Son Konu

dılde hıcran var:(:(:(:(

bilgiliadam

Yeni Üye
Katılım
16 Ağu 2017
Mesajlar
1,516,397
Tepkime
26
Puanları
48
Credits
-6
Geri Bildirim : 0 / 0 / 0
dılde hıcran var:(:(:(:( Dilde Hüzün Var Şu Anda Mehmet Nur KARAGEÇİ Zihnimizdekileri en iyi yansıtan vasıta dil olduğu için “Dil, zihnin aynasıdır denilmiştir Her insan, mensubu olduğu milletin dilini, doğduğunda hazır bulur Dil, benliği kimliğe; ferdî kimlik ve kişiliği, millî kimlik ve şahsiyete dönüştüren oldukça önemli bir vasıtadır Ferdî benlik, değer hükümlerimizi, kanaatlerimizi ve kabiliyetlerimizi yansıtır Ferdin sahip olduğu cüz’i benlik, toplumla uyum sağladığında millî benliğe dönüşür Her fert, âzâsı olduğu cemiyetin genel özelliklerini de taşır Ferdin kendini tanımasına karşın değerlendirmelerini ihtiva eden sözcük ve kavramlar, dille açıklama edilir Hüviyet ve şahsiyetiyle cemiyetin bir parçası olan fert, cemiyetteki farklı alanlara yönlendirilmiş faaliyetleriyle, millî kimliğe ulaşır Bir milletin iki taraflı değerleriyle oluşan millî kimlik, fertte iki taraflı his ve görüşler hâsıl eder Bu değerler, dil yoluyla düşüncemizde şekillenerek davranışlarımıza yansır Dil, insana mensubu olduğu millete kuvvetli bir aidiyet hissi kazandırır Anne karnında iken pasif, doğduktan daha sonra da aktif şekilde münasebete girdiğimiz ve konuşmaya başladığımız belli başlı dil; kültür, edebiyat ve medeniyetin temel unsurlarından biridir Düşüncenin evi olarak dil İnsanların eşya ve hâdiselere bakışını belirleyen dil, düşüncenin de en önemli unsurudur Milletlerin gücü, dil ve düşüncelerinin dinç olmasıyla içten orantılıdır, bu yüzden çoğalan şartlara uygun bir şekilde dilin bitmiş değerlendirilmesi gerekir Bir halk müziği dil, düşünce, sanat ve edebiyatta kuvvetli olduğu nispette güçlü sayılır Bir fert, kendi dilini iyi kullanıp başkalarıyla da dostça münasebetler kurduğu ölçüde, kendi millî benliğini güvence altına alır Dil, geçmişteki zenginlikleri günümüze, bugünün birikimlerini de geleceğe aktarmada manâlı bir köprü vazifesi görmektedir “Bir halk müziği atalarından aldığı ve günümüzde yeni şekillere sokarak değerlendirdiği zihnî, ilmî, fikrî zenginliklerini oysa tüm bunları kucaklayabilecek dinç bir dille gerçekleştirebilir Insanlar ne ölçüde varlıklı bir dille konuşuyorsa, o ölçüde düşünüyor; ne seviyede düşünüyorsa, o ölçüde de konuşabiliyor demektir Bir dil, kendi iç dinamikleri ve her şeyi ifade edebilmesi açısından bütün zamanların gereklerini seslendirmeye yetmiyor ve dolayısıyla da o dili kullananlar bir takım mazmunları ifadede söz sıkıntısı çekiyorlarsa, o dil; düşüncenin desteğinden mahrum, onu kullananlar da dökülüp yollarda kalmaya mahkûmdurlar Eğer bugün kendimizi ifadede yalnızca çevremizden duyup öğrendiklerimizle veya mevcut sözlüklerdeki kelimelerle yetinecek olursak okullar, sanayi müesseseleri, ticaret fuarları, teknoloji hangarları gibi çağdaş hayatın zarûrî gördüğü pek fazla alanda sessiz gürültüsüz oturup etrafımızı dinleme mecburiyetinde kalırız ancak, bu da, içinde bulunduğumuz çağın temel esasları kabul edilen bir kısım dinamiklere karşısında alâkasızlık ve dolayısıyla da muasır milletler karşı elenip gitme demektir1 Günümüz insanı dili ve düşüncesiyle kendi çağını içten okuyup değerlendirmelidir Zamanın şartlarına uygun şekilde yeni fikirler üretip kültürü tanımlama yoluna gitmelidir Unutmayalım ki düşünmeyen, konuşmayan milletlerin yerine defalarca başkaları düşünür ve konuşur Hesapsızca konuşanlarda, mantık dilin esiri sayılır Düşünmeyen, düşündüklerini sağlıklı bir şekilde ifade edemeyenlerin millî bir acz ve atalet içinde olduğu kesindir Dil yâresi Sokaktaki vatandaşlarımız, hattâ birçok aydınımız, kelimeleri ara sıra yerli uygun kullanamamaktadır Eli kalem tutan ve tv’lerde konuşan kimselerin büyük yanlışlarından biri, kelimenin Türkçesi varken yabancısını kullanmaktır ‘Modası geçmiş’ yerine ‘demode’; ‘yasadışı’ yerine ‘kanunsuz’; ‘doymuş’ yerine ‘full’ çağrıda bulunmak insanlara niçin bu dek kolay gelmektedir? Tüm bunların sebebi, yabancı yaşama tarzlarına özenti ve kendi kültürünü yeterince algılama edememedir Çünkü dil ile yaşama tarzı arasında sıkı bir münasebet vardır Meselâ besin ihtiyacını ‘fastfood’ kavramının getirdiği bir yemeiçme tarzına kadar tedarik eden, yemeğini sürekli bu nesil gıdaların tüketildiği yerlerde yiyen kişilerde zamanla, ‘bu gıda kültürünün’ ortaya çıkardığı tutum şekilleri görülmeye başlanır Bu durum, yemek yemek kültürünün değişmesiyle ortaya meydana çıkan davranış değişmesine hoş bir misâldir Bu besin kültüründe, Türk kültüründe ‘sofra koymak’ tabiriyle açıklama ettiğimiz yemek yemek yeme usûlündeki birçok mânâ, çekicilik ve haslet kaybolmaktadır Bu zaviyeden değerlendirildiğinde, dil, atalardan servet alınan kültürün en manâlı unsurudur Bir diğer ifadeyle sosyobiyolojik açıdan dil, kültürü açıklama edici, çeşitlendirici, çoğaltıcı, aktarıcı ‘kültürel gen’dir ‘Kültürel gen’ veya ‘sosyokültürel gen’ tabirleri yerine, kolay anlaşılması için biyolojik gen kavramından ilham alınarak zihindeki kavram, amblem ve birikimlere ait birimleri açıklama edecek tarzda “mem tabiri de kullanılmaktadır Fıtratın bir parçasını teşkil eden kalıtımsal yapının birimleri olan genler gibi, fıtratımızın şekillenmesinde rol alan zihin, us ve kültür dünyamızın taşıyıcılarından olan dil ve kavramlar aralarında da bir yakın olma vardır Meselâ; insanların fıtratları bambaşka olduğu gibi, beğenileri veya alâka duydukları meslekler de farklılaşmakta, buna emrindeki olarak kullanılan sözcük ve kavramlar da farklılaşmaktadır Temelinde gen ile mem farklılaşmasının yattığı bu hususa ‘küfürbaz’ veya ‘avamca’ kelimelerin bazılarına çok bayağı gelmesine rağmen; asil ve önemli insanların bu tabirleri çekinerek kullanmaları örnek verilebilir İnsan fıtraten ve potansiyel olarak keza iyiliğe keza de kötülüğe açık bir mahiyette yaratılmıştır Bu mahiyetin açığa çıkarılmasında sebepler plânında genlere de bir rol verilmiştir Epigenetik, genlerin hangi şartlarda faal olup olmadıklarını araştırmaktadır Yeni bir teoriye tarafından epigenetik bilimi, sahip olduğumuz genlerimizin nasıl, nerede, hangi ölçülerde okunacağını (ekspresyonunu) belirlemede sözcük ve kavramların büyük tesiri olduğunu bahis etmektedir Müstehcen kavram ve kelimelere çoğu kez mârûz kalındığında hâl ve davranışlara müspet etki eden beyindeki bazı genlerin okunmadığı, aksine menfî tesiri olan bazı genlerin tesirini gösterdiği düşünülmektedir Günümüzde ‘ses bayrağımız Türkçe’, ne eyvah oysa tanıdık olmayan kelimelerin istilâsı aşağıda Radyo dinlerken, televizyon izlerken veya sokaklarda dolaşırken bu istilânın boyutları net olarak görülmektedir Büyük şehirlerin herhangi bir köşesinde görebileceğimiz ‘Blue Butik, Sandwich Waffle, Body Reform Shop, Haute Coiffeure, Kebab’s, Shoe center…’ gibi yabancı isimler, insanı yabancı bir diyara gelmiş gibi allak bullak bırakıyor Bu menfi durum sadece meslek yeri veya müessese isimleriyle sınırlı yok, jurnal konuşmalarımıza da sirayet etmiş durumda Hiçbir kaideye dayanmayan bu dil ve us kirlenmesi fiilen zihin haritamızın da değişime uğradığını göstermektedir “N’aber kelimesi ile çok uzun (sürebilecek) görüşmelerimizi çabucak bitiriyor, ‘köşeyi döndük’ kelimesi ile hesaplı durumumuzu özetleyebiliyoruz bundan böyle ‘Kaçalım mı’ ya da ‘kaçtım uçtum’ kelimeleri ile de çok huzursuz bir ortamdan ayrılmanın zamanının geldiğini yeniden o çabucak anlatabiliyoruz ‘Ne meslek’ kelimesi ile çok önemli veya karışık bir hâdiseyi anlayıp anlatabiliyoruz Adeta konuşmuyor, koşuyoruz Dünyanın genel yapılanması ülkemize de kimi boyutlarıyla yansıyor kuşkusuz Ama arada dilimizin bu dek sıkça ve çabucak değişmesi, kirlenmesi ve kimliğini kaybetmesi, bu garip ve şaşırtıcı dil devriminin nasıl oluştuğu sorusunu akla getiriyor Günümüzde anında artık cümbür cemaat idrak etme, koşturarak ve hemen yaşamayı seçim etmiş durumda Dolayısıyla gündelik hayat bir çabukluk koşusuna dönüşmüş gözüküyor İşte böylesi bir ortamda insanlarımız, dilimizin özünden fazla, pratiğini seçme kolaylığını tercih ediyor ve fastfood gıda gibi bir konuşma, uzlaşma, röportaj özgürlüğünü ön plâna alarak, o kadar âlâ da anlaşabiliyor Bu Nedenle dilimiz ‘Yurttaş, Türkçe konuş!’lu yıllardan ‘Nasıl işine geliyorsa böylece konuş!’a, daha doğru ifadesiyle, ‘Konuş da, nasıl konuşursan konuş!’a dönüşmüş oluyor2 Bir milletin fertlerinde millî kimlik ve benlik duyguları yeterince gelişip, bir fıtrat hâline gelmemişse, dile sahip çıkma duygusu da gelişmez Çünkü dili dürüst ve güzel faydalanma, ona sahip çıkma duygusu birazcık da millî hislerle alâkalıdır Sevinçlerimizi, acılarımızı, kederlerimizi, millî hissin en manâlı taşıyıcısı olan dille, dolayısıyla Türkçeyle ifade etmeliyiz Sevinirken ‘yuppi’, tasdik mânâsında ‘okey’, bir yerden ayrılırken ‘by’, teşekkür ederken ‘mersi’, özür dilerken ‘pardon’ çağırmak acaba hangi millî benlik, kimlik ve şahsiyetle bağdaşır?! bununla beraber son yıllarda çocuklara ‘Melisa’ vb isimler saptamak, millî kimliğin aşınmasına bir misâldir Bir milleti teşkil eden fertlerin başka kültürlerin tesiri aşağı kalması ve zamanla da özlerini kaybedip ayrıntılarıyla başka topluluklara benzemesi kaçınılmaz olur “Her şeyden önce, kabul edilmelidir ancak, büyük medeniyetler kurmuş milletlerin dilleri de buna paralel olarak gelişmiştir Geçmişte bir Lâtin, bir Grek, bir İslâm medeniyetinin zirvede olduğu devirlerde bu medeniyetleri yapı eden insanların dilleri de zirvedeydi Günümüzde de hesaplı gelişmişliğiyle medeniyeti temsilci Batı insanının dili, özellikle de ABD’nin resmi dili olan İngilizce, gayri resmî olarak bir dünya dili muamelesi görmektedir Böylece dil, o milletin hesaplı, siyasî ve kültürel nüfûzunun da taşıyıcısı durumuna gelmektedir İçtimâi değişmenin yaşandığı ortamlarda, bu değişmenin büyük oranda dille başladığını ya da bu süreçte dilin önde gittiğini bildirmek mümkündür Çünkü değişme için eskinin devamını engellemek ve yeniye geçirmek gerekiyorsa bu da, dil ile olmaktadır Nitekim 19 yüzyılda gerçekleşmiş bulunan çoğu millî uyanış hareketi, dilde devrimi de beraberinde getirmiştir Macarların, Almanların, Norveçlilerin dillerinde yenileşmeye ve sadeleştirmeye gitmeleri, daima siyasî bakımdan dönüm noktaları olan devirlere rastlamaktadır(…)Yani bir bakıma sosyal, kültürel vb yönlerden toplum yapısının değiştirilmesi işi, dilin etki gücüne bırakılmıştır ya da yapılan uygulamalardan böyle bir netice çıkmıştır Tabii oysa bu tür bir değişiklik, önceki değerlerden uzaklaştırma hattâ bazen kopma neticesini doğururken bundan başka da gelecek için ya da getirilmesi düşünülen değerler için bir umut kaynağı olmuştur İsrail Yahudilerinin, işgal ettikleri Filistin toprakları üzerinde, 1948’de devlet teşkilâtını kurduktan derhal daha sonra, dili işleyip geliştirme işine girişmeleri, hattâ 1891’de Rusya’dan gelip Kudüs’e yerleşen Elieze En Yahude adlı bir Yahudi’nin dillerinin kaybolmamasını temin için bir İbrani lûgati telif etmesi, millî benliğin oluşmasında dilin ne derece etkili olduğunu göstermesi bakımından oldukça önemli olsa gerektir3 Dili, kuru veri ve kaideler bütünü olmaktan kurtarıp, onun kültür, medeniyet birikiminin önemli bir taşıyıcısı ve millî his ve kimliğin şekillenmesinde manâlı bir role sahip olduğu hakikatini genç nesillere anlatmalıyız Dile sahip çıkmamak, vebaldir! Türk Dil Kurumu’nun en son çıkardığı Türkçe Sözlük’e kadar 104 bin kelimeye sahip olan Türkçe, mühim bir hazinedir Günümüz insanında lûgat yararlanma alışkanlığı olmadığından maalesef bu hazineden yeterince faydalanılmıyor Öz değerlerden kaçışla eşit olan dil şuurundan yoksun olma durumu, yalnızca sokaktaki vatandaşa yok, aydınlarımıza, sanatçılarımıza, siyasetçilerimize dek sirayet etmiştir “Dikkatle incelendiğinde yazılan makalelerde, yapılan ilmî toplantılarda veya öbür şekilde tertip edilen toplantılarda yapılan konuşmalarda yabancı kelime kullanmak bir üstünlük aracıymış gibi telakki eldir hâle gelmiştir Sahiden bir nevi kendinden ve kültüründen kaçış da diyebileceğimiz bu durum, ötekine alaka duyma, onun üstünlüğünü kabul etme ve kendi birikimini yetkisiz görme anlamını da taşımaktadır Meselâ, ‘konsensüs’, ‘karışık’, ‘prezantasyon’, ‘konsantrasyon’ vb kelimeleri, bunların Türkçesi varken uygulamak çeşitlilik arayışından diğer bir şey değildir4 Bu mânâda cemiyetin önünde olması gereken artist ve yazarlarımıza bu meselede epeyce kayda değer vazifeler düşmektedir Her şeyden önce toplum önünde yapılan konuşmalarda, radyo ve televizyon programlarında bu konuyu sıkça gündeme getirerek, toplumda ortak bir şuur oluşmasına katkıda bulunulmalıdır Bugün, insanlarımız belli başlı diliyle yazılan metinleri zeka anlayamaz duruma düşmüştür Bunu bir eksiklik olarak değerlendirip bir lahza önce kendi dil ve kültürümüzle barışmalıyız Dili bir ‘iffet’ bilerek iffetimizi koruma hassasiyeti içinde olmalıyız Televizyon, gazete, radyo ve dergi gibi haberleşme vasıtaları da kendi üzerine düşen vazifeleri yerine getirmelidir “Bu iletişim araçlarının merkezlerinde Türkçeyi iyi bilen, Türkçenin inceliklerine hâkim uzmanlar bulunmalıdır Bu uzmanlar, gazetedeki köşe yazısından reklâmlara, haberlerden ilânlara değin bütün yazıları özenle incelemeli ve zorunlu düzeltmeleri yaparak dilimizin inceliklerini yansıtmalıdırlar4 Okullarımızda, Türkçe öğretimini baştan yapılandırmak gereklidir Çünkü dil öğretiminde belli başlı gâye, dinleme, konuşma, okuma, yazma gibi esas kabilîyetleri geliştirmektir Bu sebeple dil dersleri, bir bilgi kazandırmayüklemeden ziyâde, kişilerin iletişim ve düşünme kâbiliyetlerinin geliştirilmesine hizmet etmelidir Bugün ortalama bir lise, hattâ üniversite mezunu bile, merâmını açık ve sıcacık bir şekilde anlatamamakta, söyleyeceklerini üçbeş kelimede bitirmektedir Bu üçbeş kelimeyicümleyi söylerken bile çoğu kez ‘şey, işte, yani, böyle, ee, ıı’ gibi sözcük ve nidâlarla bu konudaki eksikliğini göstermektedir Bu problemin çözümü için talebelere derslerde çoğu kez hazırlıksız konuşmalar yaptırılmalıdır Bu tür incelemeler daha sonra kalabalık karşısında yaptırılarak, öğrencilerin his ve düşüncelerini daha şuurlu ve tesirli anlatmalarına imkân sağlanmalıdır Dil şuuru mevzuu yalnızca mektep, öğretmen ve devletle ilgili bir mesele de değildir Bu hususta “Hiç kuşkusuz anne ve babalara da düşen vazifeler vardır Çocuklara anadillerine daha yabancılaşmadan anadil şuuru verilmeli, dillerinin tatlılaşması için onlara şiir öğretilmeli, çoğu kez masallar okunmalıdır Nitekim şiir, kalbi şefkatle doldurup duygulandırır Bunun yanında kendi dillerini sağlam öğrenme ve düşüncelerini rahat açıklama edebilme gibi hassasiyetler kazandırır Özellikle yabancı ülkelerde yaşamış ailelerin bu konuda daha da titiz olması gerekmektedir Çocuklarına anadilleriyle yazılı eserleri çoğu kez okutmalı, onların bu bilinci devam ettirmeleri için konuşmalarında kulağa güzel gelen, insanın ruhunu okşayan hoş sözlere ve lâtifelere yer vermeli, bilhassa tatil zamanlarında çocuklarını Türkiye’ye göndererek onların pak bir çevrede ve güzel konuşan ahali aralarında kalıp dili bilinçli yararlanma hassasiyeti kazanmalarına uygun ortam hazırlamalıdırlar 4 Telâffuz yanlışlarının da dilimizi yabancılaştırdığından laf etmeliyiz Dilimizdeki bir takım sözcük ve kısaltmaları Türkçeye kadar değil de, İngilizceye tarafından telâffuz, şu lahza için önemli bir tehlike oluşturmaktadır Meselâ ‘NTV’yi Türkçe söyleyişe yerinde ‘neteve’ şeklinde telâffuz etmemiz gerekirken, İngilizce ‘entivi’ biçiminde telâffuz etmek, kendi dilinden utanma, sıkılma veya ötekisiyle memnuniyet olma ruh hâli değilse nedir? başkaca çok sınırlı bir kelime kadrosuyla konuşan aydınlarımız ve gençlerimiz, bir takım Osmanlıca kelimelerin telâffuzunu yanlış yapmaktadır: ‘Şefkât’ yerine ‘şevkat’, ‘keşf’ yerine ‘keşv’, bilirkişi mânâsına gelen ‘mütehassıs’ yerine ‘mütehassis’, ‘tashih’ yerine ‘tayin’ konuyla ilgili akla gelen yanlışlardandır Hattâ bu telâffuz hataları Türkçe harfleri İngilizce telâffuz etmek garabetine deha varmıştır Meselâ hatalı bir şekilde ‘h’ harfi ‘haş’ ya da ‘eyç’; ‘t’ harfi ‘ti’ şeklinde telâffuz edilmektedir Karanlığa bağırıp çağırma ruh hâlini bırakıp, bu yanlışlıkları düzeltmek için defalarca birlikte uğraş etmeliyiz Bu yolda “Tiyatro, roman ve hikâyeler de dili doğru öğretme ve onu geliştirme gâyesine mâtûf olarak değerlendirilebilir Tiyatro, roman ve hikâye yazarları bu konuda fazla hassas davranarak neslimizin iyi yetişmesine koskocoman katkıda bulunabilirler Meselâ her yazar, kendi memleketine has kelime ve sözleri kullanarak onları topluma mal edebilir(…) bir de dilimizin güzel öğrenilip öğretilmesi ve korunması meselesinde hükümeti, devlet müesseselerini ve mahallî idarecileri de çok büyük vazifeler beklemektedir Tarihî ve edebî eserler değerlendirilerek dilimize ait kelimelerin derlenip toparlanması, iştikak usûllerinin belirlenmesi, milletimize mâl olan sözcük ve deyimlerin yaygınlaştırılması mevzûlarında en kayda değer görev, devlet müesseselerine ve Türk Dil Kurumu’na düşmektedir Meselâ, dükkân ve dükkan levhaları ile reklâm panolarının bir denetime tâbi tutulması; yabancılara ait patenti bulunmayan levhalara sınırlamalar getirilmesi, isimlerin dilimize ait olanlar arasından belirlenmesi ve elden geldiğince ecnebi adlara yer verilmemesi başlı başına bir hizmettir4 Hiç hiç kuşkusuz, her şeyden önce dile sahip çıkacak şuurda bir neslin yetiştirilmesi gerekmektedir Dili gözetmek meselesini ekmek ve su değin gerekli görebilen bir nesle, her dönemden daha fazla muhtacız Değerlerin daha aşağı üstteki olduğu, millî ruh ve kültürün eline kelepçe, ayaklarına bir nevi pranga vurulmaya çalışılan bu dönemde, kendi dinamiklerini baştan ihyâ edecek bir nesil, bunu kendi diliyle gerçekleştirmek gerekliliğine inanmalıdır “Anadilimiz hakkında esaslı bir altyapıya sahip olmayan insanların günün birinde sürekli ve esaslı bir yaşam görüşünü temsilcilik etmesi de olası görünmüyor Çevremizde anında her gün rastladığımız insan enkazı, Martin Heidegger’in , ‘Lisan, varlığın evidir’ sözünün hikmetini tersinden de olsa hatırlatıp durmuyor mu? Yabancı dil medihkârlığı yapanların bolca övgü ettiği ‘Bir lisan, bir insan…’ sözünde isabet var; anadilini çer çöp üzerine bina edenlerin fiilen ikinci lisana ihtiyacı değil, çünkü insan var oluşunu ama anadili üzerine metin bir edâ ile yerleşik sahîh bir dünya görüşü ile idrâk edebilir; somurtkan hicrândır  
 
Üst Alt