Son Konu

:Sünnet Nedir?:

iltasyazilim

Yeni Üye
Katılım
25 Ara 2016
Mesajlar
2
Tepkime
1
Puanları
38
Yaş
35
Credits
-2
Geri Bildirim : 0 / 0 / 0
Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem yapdığı ve kaçındığı şeyler iki kısmdır:

Birisi, ibâdet olarak yapdığı ve kaçındığı şeylerdir Her müslimânın bunlara tâbi’ olması lâzımdır Bunlara uymayan şeyler bid’atdir İkincisi, âdet olarak ya’nî, bulundukları şehrin ve o memleketlerdeki insanların yapmakda oldukları şeylerdir Bunları da beğenmiyen, çirkin diyen, kâfir olur Fekat, bunları yapmak, mecbûrî değildir Bunlara uymayan şey, bid’at değildir Bunları yapıp yapmamak, memleketlerin ve insanların âdetlerine bağlıdır Mubâh kısmındandırlar Din ile bağlılıkları yokdur Her memleketin âdeti, başka başkadır Hattâ, bir memleketin âdeti, zemânla değişir

İbni Âbidîn “rahmetullahi aleyh abdestin sünnetlerini anlatırken, buyuruyor ki, (Meşrû’ât, ya’nî ibâdetler, ya’nî müslimânlara yapılması emr olunan şeyler, dört kısmdır: Farz, vâcib, sünnet, nâfile Allahü teâlânın açık olarak bildirdiği emrlerine (Farz) denir Açık olmayıp, zan ederek anlaşılan emrlerine (Vâcib) denir Farz veyâ vâcib olmayıp, Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem kendiliğinden emr etdiği veyâ yapdığı ibâdetlere (Sünnet) denir Bunları devâmlı yaparak, nâdiren terk etmiş ve terk edenlere birşey dememiş ise, (Sünneti hüdâ) veyâ (Müekked sünnet) denir Bunlar, islâm dîninin şi’ârıdır Ya’nî, bu dîne mahsûsdurlar Başka dinlerde yokdurlar Vâcibleri terk edeni görünce, terk etmesine mâni’ olurdu Kendisi ara sıra terk etmiş ise, (Sünneti gayrı müekkede) denir Müekked sünneti, özrsüz olarak devâmlı terk etmek mekrûh olur Küçük günâh olur Allahü teâlâ, bütün ibâdetlere sevâb vereceğini va’d etdi Söz verdi Fekat, ibâdete sevâb verilmesi için, niyyet etmek lâzımdır Niyyet, emre itâat ve Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için yapdığını kalbinden geçirmek demekdir Bu üç kısm ibâdeti belli zemânlarda yapmağa (Edâ etmek) denir Zemânında yapmayıp, zemân geçdikden sonra yapmağa (Kazâ etmek) denir Edâ veyâ kazâ etdikden sonra, kendiliğinden tekrâr yapmağa (Nâfile ibâdet) denir Farzları ve vâcibleri nâfile olarak yapmak, müekked sünnetleri yapmakdan dahâ çok sevâb olur Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem ibâdet olarak değil de, âdet olarak, devâmlı yapdığı şeylere (Sünneti zevâid) denir Elbiseleri, oturması, kalkması, iyi şeyleri yapmağa sağdan başlaması böyledir Bunları yapanlara da sevâb verilir Bunlara sevâb verilmesi için, niyyet etmek lâzım değildir Niyyet edilirse, sevâbları çoğalır Zevâid sünnetleri ve nâfile ibâdetleri terk etmek mekrûh olmaz)

Bunlarla berâber, âdete bağlı şeylerde de Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem tâbi’ olmak, dünyâda ve âhıretde, insana çok şey kazandırır ve çeşidli se’âdetlere yol açar

İbni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh, nemâzın mekrûhlarını anlatırken buyuruyor ki; (Kâfirlerin yapdıkları ve kullandıkları şeyler de iki kısmdır:

Birisi, âdet olarak, ya’nî her kavmin, her memleketin âdeti olarak yapdıkları şeylerdir Bunlardan, harâm olmayıp, insanlara fâideli olanları yapmak ve kâfirlere benzemeği düşünmiyerek kullanmak hiç günâh değildir Pantalon, fes ve çeşidli ayakkabı, çatal, kaşık kullanmak, yemeği masada yimek ve herkesin önüne tabaklar içinde koymak ve ekmeği bıçak ile dilimlere ayırmak ve çeşidli eşyâ ve âletleri kullanmak, hep âdete bağlı şeyler olup mubâhdırlar Bunları kullanmak, bid’at olmaz, günâh olmaz Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem papasların kullandığı ayakkabıyı kullanmışdır) Bunlardan, fâideli olmıyanları ve çirkin ve mezmûm olanları kullanmak ve yapmak harâm olur Fekat, iki müslimân bunları kullanınca (Âdeti islâm) olur ve üçüncü kullanan müslimâna harâm olmaz Birinci ve ikinci müslimân günâhkâr olursa da, başkaları olmaz (Kâmûsüla’lâm)da, Timürtaş pâşada diyor ki, (Osmânlı sancağının rengini ve bugünkü ayyıldızlı Türk bayrağının şeklini ta’yîn eden ve o zemâna kadar beyâz olan fesi kırmızıya boyayan, Timürtaş pâşadır) Abbâsî devletinin bayrağı siyâh idi Halîfe Memûn zemânında yeşile çevrildi Görülüyor ki, fes macarlardan alınmamışdır Türk yapısıdır

(Birgivî vasıyyetnâmesi)nde diyor ki, (Kâfirlerin kullandıkları şeylerin ikinci kısmı, ibâdet olarak yapdıkları ve kâfirlik alâmeti olan ve islâmiyyeti inkâr etmek ve inanmamak alâmeti olan ve tahkîr etmemiz vâcib olan şeylerdir ki, bunları yapan ve kullanan kâfir olur Bunlar, ölümle veyâ bir uzvun kesilmesi ile veyâ bunlara sebeb olan, şiddetli dayak, habs, bütün malını almak ile tehdîd edilmedikce kullanılamaz Bunlardan meşhûr olanlarını bilmiyerek veyâ şaka olarak veyâ herkesi güldürmek için yapan da, kâfir olur Meselâ, papasların ibâdetlerine mahsûs şeyi kullanmak küfr olur Buna (Küfri hükmî) denir Onlara mahsûs olan şeyleri kullanmanın küfr olduğu, islâm âlimlerinin temel kitâblarında yazılıdır (İbni Âbidîn) “rahmetullahi teâlâ aleyh beşinci cild, dörtyüzseksenbirinci sahîfeyi okuyunuz! Din düşmanları, müslimânları aldatmak için, kâfirlerin âdetlerini, bayramlarını, müslimân âdeti, müslimânların mubârek günü diyerek, bunların gâvurluk ve kâfirlik olduğunu örtmeğe uğraşıyorlar Büyük Kostantinin hıristiyanlık dînine karışdırdığı Noel gecesini ve Cemşîdin ortaya çıkardığı Nevruz günü mecûsî bayramını, millî bayram olarak tanıtıyorlar Müslimânların bu günlerde bayram yapmalarını istiyorlar Genç ve sâf müslimânlar bunlara aldanmamalıdır Güvendikleri hâlis müslimânlara, nemâz kılan akrabâlarına, dînini bilen baba dostlarına sorup öğrenmelidir Bugün bütün dünyâda, gerek îmânı ve küfrü tanımakda, gerekse ibâdetleri doğru yapmakda, câhillik özr değildir Meşhûr olan din bilgilerini bilmediği için aldanan, Cehennemden kurtulamıyacakdır Allahü teâlâ, bugün, dînini dünyânın her tarafına duyurmuş, îmânı, halâli, harâmı, farzları, güzel ahlâkı öğrenmek pek kolaylaşmışdır Bunları, lüzûmu kadar öğrenmek farzdır Öğrenmeyip câhil kalan farzı terk etmiş olur Öğrenmeğe lüzûm görmiyen, ehemmiyyet vermiyen kâfir olur

Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem tâbi’ olmak yedi derecedir: Birincisi, ahkâmı islâmiyyeye inanarak, bunları öğrenmek ve yapmakdır Bütün müslimânların ve âlimlerin ve zâhidlerin ve âbidlerin “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în tâbi’ olması, bu derecededir Bunların nefsleri îmân etmemişdir Allahü teâlâ, merhamet ederek, yalnız kalbin îmânını kabûl etmekdedir

İkincisi, emrleri yapmakla berâber, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem bütün sözlerini ve âdetlerini yapmak ve kalbi kötü huylardan temizlemekdir Tesavvuf yolunda yürüyenler bu derecededir

Üçüncüsü, Resûlullahda “sallallahü aleyhi ve sellem bulunan hâllere, zevklere ve kalbe doğan şeylere de tâbi’ olmakdır Bu derece, tesavvufun (Vilâyeti hâssa) dediği makâmda ele geçer Burada, nefs de îmân ve itâ’at eder ve bütün ibâdetler, hakîkî ve kusûrsuz olur

Dördüncüsü, ibâdetler gibi bütün hayrlı işler hakîkî ve kusûrsuz olmakdır Bu derece, (Ulemâi râsihîn) denilen büyüklere mahsûsdur Bu râsih ilmli âlimler, Kur’ânı kerîmin ve hadîsi şerîflerin derin ma’nâlarını ve işâretlerini anlar Bütün Peygamberlerin Eshâbı “radıyallahü teâlâ anhüm ecma’în, böyle idi Hepsinin nefsleri îmân etmiş, mutmainne olmuşdur Böyle tâbi’ olmak, yâ tesavvuf ve vilâyet yolundan ilerleyenlere veyâ bütün sünnetlere yapışarak bütün bid’atlerden kaçanlara nasîb olur Bugün, dünyâyı bid’at kaplamış, sünnetler gayb olmuşdur Bugün, sünnetleri bulup yapışmak ve bid’at deryâsından kurtulmak, imkân hâricinde kalmışdır Bid’atler, âdet hâlini almışdır Hâlbuki, âdetler ne kadar yerleşmiş ve yayılmış olsalar ve ne kadar güzel görünseler de, din ve ahkâmı islâmiyye olamaz Küfre sebeb olan ve harâm olan şeyler, âdet hâlini alsalar, halâl ve câiz olmazlar Demek ki, bu dereceye kavuşmak için, tesavvuf yolundan ilerlenir Bu yola, tarîkat denir İlk asrlarda, sünnetlerin hepsine uymak kolay idi Tesavvufa lüzûm yokdu

Beşincisi, Resûlullaha “sallallahü aleyhi ve sellem mahsûs kemâlâta, yüksekliklere tâbi’ olmakdır Bu kemâlât, ilm ve ibâdet ile ele geçemez Ancak, Allahü teâlâdan, lutf ve ihsân ile gelir Bu derecede olanlar, büyük Peygamberler “salevâtullahi teâlâ aleyhim ecma’în ve bu ümmetin pek az büyükleridir

Altıncısı, Resûlullahın “sallallahü aleyhi ve sellem mahbûbiyyet ve ma’şûkıyyet kemâlâtına tâbi’ olmakdır ki, Allahü teâlânın çok sevdiklerine mahsûsdur ve lutf ile ele geçmez, muhabbet lâzımdır

Yedinci derece, insan vücûdünün her zerresinin tâbi’ olmasıdır Tâbi’ metbû’a o kadar benzer ki, tâbi’ olmaklık aradan kalkar Bunlar da, sanki Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem gibi, aynı kaynakdan, herşeyi alır
 
Üst Alt