eğilerek koklamış, Peyfamber Efendimiz'i simgeleyen güle bile edeble yaklaşmıştı Şaka ve latifeyi İslam'ın sevilmesi ve öğrenilmesi için ustalıkla kullanan Hızır Efendi etrafındakileri söz ve hareketleri ile sık sık güldürürdü

Niteliğinin göstergesi: Ömer Nasuhi Bilmen


İsmailağa'nın sadece bir cemaat olmasının ötesinde sahip olduğu ilim ve irfan derinliğini anlamak için yakın tarihin önemli bilim adamlarından Ömer Nasuhi Bilmen önemli bir gösterge Mahmud Hocaefendi'nin üstadı olan Ali Haydar Efendi'nin bir ara katipliğini yapan eski Diyanet İşleri Başkanı Bilmen 1950'lerden önce İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nin talebi üzerine 8 ciltlik Hukuku İslâmiyye ve Islahatı Fıkhiyye Kâmûsuhazırlamıştı Ordinaryüs Prof Sıddık Sami Onar ile Hukuk Fakültesi'nin Dekanı Prof Hıfzı Veldet Velidedeoğlu bu kamusa birer önsöz yazmıştı Sıddık Sami Onar önsözünde Bu eser, gelecekte kanun hazırlayacaklar için fevkalade mühim bir kaynaktırderken, Prof Velidedeoğlu ise Böyle bir hukukçu bugüne kadar gelmediifadesini kullanmıştı

Ortak eğitim için ağ oluşturulacak


Bildiride sıralanan diğer başlıklar ise şöyle: Ortak eğitim politikası için Türkiye'nin öncülüğünde ve desteğinde bir ağ ve bilgi bankası oluşturulmalı, Kültürel mirasın envanteri çıkartılmalı Gençler için ortak mücadele yolları aranmalı Bildirgede ayrıca Avrasya Tahkim Divanı Örgütü kurulması, Türk Dünyası Belediyeler Birliği'nin daha aktif hale getirilmesi, Türk devlet ve toplulukları tarafından belirlenecek bilim adamlarınca oluşturulmuş bir komisyonun isimlendireceği bilim ödülü ihdas edilmesi ülkeler arasında kültür sanat faaliyetlerinin geliştirilmesi ve karşılıklı kültürel değişim programlarının hayata geçirilmesi alınan kararların hayata geçirilmesi için kurumsal takip mekanizması kurulmasına karar verildiği de ifade edildi

Yahya Kemal'in penceresinden İsmailağa


Çarşamba sokaklarında bir namaz vakti, seller gibi İsmailağa'ya akan insanlar arasına karışıp camide saf olduysanız, ruhunuz sizi sürekli zorlayacak ve hadi bir daha, bir daha İsmailağa'da namaz kılalımdiyecektir Siz unutsanız bile ruhunuz bu şehrayini unutamayacaktır Yıllar sonra olsa bile ayaklarınız sizi alıp eski İstanbul camilerindeki bu muhteşem manzaranın bir parçası olmaya götürecektir Bugün zamanın camiden ve gelenekten kopardığı hatta karşıt bir düşünceyle yetiştirdiği nesillerin ızdırabına çaresiz bir halde tanıklık ederken Yahya Kemal'in şu hatırasını düşünür bir anlık da olsa yüreğime su serperim: Bugünkü babalar, havası ve toprağı Müslümanlık rüyası ile dolu semtlerde doğdular, doğarken kulaklarına ezan okundu, evlerinin odalarında namaza durmuş ihtiyar nineler gördüler, mübarek günlerin akşamları bir minderin köşesinden okunan Kur'an sesini işittiler; bir raf üzerinde duran Kitabullah'ı indirdiler, küçük elleriyle açtılar gül yağı gibi bir ruh olan sarı sahifelerini kokladılar İlk ders olarak besmeleyi öğrendiler; kandil günlerinin kandilleri yanarken, Ramazanların Bayramların topları atılırken sevindiler Bayram namazlarına babalarının yanında gittiler, camiler içinde şafak sökerken Tekbir'leri dinlediler dinin böyle bir merhalesinden geçtiler, hayata girdiler Medenileşen üst tabakanın çocukları ezansız yeni semtlerde alafranga terbiye ile yetişirken Türk çocuğunun en güzel rüyasını göremiyorlar
Dört sene evvel Büyükada'da oturuyordum, bayramda bayram namazına gitmeye niyetlendim, fakat Frenk hayatının gecesinde sabah namazına kalkılır mı? Sabah erken uyanamamak korkusu ile o gece hiç uyumadım Vakit gelince abdest aldım, Büyükada'nın mahalle içindeki sakit yollarından kendi başıma camiye doğru gittim Vaiz kürsüde vaaz ediyordu İçim hüzünle dolu yavaş yavaş gittim Vaazı diz çöküp dinleyen iki hamalın arasına oturdum Müslüman kardeşlerim, bütün cemaatın arasında yalnız benim vucudumu hissediyorlardı Ben de onların bu nazarlarını hissediyordum Biz ki minareler ve ağaçlar arasında ezan seslerini işiterek büyüdük O mübarek muhitten çok sonra ayrıldık, biz böyle bir sabah namazında anne millete tekrar dönebiliriz Fakat minaresiz ve ezansız semtlerde doğan, Frenk terbiyesiyle yetişen Türk çocukları dönecekleri yeri hatırlayamayacaklarBu günün aydını belki babalarının kollarında gittikleri camilerde ak sarıklarıyla saf tutan müminlerin aralarında bayram namazları kılmış olacak kadar yaşlı değillerdir Fakat bir çoğunun babası Fatih'te, Süleymaniye'de ak sarıklı İstanbullular arasında namaz kılmış, onlarla aynı mahalleri hatta evleri paylaşmışlardır Belki de bir çoğunun dedesi sünnet diye sarık sarmıştır Çok değil 80 yıl öncesinin İstanbul manzaralarını hatırlayabilenler ya da babalarının, ak sakallı dedelerinin kollarında camilere gidişini tasavvur edebilenler İsmailağa'yı anlamakta güçlük çekmeyeceklerdir İşte o zaman görecekler ki İsmailağa; Cumhuriyet döneminin en büyük fakihi Ömer Nasuhi Bilmen gibi bir alimin bir ara katipliğini yaptığı dersiam (Ordinaryüs Profesör) Ali Haydar Efendi ile milletin köklerine bağlı bir irfan ocağıdır Mahmut Efendi kökleri Osmanlı'ya oradan da saadet asrına uzanan bu ilimirfan yolunun son temsilcisidir

İsmailağa'yı anlamak için tasavvuf bilinmeli


İsmailağa Camii cemaatindeki sevgi birlikteliğini doğru anlayabilmek için tasavvufun inceliklerinin de bilinmesi gerekiyor Cemaat, yıllardır güzel ahlakı ve iyiliği tavsiye eden hocaefendilerine karşı büyük sevgi besliyorİsmailağa Cemaati, kendilerine özgü yaşam biçimleri, İslam'ı yaşama konusundaki gösterdikleri titizlik nedeniyle zaman zaman gündemin ilk sırasına oturdu İstanbul'un orta yerinde, devam eden cemaat hayatı, herkese açık tutulmasına rağmen, adeta devletin bile giremediği bir getto gibi tanıtıldı Çevresinde oluşan sevgi halkasıyla dikkatleri çeken Mahmut Ustaosmanoğlu Hocaefendi ise merkezine konulmaya çalışıldığı tartışmalara, cemaatine yönelik kışkırtıcı tutumlara karşı sufi tavrını hep muhafaza etti Binlerce seveni olmasına rağmen hiçbir zaman kimseye karşı kin ve nefret tohumu ekilmesine izin vermedi Bu yazı dizisi, işte bu sufi tavrın arka planına ışık tutuyor İsmailağa Cemaati'nin bağlı olduğu Halidiye kolunu dünü, bugünü ve toplumdaki yansımaları ile incelerken, Mahmut Usta osmanoğlu'nun hayatına, tavavvuf anlayışına, eğitime yaptığı hizmetlere, kamuoyundaki yerine mercek tutuyor
Tasavvuf, bugün insanları Allah Teala'ya yaklaştıran, ruhu İslâmi değerlerle donatan bir yol olarak tanımlanıyor Tarikatlar ise bu yolda tarihi süreç içerisinde oluşan irfan ocakları olarak karşımıza çıkıyor Tarikat, insanları İslam'la tanıştırmasının yanında, İslam'a göre nasıl yaşanılabileceğinin de yolunu gösteriyor Osmanlı Devleti'nin güçlü bir toplum yapısına sahip oluşu doğrudan tarikatların varlığıyla ilişkilendirilirken yaklaşık 250 yıldır Anadolu ve çevresinde etkin olan ve NakşibendiyyeHalidiyye kolu ise ümmet anlayışı ile özellikle Osmanlı'nın dağılma sürecine girdiği dönemde milletdevlet dayanışmasının çimentosu olarak vazife görmüş olmasıyla dikkat çekiyor Halidiyye kolu, kurucusu Ziyauddin Halid bin Hüseyin ElBağdadi'nin (17791827) çabalarıyla tekke ve medrese arasındaki ayrılığı kaldırması nedeniyle ilmiye sınıfının tarikatısıfatı da alıyor Abdullah Mekki vasıtasıyla Bağdadi'ye dayanan, günümüzde İsmailağa'daki İsmet Efendi Tekkesi ise Halidiliğin kolları içerisinde geleneksel yapıyı koruması nedeniyle ön plana çıkıyor

NAKŞİBENDİLİK, OSMANLI VE ANADOLU'NUN RENGİ


İsmailağa'ya gelmeden önce Nakşibendilik ve Halidiyye'nin doğuşuna bakmak gerekiyor 14 asır ortalarında Buharalı Muhammed Bahauddin Nakşibend tarafından kurulan ve öğrencileri tarafından yayılan Nakşibendilik Tarikatı, özellikle İmamı Rabbani'nin etkisiyle önce Batı'ya doğru uzanan geniş bir coğrafyada etkili oldu Nakşibendiliğin Osmanlı topraklarında yayılması ise Halid elBağdadi kanalıyla oldu Halid elBağdadi ümmet bilincini aşıladığı yüzlerce halife ve müritleri ile Osmanlı topraklarında emperyalizme karşı hilafetin müdafaasını yaptı Bağdadi'nin talebeleri kurdukları medreselerde ümmet bilincini aşılarken, özellikle ehli sünnet itikadının temel kitaplarını okuttu Yaşadığı dönemdeki alimlerden büyük saygı gören Bağdadi'nin müritleri arasında İbn Abidin, Ruhu'lMeani isimli tefsirin sahibi Mahmud elAlusi, II Mahmud'un Şeyhulislamı Mekkizade Mustafa Asım Efendi gibi devrin önemli alimleri de yer aldı ElBağdadi Nakşibendilik içerisinde İmamı Rabbani'den sonra en etkin olan ikinci adam oldu Halidiyye kolunu temsil eden mürşitlerin ulema sınıfından gelmesi ise tarikatın İstanbul ulemasınca kabul görmesini sağlarken Nakşibendilik ilim ve devlet a damları nezdinde ciddi bir saygınlığa ulaştı
 
Üst Alt