Son Konu

Ümmü’l-Kurâ: Mekke

iltasyazilim

Yeni Üye
Katılım
25 Ara 2016
Mesajlar
2
Tepkime
1
Puanları
38
Yaş
35
Credits
-2
Geri Bildirim : 0 / 0 / 0
Mekke, Kur’ânı Kerîm’de “Ümmü’lKurâ, “Bekke ve “elBeledü’lEmîn isimleriyle de zikredilmiştir Mekke ve Bekke, Bâbil lisânında “beyt: ev mânâsında olup Amâlikalılar tarafından, bu yerin ismi olarak kullanılmıştır

Mekke, güneyde Yemen’e, kuzeyde Akdeniz’e, doğuda Basra körfezine ve batıda Kızıldeniz limanı Cidde’ye komşu olup Afrika istikâmetine giden yolların kesişme noktasında, iktisâdî yönden çok müsâit bir mevkîde bulunmaktadır Şehrin kurulduğu kısma “Batnı Mekke, Mescidi Harâm’ın bulunduğu yere ise “elBathâ denilmektedir

Hazreti İbrâhîm aleyhisselâm’ın Sâre vâlidemizden çocuğu olmamıştı Sâre vâlidemiz, câriyesi olan Hâcer’i âzâd edip İbrâhîm aleyhisselâm’la evlendirdi Bu izacdan Hazreti İsmâîl dünyâya geldi ve Muhammedî nûr İsmâîl aleyhisselâm’a intikâl etti Sâre vâlidemiz, bu nûrun, kendisinden intikâl edeceğini düşünmekteydi Bu yüzden son derece mahzûn oldu İbrâhîm aleyhisselâm’dan, Hâcer vâlidemizi başka bir beldeye götürmesini istedi İbrâhîm aleyhisselâm da Allâh’ın emri ile Hâcer vâlidemizi ve oğlu Hazreti İsmâîl’i, o zamanlar ıssız bir belde olan Mekke’ye getirdi Cebrâîl aleyhisselâm, O’na rehberlik ediyordu Mekke’nin bulunduğu yere geldiklerinde:

“–Ey İbrâhîm! Âileni buraya iskân et! dedi

Hazreti İbrâhîm:

“–Burası ne ziraate ne de hayvancılığa elverişlidir! deyince Cebrâîl aleyhisselâm:

“–Evet öyledir, fakat burada senin oğlunun neslinden Ümmî Peygamber çıkacak ve «elKelimetü’lulyâ: en yüce söz olan tevhîd» O’nunla tamamlanacaktır buyurdu (İbni Sa’d, I, 164)

Abdullâh bin Abbâs1 radıyallâhu anhümâ şöyle rivâyet eder:

“İbrâhîm aleyhisselâm, Hâcer vâlidemizi ve henüz onun emzirmekte olduğu İsmâîl aleyhisselâm’ı Mekke’ye götürdü İleride fışkıracak olan «Zemzem» kuyusunun yanında bir ağacın altına bıraktı Yanlarına içi hurma dolu bir sepet ve içi su dolu bir testi koydu Sonra geriye döndü… Hâcer vâlidemiz arkasından seslendi:

«–Bizi buraya bırakmanı Allâh mı emretti?»

İbrâhîm aleyhisselâm:

«–Evet!» diye cevap verdi

Hâcer vâlidemiz büyük bir tevekkül ve teslîmiyetle:

«–Öyleyse Rabbim bizi korur, zâyî etmez!» dedi Ardından İsmâîl aleyhisselâm’ın yanına döndü



Hâcer vâlidemiz ve İsmâîl aleyhisselâm gözden kaybolunca İbrâhîm aleyhisselâm ellerini açtı ve Rabb’ine şöyle yalvardı:

?? ?? ??? ??? ?? ??? ?? ?? ??? ? ? ?? ??? ?? ? ??? ???

«Ey Rabbimiz! Namazı dosdoğru kılmaları için ben, neslimden bir kısmını ziraat yapılmayan bir vâ*diye, Sen’in Beyti Muharrem’inin (Kâbe’nin) yanına yerleştirdim Artık Sen de insanlardan bir kısmının gönüllerini onlara meylettir ve meyvelerden bunlara rızık ver! Umulur ki şükrederler» (İbrâhîm, 37) (Buharî, Enbiyâ, 9)

Biricik yavrusunu ve zevcesini ıssız bir çölde bırakan İbrâhîm aleyhisselâm, onlar için ayrıca şu duâyı yaptı:

? ??? ??? ?? ? ? ??? ???

“Ey Rabbim! Burayı emîn bir belde kıl! Halkından Allâh’a ve âhiret gününe inananları çeşitli meyvelerle rızıklandır! (elBakara, 126)

Cenâbı Hak, Hazreti İbrâhîm’in îmân edenler hakkında yaptığı duâyı kabûl etti Arkasından da kâfir olanları tehdid ederek şöyle buyurdu:

? ?? ?? ? ? ??? ? ??? ??

“…İnkâr edene gelince, onu (dünyâ nîmetlerinden) az bir süre faydalandırır, sonra da onu cehennem azâbına sürüklerim Varılacak ne kötü bir yerdir orası! (elBakara, 126)

Bu duâlar vesîlesiyle Allâh Teâlâ, hac ve umre yapan mü’minlerin gönüllerini Mekkei Mükerreme’ye karşı muhabbetle doldurmakta, rûhlar orada huzûr ve sükûna kavuşmaktadır

İbrâhîm aleyhisselâm’ın, Hâcer vâlidemizle Hazreti İsmâîl’in yanlarına bıraktığı bir testi su, çok geçmeden bitti Hâcer vâlidemiz su bulmak ümidiyle Safâ ve Merve tepeleri arasında yedi sefer koşarak gidip geldi Bu iki tepe arası yaklaşık dört yüz metre kadardır Hâcer vâlidemiz bir taraftan koşuyor, diğer taraftan da Hazreti İsmâîl’e bakıyordu Orada değil insan, uçan bir kuş dahî yoktu Hiçbir yerde hayat emâresi gözükmüyordu Hazreti Hâcer, Merve tepesine çıkınca bir ses duydu Kendi kendine “Sus! Dinle! dedi Sonra iyice kulak verdi, aynı sesi bir daha duydu

“–Tamam, sesini duyurdun Yapabiliyorsan bize yardım et! diye seslendi Bir de baktı ki, Zemzem’in olduğu yerde bir melek, topuğuyla veya kanadıyla yeri kazmakta!

Nihâyet su göründü Büyük bir sevinçle Rabbine şükretti Hâcer, akıp gitmesin diye suyun etrâfını eliyle çevirmeye, suyu avuçlayıp kırbasını doldurmaya başladı Suya da “Dur, dur! mânâsında “Zem, zem! dedi Bir rivâyete göre Hâcer suyu avuçladıkça, avuçladığı kadar, yerden kaynıyordu

Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Allâh, İsmâîl’in annesi Hâcer’e rahmet eylesin! Eğer o, Zemzem’i kendi hâline bırakıp suyun etrâfını çevirmeseydi, muhakkak ki Zemzem, devamlı akan bir kaynak olurdu (Buhârî, Enbiyâ, 9)

Anaoğul, kurak ve ıssız olan bu beldede hayatlarına sâdece Zemzem ile devâm ediyorlardı Oradan geçen Cürhüm kabîlesi, kuşların sürekli bir yere doğru indiklerini ve sonra tekrar havalandıklarını gördüler Bunun bir hayat emâresi olabileceğini düşünerek oraya iki kişi gönderdiler Gelenler, Zemzem suyunu görünce, Hâcer vâlidemizden:

“–Buraya yerleşebilir miyiz? diye izin istediler

Hâcer vâlidemiz, “suya mülkiyet iddiâ etmemek şartı ile izin verdi Böylece Mekke’ye ilk yerleşen kabîle, Cürhümîler oldu

Zamanla Mekke gelişti ve bir şehir devleti hâline geldi Yemen’den göç eden Huzâalılar, Cürhümîlerden yerleşme izni istediler Talepleri kabûl edilmeyince onlarla savaşarak şehri 207 târihinde ele geçirdiler İsmâîloğulları bu savaşta tarafsız kaldıkları için Huzâalılar onlara dokunmadılar Huzâalılar Mekke’ye uzun bir süre hâkim oldular Zamanla İbrâhîm aleyhisselâm’ın dîninden büyük ölçüde saptılar ve putperestliğin yayılmasını sağlayarak insanları dalâlete sürüklediler Hubel adında bir put dikip ona taptılar Hazreti İsmâîl’in nesli olan Kureyş kuvvetlenince, Kusay’ın başkanlığında harekete geçerek Huzâalıları 440 senesinde şehirden uzaklaştırdılar

Kusay, Mekke şehir devletinin parlamentosu hükmünde olan “Dâru’n Nedveyi kurdu ve cemiyetin idâresi, dînî vazifelerin îfâsı ile alâkalı müesseseler ihdâs etti Dâru’nNedve’nin başkanlığı, savaş sancağı muhafızlığı (kıyâde), Kâbe’nin hizmetleri (sidâne, hicâbe), hacılara su ikrâm etme (sikâye) ve vergilerden elde edilen gelirden hacılara yemek verme (rifâde) gibi vazîfeler bizzat Kusay tarafından yerine getiriliyordu Vefât ettiği zaman bu vâzîfelerin dört oğlundan ikisi olan Abdu’dDâr ve Abdi Menaf’a kalmasını vasiyet etti Bu vazîfeler, babadan oğula geçerdi2

Mekke’nin kırk yaşını doldurmuş bütün sâkinleri, meclis toplantılarına iştirâk edebilirlerdi Ancak bir teâmül olarak muayyen âile başkanları ve kabîle reislerinden başkasının bu toplantılara iştirâki görülmezdi Ne gariptir ki, bu Dâru’nNedve uzun zaman sonra, Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem’in dâvetine mânî olmak için yapılan toplantılara sahne olmuştur

Dâru’nNedve ve mahallî toplantı yerleri olan “Nâdîler, siyâsî ve askerî kararların alındığı yerler olmakla birlikte, ictimâî faâliyetlerin de yürütüldüğü mekânlardı

Mekke’li müşrikler, Allâh’ı, her şeyin yaratıcısı olarak kabûl etmekle birlikte birçok meselede putları O’na ortak koşarlardı

Mekke arâzîsi ziraate elverişli olmadığı için, orada yaşayan ahâlî maîşetini ticârî faâliyetlerden sağlardı Bu sebeple Mekke’nin Arabistan yarımadasında hem dînî hem de ticârî açıdan önemli ve merkezî bir yeri vardır Mekke’deki ticârî faâliyetler yazkış devâm ederdi Yaz seferleri Sûriye taraflarına, kış seferleri ise Yemen taraflarına yapılırdı Düzenledikleri kervanlarda mallar, develerle taşınır, bâzen develerin sayısı iki bin beş yüze ulaşırdı Bu ticârî kervanlar, Mekke için o kadar ehemmiyetli idi ki, Allâh Teâlâ, Kureyşlileri îmâna ve ibâdete dâvet ederken onlara lutfettiği bu müstesnâ nîmeti hatırlatmaktaydı:

?? ?? ??? ?? ? ? ? ??? ??

“Kureyş’e kolaylaştırıldığı, evet, kış ve yaz seyahatleri onlara kolaylaştırıldığı için onlar, kendilerini açlıktan doyuran ve her çeşit korkudan emin kılan şu evin (Kâbe’nin) Rabbine kulluk etsinler (Kureyş, 14)

Siyâsî hâkimiyetten mahrum ve karışıklık içindeki Arap Yarımadası’nda bu tür iktisâdî teşebbüsleri emniyetli bir şekilde yapmak hayli zor olmakla birlikte, harâm aylarda bu emniyet tam olarak temin ediliyordu Mekke’nin bu hususta bile farklı bir mevkii olduğu görülür Zîrâ diğer bütün panayırlar için sâdece Receb ayı harâm kabûl edilirken, Mekke “Eşhüru’lHurum: harâm olan dört ayın tamamına sâhipti Ayrıca Basl adındaki müessese ile Mekke’deki bâzı âilelerin malları, yağma edilme tehlikesine karşı sekiz ay boyunca koruma altına alınmıştı3

Mekke civârında Ukâz, Mecenne ve Zü’lMecâz Panayırları kurulurdu Câhiliye devrinde de ibâdet olan hac zamânında kurulan bu panayırlar, çok kalabalık olurdu Bunlar vesîlesiyle ticârî hayâta bereket gelir ve Mekkeli tüccarlar bol kazanç sağlarlardı

Mekke’nin coğrafî mevkii, eskiden beri etrâfındaki devletlerin dikkatini çekmekte idi Beytullâh’ın bulunduğu yer olması sebebiyle de büyük bir ehemmiyeti vardı Mekke, birçok teşebbüslere rağmen komşu devletler tarafından işgâl edilememiş ve târih boyunca bağımsızlığını muhâfaza etmiştir Bizanslılar da Mekke üzerinde nüfûz kurmak için sürekli gayret sarf etmişler, ancak muvaffak olamamışlardır

1 Abdullâh bin Abbâs radıyallâhu anh, Allâh Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem’in amcası Hazreti Abbâs’ın oğludur Annesi Hazreti Hatîce’den hemen sonra müslüman olan Ümmü’lFadl Lübâbe’dir İbni Abbâs, hicretten üç yıl önce Mekke’de doğduğunda, onu getirip Rasûli Ekrem’in kucağına verdiler Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem, mübârek ağzında çiğnediği bir hurmayı onun damağına sürdü İbni Abbâs “tahnik denilen bu hâdise sebebiyle ashâb arasında pek üstün meziyetlere sâhip olmuştur Daha sonraları Peygamber aleyhisselâm ona iki defâ duâ etmiş, bu duâlarının birinde; “Allâh’ım! Onu büyük din âlimi (fakîh) yap ve ona Kur’ân’ı öğret! buyurmuştur Bu sebeple o, Kur’ânı Kerîm’i en iyi bilen sahâbî olmuş, kendisine “Tercümânü’lKur’ân unvânı verilmiştir Ümmetin en âlimi mânâsında “Hibru’lÜmme diye de isimlendirilmiştir Mükerrerleriyle birlikte 1660 hadîsi şerîf rivâyet etmiştir Hayâtının son yıllarında gözlerini kaybetmiştir Hicrî 68 mîlâdî 687 senesinde, Tâif’te, 71 yaşında vefât etmiştir

2 Bkz İbni Hişâm, I, 135142

3 Bkz Hamidullâh, I, 2425


Osman Nûri Topbaş


 
Üst Alt