Son Konu

Velİler Velİsİ İmam-i Rabbanİ

iltasyazilim

Yeni Üye
Katılım
25 Ara 2016
Mesajlar
2
Tepkime
1
Puanları
38
Yaş
35
Credits
-2
Geri Bildirim : 0 / 0 / 0
Allah Kitabı ve Resulünün sünnetinden sonra dinin en büyük eseri 'Mektubatı İmamı Rabbani'

Eserin sahibi, İkinci Bin Yılın Yenileyicisi Şeyh Ahmeti Faruki Serhendi (İmamı Rabbani) Hazretleri de, resuller, nebiler ve sahabilerden sonra ümmet kadrosunun en büyük ferdi

Bazı maruf ve avam diline düşmüş din büyüklerine nisbetle ancak havas tabakasının tanıdığı bu büyük zatı, umumi plana çıkaran ilk teşebbüs de Büyük Doğu'dan

(Takdim'den)
İMÂMI RABBÂNÎ

AHMED FARUKÎ SERHENDÎ

Kaddesallahu Sırrahulaziz



563 (H971) senesinde Hindistan'ın Serhend şehrinde doğdu İmâmı Rabbânî ismiyle tanınmış büyük velî , âlim , müceddid ve müctehiddir Altın Silsilenin yirmi üçüncü halkasıdır İsmi, Ahmed bin Abdülehad'dir Lakabı Bedreddîn, künyesi Ebü'lBerekât'dır Hicrî ikinci bin yılının müceddidi (yenileyicisi) olmasından dolayıMüceddîdi elfi sânî, İslam ahkâmı ile tasavvufu birleştirmesi sebebiyle, Sılaismi verilmiştir Hazreti Ömer'in soyundan olduğu için ,Fârûkînesebiyle anılmış, Serhend şehrinden olduğu için de oraya nisbetle, Serhendîdenilmiştir Bütün bu vasıflarıyla birlikte ismi, İmâmı Rabbânî Müceddîdi elfi sânî Ahmed Fârûkî Serhendî'dir

Babası ve dedelerinin hepsi, sâlih ve fazîletli kimselerdi Babası Abdülehad Efendi din ve fen ilimlerinde yetişmiş, tasavvufta da en son mertebeye ulaşmıştı Gençliğinde ilmi yaymak, insanlara hizmet etmek, doğru yolu göstermek için seyahat ettiği sıralarda, Hindistan'ın meşhûr kasabalarından Skendere'ye gitmişti O memleketten asîl bir âileye mensûb sâliha bir hanım, firâsetiyle Abdülehad Efendinin mübârek bir zât olduğunu anlayıp, ona; Kendi kucağımda terbiye edip büyüttüğüm, iffet ve ismet cevheri bir kız kardeşim vardır Böyle sâliha bir kızın sizinle nikâhlanmasını arzû ediyorum Bu ricâmı kabûl edeceğinizi umarımdiye haber gönderdi Abdülehad Efendi bir müddet düşündükten sonra teklifi kabûl edip, o kızla nikâhlandı Bu evliliklerinden İmâmı Rabbânî doğdu

İmâmı Rabbânî çocukluğunda şiddetli bir hastalığa tutulmuştu Evlerinde büyük bir üzüntü hâsıl olup, vefât edeceğini zannetmişlerdi O zamânın meşhûr velîlerinden ve Abdülkadiri Geylânî'nin yolunun büyüklerinden Şâh Kemâl Kihtelî Kâdirî'ye götürüp duâsını istediler Şâh Kemâl Kâdirî, İmâmı Rabbânî'yi görünce babasına; Hiç üzülmeyiniz Bu çocuk çok yaşayacak, ilmiyle âmil, büyük bir âlim ve eşsiz bir velî olacakdemiş ve çocuğun elinden tutup, öpmüştü Muhabbetle sarılmalarından dolayı, Abdülkâdiri Geylânî'nin feyzi ve nûru, mübârek vücûdunu kapladıŞâh Kemâl Kâdirî, İmâmı Rabbânî hakkında çok güzel ve büyük müjdeler verdi İmâmı Rabbânî yedisekiz yaşlarında iken Şâh Kemâl Kâdirî vefât etti

İmâmı Rabbânî ilk tahsîline, babasından ders alarak başladı Babasından okuyup Arapçayı öğrendi Küçük yaşta Kur'ânı kerîmi ezberledi İlminin çoğunu babasından, bir kısmını da zamânının meşhûr âlimlerinden öğrendi Babasından ders aldığı sırada, çeşitli ilimlere âit küçük kitapları ezberledi Babasından aldığı dersleri tamamlayınca, Siyalkut şehrine gidip orada, Mevlânâ Kemâleddîn Keşmîrî'den ilim öğrendi Mevlânâ Kemâleddîn meşhûr âlim Abdülhakîmi Siyalkûtî'nin de hocası olup, zamânının en büyük âlimiydi Bâzı hadîs kitaplarını da Şeyh Yâkûbı Keşmîrî'den okudu Kâdı Behlûli Bedahşânî'den; hadîs, tefsîr ve bâzı usûl ilimlerinde icâzet, diploma aldı On yedi yaşında iken tahsîlini tamamlayıp, bütün ilimlerden icâzet aldı Tahsîli sırasında, Kâdîrî ve Çeştî büyüklerinin kalblerindeki feyz ve lezzeti babasından aldı

Bu sırada; RisâletütTehlîliyye, Reddi Revâfid, İsbâtünNübüvve adlı eserlerini yazdı Edebiyâta çok meraklı olup, fesâhatı ve belâgatı, sür'ati intikâli, zekâsının şiddeti herkesi hayrette bırakıyordu

Bu kadar ilmi ve herkesin üstünde olgunluğu, tevâzûsu ile birlikte kalbi, Ahrâriyye, Nakşbendiyye büyüklerinin aşkı ile yanıyor, bu yolda yazılmış kitapları okuyordu Babasının vefâtından bir sene sonra, hacca gitmek üzere Serhend'den yola çıktı Bu yolculuğunda Delhi'ye varınca, orada tanıdıklarından ve Muhammed Bâkîbillah'ın talebelerinden olan Mevlânâ Hasan Keşmîrî ile görüştü Mevlânâ Hasan Keşmîrî, onu hocasının huzûruna götürüp, tanıştırmak istedi ve; Bugün Ahrâriyye yolunda bu ülkede başka böyle büyük bir zât yoktur Tâliblerin onun bir nazarıyla bakışıyla kavuştukları mânevî derecelere günlerce çekilen çileler ve çeşitli riyâzetlerle nefsin istediklerini yapmamakla kavuşmak mümkün değildirdedi

İmâmı Rabbânî , daha önce babası Abdülehad'dan da Ahrâriyye yolunun ve bu yolda bulunanların üstünlüklerini ve kıymetini duymuştu Bu yolun büyüklerinin kitaplarını okuyup onların güzel hâllerini bildiği için; Bu Hicâz yolunda, böyle büyük bir âlimden, bu büyükler yolunun zikr ve usullerini almaktan daha iyi ne olur?diyerek Muhammed Bâkîbillah'ın huzûruna gitti Huzûruna girince kalbi şimdiye kadar hiç duymadığı, bilmediği şeylerle doldu Hacdan sonra uğrayıp istifâde etmeği niyet etti ise de, kalbindeki sevgi ve arzu, kendisini bırakmadı Ertesi gün huzûruna gelip, Ahrâriyye feyzine kavuşmak şevkini arzusunu bildirdi ve hizmetinde kaldı Böylece Kâbe'ye gitmekten vazgeçip, Kâbe sâhibini istedi Üstâdının da lütuf ve himmeti ile iki ay içinde kimsede görülmeyen hâllere kavuştu

İmâmı Rabbânî , Muhammed Bâkîbillah'ı tanıdıktan sonra, mürşidinin sözlerine ve hâllerine bağlandı Birkaç ay sonra, hocası Muhammed Bâkîbillah ona icâzet verdi Böylece tasavvuf ilminde ve hâllerinde de yüksek dereceye kavuştuktan sonra, memleketi olan Serhend'e dönmesi emrolundu Hocası, talebesinden çoğunun yetiştirilmesini de ona bırakıp, onları da arkasından Serhend'e gönderdiŞeyhi onun için şöyle buyurdu: Kalblere devâ, rûhlara şifâ olan bu tohumu, Semerkand ve Buhârâ'dan getirip Hindistan'ın bereketli toprağına ektim Tâliblerin yetişip kemâle gelmesi için uğraştım O (İmâmı Rabbânî), her dereceyi aşıp, üstünlüklerin sonuna varınca, kendimi aradan çekip, talebeyi ona bıraktım

İmâmı Rabbânî , memleketine gelince ilim ve edep öğretmeye isteklileri yetiştirmeğe ve yükseltmeğe başladı Şöhreti her yere yayılıp, her taraftan âşıkları, onun ilminden ve feyzinden faydalanmaya geliyordu Talebelerine Beydâvî Tefsîrî, Sâhîhi Buhârî, Mişkâti Mesâbîh, AvârifülMa'ârif, Üsûli Pezdevî, Hidâye ve Şerhi Mevâkıf gibi bâzı din kitaplarını ders olarak mükemmel bir şekilde okuturdu Ömrünün son zamanlarında dahî talebelerine ilim tahsîlini sıkı sıkı emreder, buna çok önem verirdi Herkesin kalbini ilim ve nûr ile dolduruyor, Muhammed aleyhisselâmın dînini canlandırıyor ve kuvvetlendiriyordu Zamanının pâdişâhlarını, vâli, kumandan, âlim ve hâkimlerini, çok tesirli mektupları ile, dîne, sünneti seniyyeye teşvik ediyordu Allah ona öyle mânevi ilimler ihsân etmişti ki mürşidi Bâkîbillah da huzûruna gelir, hürmetle otururdu Hattâ bir gün geldiği zaman, İmâmı Rabbânî'yi kalbi ile meşgûl görüp, odaya girmedi, hizmetçiye de haber verip; Rahatsız etme!dedi ve sessizce kapıda bekledi Bir müddet sonra İmâmı Rabbânî kalkıp; Kapıda kim var?deyince üstâdı; Fakîr Muhammed Bâkidedi Bu ismi duyunca kapıya koşup, edep ve tevâzu ile karşıladı

İmâmı Rabbânî bir müddet Serhend'de talebe yetiştirmekle meşgûl olup, insanlara doğru yolu anlattıktan sonra, hocası Muhammed Bâkîbillah'ı ziyâret için Delhi'ye gitti Bir müddet hizmetinde kaldı ve hocası ile çok hoş sohbetleri oldu Bütün bu lütufları ile çok yüksek hâllere, fazîletlere kavuşmasına rağmen, mürşidi Muhammed Bâkîbillah'a yapılması mümkün olmayan bir edeble davranıyordu Muhammed Hâşimi Keşmî şöyle anlatmıştır: Hâce Hüsâmeddîn Ahmed'den işittim Hocam İmâmı Rabbânî'yi medhedip övdükten sonra; Mertebesi yüksek, fazîleti çok olmakla berâber, edebe riâyette, hocamız Muhammed Bâkîbillah'ın talebelerinden hiçbiri, İmâmı Rabbânî gibi değildibuyurdu

İmâmı Rabbânî şöyle buyurmuştur Biz dört kişi, hocamız Muhammed Bâkîbillah'a hizmette diğerlerinden ilerdeydik Hepimizin ayrı bir bağlılığı, ayrı bir düşüncesi vardıBu fakîr yakînen biliyorum ki, böyle bir sohbet ve cem'iyyet, terbiye ve irşâd kaynağı, Rasûlullah efendimizin zamânından sonra dünyâda çok az görülmüştür Gerçi insanların en hayırlısı olan Resûlullah efendimiz zamânında bulunamadık, sohbetine kavuşamadık ama, Muhammed Bâkîbillah nin saâdetli sohbetinden de mahrûm kalmadık Bunun için bu büyük nîmetin şükrünü yerine getirmek lâzımdır Onun huzûrunda herkes kendi bağlılığına, muhabbetine göre bir şeylere kavuştu

İmâmı Rabbânî , mürşidi Muhammed Bâkîbillah'ın ikinci defâ huzûruna gidip bir müddet kaldıktan sonra, tekrar memleketine döndü Bir müddet daha tâliblere, isteklilere feyz vermekle meşgûl oldu Bundan sonra üçüncü defâ hocasını ziyârete gitti Bu ziyâretinden sonra Delhi'den Serhend'e dönüp birkaç gün kaldı ve Lâhor'a gitti Lâhor şehrinde herkes, İmâmı Rabbânî nin teşrîfini büyük bir ganîmet bildi Talebelerinin en meşhûrlarından olan; Mevlânâ MuhammedTâhir, Hâce Muhammed, Mevlânâ Esgar Ahmed ve Mevlânâ Ravh Hüseyin gibi zâtlar bu sırada müridi olup, sohbetinde pişip yüksek derecelere kavuştular İmâmı Rabbânî Lâhor'da bulunduğu sırada, oranın âlimleri kendisine çok hürmet ve edep gösterdiler

İmâmı Rabbânî nin Lâhor'daki sohbetleri devâm ederken, hocası Muhammed Bâkîbillah'ın vefât haberi geldi Kalblerdeki huzûr ve ferahlığın yerini, elem ve keder aldı Bu haber üzerine, hemen Delhi'ye gidip mübârek mezarlarını ziyâret etti Oğullarına ve talebelerinin büyüklerine tâziyede bulundu Muhammed Bâkîbillah nin talebeleri, üzüntülerini ve kalblerindeki elemi, onun terbiyelerinin ve sohbetlerinin bereketleriyle gidermek için, huzûrlarına gelip, Muhammed Bâkîbillah'a gösterdikleri gibi, İmâmı Rabbânî'ye de; muhabbet, hürmet ve teslimiyet gösterdiler ve onu kabûl edip bağlandılar

İmâmı Rabbânî , mürşidi Muhammed Bâkîbillah'ın her sene, vefât ettiği ay olan Cemâzilâhir ayında Serhend'den Delhi'ye kabrini ziyârete gider ve geri dönerdi İki üç defâ da Akra'yı teşrif etti Bundan başka Serhend'den ayrılıp başka bir yere gitmedi Ancak, hayâtının sonuna doğru, zamânın sultânının ısrârı üzerine, ikiüç sene kadar bâzı beldelerde askerlerin arasında bulundu

İmâmı Rabbânî , Serhend'e döndükten sonra, Kâdirî tarîkatının büyüklerinden olan Şâh Kemâl Kâdirî'nin rûhâniyetinden de icâzet almakla şereflendi Bu icâzeti şöyle olmuştur: Bir sabah İmâmı Rabbânî talebeleri ile murâkabe hâlinde iken, Şâh Kemâl'in torunu ve onun bütün kemâlâtının vekîli olan Şâh İskender, Kehtel'den gelip, Şâh Kemâl'in bereketli hırkasını İmâmı Rabbânî nin mübârek omuzuna koydu İmâmı Rabbânî gözlerini açınca, Şâh İskender'i gördü Tam bir tevâzu ile boyunlarına sarıldı Şâh şöyle dedi: Birkaç zamandır, hâl ve rüyâmda dedem Şâh Kemâl'i görüyorum Bana, hırkasını size vermemi emrediyordu Fakat, onların bu bereketli hırkasını evden çıkarıp, bir başkasına vermek bana çok ağır geliyordu Ama tekrar tekrar emredince, emirlerine uymak lâzım olduİmâmı Rabbânî, o hırkayı giyip odasına gitti Bir müddet sonra odasından çıkınca, en yakın sırdaşlarına, mahremlerine şöyle söyledi: Hazreti Şâh Kemâl'in hırkasını giydikten sonra, şaşılacak çok garip hâl zâhir oldu Şöyle ki, hırkayı giydiğim zaman, insanların ve cinlerin seyyidi Abdülkâdiri Geylânî'yi, hazreti Şâh Kemâl'e kadar devâm eden bütün halîfeleriyle yanımda gördüm Hazreti Gavsi A'zâm Abdülkâdiri Geylânî kalbimi kendi tasarruflarına aldı ve husûsî nisbetlerinin ve yollarının nûrları ve esrârı beni kapladı Bir müddet bu hâlde kaldım O hâllerin beni kapladığı zamanda kalbime; BeniAhrâriyye büyükleri terbiye ettiler ve işimin esâsı bu büyüklerin yolunda olmaktır, şimdi başka oluyordiye geldi Böyle düşünürken, Ahrâriyye yolunun büyüklerinin, HâceAbdülhâlık Gücdüvanî'den mürşidim HâceBâkîbillah'a kadar bütün halîfelerinin geldiğini gördüm Benim işim ve icrâatım hakkında konuşmaya başladılar Ahrâriyye büyükleri; Bunu biz terbiye ettik Bizim terbiyemizle zevke, hâle ve kemâle erişti Siz ona ne hakla karışabilirsiniz?dediler Kâdirî büyükleri (Rahimehümullah) da; Daha çocukluğunda bizim ona teveccühümüz vardır Bizim nîmet soframızdan tad almıştır Şimdi de bizim hırkamızı giymektedirdediler

Onlar böyle konuşurken Kübreviyye, Çeştiyye yollarından da birer cemâat geldi Böylece anlaşmaya vardılar, bundan sonra bu iki şerefli nisbetten de kalbimde pay, tam bir şevk buldumİmâmıRabbânî tasavvufda, bu yolların hepsinde mürid yetiştirip feyz verdi

İmâmı Rabbânî , benzeri az yetişen, müstesnâ bir İslâm âlimi ve büyük bir mürşidi kâmildir İmâmı Rabbânî'nin vâsıtasıyla Allah hakkı bâtıldan ayırıp, çok kalblerden bâtılı kaldırdı İmâmı Rabbânî'nin mektup ve kitapları, insanları gafletten uyandırdı Dünyâya ışık saldı Allah'ın onu, Rasûlullah efendimizden bin sene sonra, İslâmı tecdid için görevlendirdiği kabul edilir

İmâmı Rabbânî'nin dîne yıllarca yaptığı bu büyük hizmetleri, Ehli sünnet îtikâdının ve doğru din bilgilerinin yayıldığını, bid'atlerin kalktığını gören bâzı sapık kimselerin cefâ oklarına, eziyet ve iftirâlarına hedef oldu Nice âlimlerin, fâdılların, kâmillerin kendi yollarından ayrılıp, rehberlerini bırakıp, O'nun etrâfına ve hizmetine koşuşmaları ise, hasedlerini daha da artırdı

İmâmı Rabbâni'yi gözden düşürmek için hîlelere baş vurdular Meselâ, Cüneydi Bağdâdî, Bâyezîdi Bistâmî gibi büyük meşâyihi aşağı görüyor diyerek, câhil tabakayı aldattılar Meşâyihin bildirdiği vahdeti vücûdu inkâr ediyor, diyerek, insanları ondan soğutmaya çalıştılar Onu sevenlere de; Meşâyihi izâmı inkâr ediyor, Allah'ın mârifetine vâsıtasız olarak kavuştum diyordediler Çeşit çeşit iftirâlarda bulundular

O zamânın sultânı Selim Cihangir Hânın devlet adamları, hattâ büyük vezîri, baş müftîsi ve etrâfındakiler Ehli sünnet düşmanı idiler Hâlbuki İmâmı Rabbânî nin birçok mektupları ve bilhassa ayrıca yazdığı Reddi Revâfıd Risâlesi, Ashâbı kirâm düşmanlarını red etmekte, böylelerinin câhil, ahmak ve alçak olduklarını anlatmaktaydı İmâmı Rabbânî bu risâlesini Buhârâ'da bulunan en büyük Özbek hânı Abdullah Hana yollamıştı Bunu İran'da, Şâh Abbâsı Safevî'ye gösterin! Kabûl ederse ne iyi, etmezse onunla harb câiz olurdemişti Kabûl etmedi Harb oldu Abdullah Han, Herât'ı ve Horasan'daki şehirleri aldı

Bundan sonra, Hindistan'daki bozuk fırkalar, Ashâbı kirâm düşmanları elele verdiler Sultâna gidip İmâmı Rabbânî hakkında çeşitli iftirâlarda bulunarak şikâyet ettiler Sultan, oğlu Şâh Cihân'ı gönderip, İmâmı Rabbânî'yi, evlâdlarını ve yetiştirdiği müridlerini çağırıp, hepsini öldürmeğe karar verdi Bunun üzerine Şâh Cihân, bir müftî ile yanına gitti Sultâna secdenin câiz olduğunu gösteren bir fetvâyı da yanında götürdü Babama secde edersen seni kurtarabilirimdeyince, İmâmı Rabbânî bu fetvânın zarûret zamânında izin olduğunu, azîmet ve din bütünlüğünün secde etmemek olduğunu, ecel gelince, ölümden hiçbir şeyin kurtaramayacağını söyledi ve secde etmeği kabûl etmedi Çocuklarını ve müridlerini bırakıp sultâna yalnız gitti Kendisine yapılan iftirâlara karşı sultâna güzel ve doyurucu cevaplar verdi Sultan hakîkatleri anlıyabilecek birisi olmadığı hâlde, neşelendi ve serbest bırakıp özür diledi Hattâ, sultâna kendisine yapılan iftirâların asılsız olduğunu açık delîllerle anlatırken, orada bulunan Hindûların bir kumandanı, İmâmı Rabbânî'nin sözlerini duyarak orada müslüman oldu

Sultânın iknâ olduğunu gören iftirâcı sapıklar; Bunun adamları çoktur Sözleri bütün memlekette yürürlüktedir Bunu serbest bırakırsak bir karışıklık çıkabilirdiyerek, uzun konuşmalardan sonra sultânı aldattılar Sultan, İmâmı Rabbânî nin, memleketin en sağlam ve korkunç kalesi olan Guwalyar Kalesi'ne hapsedilmesini emretti ve hapsedildi Bu hâdiseye çok üzülen talebeleri sultânâ isyân etmek istediler Bunu yapabilecek güçte idiler Fakat İmâmı Rabbânî onları bundan men etti Sultâna hayır duâ etmelerini emredip; Sultânı incitmek bütün insanlara zarar verirbuyurdu Kendisi de sultâna hep hayır duâ ediyordu Sultânın vezîri, koyu bir muhâlif olduğundan, zindanda, İmâmı Rabbânî nin başına kardeşini tâyin etmiş ve çok şiddetli davranmasını emretmiştiBu görevli ise ondan çeşitli kerâmetler, üzülmek yerine heybet, sabır ve hattâ neşe görerek tövbe etti Bozuk îtikâdını terkedip Ehli sünneti seçti ve hâlis talebelerinden oldu Kalede hapis bulunan binlerce kâfir, onun bereketi ve sohbetleri ile müslüman olmakla şereflendi Birçok günahkâr tövbe etti İmâmı Rabbânî hapiste üç sene kaldıktan sonra, sultan yaptığına pişmân oldu Hapisten çıkarıp ikrâm ve ihsân eyledi Bir müddet, asker arasında kalmasını istedi Sonra serbest bırakıp, hürmetle vatanına gönderdi İmâmı Rabbânî hapisteki bu sıkıntılardan ve uğradığı dertlerden sonra, evvelce bulundukları hâllerin ve makâmların binlerce üstünde derecelere yükselmiş olarak memleketine döndü İmâmı Rabbânî önceleri; Yetiştiğim derecelerin üstünde, daha çok makâmlar vardır Onlara yükselmek celâl sıfatı ile, sert terbiye edilmekle olabilir Şimdiye kadar cemal sıfatı ile okşanarak terbiye edildimdemişti Talebesinden bir kısmına; Elli ile altmış arasında üzerime dertler, belâlar yağacakbuyurmuştu Buyurduğu gibi oldu

İmâmı Rabbânî ni hapsettiren SelimCihangîr Hanın oğlu Şâh Cihân, pâdişâh olmak için babasına karşı geldi Askeri çok ve babası tarafındaki kumandanların çoğu kalbden kendisine bağlı olduğu hâlde zafer kazanamadı O zamânın velîlerinden birine hâlini anlatıp duâ istedi O velî dedi ki: Senin zafer kazanman için vaktin dört velisinin sana duâ etmesi lâzımdır Bunlardan üçü seninle berâber ise de, en büyükleri olan dördüncüsü bu işe râzı değildir O da İmâmı Rabbânî Müceddîdi elfi sânî dir Şâh Cihân, İmâm'ın huzûruna gelip duâ etmesi için yalvardı Fakat, İmâmı Rabbânî onun babasına karşı gelmesine mâni olup nasîhat etti Babana git, elini öp, gönlünü al, yakında vefât edecek, saltanat sana kalacaktırdiye müjde verdi Şâh Cihân emirlerini dinleyip arzûsundan vazgeçti Bir zaman sonra 1627 (H1037) de babası vefât edince saltanata kavuştu

Müslümanların zayıf düştüğü, küfrün, sapıklığın, zulmetin, ve sapık kimselerin her tarafı kapladığı bir zamanda, binlerce kâfir, çok sayıda fâsık ve fâcir onun güzel hâllerini görüp, sohbetini işitip tövbe ederek sâlih müslüman oldu Uzaktan yakından pek çok kimse, rüyâda ve uyanık iken onu görerek yanına koşmuşlardır Âlim, sâlih, genç, ihtiyâr binlerce kimse onu görüp, sohbetinde bulununca, feyz alarak kalbleri zikreder olmuştur Huzûrundaki pek çok talebeyi hâllere, yüksek derecelere kavuşturmuştur Her an kerâmetleri görülür; feyz ve bereket yayardı

Zamânının âlimleri, İmâmı Rabbânî ne Sılaismi ile hitâb ettiler Sıla, birleştirici demektir Çünkü, o, tasavvufun İslâmiyetten ayrı bir şey olmadığını İslâmiyete uygun bir şey olduğunu isbat ederek, ahkâmı İslâmiye ile tasavvufu vasl etmiş, birleştirmiştir Bir hadîsi şerîfte; Ümmetimden Sıla isminde biri gelir Onun şefâati ile çok kimseler Cennet'e girerbuyrularak onun geleceği haber verilmiştir Bu hadîsi şerîf, İmâmı Süyûtî'nin Cem'ülCevâmi kitabında vardır İmâmı Rabbânî bir mektubunda; Beni iki deryâ arasında Sılayapan Allah'a hamd olsundiye duâ etmiştir Müridleri ve sevenleri arasında Sılaismiyle meşhûr olmuştur Hadîsi şerîfte müjdelenen Sılaismini ondan evvel hiç kimse almamıştır

İmâmı Rabbânî , Müceddîdi elfi sânîdir Yâni hicrî ikinci binin müceddididir Hadîsi şerîfde, bu ümmete ise, her yüz yıl başında İslâm dînini kuvvetlendiren bir âlim geleceği haber verilmektedir Rasûlullah efendimizden sonra Rasûlullah gelmeyeceğine göre, kendisinden bin sene sonra, İslâm dînini her bakımdan ihyâ edecek, dîne sokulan bid'atleri temizleyip, asrı saâdetteki temiz hâline getirecek, zâhirî ve bâtınî ilimlerde tam vâris, âlim ve ârif bir zâtın olması lâzımdı Hadîsi şerîfler bunu bildirmektedir Bu mühim hizmeti İmâmı Rabbânî yapmıştırBütün İslâm âlimleri, bu zâtın İmâmı Rabbânî olduğunda ittifâk etmişlerdir

Bid'atleri temizleyip İslâm dînini ihyâ etti Onun zamânında Hindistan'da bozuk inanışlar yayılmaya başlayıp, büyük fitneler çıkmıştı Ayrıca tasavvufta vahdeti vücûdu anlatan sözler, müslümanlar arasında çeşit çeşit şekillere sokulduBirçok câhil, büyüklerin sözlerinin mânâlarını anlamayarak zamanla dinden çıktı Böylece tasavvuf bilgileri ile İslâmiyetin hükümleri arasında ayrılık ve çatışma varmış gibi, ikisi birbirinden ayrıymış gibi gösterilerek, müslümanlar çeşitli isimler altında birbirlerinden ayrılmaya ve birbirlerine düşman edilmeye çalışıldı İmâmı Rabbânî başta vahdeti vücûd bilgileri olmak üzere, yanlış anlaşılan daha birçok meseleyi gâyet açık bir şekilde îzâh ederek, insanların zihinlerini ve kalblerini, yanlış ve bozuk inanışlardan, bid'atlerden temizledi Hakkı batıldan ayırıp, Rasûlullah'ın hak ve doğru yol olduğunu haber verdiği Ehli sünnet îtikâdını her yere yaydı Kendisine ilk defâ (Müceddîdi elfi sânî) ismini veren, zamânının en büyük âlimlerinden Abdülhakîmi Siyalkûtî'dir

Hâce Muhammed Bâkîbillah'ın talebesinin en büyüklerinden ve en yüksek âlimlerden olan Seyyid Mîr Muhammed Numân diyor ki: İmâmı Rabbânî'ye tâbi olmağı hocam bana söyleyince, buna lüzum olmadığını anlatmak için; Kalbimin aynası ancak sizin parlak kalbinizin nûruna karşı duruyordedim Hocam sert bir sesle; Sen, Ahmed'i ne sanıyorsun? Onun, güneş olan nûru, bizler gibi binlerce yıldızı örtmektedirbuyurdu

Belh şehrinde bulunan Mîr Muhammed Mü'min Kübrevî, talebesinden birini, İmâmı Rabbânî'nin huzûruna gönderdi İmâmı Rabbânî'nin huzûruna varınca; üstâdından, Seyyid Mîrekşâh' dan, Hasanı Kubâdânî ve Kâdı'lkudât Tulek'den selâm getirdi ve; Üstâdım Mîr Muhammed Mü' min buyurdu ki: İhtiyârlığım mâni olmasaydı ve yerim yakın olsaydı, gidip dersinden istifâde eder, ölünceye kadar hizmetçilik ederdim Kimseye nasîb olmıyan nûrları ile kalbimi aydınlatmağa çalışırdım Bedenim uzakta, gönlüm ise, onunla oradadır Bu fakîri, huzûrunda bulunan temiz talebesi gibi kabûl buyurmasını ve mukaddes nûrlarından rûhuma ışık salmasını yalvarırım ve benim için de mübârek elini öp!dedideyip, bir daha İmâmı Rabbânî'nin elini öptü Vedâ edip ayrılırken de; Belh şehrindeki azîzler, kendilerine, yüksek hakîkatleri bildiren mektuplarınızdan göndermenizi istirhâm ettilerdedi Bunun üzerine İmâmı Rabbânî bir mektup yazıp verdi

İmâmı Rabbânî nin fıkıh meselelerinde ilmi her meseleye ânında cevap verebilecek derecedeydi Usûli fıkıhta da tam bir mahâret sâhibiydi Fakat ihtiyâtının çokluğundan, çoğu zaman fıkıh kitaplarına başvururdu Seferde ve hazarda bâzı fıkıh kitaplarını yanında bulundururdu Bâzı fıkıh âlimlerinin câiz dediği, bâzılarının mekrûh dediği bir işte, o kerâhet tarafını tercih eder ve o işi yapmazdı Bir meselenin yapılmasında ve yapılmamasında, helâl ve haram olmasında ihtilâf olursa, yapılmaması ve haram tarafını tercih etmeği mümkün olduğu kadar elden kaçırmamalıdırbuyururdu

Bir müridi İsfehan'dan gelirken yolculukta atından heybesini düşürmüştü Farkına varınca, heybeyi aramak için kâfileden ayrıldı Şuraya da, buraya da bakayım diyerek ararken aradan çok zaman geçti Kâfile gözden kayboldu Yolu kaybedip şaşkın, perişân bir hâlde, çâresizlik içinde ağlayarak etrafta koşuyorduBuralarda ölüp gideceğim, yolumu şaşırdımdiye düşünüyordu Sonra bir suyun başına oturup abdest aldı Tam bir yalvarışla duâ edip, İmâmı Rabbânî'nin imdâdına yetişmesini istedi O anda İmâmı Rabbânî bir at üzerinde karşısına çıkıverdi Yanına yaklaşıp Elini ver!buyurarak elinden tutup onu atın terkisine bindirdi Sonra atı süratle sürüp, aradığı kâfileyi görünce attan indirip; Hadi git!buyurdu İmâmı Rabbânî gözden kayboluverdi

Serhend kâdılarından birinin oğlu, İmâmı Rabbânî nin sohbetinde bulunanlardan ve sevenlerindendi Bu genç bir defâsında çok ağır bir hastalığa yakalandı Tabibler hastalığına devâ bulamadılar Bunun üzerine İmâmı Rabbânî'ye bir mektup yazıp, yalvararak, içinde bulunduğu şiddetli hastalıktan kurtulması için duâ istedi İmâmı Rabbânî mektubuna cevap yazıp; Biz seni himâyemize aldık, bu hastalıktan kurtulacaksın Hatırını hoş tutbuyurdu O genç İmâmı Rabbânî nin teveccühü ve duâsı bereketiyle, hastalıktan kurtulup sıhhate kavuştu

İmâmı Rabbânî nin eski talebelerinden biri şöyle anlatmıştır: Küçüklüğümde Kur'ânı kerîmi ezberleyip hâfız olmuştum Sonra Serhend'den İlâhâbâd'a gittim Zamanla işe dalıp ezberimi unuttum Bende hâfızlık kalmadı ve bu hal üzere aradan birkaç yıl geçti Sonra memleketim Serhend'e döndüm Bu sırada Ramazânı şerîf ayı idi Serhend'e geldiğimde İmâmı Rabbânî'yle görüşünce bana; Hâfız! Terâvih namazını, hatim ile kıldır!buyurdu Kur'ânı kerîmin ezberimde kalmadığını, hâfızlığımı kaybettiğimi söyledim Fakat; Okuyacaksın!buyurdu Üç defâ hâlimi arzedip; Bende hâfızlık kalmadıdedimse de kabûl etmediler Çâresiz emre uydum Terâvih namazını kıldırmak üzere imâm oldum İmâmı Rabbânî'nin himmeti ile, hıfzımı unuttuğum hâlde ilk 21 cüzü ezberden okumak sûretiyle terâvihi kıldırdım İmâmı Rabbânî kıyamda dinledi İkinci gün terâvihde hatmi tamamladım

İmâmı Rabbânî nin yakın talebelerinden, Şehzâde Veliahd'ın hocası Mîrek Şeyh şöyle anlatmıştır: Ben önceleri İmâmı Rabbânî ni sevenlerden değildim Çünkü, Kendini hazreti Ebû Bekr'den üstün görüyordiye bir iftirâ yayılmıştı Bu sıralarda Hindistan'a gitmiştim Serhend şehrine varınca eski dostlarımdan önceden çok kötü bir insan olan biriyle karşılaştım Fakat bu defâ onu çok iyi ve üstün bir hâlde, takvâ sâhibi gördüm Yüzünde bir nûr vardı Sen böyle değildin bu hâl nedir?dedim Cevap olarak; Ben İmâmı Rabbânî nin hizmetine ve sohbetine girdim, devamlı huzûrundayım Onun sohbetinin bereketi ile bu nîmete kavuştumdedi Bunun üzerine ben ona; Senin bahsettiğin zât kendinin hazreti Ebû Bekr'den üstün olduğunu yazmış Onun sohbetinin tesir ve faydası olur mu?dedim Arkadaşım ben böyle deyince; Aslâ! Binlerce aslâ! Bilmeden, anlamadan inkâr etme! O yeryüzünün kutbudur Eğer sen onu görüp sohbetine kavuşsaydın, hakkında söylenilen bu iftirânın asılsız olduğunu anlardındedi Fakat bendeki şüphenin çokluğu sebebiyle; Görmek istemiyorumdedim Arkadaşım bana İmâmı Rabbânî nin huzûruna gidip onu görmem için çok ısrar etti Mutlakâ görmemi ve bu yanlış düşünceden kurtulmamı istiyordu Bu ısrar üzerine İmâmı Rabbânî nin huzûruna gitmeye karar verip kendi kendime; Eğer şu üç şeyden bahsedip beni iknâ ederse onu sevenlerden olurumdedim Kendi kendime cevâbını almak üzere hazırladığım üç suâlden birincisi, hakkında kendini hazreti Ebû Bekr'den üstün görüyor diye söylenilen iftirâya cevap vermesi, hemen bu mevzûyu açıp bu hususta benim şüphelerimi giderip tam iknâ etmesi idi İkincisi; benim babam ve dedelerimden bahsetmesi, üçüncüsü de HâceHâvend Mahmûd'dan anlatması idi Bu karardan sonra arkadaşımla berâber, İmâmı Rabbânî nin huzûruna gittik Oturmamıza izin verdi Oturduktan sonra yastığının altından bir mektup çıkarıp benim elime verdi Sonra verdiği bu mektubu okuyup öyle bir îzâh yaptı ki, hakkında yapılan ve kendini hazreti Ebû Bekr'den üstün görüyor diyenlerin iftirâlarına cevap verip açıkladı Benim bu hususta artık hiç şüphem kalmadı Bundan sonra zihnimde tuttuğum ikinci meseleye geçip; Mevlânâ Mîrek! Senin baban şöyle şöyle bir zât, deden de şöyle şöyle bir zât ve senin ecdâdının şerefi şöyledirdiyerek medhetti Ayrılmak üzere kalktığımızda vedâ ederken, üçüncü olarak tuttuğum Hâce Hâvend Mahmûd'dan bahsetmedi diye geçti Tam bu sırada yüzünü bana dönüp; Hâce Hâvend bizim Pîrzâdemizdir ve cezbe sâhibidirbuyurdu

Cân Muhammed Celenderî anlatmıştır: İmâmı Rabbânî nin yanında talebe iken, bir gün akşama doğru İmâmı Rabbânî bana; Sana bir iş söylesem yapar mısın?buyurdu Canım fedâ olsun yapmaz olur muyum!dedim Bunun üzerine benim elime yazılı bir kâğıt verdi ve buyurdu ki: Hafız Rahne'nin bahçesine git, orada bir grup derviş oturuyor Onların yanına var Aralarından güzel yüzlü bir dervişin onlardan geride bulunduğunu göreceksin Bu dervişin yanına git, ona bizim duâ ettiğimizi söyle Bu kâğıdı ona ver ve buraya gelmesini bildirEmri üzerine derhâl söylediği yere gittim Târif ettiği şekilde dervişlerden bir cemâat ve bu cemâatten biraz geride oturan güzel yüzlü bir derviş gördüm O da beni gördü ve görür görmez bana; Seni İmâmı Rabbânî mi gönderdi?dedi Evet deyip elimdeki kâğıdı verdim İmâmı Rabbânî nin duâ ettiğini ve çağırdığını söyledim Ben böyle deyince kalkıp, benimle yola koyuldu

İmâmı Rabbânî nin huzûruna girdiğimizde bir köşede oturuyordu Çağırıp geldiğim zât da başka yere oturdu Bu sırada İmâmı Rabbânî kahve getirmemi söyledi Hemen koşarak dergâhtaki kahve pişirilen yere gittim Kahveyi alıp getirdim Önce İmâmı Rabbânî'ye sundum Ona götürbuyurarak misâfire vermemi istedi Ona götürmek üzere yüzümü o tarafa döndüm Onu da İmâmı Rabbânî nin sûretinde gördüm Bu sefer o, önce İmâmı Rabbânî'ye götürmemi söyledi Dönüp baktım, İmâmı Rabbânî yerinde oturuyordu Huzûruna çağırıp geldiğim derviş, İmâmı Rabbânî'den beni sordu O da; Bu Celender'dendir İsmi, Cân Muhammed'dirdedi Bunun üzerine o derviş; Babası bizim tanıdıklarımızdandır Bunu hangi tarîkatta yetiştiriyorsunuz?deyince; Kâdiriyye silsilesindenbuyurdu Bunun üzerine o zât; Allah'a hamd olsun Onu Seyyid Abdülkâdiri Geylânî'ye kavuştururuzdedi Bu sırada İmâmı Rabbânî dışarı çıkmak üzere kalktı ve benden bir ibrik su istedi Hemen hazırladım Dışarı çıktığında bana kutup yıldızını göstererek; Cân Muhammed! Kutup yıldızını biliyor musun?Bu mudur değil midir? Dikkatli bak!buyurdu Dikkatli baktım kutup yıldızından, üzerinde siyah hırka bulunan bir zât çıktı ve bir anda yanımıza geldi İmâmı Rabbânî bana, Huzûruna yaklaş! O, Abdülkâdiri Geylânî'dir! Ona intisâb et, bağlandedi Bu emre uyarak hemen huzûruna yaklaştım, benim kendisine intisâbımı kabûl etti Sonra tekrar kayboldu Bu sırada İmâmı Rabbânî , abdest aldıktan sonra mescide girdi İmâmı Rabbânî nin beni göndererek çağırdığı derviş de yanımdaydı Bana gülümseyerek ; Abdülkâdiri Geylânî'yi gördün mü?dedi

Bu hâdiseyi Cân Muhammed Celenderî'den naklen anlatan seyyid zât şöyle diyor: Ben bunları Cân Muhammed Celenderî'den dinledikten sonra ona dedim ki: Bu kadar kıymetli şeylere kavuştuktan sonra neden ticârete dalıp da dergâhtan uzak kaldın?O da bana; Acâib bir hikâyedir Ben, İmâmı Rabbânî'nin huzûrunda talebe iken akrabâlarım gelip, beni götürmek istediler Buna müsâade et, biz bunu çarşıya çavuş yapacağızdiye ısrar ettiler İmâmı Rabbânî bana; Git çavuş olbuyurdu Ben ayrılıp gidemedim Yakınlarım tekrar gelip, ısrarla beni istediler Gitbuyurdu Ben yine gidemedim Akrabâlarım kalabalık bir hâlde tekrar gelerek, beni götürmek için ısrar ettiler İmâmı Rabbânî bu hâlden rahatsız oldu Bir gün bir şey yiyordu Kendi yediği şeyin bir parçasını koparıp bana verdi Onu ağzıma alır almaz hâlim değişdi Dünyâ işlerini düşünür hâle dönmüştüm Bu sefer çâresiz beni götürmek için gelip ısrar eden akrabâlarımla gittim Ticârete başlayıp, çavuş oldum Bundan sonra ticâretle uğraştım Fakat mürşidim İmâmı Rabbânî'yi hiç unutamadım Ona bağlılığımı kesmedim dedi

İmâmı Rabbânî nin talebelerindenMevlânâ Muhammed Emîn, bir gün, hocasına şöyle arzetti: Nevâbşîr Hâce, asîl ve şerefli bir âileye mensubtur Babası ve dedeleri evliyâdandı Fakat Nevâbşîr Hâce çok içki içiyor ve haram işlerle meşgûl oluyor Islâhı için bir teveccüh buyurunuz Bu bir komutandır Eğer tövbe etmek nasîb olursa onun sebebiyle askerlerden pekçok kimse de kurtulur, sâlih kimselerden olurlarBunu arzedince İmâmı Rabbânî sükût etti Yine bir defâ aynı şey arzedilince İmâmı Rabbânî buyurdu ki: Ey Mevlânâ Muhammed! Nevâbşîr Hâce'nin hâline teveccüh ettim Onu haramlar ve günahlar içinde gördüm Onu bu kötü hâlden kurtarmak için çok teveccüh ettim, uğraştım Elim ona ulaşmadı Fakat sonunda onu kendimize çekeceğizbuyurdu Aradan uzun zaman geçti Hakkında böyle buyurduğu o kimse, haramları terkedip tövbe etti

Birgün İmâmı Rabbânî hastalanmıştı Hastalığı sırasında yemek için on bir tâne üzüm istedi Hizmetçi üzümleri getirince, İmâmı Rabbânî murâkabeye daldıBir müddet sonra başını kaldırıp; Çok garib bir hâl gördüm Bu üzümleri önüme koydukları zaman, hepsinin, Allah'a münâcaat ettiklerini, yalvardıklarını işittim Allah üzümlerin münâcaatını kabûl etti ve hastalıktan kurtulmağı bunları yemeğe bağlı kıldıbuyurdu Bu üzümlerden birkaç tâne yeyince hastalıktan eser kalmadı

Muhammed Hâşimi Keşmî şöyle anlatmıştır: Seyyidlerden bir genç, medresede talebe idi Onunla arkadaşlık ederdik Bir gün ağlayarak yanıma geldi ve başından geçen bir hâdiseyi anlattı İmâmı Rabbânî nin büyük bir kerâmetini görmüştü Dedi ki: Hazreti Ali'ye karşı savaşanları, hele hazreti Muâviye'yi sevmezdim Bir gece senin üstâdın İmâmı Rabbânî'nin Mektûbât'ını okuyordum Okuduğum yerde; İmâmı Enes bin Mâlik buyurdu ki: Hazreti Muâviye'yi, sevmemek onu kötülemek, hazreti Ebû Bekr'i ve hazreti Ömer'i sevmemek bunları kötülemek gibidir Ona söğene, bunlara söğene verilen cezâyı vermek lâzımdıryazılı idi Bunu okuyunca, canım sıkıldı ve yerinde olmayan bir yazıyı buraya yazmış dedim Mektûbât'ı yere attım Yatağıma uzandım Uyudum Rüyâmda, senin mürşidin öfkeli ve kızgın bir hâlde yanıma geldi İki mübârek elleri ile kulaklarımı çekti ve; Ey câhil çocuk! Sen bizim yazdığımızı beğenmiyorsun ve kitabımızı fırlatıp, yere atıyorsun Benim yazımı okuyunca şaşaladın ve inanmadın Ama gel, seni bir zâta götüreyim de gör! Resûlullah efendimizin eshâbını sevmediğin için, aldandığını ondan işitbuyurdu Beni çekerek, bir bahçeye götürdü ve kapısında bırakıp kendisi yalnızca ilerledi Uzak'ta görünen büyük bir odaya doğru yürüdü Orada nûr yüzlü, bir zât oturuyordu Çekinerek ve saygı ile o zâta selâm verdi Önünde diz çöküp oturdu Ona bir şeyler söylüyor, beni gösteriyorduUzaktan bana bakışlarından benden bahsettiği anlaşılıyordu Biraz sonra senin o yüksek üstâdın İmâmı Rabbânî, kalktı Beni çağırdı Bu oturan zât, hazreti Ali'dir İyi dinle! Bak ne buyuruyordedi Yanlarına gidip, selâm verdim Sakın, sakın! Resûlullah efendimizin ashâbına karşı, kalbinde bir dargınlık bulundurma! O büyüklerden hiçbirini, aslâ kötüleme Aramızda muhârebe şeklinde görünen işlerimizin, hangi niyetlerle yapıldığını, biz ve o kardeşlerimiz biliriz!dedi Senin hocanın adını söyleyerek; Bu zâtın yazılarına da sakın karşı gelme!buyurdu Bu nasîhatı dinledikten sonra, kalbimi yokladım Bu hususdaki tereddüdün ve soğukluğun, kalbimden çıkmadığını gördüm Bu hâlimi hemen anladı Öfkelendi Senin hocana bakarak; Bunun gönlü daha temizlenmedi Suratına bir tokat indir!dedi Şeyh , yüzüme kuvvetli bir tokat indirdi Tokadı yiyince, kendi kendime; Bunu sevdiğim için onlara düşmanlık etmiştim Hâlbuki kendisi onlara düşmanlığımdan bu kadar çok incinmektedir Bu hâlden vazgeçmeliyim!dedim Kalbimi yokladım Düşmanlık, kırgınlık kalmamış, tertemiz buldum O anda uyandım O rüyânın, o sözlerin tadı, beni başka hâle soktu Kalbimde Allah'tan başka hiçbir şeyin sevgisi kalmadı

Muhammed Hâşimi Keşmî şöyle anlatmıştır: İmâmı Rabbânî nin makbûl talebelerinden olan, yüksek yaradılışlı bir azîzden işittim, şöyle buyurdu: Mühim bir iş için Lâhor şehrinden, Burhânpûr'a gitmiştim Serhend'e gelip, hazreti İmâm'ın ellerini öpmekle şereflendiğim zaman hastalandım Gideyim mi, kalayım mı diye tereddüd ediyorum İmâmı Rabbânî ; Çok mühim bir işin var, muhakkak gitmelisin, inşâallah hayırlısı olurbuyurdu Emirlerine uyarak yola çıktım İki üç konak gidince hastalığım arttı Bir gece böyle devâm etti Bu hastalığın şiddetli zamânında kendi kendime; Onlar bana; Gidin bunda hayır vardırbuyurdu dedimHâlbuki hastalığım çok arttı Bu düşünceden sonra bu hastalığın ateşi ve sıkıntısı esnâsında, İmâmı Rabbânî'yi rüyâda gördüm Hiç üzülme, şifâ bulacaksın yola devâm etbuyurdu Sabah olunca, hastalık tamâmen geçti Delhi'ye gelince, orada bir dostum bana Hâre helvası ikrâm etti Bunu yiyince, yeniden hastalandım Yatağa düştüm ve İmâmı Rabbânî'nin kerem ve teveccühüne kavuşmak için yalvarmağa başladım İki gün geçmeden, hazreti İmâm'ın huzûrunda bulunan, eski ve samîmi dostlarımdan biri, âniden kapıdan içeri girdi Hayırdır inşâallahdedim Dedi ki: Beni İmâmı Rabbânî gönderdi Git, filân dostunun yanında bulun, şimdi ağır hastadır, senin gibi işten, hâlden anlayana çok ihtiyâcı olup, berâber bulunursunuzbuyurdu Senin yanına gelmek üzere yola çıkacağım sırada bir torba şifâlı ot isteyip sana getirmem için bana verdi İşte getirdimBen dedim ki: Bu otları İmâmı Rabbânî benim hastalığımın iyileşmesi için ilâc olarak göndermiştir Bu otları ezip, suyunu içmeliyimDoktorlar; beni bundan men etmek istediler Ben onlara; İmâmı Rabbânî bunları benim için gönderdi içeceğimdedim İster istemez o otları ezip şerbet yaptılar İçer içmez, hastalığımın hafiflediğini anladım Ertesi gün kalan otların da suyunu çıkarıp içince büsbütün kurtuldum

O zamânın sultânının üçüncü oğlu, diğer kardeşlerinden çok daha olgun ve aralarında seçkin bir durumdaydı Babasına isyân etmişti Bir taraftan babası, bir taraftan da bu oğlu, kuvvetli ordularla birbirlerine hücûm ettiler Şiddetli bir harb başladı Babasının tarafında bulunup, en mühim işleri yürüten büyük bir kumandan, bu harb sırasında sultânın oğlunun tarafına geçti Bu şehzâde, velîlerin ve âlimlerin sevgisini kazanmıştı İslâmiyetin yayılmasına gayret ve müslümanları himâye ediyordu Zamânın evliyâsının büyüklerinden bir kısmı, İmâmı Rabbânî'ye mektup yazıp; Delhi'de bulunan velîler keşf ve vâkıalarla gâlibiyetin ve nusretin şehzâde tarafında olduğunu görüyorlar Hazretiniz bu hususda ne buyururlardediler: İmâmı Rabbânî cevâbında; Harb meydanındaki vaziyetin bunun aksi olduğunu anlıyorum, fakat sonunda şehzâdenin kazanacağını tamâmen görüyorumbuyurdu Buyurdukları gibi oldu Bir müddet kadar diğerleri devleti idâre edip, sonra Allah kardeşler arasında sultanlığı ona (Şâh Cihân bin Cihângir'e) nasîb etti Babasının vekîli olarak onun makâmına geçti Sâyesinde memleket nizâma girdi Ârifler ve âlimler hürmet gördüler Dîne üstün hizmetler yapıldı

İmâmı Rabbânî 1615 (H1024) senesinde, elli üç yaşlarında iken, talebelerinden çok sevdiklerine; Benim ömrüm ve hayatım hakkındaki kazâyı mübremin altmış üç sene olduğunu ilhâm ile bana bildirdilerbuyurdu Ve buna çok sevindi Çünkü Rasûlullah efendimize tâbi olmasının çokluğu, yaş bakımından da uymakla belli oluyordu Aynı zamanda bu hususta hazreti Ebû Bekr'e, hazreti Ömer'e ve hazreti Ali'ye de uymuş oluyordu

1623 (H1032) senesinde Ecmîr'de iken; Vefât etmemin yakın olduğuna dâir işâretler, alâmetler görülmeğe başladıbuyurdu Serhend'de bulunan oğullarına mektup yazıp; Ömrümüzün sona ermesi yakındırbuyurdu Babalarının hasreti ve ayrılığı ile yanan, oğulları, bu mektubu alınca, babalarının bulunduğu yere hareket ettiler Huzûruna kavuşunca, oğullarını özel odasına çağırdı Buyurdu ki: Oğullarım, bu dünyâya hiçbir şekilde nazarım ve bağlılığım kalmadı Öbür dünyâya gitmek îcâb ediyor, gitme ve yolculuk alâmetleri görünmeğe başladı

Muhammed Hâşimi Keşmî demiştir ki: Oğulları odadan çıkınca, kalblerindeki sıkıntıyı ve ölçülemeyen üzüntüyü, bu fakîr gördüm Her birinin ağlamaktan boğazı tıkanıyordu Böyle olduklarını görünce, kendilerine ne için bu kadar ağladıklarını sordum Babaları İmâmı Rabbânî nin vefâtının yakın olduğunu açıklaması üzerine sebebini öğrendim Fakat İmâmı Rabbânî , bu haberden oğullarının çok üzgün olduğunu, kalblerindeki sıkıntı ve darlığı görünce, daha bir yıldan çok yaşayacaklarını hissederek , tekrar oğullarını çağırdılar ve; Bir takım işleri tamamlamak için daha bir müddet yaşayacağımızı bildirdilerbuyurdu Bunun üzerine iki kardeşler çok sevindi Bu müjdelerinden, oğulları ve bu fakir uzun yıllar yaşayacaklarını ümid ettik

İmâmı Rabbânî o günlerde, Hâce Muînüddîn Çeştî'nin mezârını ziyârete gitti Bir müddet kalblerine murâkabe ederek oturdu Kalkınca, buyurdu ki: Hazreti Hâce çok iltifât edip, çok şefkat gösterdiler Kendi husûsî bereketlerinden ziyâfetler verdiler Konuştuk ve çok sırlar açıklandı Konuşulanlardan biri şudur: Buyurdu ki: Bu asker arasında bulunmaktan kurtulmağa çalışmayınız Kendinizi Allah'ın rızâsına bırakınızBu arada o mezarda hizmet gören türbedârlar gelip, İmâmı Rabbânînin elini öpmekle şereflendiler

Muînüddîn Çeştî nin kabrinin örtüsünü her sene değiştirip, eskisini evliyânın büyüklerinden birine gönderirlerdi Yâhud da zamânın pâdişâhına verirler, o da , bir sandıkta, teberrüken saklardı O gün, o mezarın örtüsünü değiştirdiler ve eskisini İmâmı Rabbânî nin huzûruna getirip, takdîm ettiler İmâmı Rabbânî tam bir edeble kabûl etti Örtüyü hizmetçilerine verip, kalbden bir ah çekdi ve; Hazreti Hâce'ye bundan daha yakın bir libâs, bir örtü yoktur Bunu saklayın, bana kefen olsunbuyurdu

İmâmı Rabbânî Ecmîr seferinden Serhend'e dönünce, artık evinde inzivâya çekildi Bir müddet, beş vakit namaz ve Cumâ namazı hâriç, evden dışarı çıkmadı Nûr ve esrâr menbaı olan özel odasına; Muhammed Hâşimi Keşmî'den, oğullarından, talebelerinden ve hizmetçilerinden iki üç kişi hâriç, başkalarının girmesi çok nâdir oluyordu Halveti seçtiği günlerden bir gün, bir nefes çekip; Ebû Ali Dekkâk'ın meşrebi çok yükselince, meclisinde insan kalmadısözünü söyledi Burada olduğu gibi, ömrünün sonuna doğru, İmâmı Rabbânî nin meşrebi de o kadar yüce oldu ki, müridlerden en ileri gelenler bile mektebe yeni başlayan küçük çocuklar gibi kalıyorlardı

İmâmı Rabbânî nin talebelerinden biri şöyle anlatmıştır: İmâmı Rabbânî nin ömrünün son günlerinde, hasta olduğu sırada huzûruna çıkıp, birkaç günlüğüne memleketime gidip gelmek için izin istedim Birkaç gün dur!buyurdu Sonra tekrar arzedip; Hemen gidip, döneceğimdedim Birkaç gün sabret!buyurdu Fakat; Gidip en kısa zamanda huzûrunuza döneceğimdeyince, izin verdi ve: Sen nerede, biz nerede, ilkbahar nerede?mısra'ını okudu Bu sözünden birkaç gün sonra vefât etti

Bunun gibi, husûsî mahremleri ve onlara çok yakın olanlar; bu günlerde İmâmı Rabbânî'ye inzivâ ve insanlardan uzak kalmalarına temasla; Çolukçocuğunuzdan ve bütün insanlardan ayrılmanızın, uzlete çekilmenizin sebebi nedir?diye sorunca, cevâbında; Bu dünyâdan göçmemi çok yakın görüyorum İş böyle olunca, tamâmen inzivâ ve ayrılığı tercih edip, dâimâ istigfâr ediyorum, af diliyorum Bunları zarûrî görüyorum Bütün vakitlerimi ve nefeslerimi, zâhirî ve bâtınî ibâdetlerle geçirmeyi elzem buluyorum Bu da ancak, insanlardan ayrılmak ve yalnız kalmakla ele geçer Bunun için beni bırakınız, benden ayrılınız ve beni Allah'a ısmarlayınızbuyurdu

Yine son günlerinde, evinin sofasında istirahat ederken, âniden; İki üç ay sonra biz bu evde olmayızbuyurdu Orada bulunanlar; Özel odanızda mı bulunacaksınız?diye arzettiler Buyurdu ki: Orada da olmayacağımYa nerede olacaksınız?diye sordular Bu yerlerden hiçbirinde olmam Bakalım ne olur?buyurup, yollarının îcâbı açık söylemedi

Bu arada çok sadaka verdi ve büyük hayırlar yaptı Esrar mahremlerinden, yakınlarından biri, bu sadaka ve hayratlarının çokluğunu görünce; Bütün bu hayratlar, belâların giderilmesi için midir?diye sordu Buyurdu ki: Hayır, belki de kavuşmak şevki ile bunları yapıyorum Ve şu beyti okuyup gözlerinden sevinç gözyaşları döküldü:

Vuslat günüdür sırdaşım âleme kucak açayım,
Bu devletin, bu nîmetin sevinçlerini saçayım

Muharrem ayının on ikinci günü buyurdu ki: Bana bu dünyâdan öbür dünyâya gitmeme kırk veya elli gün kaldığını bildirdiler Mezârımı da gösterdilerBu sözleri dinleyenler üzüldüler ve şaşırdılar O günlerde, oğlu Muhammed Saîd birgün, İmâmı Rabbânî'yi ağlarken gördü Sebebini sordu Cevâbında; Allah'a kavuşmanın sevinci ile ağlıyorumbuyurdu Yine oğlu; Allah , bu işi, bu dünyâda çok sevdiklerinin isteğine bırakır Mâdem ki, siz bu kadar çok istiyorsunuz, elbette gidersinizdiye arz etti Bu sözü söyleyen oğullarında bir değişme gördü ve buyurdu ki: Muhammed Sa'îd! Allah'ın gayretine dokunuyorsunOğlu; Kendi hâlime üzülüyorumdedi ve gâyet samîmî bir beyânla, Ey babacığım! Bize yaptığınız bu şefkatsızlık ve acımasızlık nedendir?diye arz etti Bunun üzerine; Allah sizden sevgilidir Ayrıca bizim size şefkat ve yardımlarımız, vefât ettikten sonra, bu dünyâdakinden daha çok olacaktır Çünkü bu dünyâda, insanlık îcâbı bâzan ister istemez yardım ve teveccüh tam olmuyor Hâlbuki öldükten sonra, beşerî sıfatlardan tamâmen ayrılma vardırbuyurdu Bunu söylediği günden îtibâren, o günleri saymağa başladılar Şöyle ki, Safer ayının yirmi ikinci gecesi dostlarına ; Bugün söylediğim günlerin kırkıncı günü geçmiş oluyor Bakalım bu yedisekiz günde ne zuhûr ederbuyurdu Yine oğullarına buyurdu ki: Şu arada hâsıl olan birkaç günlük sağlıkta, Allah Habîbine tâbi olan bir insanda bulunabilecek bütün kemâlâtı bana ihsân eylediOğullarının bu sözlerden kalbleri parçalandı Çünkü, bu sözlerde hazreti Ebû Bekr Sıddîki Ekber'in; Bu gün dîninizi tamam eyledimâyeti kerîmesi gelince kalblerine gelen, yâni 'Rasûlullah efendimiz vefât edecektir', ilhâmından bir işâret bulunduğunu anladılar

Senin misk zülfünden, ayrılık gecesinin kokusu geliyor

Safer ayının yirmi üçü Perşembe günü, dervişlere, kendi mübârek elleriyle elbiselerini taksim etti Kendi üzerinde pamuklu, sıcak tutan bir elbise bulunmadığı için, havanın soğukluğu tesir edip, titremeğe başladı ve tekrar yatağa düştü Rasûlullah efendimiz hastalıktan kurtulup, az bir zaman sonra tekrar hasta olmuşlar ve vefât eylemişlerdi İmâmı Rabbânî , bu hususta da ittibâ'ı kaçırmadı Bu hastalık zamânında, ledün sırlarını, daha çok oğullarına anlattı Bir gün ledünni hakîkatleri beyânda o kadar uğraşıyordu ki, oğlu Hâce Muhammed Saîd; Hazretinizin hastalığı bu kadar konuşmanıza elverişli değildir, bu mârifetlerin beyânını bir başka zamâna bıraksanız nasıl olur babam?diye arzetti Bunun üzerine: Ey oğul! Daha zaman ve fırsat var mı? Biliyorum ki, bir başka vakit, bu kadarını söylemeye de kuvvet ve kudret bulamayacağımbuyurdular

Bu günlerde hastalığı şiddetli olmasına rağmen cemâatle namaz kılmağı terketmedi Ancak son dörtbeş gün, yalnız başına namaz kıldı Duâları, tesbihatı, salavâtı, zikri ve murâkabeyi eksiksiz yapıyordu Bir gece, gecenin üçüncü yarısında kalkıp abdest aldı Teheccüd namazını ayakta kıldı ve; Bu bizim son teheccüdümüzdürbuyurdu

Vefâtından biraz önce, kendinden geçme hâli görüldü Büyük oğlu, Bu kendinden geçme hâlinin şiddeti , hastalık mı, yoksa istiğrâk (nûrlara gömülme) sebebi ile midir?, diye arzetti Cevâbında; İstiğrak sebebi iledir Çünkü, bâzı hâller görünüyor Bunun için onlara teveccüh ediyorum, tâ ki hepsini oldukları gibi görebileyim ve bunlarla her şey tam ve mükemmel olsunbuyurdu Bu derin sırlardan oğullarının kulaklarına fısıldadı Bu kendinden geçme hâlinden kurtulunca,müridana elvedâsözünü hatırlatan, vasiyetlerini söylemeye başladı Bu vasiyetlerin çoğu; mutâbeata, Rasûlullah'a tâbi olmaya teşvik, sünnete yapışma, bid'atten kaçınma, zikr ve murâkabeye devâm etme hakkında idi

Sohbetlerinden birinde; Mezârımı belli olmayan bir yere yapınızbuyurduOğulları arzettiler ki: Bundan evvel, hazretinizin işâreti ile ağabeyimizin defnedildiği, şerefli ve bereketli yer hakkında; Benim mezârım orada olacaktır Aynı yerde defnedileceğimbuyurmuştunuz Bu gün de böyle buyuruyorsunuzEvet öyleydi Fakat şimdi ben böyle istiyorumdedi Oğullarının, bunu kabûl etme hakkında durakladıklarını görünce; Eğer böyle yapmazsanız, şehrin dışında babamın yanına defnediniz Bu da olmazsa, şehrin hâricinde bir bahçede benim mezârımı yapınız Süslemeyiniz Olduğu gibi bırakınız ki, en kısa zamanda nişânı kalmasınbuyurdu Kendi kabirleri için buyurdukları iki üç yer hakkında, oğullarında bir duraklama, tebessüm edip; Serbestsiniz Nereyi münâsip görürseniz, oraya defnedinizbuyurdu

Vefât ettiği Safer ayının yirmi dokuzuncu Salı günü, gece kendine hizmet eden hizmetçilerine; Çok zahmet çektiniz, bu sizin son zahmetinizdirbuyurdu Gecenin sonunda: Bu gece de bitti, sabah oldubuyurdu O günün işrâk zamânında; Beni yatağıma yatırınbuyurdu Sedirin üzerine yatınca, sünnet üzere sağ elini sağ yanağının altına koyup, zikrle meşgûl oldu Büyük oğlu Muhammed Saîd, babasının sık sık nefes aldığını görünce; Hâliniz nasıldır babam?diye sordu İyiyim ve kıldığım o iki rekat namaz kâfidirbuyurdu Bundan sonra bir daha konuşmadı Yalnız Allah'ın ismini söyledi ve biraz sonra da vefât etti Bu hususta da Rasullerin Serverine tâbi oldu Vefâtı 1624 (H1034) senesi, Safer ayının yirmi sekizi, Salı günü kuşluk vaktidir

Rasûlullah efendimizin vefât ayı olan Rebîülevvel ayının ilk gecesi, Rasûlullah efendimizin huzûruna kavuştu Hastalık çektiği günler, yaşının sene adedi kadar olup, altmış üç gün idi Hadîsi şerîfde; Bir günlük hummâ, bir senenin keffâretidirbuyuruldu Çektikleri hastalık, bu hadîsi şerîfin mânâsına uygun oldu

İmâmı Rabbânî nin nûrlu bedeni yıkama tahtasının üzerine konulup, elbiseleri soyulunca, orada bulunanlar namazda olduğu gibi ellerini bağladığını gördüler Sağ elinin baş parmağı ve küçük parmağını, sol elin bileğinde halka yaptı Hâlbuki, oğulları vefâtından sonra, kollarını düzeltip uzatmışlardı Yıkayıcı, mübârek ellerini açıp düzeltti Sol tarafa yatırdı, sağ tarafını yıkadı Sağ tarafa yatırıp sol tarafını yıkayacağı zaman, orada bulunanlar, zâif bir hareketle ellerinin hareket ettiğini, biraraya geldiğini ve eskisi gibi tekrar sağ elinin baş ve küçük parmaklarının, sol elinin bileğinde halka yaptığını gördüler Kefene sardıkları zaman, yine ellerinin bağlandığı görüldü Bu hal ikiüç defâ vâki oldu Nihâyet oradakiler, bunda derin bir mânâ ve gizli bir sır olduğunu anlayıp, bir daha ellerini açmaya uğraşmadılar ve oğulları Hâce Muhammed Saîd; Mâdem ki, muhterem babam böyle istiyor, böyle bırakalımbuyurdu Rasûlullah efendimiz hadîsi şerîfde; Yaşadıkları gibi ölürlerbuyurdu

İmâmı Rabbânî nin cenâze namazını, oğlu Hâce Muhammed Saîd kıldırdı Vefâtında 63 yaşında idi Serhend'de evinin yanında defnedildi Daha sonra Afganistan pâdişâhı Şâhi Zamân, kabri üzerine büyük ve çok sanatlı bir türbe yaptırdı Vefât haberi, sevenlerini çok üzdü Vefâtı üzerine şiirler yazılmış ve pekçok târih düşürülmüştür Onun vefâtına dayanamayan talebelerinden Muhammed Hâşimi Keşmî şöyle anlatır: Vefât ettiği günün akşamı şehrin kenarında virâne bir mescidde, onun hayâliyle içim yanıyor, kalbim parçalanıyordu Kalbimden soğuk âhlar çekiyor, gözümden yakıcı gözyaşları döküyordum Ben bu hâlde iken birden rûhâniyeti gözüküp; Sabretmek lâzımbuyurdu Binlerce kırıklık ve perişanlık içinde; Ey efendim, ateşe kim dayanabilir?dedim İbrâhim aleyhisselâma uymayı yerine getirmek lâzımdırbuyurdu Böylece, bu kendinden geçmiş âşığın âneliği arttı, ızdırâbımı ve ona olan muhabbetimi dile getiren şiirler söylemeğe başladım

Büyük oğlu Muhammed Saîd buyurdu ki: Babamı, vefâtından sonra rüyâda gördüm Allah'ın kendisine verdiği büyük nîmetlerden sevinçle anlatıyor ve iftihâr ediyordu Kendisine; Canım babam, şükr makâmından hiç kimseye bir nasîb verdiler mi?diye arzettim Evet, beni de şükredenlerden eyledilerbuyurdu Arzettim ki, Kur'ânı Kerîm'de meâlen; Şükreden kullar azdır(Sebe' sûresi: 13) buyuruluyor Bu âyetten anlaşılan, bu cemâatin, nebiler olduğudur Yâhud da nebilerin önde gelen ashabıdır Hazreti Ebû Bekri Sıddîk gibideyince; Evet, öyledir Fakat beni özel bir ihsân ve inâyetle, o şükredenler cemâatine dâhil eyledilerbuyurdu

Hâce Muhammed Ma'sûm buyurdu ki: Babamı vefâtından sonra rüyâda gördüm Münker ve Nekîr'in suâli nasıl geçti?diye sordumBuyurdu ki: Allah merhamet ederek, bereket cihetiyle ilhâm edip; Eğer sen izin verirsen bu iki melek kabrine gelecekbuyurdu Ey Allah'ım! Bu iki melek de, senin huzûrunda kalsınlardedimRabbim sonsuz rahmet ve merhametinden bana acıdı ve onları benim yanıma göndermediTekrar; Kabir sıkması nasıl geçti?diye sordum Oldu, fakat çok az oldubuyurdu

Eserleri:

1) Mektûbât: İslâm âleminde İmâmı Rabbânî'nin Mektûbât'ı kadar yaygınlıkla okunan kitap azdır Mektûbât, üç cild olup, beş yüz yirmi altı mektubunun toplanmasından meydâna gelmiştir Kelâm ve fıkıh bilgilerini, tasavvufun mârifetlerini açıklayan uçsuz bir deryâ gibi eşsiz bir eserdir

Mektûbât'ın birinci cildi 1616 (H1025) senesinde talebelerinin meşhûrlarından Yâr Muhammed Cedîdi Bedahşî Talkânî tarafından toplanmıştır Birinci cildde 313 mektup vardır Bu cildin son mektubu, Muhammed Hâşimi Keşmî'ye yazılmıştır İmâmı Rabbânî birinci cildin son mektubunu yazınca; Muhammed Hâşim'e gönderilen bu mektupla resûllerin, din sâhibi nebilerin ve Ashâbı Bedr'in sayısına uygun olduğundan, 313 mektupla birinci cildi burada bitirelimbuyurmuştur

İkinci cildi ise 1619 (H1028) senesinde yine talebelerinden, Abdülhay Pütnî tarafından toplanmıştır Bu cildde Esmâi hüsnâ yâni Allah'ın Kur'ânı kerîmde geçen doksan dokuz ismi sayısınca 99 mektup vardır

Üçüncü cild de İmâmı Rabbânî nin vefâtından sonra 1630 (H1040) senesinde talebelerinden Muhammed Hâşimi Keşmî tarafından toplanmış olup, bu cildde de Kur'ânı kerîmdeki sûrelerin sayısınca 114 mektup vardır Her üç cildde toplam beş yüz yirmi altı 526 mektup vardı İmâmı Rabbânî nin vefâtından sonra on mektubu daha üçüncü cilde ilâve edilmiştir Böylece toplam mektup adedi 536 olmuştur

Mektûbât'daki mektupların birkaçı Arabça, geri kalanların hepsi Farsçadır Çeşitli zamanlarda basılmıştır

2) Reddi Revâfıd: Farsça olup, Râfızîleri reddeden bu kitabın Türkçesi, Hak Sözün Vesîkalarıkitabında, bir bölüm olarak yayınlanmıştır Arapça'ya da tercüme edilmiştir

3) İsbâtünNübüvve: Peygamberlik nedir?adı ile Türkçeye tercüme edilmiştir Hak Sözün Vesîkaları kitabı içinde bir bölüm olarak yayınlanmıştır Ayrıca Arapçası, İngilizceye ve Fransızcaya da tercüme edilmiştir

4) Mebde' ve Me'âd, 5) ÂdâbülMürîdîn, 6) Ta'lîkâtülAvârif, 7) Risâlei Tehlîliyye, 8) Şerhi Rubâ'ıyyâtı AbdilBâkî, 9) Meârifi Ledünniye, 10) Mükâşefâtı Gaybiyye, 11) Cezbe ve Sülûk Risâlesi

İMAMI RABBANİ'NİN SOHBETLERİNDEN

Edebi gözetmek, zikrden üstündür Edebi gözetmeyen Hakk'a kavuşamaz

Ehlininn gönlü için günah işlemek ahmaklıktır

Farzı bırakıp, nâfile ibâdetleri yapmak boşuna vakit geçirmektir

Gınâ sâhiplerinin yâni zenginlerin, alçak gönüllü olması güzeldir Fakirlerin ise onurlu olması lâzımdır

İnsana lâzım olan önce Ehli sünnete uygun inanmak, sonra Allah'ın emir ve yasaklarına uymak, daha sonra tasavvuf yolunda ilerlemektir

Kalbin tasfiyesi (temizlenmesi); İslâma uymakla, sünnetlere yapışmakla, bid'atlerden kaçmakla ve nefse tatlı gelen şeylerden sakınmakla olur Zikr ve mürşidi sevmek bunu kolaylaştırır

Kalbin birçok şeyleri sevmesinin sebebi, hep o bir şey içindir O da nefsdir

Kâfirlere kıymet vermek, müslümanlığı aşağılamak olur

Kelimei tevhîd; putlara ibâdeti bırakıp, Hakk'a ibâdet etmek demektir

Küfür, nefsi emmârenin isteklerinden hâsıl olur

Malı zarardan korumanın ilâcı, zekât vermektir

Mübahları gelişi güzel kullanan, şüpheli şeyleri yapmağa başlar Şüphelileri yapmak da harama yol açar

Büyükleri sevmek, saâdetin sermâyesidir Muhabbete müdâhane, gevşeklik sığmaz

Nefs bir kötülük deposudur Kendini iyi sanarak Cehli mürekkeb olmuştur

Nefse, günahlardan kaçmak, ibâdet yapmaktan daha güç gelir Onun için günahtan kaçmak daha sevaptır

ErRezzâk olan Hakk , rızıklara kefil olmuş, kullarını bu sıkıntıdan kurtarmıştır

Saâdet, ömrü uzun ve ibâdeti çok olanındır

Sonsuz saâdete kavuşmak, Rasullere uymağa bağlıdır

Sohbeti ganîmet bilmelidir Sohbetin üstünlüğü, bütün üstünlüklerin ve kemâllerin üstüdür

Sünnet ile bid'at birbirinin zıddıdır Birini yapınca öteki yok olur

Zâhid, dünyâya gönül bağlamadığı için, insanların en akıllısıdır

Zekât niyeti ile bir kuruş vermek, dağlar kadar altını sadaka olarak vermekten daha sevapdır

Sâlih ameller İslâmın beş şartıdır Sâlih amelleri yapmadan kalb selâmette olmaz

Cennet ile Cehennem'den başka ebedî bir yer yoktur Cennet'e girmek için îmân ve dînin emirlerine uymak lâzımdır

Dünyâyı maksad edinmemeli Dünyâ, nefsin arzularına yardımcıdır Dünyâ ve âhiret bir arada olmaz Dünyâya düşkün olmak, günahların başıdır Dünyâya düşkün olanlar âhirette zarar görür Dünyâya düşkün olmamanın ilâcı, İslâma uymaktır

Bu zamanda dünyâyı terk etmek çok zordur Dünyâyı terk lâzımdır Hakîkaten terk edemeyen, hükmen terk etmelidir ki, âhirette kurtulabilsin Hükmen terk etmek de büyük nîmettir Bu da, yemekte, içmekte, giyinmekte, meskende, dînin hudûdundan dışarıya taşmamakla olur

Dünyâyı terk etmek iki türlüdür; birincisi, mübahların, zarûret mikdârından fazlasını terktir Bu çok iyidir İkincisi, haramları ve şüphelileri terkedip yalnız mübahları kullanmaktır Bu zamanda bu da iyidir

Tesbih okumak (Subhânallah demek), tövbenin anahtarı ve hattâ özüdür

Vakit çok kıymetlidir Kıymetli şeyler için kullanmak lâzımdır İşlerin en kıymetlisi sâhibine hizmet etmektir Yâni Allah'a ibâdet ve tâat etmektir

Gençlik zamânında dînin emirlerine uymak, dünyâ ve âhiret nîmetlerinin en üstünüdür

Annenin yavrusuna faydası olmadığı (annenin yavrusundan kaçacağı) kıyâmet günü için, hazırlık yapmayana yazıklar olsun!

Âyeti kerîmede meâlen; Vallâhu basîrun Allah onların ne yaptıklarını görmektedirbuyruldu Allah her şeyi gördüğü hâlde, (insanlar) çirkin işleri yaparlar Aşağı bir kimsenin bile bu işleri gördüğünü bilseler, vaz geçerler yapmazlar Bunlar ya Hakk'ın görmesine inanmıyorlar, yâhud onun görmesine kıymet vermiyorlar Îmânı olana her ikisi de yakışmaz

Velîlerin hiçbiri, nebi mertebesine varamaz
Velîlerin hiçbiri, Sahâbî mertebesine çıkamaz

İhlâs ile yapılan küçük bir iş, senelerce yapılan ibâdetler gibi kazanç (sevap) hâsıl eder

Her ibâdeti seve seve yapmalı Kul hakkına dokunmamağa, hakkı olanlara hakkını ödemeğe titizlikle çalışmalıdır

Dünyânın vefâsızlıkta eşi yoktur, dünyâyı isteyenler de alçaklıkta ve bahillikte (cimrilikte) meşhûrdur Azîz ömrünü, bu vefâsızın ve değersizin peşinde harcayanlara yazıklar ve korkular olsun

Gençlik çağının kıymetini biliniz! Bu kıymetli günlerinizde, İslâmı öğreniniz ve bu bilgilere uygun yaşayınız! Kıymetli ömrünüzü faydasız, boş şeyler arkasında, oyun ve eğlence ile geçirmemek için uyanık olunuz

İnsanlar riyâzet deyince, açlık çekmeği ve oruç tutmağı anladılar Hâlbuki, dînimizin emrettiği kadar yemek için dikkat etmek, binlerce sene nâfile oruç tutmaktan daha faydalıdır

Bir kimsenin önüne lezzetli, tatlı yemekler konsa, iştihâsı olduğu hâlde ve hepsini yemek istediği hâlde, dînimizin emrettiği kadar yiyip, fazlasını bırakması, şiddetli bir riyâzettir ve diğer riyâzetlerden çok üstündür

Bir farzı vaktinde yapmak, bin sene nâfile ibâdet yapmaktan daha çok faydalıdır

Ölmek, felâket değildir Öldükten sonra, başına gelecekleri bilmemek felâkettir

Sonsuz kurtuluşa kavuşmak için, üç şey muhakkak lâzımdır: İlim, amel, ihlâs

Ölülere duâ ve istigfâr etmekle ve onlar için sadaka vermekle, imdâtlarına yetişmek lâzımdır

Dünyâyı ele geçirmek için âhireti vermek ve insanlara yaranmak için Allah'ı bırakmak ahmaklıktır

Nefse kolay ve tatlı gelen şeyi saâdet zannetmemeli, nefse güç ve acı gelenleri de şekâvet ve felâket sanmamalıdır

Birkaç günlük zamânı büyük nîmet bilerek, Allah'ın beğendiği şeyleri yapmağa çalışmalıdır

İbâdetlerin hepsini kendinde toplayan ve insanı Allah'a en çok yaklaştıran şey namazdır

Câhillerin, büyüklere dil uzatmalarına sebeb olmayınız! Her işinizin İslâm'a uygun olması için, Allah'a yalvarınız

Geçici lezzetlere, çabuk biten, tükenen dünyâlıklara aldanmamalıdır

İhsân sâhibinin kapısı çalınınca açılır

Gönül dalgınlığının ilâcı; gönlünü Allah'a vermiş olanların sohbetidir

Dünyâ hayâtı pek kısadır Bunu en lüzumlu şeyde kullanmak gerekir Bu en lüzûmlu şey de, kalbini toparlamış olanların yanında bulunmaktır Hiçbir şey sohbet gibi faydalı olmaz

EDEBE RİÂYET

Bir gün, hâfızlardan biri, kendi minderlerinden aşağı bir minder koyup üzerine oturarak, Kur'ânı kerîm okumağa başladı İmâmıRabbânî bu durumun farkına varıp, hemen üzerinde oturduğu minderi bir kenara çekip yere oturdu Hiçbir zaman Kur'ânı Kerîm okumakta olan hâfızdan yüksekte oturmazdı

GECE OLANI GÜNDÜZ ANLATMA!

Çok uzak memlekette bulunan bir azîz, İmâmı Rabbânî nin medhini duyup, Serhend şehrine geldi ve birinin evinde misâfir kaldı İmâmı Rabbânî'den istifâde etmek için geldiğini, ona mürid olmak şerefine kavuşmak istediğini, bunun için çok istekli olduğunu söyleyince, ev sâhibi İmâmı Rabbânî'yi kötülemeye başladı Misâfir çok üzüldüMahcûb oldu İmâmı Rabbânî'ye sığınıp kalbinden; Ben yalnız Allah rızâsı için, size hizmet niyeti ile gelmiştim Şu şahıs, beni bundan mahrum etmek istiyordedi Bu sırada İmâmı Rabbânî birdenbire gözüküverdi Hâllerini inkâr eden, o şahsa gereken cezayı verdi ve evden çıktı O azîz sabahleyin mübârek huzûruna kavuşunca, geceki hâdiseyi arz etmek istedi Fakat İmâmı Rabbânî ; Gece olanı, gündüz anlatma!buyurup, kerâmetini gizledi

İŞİN SIRRI BUDUR

İmâmı Rabbânî nin müridlerinden seyyid bir zât nakletmiştir: Bir grup tüccarla Acîn'de idim Bu tüccarlar arasında Cân Muhammed adında Celender'den bir zât da vardı Onunla aramızda bir dostluk kurmuştuk Bir gün biri bana sultânın, İmâmı Rabbânî ni hapsettiğini söylediğinden çok üzüntülüydüm Cân Muhammed beni böyle kederli görünce, üzüntümün sebebini sordu Ben de, İmâmı Rabbânî nin hapsedildiğini duyduğum için, böyle olduğumu söyledim Cân Muhammed bana; Ben de onun müridiyim Bugün işin aslını ondan öğreneceğimdedi Sonra gidip kaylûle yaptı yâni öğle vaktine yakın biraz uyudu Sonra bu uykusunda, rüyâsında İmâmı Rabbânî'yi gördüğünü ve kendisine; İşittiğiniz haber doğrudur Fakat bâzı makamları geçmek, Allah'ın celâl sıfatı ile terbiye edilmeye bağlıdır Eğer öyle olmasaydı o makamları geçmek mümkün olmazdı Dostlarımıza söyle, gönüllerini hoş tutsunlar, işin sırrı budurbuyurduğunu söyledi

ÇABUK GEL, GEÇ KALDIN!

İmâmı Rabbânî'nin akrabâlarından biri anlatmıştır: Ben, İmâmı Rabbânî'nin müridlerinden olmayı arzu ediyordum Fakat çeşitli mâniler sebebiyle, bir türlü hizmetine girmek nasîb olmamıştı Bir gece karar verip; Yarın gidip hâlimi arzedip, beni de talebeleri arasına kabûl etmesini isteyeyimdiye düşündüm O gece rüyâmda kendimi derin bir deniz kenarında gördüm İmâmı Rabbânî ise karşı sâhildeydi Huzûruna kavuşmak istiyordum Bana; Çabuk gel, çabuk ! Geç kaldınbuyurdu Bu sözlerini işitince kalbim zikretmeye başladı Uykudan uyandım, kalbim artık zikrediyordu İmâmı Rabbânî nin yolu böyledir Daha ben sohbette bulunmadan kalbim zikre başladı Ya bir de sohbetinde bulunsam nasıl olur?dedim Sabahleyin İmâmı Rabbânî nin huzûruna gidip, gördüğüm rüyâyı bana olan teveccüh ve tasarruflarını anlatarak hâlimi arzettim Kalbimin zikretmeye başladığını söyledim Bana; Yolumuz tam budur buyurdular

YIKILAN PUTHÂNE

Seyyid Rahmetullah anlattı: Dekken melikinin emri üzerine, iki üç arkadaşla bir sahrâya gittik Orada bir hindu tapınağı gördüm Bir gün İmâmı Rabbânî'den; Bir müslümanın elinden bunu yıkma işi gelirse, bunu muhakkak yıksın veya zarar versin Bu işi yapmaktan kaçınmasın Çünkü bunu yapan Allah yolunda, din için cihâd eden gâziler sevâbına kavuşurdiye duymuştum Onların bu sözlerine güvenerek, arkadaşlarıma; Bu sahrâda, bu puthâneyi koruyan kimse görünmüyor, burayı yıkalımdedim Duvarlardan biraz yıkınca, civarda tarlalarda çalışan Hindulardan biri, yıktığımızı görmüş Koşup, o puthânede tapınan köylülere haber vermiş O sıra bin kişiye yakın bir kalabalığın taşlarla, sopalarla, mızraklarla tam bir kızgınlıkla üzerimize geldiklerini gördük Ben ve arkadaşlarım hayret ve korkudan ne yapacağımızı şaşırıp, olduğumuz yerde kaldık Kaçmağa bile cesâret edemedik Kalbimden Kelimei şehâdet getirmeye başladım Bu hâlde iken, İmâmı Rabbânî nin kalbine müteveccih oldum ve; Ey Ricalullah ! Sizin nasîhatinize güvenip bu işi yapmağa koyulduk Allah'ın izniyle bizi bu kâfirlerin elinden kurtardedim Bu yalvarma ve ilticâ esnâsında İmâmı Rabbânî'nin sesi kulağıma geldi Hiç korkma! Şimdi senin için İslâm askeri gönderiyorumdiyordu Arkadaşlarıma; Bana bir hâl oldu Hazreti İmâm'ın sesini duydum İmâm'ın söz verdiği askerler ne zaman gelecek, bunlar yaklaştıdedim Hindular çok yaklaşmışlardı O anda birden bire otuz kırk kadar süvâri göründü Son sürat geldiler, bir kısmını kamçılayıp bizi kurtardılar

YANAN MALLAR

İmâmı Rabbânî talebeleriyle berâber bir yolculuğa çıkmıştı Bir kervansarayda konakladıkları sırada, talebelerine âniden şöyle buyurdu: Bu gün buraya bir belâ geleceğini ve herkese sirâyet edeceğini görüyorum Arkadaşlarımız birbirlerine söylesinler herkes; Bismillâhillezî lâ yedurru me'asmihî şey'ün filardı velâ fissemâi ve hüvessemî'ulalîmve Eûzü bikelimâtillâhittâmmâti min şerri mâ halakduâlarını tekrar tekrar okusunlar Çünkü, bu duâyı kim okursa, Allah'ın inâyeti ile kendisi ve malı korunurBunu söyledikten iki saat geçmeden kervansarayın bâzı kısımlarında yangın çıktı Bir türlü söndüremediler ve malların çoğu yanıp telef oldu Bu arada İmâmı Rabbânî'nin talebelerinden Mevlânâ Abdülmümin Lâhorî'nin de malları yandı Ona; Sana hiç kimse okunması îcâbeden duâları söylemedi mi?buyurdu

EDEPSİZ NÖBETÇİ

İmâmı Rabbânî nin bir müridi ve oğulları anlatmışlardır: Bir tüccar, İmâmı Rabbânî nin komşularından birinin malını çaldı Mal sâhibi ise, İmâmı Rabbânî nin akrabâsından bir genci hırsızlıkla ithâm etti O genç, hakâret ve dayak korkusundan kaçıp gitti Serhend'de bu işlerle görevli olan nöbetçi bunu duyunca hazreti İmâm'ı çağırdı İşinde gevşeklik gösterenin yanına gitmek îcâbetmediğini bildikleri hâlde, İmâmı Rabbânî talebelerinden birisi ile, yaya olarak oraya gitti O edepsiz nöbetçi onların şânına yakışmayan sözler söyledi Hazreti İmâm ise gâyet yumuşak cevaplar verdi Bu esnâda Mevlânâ Tâhir Bedahşî geldi O kızgın nöbetçiye; Kimi ayağına çağırdığını biliyor musun? Allah'ın dostlarına kötü davrananlar elbette kısa zamanda cezâsını görürdedi Nöbetçi onları bıraktı Aradan bir gün geçmeden bu nöbetçi, semtinde bulunan birileriyle münâkaşa etti İş büyük bir kavgaya döküldü O nöbetçi, yakınlarından yirmi kadar insanla kalabalığa karşı koymak istedi ve evin damına çıktı O evde harb için saklanan patlayıcı maddeler vardı Oraya âniden bir ateş düştü ve büyük bir patlama oldu O nöbetçi, bütün oğlu ve akrabâsı ile havaya uçtu

NİÇİN YIKILMADI

Muhammed Hâşimi Keşmî anlatmıştır: Ecmir'de iken, Terâvih namazı kıldığımız mescidin bir duvarı sağlam yapılmamıştı ve bir tarafa doğru eğilmişti O kadar ki, mescide gelenlerin çoğu ve etrafında bulunanlar oradan geçerken, bugün yarın bu duvar yıkılacak derlerdi İmâmı Rabbânî bir gün bu düşüncelerine temasla buyurdu ki: Bu duvar, bu fakîrler burada kaldığı müddetçe, bize riâyet edip her hâlde yıkılmayacak Nitekim büyükler; Bizim şakamız ciddîdirbuyurmuşlardır Buyurdukları gibi duvar, İmâmı Rabbânî oradan ayrılıncaya kadar yıkılmadı Oradan ayrıldığımız gün, herkes gittikten sonra bir saat kadar o mescidin yanında kaldım Duvarın yıkılıp yıkılmayacağına bakıyordum İmâmı Rabbânî mescid görünmez oluncaya kadar uzaklaşınca duvar birdenbire yıkılıverdi

KİM ÖLECEK, KİM KALACAK?

İmâmı Rabbânî vefât etmeden altı ay önce, Şâban ayının on beşinci gecesi olan Berât kandiligecesini, kendi odasında ihyâ eyledi O gece yarısı, hanımının bulunduğu odaya geldi Hanımı dedi ki: Bu gece ecellerin ve amellerin takdir edildiği gecedir Kimbilir Allah kimin defterine ölecek ve kimin defterine yaşayacak! diye kaydettiİmâmı Rabbânî bu sözü duyunca; Niçin tereddüt ve şüphe ile söylüyorsun? Ya isminin, dünyâda yaşayacaklar sahifesinden silindiğini görenin hâli nice olur?buyurdu

DİN NASÎHATTIR

Buyurdu ki: Sünnete sıkı sarılmak lâzımdırBu sözleriyle de Rasûlullah efendimize uymak istemişlerdi Çünkü, Rasûlullah efendimiz vefât edecekleri zaman böyle nasîhat eylemişlerdi Abbâd bin Sâriye'den, Tirmizî ve Ebû Dâvûd şöyle rivâyet eder: Rasûlullah efendimiz bize vâz ediyordu Bu vâzdan kalbler ürperiyor Gözler yaşarıyordu Dedik ki: Yâ Rasûlallah! Bu sözleriniz vedâ vâzına benziyor, bize vasiyet edinizRasûlullah buyurdular ki: Size vasiyetim olsun: Allah'tan korkunuz, bir köle bile emri ilâhîyi bildirse dinleyiniz ve yapınız Yaşayanlarınız çok şeyler görecek O zaman benim ve Hulefâi râşidînin sünnetine gâyet sıkı sarılınız, onu elden kaçırmayınız Dinde bid'atten çok sakınınız Çünkü bütün bid'atler dalâlettir, sapıklıktır

İmâmı Rabbânî vasiyetine devamla şöyle buyurdu: Dînimizin sâhibi Resûlullah efendimiz, nasîhatlerin en incelerini bile; Din nasîhattırhadîsi şerîfi gereğince ihmâl etmediler Dînimizin kitaplarından, tam tâbi olmak yolunu öğreniniz ve bununla amel ediniz Benim techiz ve tekfîn işlerimde sünnete uyunuzBundan daha önce mübârek hanımına buyurmuştu ki: Eğer ben senden evvel, bu sıkıntılarla dolu dünyâdan âhirete gidersem, benim kefenimi, senin mehr parandan aldırırsın

1) Mektûbâtı İmâmı Rabbânî

2) ZübdetülMakâmât; s126 vd

3) Reşehât Zeyli; s19

4) HadarâtülKuds; s30 vd

5) UmdetülMakâmât; s98 vd

6) Makâmâtı Ahmediyye (Ahmed Saîd Fârûkî)

7) Câmiu KerâmâtilEvliyâ; c1, s334

8) DürerülMeknûnât (kenarı); s52

9) AhbârülAhyâr; s330

10) Makâmâtı Ahyar; s26

11) HadâikülVerdiyye; s178
 
Üst Alt