Rus devlet televizyonu ‘Rossiya 1’ kanalı, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve bakanların bekletme görüntülerini ekranda kronometre ile yayınladı. Rusya Devlet Lideri Putin’in, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı kapıda karşılaması gerekirken 2 dakika boyunca kapıda bekletmesi toplumsal medyada reaksiyon çekti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Brüksel dönüşü gazetecilerin sorularını yanıtladı. Erdoğan, reaksiyon çeken imajlarla ilgili birinci sefer konuştu...
Belçika ziyaretine ait açıklamalarda bulunan Erdoğan şu halde konuştu:
“İdlib’de yaşanan gelişmeler ve mülteci krizinin yeni boyutlara ulaşması üzerine kapsamlı bir diplomasi trafiği başlattık. Ağır bir telefon diplomasisinin akabinde AB Kurulu Lideri Charles Michel ve Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov Türkiye’ye geldi. Akabinde İdlib’de süreksiz ateşkesi sağlamak emeliyle biz Moskova’ya gittik ve süreksiz ateşkesi sağladık.
Bugün de hem İdlib’deki durumu hem de mülteci problemini ele almak için Brüksel’e geldik. Ama sıkıntıyı yalnızca bu iki husustan ibaret görmüyoruz. Bu yüzden kapsamlı bir hazırlık yaptık. Hem NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg hem de AB Kurulu Lideri Charles Michel ve AB Komitesi Lideri Ursula von der Leyen ile Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu güvenlik tehditlerini ele aldık. NATO ve AB münasebetlerimizi nasıl güçlendirebiliriz diye müzakerelerde bulunduk. Burada hem NATO’nun hem de AB’nin üzerine düşen misyonların olduğunu muhataplarımıza ilettik. 28 Şubat’ta NATO’yu acil toplantıya çağırdık ve taleplerimizi resmi olarak ilettik. 11 Mart Çarşamba günü yapılacak NATO toplantısından olumlu bir sonuç çıkmasını bekliyoruz.
AB Liderleriyle yaptığımız görüşmede Türkiye-AB bağlarını geniş bir perspektiften ele almamız gerektiğini söyledim. Bu bağlamda 18 Mart 2016 tarihli Türkiye-AB Mutabakatının gözden geçirilerek güncellenmesi, Gümrük Birliğinin güncellenmesi, Schengen konusunun halledilmesi, müzakerelerin canlandırılması ve yeni fasılların açılması, mülteciler için vaat edilen 3+3 toplam 6 milyar avro fonun süratle aktarılması ve ek fon temini mevzuları üzerinde durduk. AB Liderleri 18 Mart Mutabakatı çerçevesinde Türkiye’nin yükümlülüklerini yerine getirdiğini ve AB’nin yavaş hareket ettiğini kabul ettiler. Bu süreci hızlandırmak için ortak bir çalışma yapılacak, teknik ve siyasi gruplar bir yol haritası çıkaracak. Türkiye tarafında Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu, AB tarafında Yüksek Temsilcisi Josep Borrell bu süreci yürütecek. 26 Mart’taki AB Başkanlar Doruğuna kadar bu çalışmanın birinci eserlerini vermesini öngörüyoruz. Tabi bunun için AB tarafının süratli hareket etmesi gerekiyor. AB Liderleri bu tarafta bir iradeye sahip. Umarım üye ülkeler de bu sürece dayanak verirler.
Düşüncelerin temel sebeplerinden biri aramızdaki diyalog kanallarının aktif bir halde kullanılmaması. Bu istikamette atılacak adımlar süreci hızlandıracaktır. Avrupa’nın büyük fotoğrafı görmesi gerekiyor. Güçten terörler gayrete, göç ve mülteci krizinden güvenliğe kadar her alanda dayanışmaya ve iş birliğine gereksinimimiz var. Ahenk içinde hareket edersek Türkiye de AB de daha güçlü ve inançlı olur. Bu manada İdlib, Suriye ve mülteci krizi bizden daha fazla AB için bir irade ve liderlik testidir. Bizim İdlib’de büyük bedeller ödeyerek ateşkes sağladığımız ve sivilleri müdafaa altına aldığımız bir periyotta AB de üzerine düşeni yapmalıdır. İdlib ateşkesinin uygulanması ve mülteci krizine kalıcı bir tahlil bulunması herkesin menfaatinedir. Sonuç olarak AB ile yeni bir süreç başlatabiliriz. Bunun için biz pek çok adım attık. Bundan sonra da atmaya devam edeceğiz. AB’nin de bu kararlılığı ve siyasi vizyonu göstermesi halinde aralık almamız mümkün hale gelecektir.”
NİSA EFENDİOĞLU: Birtakım AB ülkeleri sığınmacı çocukların ülkelerine kabulüne ait kararlar aldı. Örneğin Almanya, Yunanistan ve Yunan adalarında bulunan 14 yaş altındaki kimsesiz, bilhassa de kız çocuklardan 1.000 ila 1.500’ünün ülkelerine kabul edileceğini açıkladı. Siz bu bahiste ne düşünüyorsunuz? Öncelikle bu karar ve bilhassa sayı hakkında neler söylemek isterseniz? Sizce neden yalnızca kimsesiz çocuklar seçiliyor? Bunun art planında asimilasyon siyaseti fikri de yatıyor olabilir mi? 2016 yılında yaklaşık 10.000 mülteci çocuğun Almanya’da kaybolduğu ortaya çıkmıştı. Buna misal bir durum Almanya’daki Türk ve göçmen çocuklarında da yaşanıyor. Bu durum kuşkuları artırıyor. Sizce art planda diğer niyetler olabilir mi?
Bu yeni bir husus değil. Maalesef Almanya’da bu ağır bir biçimde devam eden bir süreç. Fakat şu anda bu uygulamanın ayrıntısını tam olarak bilmiyoruz. Biz cuma günü için aslında bir adım atacaktık. Gerek Sayın Merkel gerekse Sayın Macron İstanbul’a gelecekti. Hatta Boris Johnson’ın da gelme durumu kelam konusu. Tabi şu anda gerçekleşmedi. Zira pazar günü Fransa’da lokal seçimler olması hasebiyle önümüzdeki hafta salı günü bu buluşmayı gerçekleştireceğiz ve salı günü İstanbul’da bir ortaya geleceğiz. Şayet Boris Johnson da gelebilirse bu tepeyi dörtlü, gelmezse üçlü olarak yapacağız. Bu söz ettiğiniz mevzuyu orada da Şansölye Merkel ile görüşme bahtımız olacak.
BATUHAN YAŞAR: Türkiye açık kapı siyasetine ne kadar daha devam edecek? AB ile yapılan muahedelerde daima bir oyalama, vakit kazanma üzere oldu. AB ile yeni bir geri kabul muahedesi imzalanması kelam konusu olacak mı? Türkiye hudut kapılarını kapatmak için nasıl bir somut adım görmek istiyor?
Temenni ederim ki tıpkı durum devam etmez. Biz kendilerine açık açık bunların hepsini bu akşam söyledik. Sayın Charles Michel ve Sayın Ursula von der Leyen ikili olarak beraberdi. Mevlüt Bey’le birlikte dörtlü çalışma yaptık ve bu çalışmayı yaptıktan sonra da dedik ki “Bakın, 1963’ten bu yana biz Avrupa Birliğinde resmi müracaatını yapmış, kapıda bekleyen bir ülkeyiz. Türkiye’ye bunu reva görürken, Hırvatistan şu an periyot lideri, bakın nerden nereye gelmiş. Bunlar devir lideri oldu, biz şu anda daima müzakere içindeyiz. Bu türlü bir durumdayız. Bunun sebebi nedir? Türkiye üzere bir ülkeye yaptığınız ikili standart uygulamaktır. Açık ve net bir şey söyleyeyim, şayet gerçekten farklı bir şey düşünüyorsanız bunları da söyleyin. Biz bu akşam ortamızda yaptığımız müzakereyi de düzgün niyetlilikle taşıyalım ve vakit kaybetmeden bu ortadaki diyalogu, zinciri koparan bahisleri ortadan kaldıralım. Bakın ben Dışişleri Bakanımı görevlendiriyorum. O yanına birkaç uzmanını da almak suretiyle, bütün bu bahislerde siz de uzmanlarıyla birlikte kimi görevlendiriyorsanız görevlendirin.” Bunu da Borrell’e söyledim. “Bu çalışma başlasın ve biz bu işten yıl sonuna kadar artık bir sonuç alalım.” dedik. Onlar da hususa olumlu yaklaştı ve Mart ayının 26’sında bir tepe olacak. Temenni ederim ki o tepeye kadar arkadaşlarımız bir ara alırlar ve o tepede de bu mevzular masaya yatırılır.
ŞEBNEM BURSALI: Mülteci konusunda Türkiye’nin tezlerine bugüne kadar yakın duran Merkel, “Türkiye kendi sorunlarını mültecilerin sırtından çözmeye çalışırsa bizden anlayış bekleyemez” dedi. Yunanistan Başbakanı Miçotakis de “Eğer Sayın Erdoğan Türkiye-AB ilgilerinin tekrar gözden geçirilmesini istiyorsa hududa topladığı çaresizleri geri çeksin ve tutukladığımız mültecileri kabul etsin” dedi. Bu iki açıklamaya yorumunuz ne olur? Bir de sizin Yunanistan’a kapıları açma davetiniz olmuştu. Bu mevzuda ne ek etmek istersiniz?
Tabi Merkel bunu hangi manada söyledi, ne kaidelerde söyledi bunu bilmiyorum. Ancak bizimle bu türlü bir görüşmeyi kabul ettiğine nazaran herhalde bunun altında farklı birtakım kanılar olsa gerek. Salı günü bir ortaya geldiğimizde bu mevzuyu kendisiyle konuşuruz. Burada ne demek istemiş bunu kendisine sorarız.
Yunanistan’a gelince… Bir kez Yunanistan evvel memleketler arası hukuku bilmiyor. Bu mevzularda Sayın Miçotakis maalesef çok geri kalmış bir pozisyonda. Kendisinin evvel memleketler arası hukuku öğrenmesi lazım. İnsan Hakları Kozmik Beyannamesi’ni bir okuması lazım. Hudut çizgisinde takındıkları halin bir cinayet olduğunu bilmeleri lazım. Bunların sonda öldürdükleri 4-5 tane mülteci var. Bunların hesabını soracağız. Bunu orada bırakmayacağız. Birebir biçimde o çırılçıplak soydukları insanları, bütün o fotoğraflarıyla, bu yılki Birleşmiş Milletler Genel Şura Toplantısında bunların gözlerinin önüne sereceğiz.
Artık bunlar yetmezmiş üzere bütün sonlarını keskin tellerle çeviriyorlar. Lakin tabi bizim artık bu kapıları kapatma üzere bir niyetimiz yok. Yunanistan’a teklifimdir; kapılarını açsın. Bu beşerler Yunanistan’da kalıcı değil. Yunanistan’dan Avrupa’nın öbür ülkelerine geçip gitsinler. Sen geçip gitsin diyemiyorsun, ondan sonra faturayı Türkiye’ye kesiyorsun. Biz adil, insancıl paylaşım diyoruz. Siz bütün yükü Türkiye’ye yıkmaya gelince yıkıyorsunuz ancak dayanağa gelince takviye vermeyeceksiniz! Kusura bakmayın. Lakin Avrupa Birliği bize vaat ettiği bu koşulları yerine getirirse biz de gereğini tabi gerçekleştiririz. Nedir bu? 2 ona 2 bize, 1 ona 1 bize. Adil, insani paylaşım dedik. Bunları yaparız. Fakat bunlar mesela bu vize olayında Latin Amerika ülkelerine bile kalkıyorlar her şeyi veriyorlar; Balkanlara veriyorlar, Ukrayna’ya veriyorlar lakin Türkiye üzere bir ülkeye maalesef vize uygulamasını hala kaldırmıyorlar.
PARILTI ÖZKAN ERBAY: Suriye’deki son duruma ait Esed rejiminin ateşkesi ihlal ettiği yolunda haberler var. Türkiye’nin de bu bahisteki tutumu net. Bundan sonra alandaki duruma paralel olarak ne üzere caydırıcı ögeler kullanılacak? Ayrıyeten bir Patriot bataryasının Türkiye’de konuşlandırılması bugünkü görüşmede gündeme geldi mi?
İspanyolların bizde bulunan Patriot’ları şu anda NATO’nun bizim için görevlendirdiği pakettir. Bu gündeme geldi. Lakin ek bir paket konusu gündeme gelmedi. S-400 konusunda da Stoltenberg’in kanaati muhakkaktır; “Üyelerimizin kendi tercihidir. Biz onlara niçin onu, niçin şunu üzere bir tercih baskısı yapmayız, yapamayız.” Lakin Patriot konusunda da bildiğiniz üzere biz Amerika’ya şu teklifi de yaptık; “Eğer verecekseniz siz de bize Patriot verin. Biz sizden de Patriot alırız.” Fakat S-400 konusunda tabi onlar da oldukça yumuşadılar, “S-400’leri devreye almayacağınıza dair bize kelam verin” noktasına geldiler.
Tabi şu anda İdlib’de Pantsir’ler var. Libya’da da var. İdlib’de biz 8 Pantsir’i SİHA’larla yok ettik. Bunlar tabi fiyatları da çok yüklü ve değerli hava savunma sistemleri.
Şu an süreksiz bir ateşkes de olsa süreç uygun gidiyor, 4 günü doldurduk. Temennim odur ki bu halde devam eder ve bu kalıcı bir ateşkese de dönüşür.
Bu ortada tabi biz İdlib’in kuzeyinde briket barakalar konusunda çalışmalarımızı süratle devam ettiriyoruz. Hududumuzdan 25-30 kilometre derinlikte oralarda inançlı bölge oluşturmak suretiyle briket barakaları yapıyoruz. Şu an 1.500 kadar yapıldı. Bunlarla birlikte İdlib’deki insanları buralara peyderpey yerleştireceğiz. Bu barakaların yerine tahta döşüyoruz ve konforunu artırmaya çaba gösteriyoruz. Tabi bununla birlikte ateşkesin akabinde güneyden kuzeye İdlib’e yavaş yavaş dönüşler de başladı.
DİCLE CANOVA: Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde inançlı bölge içinde yerleşim yerleri oluşturulması ve mültecilerin yerleştirilmesi teklifine AB ve ABD’den dayanak verilecek mi? Daha evvel ellerini taşın altına koymamakla eleştirmiştiniz bu yeni süreçte durum değişti mi?
İnançlı bölge farklı. Gerek Obama ile gerekse Trump ile yaptığımız görüşmelerin sonucundaki inançlı bölge... Bunu Obama yerine getirmedi lakin Trump bunu çok dillendirdi. Dillendirmesine karşın Trump da bununla ilgili adımı maalesef atmadı, atamadı. Hatta daha sonra daha ileri gitti ve dedi ki ben askerimi çekeceğim. Bir hareketlenme oldu lakin o da yürümedi. En son geçen hafta yaptığımız görüşmede “Ben artık burada askerimi tutmayacağım, ben burada büyük harcamalar yapmak istemiyorum ve askerimi çekeceğim.” dedi. Artık biz bekliyoruz. Bize verdiği son bildiri bu biçimde.
Tabi bizim için şurası çok kıymetli; Kamışlı petrol rezervlerinin olduğu bir yer. Petrol rezervinin olduğu başka yer Deyrizor. Burada teröristler kaynağı sömürüyor. Buranın üzerinde Amerika’nın da planı var. Kamışlı üzerinde de Putin’in bir planı var. Ben Sayın Putin’e şu teklifi yaptım; “Buradan elde edilen petroller yardımıyla, biz işin müteahhitlik tarafını yaparız, şayet mali noktada dayanak verirseniz, gelin bu yıkılmış olan Suriye’yi ayağa kaldıralım.” Putin de “Olabilir” dedi. Şayet burada bu türlü bir adım atılabilirse hatta tıpkı teklifi Trump’a da yapabilirim. Buradan bu teröristler nemalanacağına -çünkü esasen aldıkları, çıkardıkları petrol işlenmiş petrol değil, yani kalite yok lakin alınır ve işlenir hale gelirse- buralardan gelecek imkanla Suriye’yi yine imar etme talihimiz doğar. Bu da Suriye’nin birliğine, bütünlüğüne kimin sahip çıkma, kimin el koyma isteği içinde olduğunu ortaya çıkarır.
MEHMET ACET: CHP Genel Lideri Kemal Kılıçdaroğlu geçen gün Bahar Kalkanı Harekatı’nın devam ettiği günlerde Türk Silahlı Kuvvetlerini gaye alarak şöyle şeyler söylemişti: “İlk defa 20 Temmuz sivil darbesinden sonra ordunun buyruk ve komuta zinciri yoktur arkadaşlar. Genelkurmay Liderinin hiçbir yetkisi yoktur. Hiçbir Kuvvet Kumandanı, Genelkurmay Liderine bağlı değildir. Yaşanan perişanlık, devlet aklının kaybolma perişanlığıdır.” Bir iki hafta evvel de “Hakimler ve Savcılar alçak kurulu” diye bir tabiri oldu. Bu sözlerle ilgili bir değerlendirmeniz olur mu?
Bay Kemal bir kere ne Ulusal Savunma Bakanlığımızı tanıyor ne TSK’yı tanıyor. Buralardan bilgisiz kalmış birisi. Bir sefer TSK’nın yapısı aşikardır. 2014 prestijiyle Avrupa Birliği çerçevesinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin Ulusal Savunma Bakanlığına bağlanma süreci vardır. Tabi bu yerine getirilmemiştir. 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra Ulusal Savunma Bakanlığı mevcut hale dönüştükten sonra da TSK Ulusal Savunma Bakanlığımıza bağlanmıştır ve şu anda da faaliyetlerini bu halde yürütmektedir. Kuvvet Kumandanları ise Genelkurmay Liderimize bağlıdır. Rastgele bir değişiklik kelam konusu değildir ve Genelkurmay Liderimiz birebir temsil kabiliyetine sahiptir. Gerektiğinde ABD Genelkurmay Lideri ile de Rusya Genelkurmay Lideri ile de görüşme yapmaktadır. Tekrar katılması gerekli olan memleketler arası toplantılara -örneğin NATO toplantıları- o katılmaktadır. Bu adam bunların hiçbirini takip etmiyor. Nerede, ne oluyor, ne bitiyor, kim, nerede haberi yok; zira kederi diğer. Bütün kederi, sanki biz ülkenin kurumsal yapılarıyla nasıl oynarız, bunları nasıl yıpratırız! Bunu gerek parlamentodaki çalışmalarda gerek bakanlarımıza olan taarruzlarda görüyoruz.
Düşünün; bu ülkenin bakanının parlamentoya girmesini engelleme çabalarına varıncaya kadar edep dışı hareketler yapıyor. Niye geliyor o bakanlar oraya? Parlamentoyu bilgilendirmek için geliyor. Parlamentoyu bilgilendirmek için gelen bakanlara “Neden geldi bunlar?” diyecek kadar ileri gidiyor. Bu kadar hadsizlik olabilir mi! Daha sonra Meclis Liderimizin tekrar daveti ile arkadaşlarımız içeri giriyor. Bunlar Türkiye Cumhuriyeti’nin parlamento tarihinde olan şeyler değil. Neymiş, milletvekili değilmiş! Vekil değiller fakat ülkenin bakanı ve parlamentonun, Meclis Liderinin daveti üzerine geliyorlar. Mevcut gelişmeler sebebiyle parlamentoyu bilgilendirmek için buraya geliyorlar. Bu işin bir boyutu.
İkinci boyutu ise HSK’ya yaptığı yakıştırma… Sen bu tıp yakıştırmaları yaparsan, tabi HSK da yargı da seninle ilgili olarak gerekli neyse o muameleyi yapacaktır. Bana nazaran geç bile kalıyorlar. Anayasanın hakim unsuruna nazaran, bırakın hakareti ima bile edemezsin. Bunlar imanın ötesine geçip hakaret ediyorlar. Söylenmesi gereken çok şey var fakat bu zatı çok da muhatap almak istemiyorum.
HÜSEYİN LİKOĞLU: Türkiye dışarda çok büyük gayret verirken, içeride siyasette tansiyon çok yüksek. Bu türlü bir ortamda tansiyonun yükseltilmesinde kasıt görüyor musunuz?
Bize birtakım haberler geliyor; Bay Kemal tansiyonu düşürmek istiyor diye. Bu türlü bir şeyin farkına vardıysa, o tansiyonu düşürebilir, neden düşürmüyor? Tansiyon aslında durup dururken fırlamaz. Olay bu kadar kolay.
HÜSEYİN LİKOĞLU: Tansiyonun düşmesi için sizden bir talebi olursa kıymetlendirir misiniz?
Ben aslında misyonumu yapıyorum. Cumhurbaşkanının atması gereken adım, ülkede barışın hükümran olduğu bir sürecin işlemesini sağlamaya yönelik adımdır. Fakat karşımızda milletin konutunu hiçe sayan, milletin konutunu milletin konutu olarak görmeyen, hala orayla uğraşan, hala her konuşmasında kesinlikle oraya bir şeyler çakan bir insan var.
EMİN PAZARCI: Sayın Kılıçdaroğlu yalnızca germiyor, gerçekleri de çarpıtıyor. Bilhassa ulusal sıkıntılarda bunu yapıyor. Mesela en kolayından Mustafa Kemal Atatürk’ü alabildiğine kullanıyor. Benim bildiğim kadarıyla Atatürk’ün Cemal Paşa’ya yazdığı mektuplar var. “Anadolu’nun savunması Afganistan’da başlar” der. Buna karşın farklı şeyler söylüyor. Siz geçtiğimiz günlerde bir 5. kol faaliyetinden bahsettiniz. Bu faaliyetin neresinde CHP ve kim tarafından yönlendiriliyor bu faaliyet?
Mecburî koşulların tahakkuk etmesi halinde devlet elbette savaş kararını alır. Atatürk’ün yaptığı da odur. Bu ise cümleyi bir yerinden alıyor ve kesiyor, Atatürk’ün bu türlü bir savaşa girmeme noktasındaki halinden bahsediyor. O vakit Atatürk’ün Çanakkale’de ne işi vardı, Kocatepe’de ne işi vardı, Trablusgarp’ta ne işi vardı? Trablusgarp’ta gözünden yaralandı. Burada muhakkak bir inanç onu oraya sevk etti, Libya’ya gitti, Trablusgarp’ta o çabayı verdi ve bir gözünden yaralandı. Bu türlü bir çabayı yaşayan bir kumandan var. Sen kalkıp Atatürk bu türlü bir şeyle savaşa girmezdi diyorsun! Biraz çalışması lazım, derslerini okumuyor. Bu 5. kol faaliyetleri bunun devamı olarak gidiveriyor.
HACI GÜZEL: Koronavirus AB’yi etkiledi, İtalya’da şehirlerarası geçişler yasaklandı. Şu an en sağlam ülkelerden biri Türkiye gözüküyor. Sıhhat yatırımlarının bunda tesiri nedir? Ayrıyeten turizmde bir artış bekleniyor mu?
Bugün prestijiyle koronovirüsle ilgili dünya genelinde toplam olay sayısı 114 bin 456’ya, meyyit sayısı da 4 bin 27 ulaşmış durumda. Münasebetiyle global bir salgından, global bir halk sıhhati meselesinden bahsediyoruz. Hamdolsun ülkemizde şu ana kadar tespit edilen bir koronavirüs olayı bulunmuyor. Salgın belirginleştiği andan itibaren erken bir periyotta hiç tereddüt etmeden bütün önlemlerimizi kararlı bir formda uygulamaya koyduk. Şu an 114 ülkede görülen bu salgının Türkiye’de görülmemiş olması, aldığımız tedbirlerin ne kadar yerinde olduğunu ortaya koyuyor. Başta Sıhhat Bakanlığımız olmak üzere bütün kurumlarımızla belirlediğimiz tedbirleri uygulamaya hassasiyetle ve sıkı bir biçimde devam edeceğiz. Tabi bu noktada alınacak ferdî önlemler de çok büyük değer arz ediyor.
Koronavirüse yönelik alt yapı ve ön hazırlıklarımızı güzel yaptık. Sıhhat tesislerimiz aslında bu hususta tartışılmaz. Bununla ilgili de ön hazırlıklarımız var. Koronavirüse yönelik bütün gereçlerin ikmalinde uygunuz. Bu gereçlerin üretimini de ülkemizde yapar hale geldik. Ancak maalesef ahlaksızlar da yok değil. Onlar da bunu fırsata dönüştürmek suretiyle bakıyorsunuz ihracatta olsun, iç piyasada olsun, yüksek fiyatlarla bunları satmaya çalışıyorlar. Bu bahiste İçişleri Bakanlığımızın maskelerle ilgili kesin önlemleri var. Tıpkı halde Ticaret Bakanlığımızın aldığı önlemler var. Bütün hepsinden öte sıhhat tesislerimizin bu noktadaki çalışmaları ileri derecede. Kent hastanelerimiz, devlet hastanelerimiz, eğitim araştırma hastanelerimiz, hepsinde anında müdahale edecek biçimde bu işlerin tedbiri alınıyor.
Turizm noktasında da Kültür ve Turizm Bakanımız bu noktada memleketler arası tabanı de uygun okuyan bir arkadaşımız. Temmuz’a kadar gelişmeler çok kıymetli. Haziran, Temmuz inşallah bu mevzuda toparlanma ayı olur ve süratle yükseliriz. Zira altyapımız buna çok müsait.
HASRET YURT: Koronavirüs global bir ekonomik krize de sebebiyet veriyor. Petrol fiyatları da rekor düzeyde düştü. Bu bağlamda petrol fiyatlarının düşmesini Rusya/Suudi Arabistan çekişmesi kapsamında nasıl değerlendiriyorsunuz? Türkiye ekonomik manada bu krizden nasıl etkilenir, akaryakıt fiyatları Türkiye’de düşer mi?
Brent petrolün varil fiyatında yüzde 30’a varan düşüşle 31 dolar düzeyine gerileme görüldü. Bu durum OPEC ülkeleri için bilhassa farklı bir felaket. Bizim için bir boyutu ile çok olumlu bir durum. Cari açığımıza olumlu etki yapan bir gelişme. Bu bir resesyon olabilir mi? Temenni ederiz ki olmaz. Zira gerek Hazine ve Maliye Bakanlığımız gerek Ticaret Bakanlığımız bu hususta bütün önlemlerini almış vaziyette. Bu gelişme şu anda olumlu istikamette bu süreci yönetim ettiğimizi gösteriyor. Zati faizlerdeki düşüşle de başka bir istikamette iş yürüyor. Bunun sonucunda yatırımlarda bir hareketlenme var. Bu hareketlenme istihdamda da hareketlenmeyi meydana getirmiş durumda. Bunlar bizim için büyük değer arz ediyor. Buradan bir muştuyu de duyurayım. Bu geceden itibaren akaryakıtta 60 kuruş, motorinde 55 kuruş indirimi uygulamaya alacağız.
AHMET HAKAN COŞKUN: Rus medyasının sizin Putin’i beklerken olduğu tez edilen kimi imgelerinizi yayınlamasına ne diyorsunuz? Türk-Rus münasebetlerine ziyan veriyor mu Rus medyası?
Her ülkenin medyasında maalesef bu cins fevri örnekler yer alabiliyor. Lakin Türkiye ve Rusya ilgileri bu çeşit medyatik manipülasyonlara kurban edilemez. Arkadaşlarımız mevzuyla ilgili bütün muhataplarıyla görüştüler. Rastgele bir kastın muhakkak kelam konusu olmadığını, kendilerinin de bu tavırdan önemli manada rahatsız olduklarını tabir ettiler. Rutin bir sürecin bile birilerince manipüle edilerek farklı noktalara çekilmeye çalışılması buradaki makûs niyeti gösteriyor aslında. Gerçekten bizim medyaya imaj vereceğimiz Putin’in çalışma ofisi bir uçta, biz ise öbür uçtan geliyoruz. O bu uçtan çıkana kadar, biz de bulunduğumuz yerden çıkana kadar buluşma noktası üzere orta noktada buluşuyoruz. Kimileri da buradan arka niyetli çıkarımlar yapmaya çalışıyorlar. Sayın Putin bizi otomobile kadar uğurladı. Tabi niyet berbat olunca bunu yazmıyorlar, göstermiyorlar.