Son Konu

Geometrinin Mimari Eserlerdeki Onemi nedir

bilgiliadam

Yeni Üye
Katılım
16 Ağu 2017
Mesajlar
1,516,397
Tepkime
26
Puanları
48
Credits
-6
Geri Bildirim : 0 / 0 / 0
Geometrinin Mimari Eserlerdeki Onemi nedir


20Yuzyılın Modern Mimarlık Akımları:
1897 yılında JJ Thomson elektronu buldu Artık atom Grek asıllı adından sanıldığı gibi bolunmez değildi ve boylelikle yeni bir cağ acılmış ve beraberinde modern fiziğin temelleri atılmış oluyordu Sanat tarihciler modern sanatla modern fiziğin aynı zamanda doğduğunu cunku ikisinin de aynı duşunceden başladığını savunurlar Mimari akımların her birinin de yaşandığı donemde gorulen sanat akımlarıyla bağlantıları vardır
1FUTURİZM: (1909)
20yuzyılın ilk on yılı icinde gelişen sanat ve mimarlık dunyasının en ilerici , en yenilikci , ozgun ve ileri hareketidir 20 şubat 1909 ‘da yayınlanan 1futurist manifestosu (bildirgesi) onların estetik anlayışlarını şoyle ifade eder “Biz tehlike , enerji ve yalınlığın şarkısını soyleyeceğiz ve acıklıyoruz ki dunya yeni bir guzellikle zenginleşmektedir Hızın guzelliğiyle, yılankavi egzos borularından cıkan patlayıcı nefesiyle bir yarış otomobili kukreyerek giderken makinalı tufek gibi sesler cıkaran bir otomobil antik guzelliğin simgesi olan Yunan heykellerinden kat kat guzeldir “ Mimari alanda Antonio Santella ve Mario Chiattone futurizmin anlayışına uygun eserler ortaya koymağa calışırlar Santella projelerini hazırladığı Citta Nuova ‘da goktırmalıyanlar, metrolar, asansorler, farklı boyuttaki trafik şeritleri gibi ilginc ve yeni fikirler kullanmıştır ve konuyla ilgili olarak “Modern kentlerimizi muazzam bir tershane gibi yaratıp yeniden inşa etmeliyiz Her yer hareketli ve dinamik, modern binalar ise dev bir makine gibi olmalıdır Ancak onun bu radikal ve ilerici goruşleri 50 yıl sonra Paris ’teki Pompidou iş merkeziyle bir olcude gercekleşecektir Ona gore mimarlık sadece fayda ve pratikliğin kuru bir birleşimi olmayıp bir sanattır Buda sentez ve ifade demektir Santella gecmişin klasik ve statik estetiğine karşı cıkmakta ve taraftarlarıyla beraber “ Mimari Dinamizm “ dediği değişim ve hızdan kaynaklanan canlı bir estetiğe ulaşmaya calışmaktadır Yine ona gore eğik ve eliptik cizgiler oz tabiatlarından dolayı dinamik olup dik ve yatay cizgilere gore bin kat fazla duygusal guce sahiptir ve dinamik bir mimari onlarsız duşunulemez
2 NEOPLASTİSİZM : ( De Stil ) (1917)
20 yuzyılın antinaturalist soyut sanat anlayaşındaki topluluklardan biride Hollanda ’da Piet Mondrian gibi ressamlar, Gerrit Rietveld gibi mimarlar, heykeltraş Vantangerlo, Hugo Ball, Jean Arp gibi şairlerin başını cektiği grup 1917 yılında cıkardıkları De Stil dergisinde goruşlerini ifade ederler Topluluk elemanlarından Doesburg ve Mondrian yeni hareketin teorik ilkelerini ortaya koyma ve bu ilkeler doğrultusunda eserler vermekte grubun onde gelen kişileri olmuşlardır
Mondrian ’ın tum resimlerinde aynı espri hakimdi Beyaz bir fon uzerinde notr bicimler olarak adlandırdığı kareler, dikdortgenlerden oluşan kompozisyonlar yapıyor, daima dik acılı duzende calışıyor ve bunları kırmızı, mavi, sarı renklerle boyuyordu Ara cizgilerde siyah, beyaz veya griden oluşuyordu Mondrian ’ın bu ısrarlı tutumunu daha da uc noktalara goturen Kasimir butun tual uzerine tek bir kare koyarak total rasyonalizme ulaşmıştır
De Stil ’ in etkileri mimarlık alanında onemli olmuş ve onun değerleri on plana alınarak Bauhaus ekolune kadar ulaşmıştır 1920 ’lerde Le Corbusier tarafından savunulan Punizm, Mies Van der Rohe tarafından daha da ileri goturulmuş ve MondrianKasimir etkileşiminde olduğu gibi Le Corbusier – Van der Rohe etkileşiminde ITT mimarlık okulu binasında total bir mekana yani tum binanın bir dikdortgen prizma mekan şeklindeki ifadesine ulaşılmıştır Yani saf, yalın, soyut, geometrik, dik acılı, bicimlerle kompozisyon yaratmak
Doesburg mimarilerini karşıtkubik olarak niteleyerek şoyle acıklar : Buda fonksiyonel mekan hucrelerini kapalı bir kup icinde dondurmaya calışmaktan kacınmak demektir Bunun yerine taşan duzlemlerden balkonlarda olduğu gibi fonksiyonel mekan hucrelerini kup yada yapı merkezinden dışarı doğru merkezkac kuvvetin etkisiyle fırlatır ve boylece yukseklik, genişlik, derinlik ve zaman yaklaşımlarıyla yeni plastik ifadeler elde edilir Boylece mimaride aşağı –yukarı ucan bir gorunum kazanır ki buda doğanın yer cekim yasalarına karşı gelmektir, harekettir Doesburg bu ifadesiyle bilinen geometrik formlara karşı cıkmaktadır
Amerikalı Frank Lloyd Wright , Doesburgun teorisini geliştirmiş ve onu “kutunun parcalanması diye adlandırmıştır Ayrıca Wright unlu Şelale Evini de bu teorinin ışığında tasarlamıştır Teoriyle ilgili olarak Doesburg “onceden kararlaştırılmış tip form anlayışına diğer deyişle tumdengelim yaklaşımına karşı cıkmakta ve “dıştan kaynaklanan geleneksel estetik ağırlıklı mimari tasarım yontemini reddetmektedir ona Gore mimar yaratacağı binasının bitmiş formunu onceden tayin etmemelidir Cunku bu durum tumdengelim bir davranış olup bazı estetik formulleri peşinen kabul etmek demektir Doesburg mimarın pratik yaşam isteklerinden yola cıkmasını ister Boylece icten dışa gelişen mantıksal adımlarla problemi parcalara bolerek cozum arama yontemi gelişir ki bu işlevci ve tumevarımcı bir yaklaşımdır Bu yontem sonucunda mimari forma ulaşılır Bu nedenle tumdengelim yonteminde form verme soz konusu iken, tumevarımda ise form bulma soz konusudur Ancak mimarlık hem fonksiyona hem de estetiğe cevap vermek uzere cift amaclıdır Dolayısıyla mimari bir eserin başarılı sayılabilmesi icin işlevsellik ve guzellik kriterlerini bir arada bulundurmalıdır Ancak yinede De Stilcilerin yonteminde bile tasarım aşamasının sonunda inşaat aşamasına gecmeden form belirlenmiştir
Fran Lloyd Wright ’ın 1936 ’da Pennysylvania ’ da gercekleştirdiği Şelale Evinde Doesburg ’un teorisinde belirttiği gibi fonksiyonel mekan birimleri kupun yada yapının merkezinden dışarı doğru fırlamış ve mimari eser ucan bir gorunum kazanmıştır
Tarih boyunca geleneksel şekilde toprağa bağlanmış tum kutlesiyle yere oturmuş binalar bu kutlelerde olduğu gibi topraktan kurtulma cabasında olup tıpkı bir ağacta olduğu gibi toprağa minimum temas eden ve yukarı doğru genişleyen bir bicim kazanmaktadır Betonarme, celik gibi cağdaş malzeme ve teknolojilerle bu yeni fikirler hayata gecirilmeye başlanmıştır
Portoghesi ve Vittoria Gigliotti ’nin StMarinella ’daki apartmanı ve Mashe Safdie ’nin Montreal ’deki toplu konut yapılarında onceden belirlenen bir form anlayışı yoktur Ana kitleden fırlayan fonksiyonel mekan birimleri butune yada mimari forma dinamizm kazandırmaktadır Onceden belirlenmemiş bu tasarım yontemiyle varolacak sonucta bir defaya ozgu orijinal bir form olacaktır
Bazı mimarlarda bina cephelerini bir Mondrian ve Doesburg resmi gibi ele almışlardır Gerrit rietveld ’in Hollanda Utrecht ’teki Schroder evi, De Stil grubunun mimari olcekte iki boyutlu ifadesi vardır Dikdortgen ve karelerle yapılan dik acılıcephe kompozisyonunda, renklerde aynı espri cercevesinde kullanılmıştır Sarı, kırmızı, mavi Bu tutumun aşırı bir orneği olarak bina cephesini adeta soyut bir Mondrian resmi gibi ifade eden Paul Rudolph ’un tasarladığı evi gosterebiliriz Binaya dıştan bir eklenti niteliğinde olan ve ic fonksiyondan kaynaklanmayan bu tur bicimci bir tutumun mimari başarı kriterleri arasında yer alması kuşkuludur
3 FONKSİYONALİZM:
İşlevsellik cağdaş mimarinin dayandığı temel tasarım ilkelerinin en onemlilerinden olup Amerikalı mimar Louis Sullivan tarafından mimarlıkta kullanılan “bicim işlevi izler sloganına dayanır Gercektende pratik işlevlere cozum arayarak yola cıkan bir tasarımcı işlevsel yontemle bir bicime ulaşır Ve bu bicim yada form mimarlığın ana kriterlerinden ilki olan işlevselliği yerine getirir Eğer bu bicim sağlam inşa edilmişse ruzgar, zelzele gibi guclere dayanabiliyorsa işlevsel bir form yani bir bina yaratılmış demektir Ancak bu yapının estetik değerlerinin buyukluğu onun mimari değerlerinin de olcutu olacaktır Bu değer yuksek duzeydeyse mimarlıkta yuksek, orta ise mimarlıkta ortadır Eğer bu değer olumsuz ise mimarlıkta olumsuzdur Dolayısıyla ortada guzel olmayan mimarlıktan uzak bir yapı vardır
4PURİZM:
Bu akım Le Corbusier ve Amedeé Ozenfant tarafından yaratılan bir hareket olup ikili duşuncelerini 1918 ’de beraber yayınladıkları Aprés Le Cubism (kubizmin sonrası) adlı kitapta acıklamışlardır Bu kitap Volter ’in bir ifadesi ile başlar; Gerileyiş işin kolayına kacmanın , iyi yapmaktaki tembelliğin, guzele olan ilgisizliğin ve acayip zevklerin bir urunu olarak ortaya cıkar Kitabın son cumlesi ise puristlerin konuya yaklaşımını verir Bir sanat eseri “Rastlantısal, seri dışı, izlenimci, tepkici ve pitoresk(sevimli) olmamalı ama bunlara karşın genelleşmiş , statik ve değişmezliğin bir ifadesi olmalıdır Acıkca belirtildiği uzere bu ikili sanatta evrenselliği, durağanlığı savunmakta, kişiselliğe ve dinamik davranışlara sırt cevirmektedir Bu kitapta ilginc bir değerlendirme vardır “Bana Amerika ’dan getirdiği fotoğrafları gosterdi –buğday siloları bunlar sanatcılar tarafından değil ama tanınmamış muhendisler tarafından tasarlanmıştı Onların ustun guzelliği beni carptı Zaten az olan suslemelerini boya ile ortunce purist bir tasarım meydana geldi Purizmin ideolojisi icinde guzellik; saf, yalın birincil formlarda bulunmuştu Kupler, koniler, silindirler, piramitler en guzel formlardır Corbusierin guzellik anlayışının kokleri antikiteye kadar gider Sumerlerden, eski Mısır, eski Yunan ’dan gelen Ronesans ’ta tekrar ortaya cıkan ve genelde klasik olarak adlandırılabilen bu anlayış 20 yuzyıl sanatında Corbusierin onculuğunde Purizmadı altında devam etmektedir “Yalınlık yoksunluk demek değildir; amacı saflıktır, arındırmaktır
Puristler icin form birincil ve ikincil olmak uzere ikiye ayrılır Orneğin bir kup herkes icin aynı plastik anlamı taşır Oysa spiral bir form bazıları icin yılanı ve bazıları icinde bir girdabı anımsatabilir Bu tur formlarda ikincil formlardır Birincil formlar purist yapıların esası olarak kabul edilir Corbusier 1911 ’de İstanbul ’a geldiğinde camilerin bir analizini yapmıştır “kutlelerinde geometrinin disiplini vardır:karekupkure, planda ise tek eksene gore dikdortgenvari bir kompleks Dolayısıyla Corbusier ’in Osmanlı Mimarisinde purizm ilkelerini bulduğunu soyleyebiliriz Purizmin formları kişisel formlar olmayıp anonim, evrensel, genelgecer, rasyonel formlardır ve bunlarla yapılan sanat eserleri ve kompozisyonlarda evrensel olacaktır Boylece purizm rasyonalizme yol acıyor ve giderek “uluslar arası mimarlık akımı doğuyordu
LE CORBUSİER:Corbusier ’in puristrasyonalist karakterde verdiği eserler 19201950 arası onun klasik donemini icerir Bu eserler arasında Citrohan Evi(1920), Centro Soyuz(Moskova1928) ve goreceğimiz eserler sayılabilir

VİLLA SAVOYE: (19291931)Poissy
Ev yerden yukseltilmiş bir kutudur ve cepecevre şerit şeklinde olan surekli pencereleri vardır Le Corbusier yapıda U biciminde olan 1kat planını bir kareye tamamlamış boylece oluşan kubun pencereleme şeklini de yatay bantlar şeklinde ifade etmiştir Diğer bir deyişle binaya dıştan baktığımızda ustu acık balkon bolumunu goremeyiz Cunku bu bolumun cepheleri de salon pencereleri gibi gosterilmiştir Kubun 4 cephesinde kesintisiz donen yatay pencere bantlarının arkasında farklı hacim ve işlevler yer almıştır Kup formu yalnızca catı katındaki guneşlenme yerini cevreleyen silindirik duvarlarla bozulmakta ve statik değişmez kutle bir olcude hareket(dinamizm) kazanmaktadır Bina geometrik oranlarıyla gecmişe bağlanırken geleneksel yapılarda olduğunun tersine yere bağlanmamış yerden koparılıp ince kolonlar uzerine alınarak adeta uzaydaboşlukta durması sağlanmıştır Renk olarak beyazın secilmesi doğanın ve gokyuzunun değişen renkleriyle bir tezat oluşturması ve yapının uzaklardan fark edilmesini sağlamıştır

Corbusier ’in bu yapısı cağdaş mimari ve teknolojiyle , cağdaş konstruksiyon arasında 5 noktada bağlantı kurmuştur:
1Kolonlar butun yukleri alarak taşırlar ve duvarları taşıyıcı olmaktan kurtarırlar
2Yapının taşıyıcı iskeleti ve duvarları fonksiyonel yonden birbirinden bağımsızdır
3Bağımsız plan:Betonarme iskelet sadece bir teknik ozellik olarak değil aynı zamanda estetik bir oğe olarak kullanılmıştır Bolme duvarları ise ic mekanı tanımlayıcı oğelerdir ve bu tarz yapıların cok katlı orneklerinde kat planlarının her katta değişik olarak duzenlenebilmesi mumkun olmaktadır
4Bağımsız cephe
5Catı bahcesi:Bu yapıyla duz catılar kullanılabilir hale gelmiştir Ayrıca catıda binanın zeminde kapladığı kadar bir alanda bahce yapma imkanı doğmuştur

Corbusier Paris ’teki İsvicre talebe yurdu binasının da saf dikdortgen prizmatik kutleyi guclu kolonlar uzerinde yukselterek zemini boş bırakmıştır Bu binada meren, asansor, tuvalet gibi ikincil işlev elemanları(servis mekanları) ikincil formlarla ayrı bir parca olarak ana kitleye bağlanmıştır Boylece “saf prizma etkisi ikincil formlarla zenginleştirilirken tasarım yontemi de tumevarım yonunde ağırlık kazanmıştır

Corbusierin Marsilya ’da gercekleştirdiği toplu konut binası da onceki yapılarla aynı ilkelere dayanır Saf prizma, sağlam kolonlar uzerinde yukseltilerek zeminden koparılmıştır Prizmanın dış ortusu ise balkonlar ve guneş kırıcılar dolayısıyla uc boyutlu olup bu cephelere golge ışık etkisinin hareketliliğini kazandırmıştır

LUDWİG MİES VAN DER ROHE:

FARNSWORTH EVİ:

Bu yapı Corbusier ’in yapılarında olduğu gibi geleneksel şekilde temel duvarlarıyla yere bağlı olmayıp celik kolonlar uzerinde topraktan ayrılmış camdan, saf, yalın, dikdortgen bir prizmadır Sanatcı butun eserlerini en ince noktasına kadar duşunmuş ve tasarladığı “cam kutular usta bir kuyumcunun yonttuğu kristaller gibi değerlendirilmiştir

Van der Rohe ’un eserlerini iki şekilde inceleriz:

11937yılına kadar suren Avrupa ’daki calışmaları:

Berlin (19191921) : 2cam gokdelen projesi
Stuttgart (1927) : Weissenhof Sitesi
Krefeld (1928) : Lange evi
Barcelona (1929) : Almanya Pavyonu
Cekoslavakya (1930) : Tugerdhat Evi
“ (19311938) : Avlulu Ev Projeleri

21937 yılında politik baskılar sonucu Almanya ’yı terk edip ABD ’ye yerleşir ve calışmalarını burada surdurur

İllinois Teknoloji Enstitusu
Chicago Konutlar (194819511957)
Farnsworth Evi (1950)
Almanya (1953) : Mannheim Tiyatro Binası
Chicago (1954) : Kongre Salonu Projesi
Kuba (1959) : Bacardi Burosu
Newyork : Citrohan
Berlin (1968) : Milli Galeri

Rohe tum bu eserlerde daima dikdortgen prizmatik formları yalın ve saf bicimde kullanmış ve duşuncesini şoyle acıklamıştır “Biz formel problemlerle uğraşmayı kabul ediyoruz Boylece mimari formu en baştan kabul eden sanatcı icin formel problemler gercekten soz konusu değildir Sanatcı yaptığı işi “ilginc olmak istemiyorum, iyi olmak istiyorum sozleri ile ozetler Oysa donemin unlu bir eleştirmeni sanat eserini şoyle tanımlar: sanat eseri dinamik olmalıdır seyircinin dikkatini cekmeli, heyecanlandırmalı, belli bir duyguyu hayata gecirmelidir

WALTER GROPİUS:

Fogus ayakkabı Fabrikası: (Alfeld) : Sanatcının ilk onemli eseridir Adolf Mayerle birlikte tasarladıkları yapıya esas itibariyle cam ve metalden oluşan bir perde cephe giydirilerek yalın, saf, net bir cozum elde edilmiştir Simetri, statik denge gibi ilkeler kompozisyona hakimdir

Bauhaus Binası : (1926) : Burada ise bu kez birden fazla yalın dikdortgen prizmayı birbirine ekleyerek daha dinamik bir kompozisyon elde etmiş ve kendi deyişiyle simetrinin yapmacık anlamsızlığı yerini serbest asimetrik gruplaşmanın canlı ve ritmik dengesine terk etmiştir

5 Ekspresyonizm: (1918) (Dışavurumculuk)

20 yuzyılın başlarında ozellikle Almanya ’da gelişen ve kubizm, putirzm, neoplastitizm gibi bir sanat akımı olarak karşımıza cıkar Ekspresyonistlere gore sanat eserlerinin tumunde ifade vardır Cumleyi ters cevirirsek ifade sanat eserinde olması gereken bir niteliktir ve ifadesiz bir sanat eseri olamaz Bir sanat eserinin ortaya konmasında farklı aşamalardan gecilir İlk aşamada doğadan alınan izlenimlerin etkisi gorulur İkinci aşamada orijinal tinsel bir sentez soz konusudur Ucuncu aşamada bu ozgun ifadeye bir haz duygusu katılır Son aşamada sanatcı yarattığı bu alt yapıyı ses, taş, beton gibi fiziksel elemanları kullanarak somut hale sokarak sanat eserini yaratır Bu aşamalardan gecen ,orijinal ifade gucu yuksek mimari eserlerde ustun estetik değerlere sahip olarak nitelenir Bu turden bir yapının sahip olması gereken kriterleri Naun Gabo “mutlak form olarak adlandırır Ona gore kendi hayatı olan, kendi dilini konuşan, kendine ozgu duygusal bir etkisi olan, duygusal gucu tek,ani, dayanılmaz ve evrensel olan sadece akıl ile anlaşılmayan formlar mutlak formlardır
Ekspresyonist mimarlar modern mimarlığın gelişme aşamalarından gecmişler modern mimarlığın 19201930 ’larda klasikleşen kuralları cercevesinde eserler verdikten sonra kendi kişiliklerini yansıtan ozgun ifadeli eserlere girişmişlerdir
Modern mimarlığın klasik devresinin olumsuz bir klişe haline gelerek uluslar arası uslup adı altında kişilikten yoksun monoton gelişmesi sonucu bolgesel ve kulturel farkları yok eden bu mimariyi Frank Lloyd Wright “telefonla nakledebilinecek mimari diyerek hafife alıyordu Ana cizgileri ile incelemeye calıştığımız ekspresyonist mimari yonelimlerin hepsi rasyonel mimarlığın katı geometriciliği şematizmi ile kesin bir catışma halinde olup irrasyonel bir tutum icerir Ekspresyonist yapılar rasyonel, uluslar arası usluba tezat oluştururken mimariye getirdiği ozgunluk, atılganlık, canlılık, dinamizm ve tek defalılık kentlerin monoton gorunumunu değiştirdiği gibi onları roper noktası konumuna da getirecektir Orneğin Sdney Opera Binası, Eyfel Kulesi, yalnızca bulundukları şehirlerin değil bulundukları ulkelerinde simgesi durumundadırlar

ERICH MENDELSOHNN:

*Einstein Kulesi: Potsdam – Almanya (1920)

Mendelsohnn ’un erken donem yapıları ekspresyonizmin guclu orneklerini icerir İrrasyonel bir bicim gosteren yapı tek bir kutleden oyularak yaratılmış ozgun bir heykeli andırır Mimarı da yapı icin Einstein ’ın izafiyet teorisinin araştırması icin inşaa edilmiş yapı aynı zamanda onun anısına dikilmiş bir anıttır Dolayısıyla yalnızca bir mimari eser olmayıp bir heykeldir de

FRANK LLOYD WRİGHT:

*Guggenheim Muzesi: (19431959)

Bicimsel analizi yapıldığında yatay bir platform uzerinde yukselen muzeyi oluşturan ters bir kesik koni ile idare kısmından oluşan bir yapı olduğu gorulur Muze mekanı zeminden helezonik şekilde yukselen bir rampa ile ortasındaki boşluktan ibarettirbu ic mekan ve helezonik hareket dış yapıya da aynen yansımıştır Yani ic mekan ve dış kutle ozdeştir, birdir Ters kesik koni geometrik bir formdur Spiral ince pencere bandları icerlek olup formun butununu bozmaz Bu form antik ve geleneksel yığma inşaat teknolojisine yani zeminden duşey yukselen form anlayışına terstir Aşağıda dar fakat yukarıya doğru genişleyen bir form Cağdaş teknoloji ile geliştirilebilen bu form yeni ozgun ve heyecan vericidir Tum yapı tek bir malzemeden beyazımsı bej betonite ile kaplanmış Brut betondan yapılma puruzsuz yuzeylerden oluşturulmuştur Tıpkı heykeltraşın kulden yaptığı bir heykel gibi Yapı eleştirmenler tarafından “Wright ’ın kente vurduğu son tokat olarak tanımlanır

LE CORBUSİER:

*Ronchamp Tapınağı: (19501953)

Yeşil bir tepe uzerine inşaa edilen yapı duvarlarının beyaz rengi, cevresindeki yeşil ortu ve gokyuzunun değişen renkleriyle tezat yaratarak binayı belirgin hale getirmektedir 1944 ’te yıkılan eskinin yerine yapılan bu kilise yalnızca 200 kişiliktir Ancak onemli acık hava dini torenlerinde kullanılmak uzere doğu cephesinde bir apsis ve vaaz yeri bulunmaktadır Yapı icinde kuleleri aracılığıyla tepeden aydınlatılan 3 kucuk şapel vardır Eserin en carpıcı yanı dik acıyla alakası olmayan eğrisel yuzeylerle kavranan bir ic mekandan oluşan formudur İrrasyonel form kişiyle doğada oluşmuş masif bir kaya etkisi uyandırır Yapı duvarları topraktan fışkırmış masif gorunumler icerir ve bu duvar uzerinde boşluk oranı %3 ’u gecmeyen farklı boyutlarda cok sayıda pencere acılmıştır Yapının duvarları kesin kanıtı olmasa da Akdeniz mimarisinden esinlenmiş gorulur Ancak masif duvar goruntusune karşı duvarların yığma olmadığı celik bir iskelet uzerine taş orulerek yapıldığını bilmekteyiz ki bu durum mimarinin 1920 ’lerden beri ozellikle Villa Savoy ’da uyguladığı yapı iskeleti ve duvarların gorevsel olarak birbirinden bağımsız olma ilkesi ile celişir Ayrıca Villa Savoy2un zeminden koparılmış goruntusune karşın burada doğa ile butunleşmiş bir yapı ilkelerle celişmektedir Yapının catı ortusu mimarın anlatımıyla 1946 ’da Newyork yakınındaki Long Island ’da bulduğu bir yengec kabuğundan esinlenerek tasarlanmıştır Kalın salt betondan yapılmış gorunen bu catı ortusu aldatıcı bir gorunum icerir Gercekte catı birbirinden 226 mesafede 6cm kalınlığındaki betondan mamul yapılmış cift cidardan oluşmaktadır ve her iki tabaka arasındaki bağlantı kirişlerle sağlanmıştır Corbusier 1920 ’lerde getirdiği purizmin ilkeleriyle nasıl rasyonel mimarlığın onculerinden olmuşsa mimarlığı statikten dinamiğe yonelten Ronchamp Tapınağı ile ekspresyonizmin onculerinden olmuştur Le Corbusier ’in bu yapısı bir heykel gibi nitelenebilir ve bu başarısının sırrını mimarlığının yanı sıra ressam ve heykeltraş olmasında aramak gerekir Yapıda geleneksel klasik simetri ve statik denge anlayışı yerine dinamik bir denge gorulur

JOHN UTZON:

*Sdney Opera Binası: (19561973)

Sanatcı bu eseri ile mimarlık dunyasını sarsmıştır Utzon secimini baştan yaparak irrasyonel duygusal yonu secmiştir Yapı icin duşunulen yer denize uzanan kucuk bir cıkıntıdır Bu alanda yapılacak bina icin mimarının yaratı ve hayal gucu ona ruzgarda yelkenleri şişmiş bir gemi gorunumu veren eskizleri cizdirmiştir Yapının gorunen imajının esas hareket noktası budur Mimarına gore “yapıda catının onemi buyuktur Cunku bu bina yukarıdan da gorulecek bir yapıdır Bu nedenle ben kare bir heykel tasarladım Kabuk catı ortulerinin beyaz yelken gibi bicimlerinin limanla olan ilişkileri yatların yelkenleri gibi doğaldır ve bu yarım adada daha guzel bir siluet duşunmek guctur

HANS SCHARUN:

*Berlin Flarmoni Binası: (1963)

Projenin esas cıkış noktası geleneksel konser salonlarında gorulen sahnenin yerinin değiştirilmesi sahnenin ortaya alınarak dinleyici sıralarının onu dairesel bicimde kuşatması esas alınmıştır Mimar bicimi onceden kararlaştırılmış bu yapıda irrasyonel karşıt geometrik anlayışla icten dışa doğru gelişen bir tasarımla yapının kitlesini oluşturmuş İki katlı yatay bir platform uzerinde yukselen amorf irrasyonel formuyla doğadan kendiliğinden oluşmuş masif bir kaya yada buzdağı gorunumundeki yapının insanların alışageldiği geometrik formlarla hicbir ilgisi yoktur Yapıda antisimetrik ve dinamik denge anlayışı başta gelen ozelliktir

EERO SAARIEN:

*Twa Binası: Newyork (19561961)

Yapının hareket noktası mimarın 1956 ’da bir restoranda yemek yerken menu kartına cizmiş olduğu krokilerdir İrrasyonel anlayışla yapılan cizimlerde yapının formu kanatlarını simetrik olarak acmış iki ayağı uzerinde henuz yere konmuş buyuk bir kuş gorunumundedir Ancak yapı bir kuşa benzediği icin değil Gabo kriterlerini yerine getirdiği icin estetik değeri yuksek mimari bir eser sayılacaktır Yapı tasarım safhasında “esin ’in onemini vurgulayan bir ornektir

6 POST MODERNİZM:

Post modernizm (1972) ozgun bir mimarlık akışı olmayıp modern klasik devrin uluslar arası uslubuna bireysel olcekte tepki gosteren mimarların oluşturduğu bir harekettir Ancak birbirinden habersiz bu mimarlar arasındaki tek ortak nokta uluslar arası usluba karşı cıkmak tepki gostermektir Dolayısıyla yaklaşımın ozgun bir felsefesi teorisi olmayıp yalnızca tepkisel niteliktedir Ancak haklı tepkilerine karşı tuttukları yol yanlıştır Philip Johnson, Mies Van Der Rohe ’un oğrencisidir ve ustası icin “Mies bir dahidir ama artık yaşlandım ve sıkıldım benim yonum bellidir Eklektik gelenek tarih boyunca sevdiğim şeyleri secmeye calışıyorum tarihi bilmezlikten gelemeyiz der Son yapılardan olan ATT Bina ’sının on cephesi catıda Barok cizgilere sahipken buro pencereleri aşamasında purizmin kubik kutlesini zemin kattaki lobi girişinde ise ronesansın unlu yapılarından Pazzy Şapelinin ( Brunaccellhi) cephesinden izler gorulur Bu eklektik anlayış kuşkusuz geriye donuk bir cabanın olumsuz urunudur İnsanoğlu ileri donuk, yaratıcı, yenilikci cabalarıyla mağaralarda yaşamaktan bugune gelmiştir ve artık geriye donemez Philip Johnson ve Michel Graves ve beraberindeki mimarlar tum caba ve eskizlerinde eskinin cephe anlayışlarını taklit etmişlerdir

7 KONSTRUKTİVİZM:
Bu akım ikisi de heykeltraş olan Naum Gabo ve Antoine Pewsner tarafından geliştirilmiş olup ilkeleri 1920 ’de yayınlanan “realist manipeshto adı altında acıklanmıştır Gabo bir heykelin geleneksel şekilde bir kutleyi yontarak meydana getirebileceğimiz gibi ceşitli elemanların birbirine bağlanması yontemiyle de konstruktiv bir şekilde gercekleştirilebileceğini soyluyordu Konstruktivizm estetik acıdan “mekanik bir estetik on plandadır ve bu akımın mimarlığı cağdaş teknolojiyle dayanır ressam heykeltraş ve mimar Vilademir Tatlin, ressam Kasimir, ressam ve mimar Lissitzky bu akımın onde gelen sanatcılarıdır Lissitzky ileri teknoloji olanaklarının potansiyelini geniş, cesur, konsol kirişlerle ifade eden binalar oneriyordu
Gabo ’nun konstruktiv heykelleri heykel sanatında bir devrim yaratırken bu tur bir yaklaşım mimarlık icin normal bir olgudur Ancak burda yeni olan konstruktif elemanların estetik ogeler olarak değerlendirilmesidir Yoksa struktur elemanlarının acıkca gosterildiği mimarileri biz daha once gotik mimaride gormuştu


Geometri ve Mimari


Cağdaş mimaride duzenli yuzeyler, ozellikle betonun kullanımı sonucunda buyuk bir başarı kazandı Cunku bu yuzeylerin doğrularla oluşturulması beton kalıplarının yapımını kolaylaştırmaktaydı
Tokyo Olimpiyat Stadyumu'nda Hiperbolik Parabolit; Munih ’deki Olimpiyat Stadyumu'nda ise Eliptik Parabolitve Tek Yaygılı Hiperbolitmimari şekiller kullanılmıştır
Fransa ’daki Chartres Katedrali donemin “gizli geometri (secret geometry) ya da “kutsal geometri (sacred geometry) olarak adlandırılan ilkelerine gore yapılmıştır










 
Üst Alt