Son Konu

Hey Onbeşli

bilgiliadam

Yeni Üye
Katılım
16 Ağu 2017
Mesajlar
1,516,397
Tepkime
42
Puanları
48
Credits
-46,831
Geri Bildirim : 0 / 0 / 0
Hey Onbeşli Taş döşeli yollardan şakırtılı at arabalarının gelip geçtiği demlerde Tokat bir dağ içindeyken, gülü bardağı içindeyken, yüzü kaleye bakan ahşap evlerden birinin şenliğiydi Armağan, üç eteği sırma işleme, başı Tokat işi yazmalı, yazmasının ucu pembe oyalı Endamı fidandan narince, boyu gül ağacı misali ufacık, göz alıcı, edalı bir kızcağız Kınalı Kazova üzümlerinin toplanıp pekmez yapıldığı aylarda Tahtaoba Köyü'nün saygıdeğer ailelerinden birinin oğlu Hüseyin görüverdi onu Tenhada buluştular, iki gencin yüreği birbirine ısındı Fazla geçmedi aradan, Tahtaoba'dan dünürcüler geldi Hediye kızın evine Köy ağası babanın biricik oğlu Hüseyine'e istediler onu ''Yaşı minicik ''dedi anası ''Baba ekmeği yemedi doyuncaya dek'' Ekleyeceklerini söyledi oğlan tarafı ''Bizim oğlumuzda yeni yetmeSöz edelim, aht verelim, bakleyelim Gül yanaklı Hediye bu yaz gelinimiz olur'' Tez büyür kuzu misali, kız kısmının da yuvadan kuş misali kanatlanıp tez uçanı makbuldür Hele talibi Tahtaoba'nın efendilerindense, bol haneye geln gidecekse, anasının babasının adını saydıracaksa fırsat kaçırılmaz ''oldu'' dedi büyükleri Hediyenin ak ellerini bu bahar kınalayacaklardı Madem insan evladıydı isteyen, hayır işte telaş etmek en güzeliydi Verdiler Hediye'yi bıyıkları yeni terlemiş Hüseyin'e Şerbetini içtiler, sözünü kestiler Tahtaoba'nın ağası koçlar kurban etti Hüseyin, endazesi on yedi kuruşa mor kadifeden fistanlık bez aldı Hediye'ye Ipek bürüğe bürüdüler genç kızı, boynuna gümüş hamaylılar, alnına Hamidiye paralar taktılar Bakır tepsilerin arkasını tıkırdatarak oynadı kadınlar Kış geçmeden yaprak küpleri basıldı Erik ezmeleri, tarhanalar, sebze kuruları, bulgurlar, setikler, yarmalar hazırlandı Bahar başında toplanıp yazıda kurutulmuş madımaklar çıkınlandı Kasım yağmurları Yeşilırmak'ı coşturmadan tahtaları kararmış ahşap evlerin dış kapıları kapatıldı Baba evinde artık misafir muamelesi gören Hediye çeyiz teleşına düştü Kafesli pencerenin önündeki sedirde oturup yoldan geçen herkesi ''Belki Hüseyin'dir'' ümidiyle süzerek ufacık ellerinin ak parmaklarındaki iğne ile al yazmaları, kara yazmaları renk renk, çiçek çiçek oya ile çevirdi Ayvalar toplanırken ayıldı haber Alev düşmedik ocak bırakmayan seferberlik memleketin her köşesinden yeniden delikanlıları istiyordu Bu kere yaşı on sekize değmiş delikanlılarda Şehirden şehire, köyden köye haber uçuruldu Sırtını kayalara dayamış Tokat'da titredi bu havadisle Bin üç yüz on beş doğumlular kışlada toplanacaklar Karayağız Türkmen delikanlıları kalktı geldi, zıpkalı Karadeniz uşakları beşer onar gruplar halinde akın etti çevre köylerden, kimini Çanakkele'ye yazdılar,kimini Filistin'e, kimini Yemen'e üzgün duacı analarla sabırlı yavuklular kaldı geride Ardındaki bir maşrapa şu döktükleri delikanlıları için yanaklarından süzülen yaşlarını yazmalarının ucundaki gül oyalarına sildiler Geride kalan kalbi kırık yavuklular içlerindeki yangını türkü yaptı On sekizlik yiğitlerin gerisinde gözyaşları içinde söylediler Hey onbeşli onbeşli Tokat yolları taşlı Onbeşliler gidiyor Kızların ağlamaklı Tahtaoba Köyü'nden bölüğe çağırılan gençlerin arasında Bey Hüseyin'de vardı Al atını topuklayıp ayrıldı köyünden yaşıtlarıyla birlikte Tokat'ta Örtmeliönü'ndeki kararmış tahtalarla dolgun evciğinin kapısını çaldı önce Sözlüsünün esas babsının elini öptü Göz ucuyla baktı utançtan yüzü kızaran Armağan'ye ''Vatan borcu ödeme zamanı, sağlıcakla kalın Dua edin çocuklarınız için Döner gelirsem ahtımdayım Çift davullar çaldırıp toy yaparım'' dedi onalra Sonra helallik dileyip ayrıldı Hediye'nin evinden Başını çevirip tekrar tekrar ardına bakarak sürdü atını Gidiyom gidemiyom Seni terk edemiyom Sevdiğim pek minicik Koyupta gidemiyom Boynunu büküp asker yolu bekleyen bir sürü genç kızdan biriydi artık Armağan Her gece dua ederek baş koyduğu yastığını sabaha kadar gözyaşlarıyla ıslattı Günleri saya saya, aylar sonra yerine varabilen sarı zarfların içinden bir hayır haber alma ümidiyle bekleyerek geçirdi mevsimleri Hasretini nakış nakış döktü iğne oyalarına, dantel perdelere, kilim tezgahlarında dokunan cecimlere Tokat'ın çıplak dağlarını bembeyaz karlar örttü önce, daha sonra karlar çağıl çağıl eridi, kuru ağaçlar canlandı, tomurcuklandı, yapraklandı Asmalar gözyaşı gibi salkım üzümlendi Kah Batmantaş Köyü'ne bir alev koru gibi kara haber düştü, kah Yatmış'a, kah Hampınar'a Salavatlarla uğurladıkları delikanlılarının toprağa düştüğü haberini alan kara bahtlı analar, kara çatkılı yavuklular, dul kalan tazeler maşrapalarla su döküp ıslattıkları kapı önlerini gözyaşlarıyla suladılar Memlekette yangın düşmedik ocak kalmadı Eli yüreğinde uyandı her sabah Hediye Komşu kadınlara rüyalarını ifade ettirdi Mahsun mahsun yollara bakıp bir haber bekledi karayağız Hüseyin'inden, uçup dışarı giden turnalardan haber umdu Sabah esen serin rüzgara selam asıp yolladı Çok mu uzktı Yemen dedikleri yer, şu çıplak dağların ardına gitse bulurmuydu yarini? Buluverse al kanlı yarelerini sarar mıydı pembe çevirmeli ipekli mendiliyle? Bekleyiş derde dönüştü Gelen her şehadet haberiyle kavuşma ümidi biraz daha kırıldı Analar, askere gitmiş babalarını soran bebelere ''Eksik kaldı, dönecek'' derken ciğerleri sızım sızım sızlar oldu Seneler geçiverdi yüzlerde çizgi bırakarak Yiğitsiz kalmış evleri bekleyen köpekler yabancıya ürkmez olmuştu artık Dağlarda eşkıyalar peydahlandı Asker kaçakları, arsızlar, hırsızlar kol gezmeye başladı ortalıkta Bir gün falanca köyden baskın haberi geldi, bir gün filancı köyden Para eder herşeyi toplamışlar, yiğidinin yasını tutan taze gelinleri dağa kaldırmışlar, ıssıza çökertmişler Hükümet başedemiyormuş artık onlarla Şehirlerde, kasabalarda kimse kimsenin selamını almaz olmuş Güven diye birşey kalmamış Hediye'nin anasıyla babası yanlarına çağırdı Utana sıkıla açtılar endişelerini ona ''Kara yazgılı kızım, dört yaz bitti bir haber değil Tahtaobalı'lı Hüseyin'den Böyle susup beklemekle olmaz Haberini alıyoruz nice yiğitlerde şehit olduğu halde evine haber uçurulmazmış Kim gitti de geri geldi fakat bu Yemen denen ilden? Devletimiz her gün il il geri çekilirmiş Biz bundan böyle kocadık Namusundan endişeliyiz Yama ustası Belirlenmiş sana talip oluyor Erkeğin yaşlısı olmaz, Belli Efendi varlıklı bir tüccardır Oğlu uşağı yok, koca evde bir fidai başın olacak Biz gitmenden yanayız Git evini ocağını kur Yuvanı bil sende Dönüp dönmeyeceği bilinmeyen bir sözlüyü beklemekle olmaz'' Tâlihsiz Armağan yaşın yaşın gözyaşları içinde çıkardı parmağındaki söz yüzüğünü Asıl babasının isteğine olmaz diyebilecek bir kız değil o zamanlar, fena yazgısını kabullenip oturdu Birkaç hafta sonra gürültüsüz bir törenle Dimorta hanı'nda yazmacılık yapan altmışına gelmiş Kesin Efendi'ye nikahladılar onu Son güne kadar Hüseyin'in döndü, haberini alma ümidiyle bekledi kızcağız, türküler mırıldanıp pencere kafeslerinin önünde ağladı, ağladı Gidiyom işte bende Bir arzum kaldı sende Ayva olup sarardım Din iman yok mu sende Çifte davullu hayallerine yandı Armağan Gelin kınası görmemiş ufacık elleriyle sildi göz yaşlarını Bir kaç defa görüp yüreğine nakşettiği Hüseyin'in yasını tutmasına fırsat olmadan, kızıl işlemeli bindallı giymeden gelin olup Kesin Efendi'nin evine girdi Tokat bezlerine tahta kapılarla desen vuran yazma ustalarındandı Belli Efendi Uzun beyaz sakallı, yün papaklı, vaktinden önce çökmüş bir koca esnaftı Yamru yumru elleriyle yazma desenledikten daha sonra Meydan Cami'sinde namazını eda etmeden evine gelmeyen bir yalnız adam Önceki evliliğinden olan çocuklarının her birinin şehitlik haberi gelmişti dağıtılmış cephelerden Yok Hediye kızın tazeliğini, dünyayı hediye verseler içinde ölen yaşama sevinci dirilesi değildi Armağan kız bu kocamış erin yersiz ayazlarla çiçekleri dökülmüş bir kiraz ağacı gibi mahsun üzüntülü Hediye bayan olup çıkıverdi ''Hayalde gör düşte gör, hele bir de düş de gör'' demiş ya eskiler, insanın işi bir defa zıt gitmeye görsün nasıl da yağar başına belalar yağmur misali Yüzünü hoş yaratmıştı Mevla ama talihi kötüydü Hediye kızın Ihtiyar olsada kadrini kıymetini bilen, başına kapak olan, namusuna sahip çıkan erini Ölüm Meleği alıp götürdü fazla geçmeden Daha evleneli bir sene olmadan dul kaldı Hediyecik Aniden uçuverdi Muhakkak EfendiBir öğle üzeri kapıyı çalan çırağı ''Yenge, Belirli emmi öldü'' diye haber getirdiği zaman felaketi ir çığlıkla karşıladı Tokat'ın örfüydü ya cenazeyi hemen hazırlayıp bekletmeden defnettiler Münasebetsiz açılan güllere döndü Hediye Tazecik yüzünü vakitsiz soldurdu kötü kaderi Şad olup gülmeden yas bağladı, gelinlik giymeden dul kaldı, çiçek açmadan hazan olmuş dallar misali yeşillerden allardan soyunup karalara büründü Tokat'ın orta uygun Yeşilırmak çağıl çağıl akarken, Armağan bayan akıtıp oturdu köşesinde Vefat acısı geçip yasını unutmadan yalnızlıkla baş başa kaldı kısmetsiz kız Belirlenmiş Efendi'nin malının mülkünün idare edilmesi gerekliydi Yaşlı adamın bıraktığı çarkı tek başına çevirmeliydi Yuvasını bırakıp baba evine dönse evini ocağını ne yapacak? İyi kötü benimsemişti yeni hayatını, ayrıca baba evine sığamadığı için evlendirmemişler miydi onu Kocasından kalan malın mülkün icarıyla geçinip giderdi İbadet edip ölümü beklemekti bundan daha sonra ona düşen Ne Adalet'tan, ne hükümetten korkusu kalmamıştı azgın çeteler komadı Armağan'yi yasıyla başbaşa Şehrin kıyısında koskoca konakta kimsesiz yaşayan bu taze dulda oldukça çok para olmalıydı Ayrıca kimi kimsesi yok Koruyanı sahip çıkanı bulunmayan bu kadıncağızın malına mülküne el kurmak kolaydı Ay karanlık bir gecede koca evin çift kanatlı kapısının önüne vardılar Bakır tokmağını tıklattılar yavaş yavaş Günahsız bayan kapıyı açmaya korkunca omuzladılar hep beraber İçeri daldılar azgın kurt sürüsü misali, sepet sandık dağıttılar, feryadına çığlığına kulak vermeyip sırladılar Armağan'yiHoyrat eller dağdan dağa dolaştırdılar onu Zorla sahip oldular, lekeli elleriyle birbirine sundular, kalaylı siniler üstüne çıkartıp el çırparak oynattılar Nice zaman sonradan gönülleri geçti kızdan, bastıkları diğer köylerden başka şanssız tazeleri görünce bir sabahtan atın arkasına atıp Tokat'a getirdiler onu Tan yeri kırmızı bir utanç içindeyken sabahleyin namazında dönen yaşlılar kaldırıma düşmüş bir kız buldular Üstü başı yırtılmış ağlamaklı biçarenin başına toplanıp konuştular da bir el uzatıp ''Kalk'' demediler Tokat yolu kaldırım Düştüm beni kaldırın Sevdiğimin uğruna Vurun beni öldürün Armağan'nin adı fena kadına çıktı gayri Yemen'den Çanakkale'ye nice kez ciğer delici kurşunlara uğrayıp, ihaneti, zulumeti, açlığı, hastalığı yaşayıp da geri dönen olur mu? Yargı Teala kulun alnına ölümü yazmayınca olur işte gözü yaşlı Anadolu'nun ''Giden gelmiyor'' diye türküler yaktığı cephelerde kah vuruşarak, kah esir düşerek seneler geçiren Hüseyin dağın, taşın çiçeğe büründüğü bir bahar başında çıkıp geliverdi memleketine Tahtaoba'dan savaşa yollanmış bin üç yüz on beş doğumlu yirmi delikanlıdan bir o sağ kalmıştı Yüzü yaylaya bakan, içinden boz flu seller akıcı köyün girişinde madımak toplamaya koyulmuş tazaler tanıyamadı bu hırpani kılıklı adamı, köpekler seğirtti üstüne ''Benim ben! Memleket aşırı diyarlara gönderdiğiniz Hüseyin'im ben Hak alnıma yaşa yazmış, kaderde size kavuşmak varmış, döndüm Emmi, dayı kızları, yad el yok bu gelen Bey oğlu Hüseyin'im ben'' Köyün genci yaşlısı kuşattı çevresini, boynuna boğazına sarıldılar Ardına düşüp evine götürdüler onu Yolun otu çiçeği sarıldı yorgun ayaklarına Ağsıvayla sıvanmış bahçe duvarının önünde yabancı bir erkeği görünce yaşmaklanacak oldu Hüseyin'in anası Sonra sekiz yıldır ağlaya ağlaya ferifi tükettiği gözlerinden çok yüreğiyle tanıdı oğlunu Kollarını açıp ''Oğlum'' diye inledi Tahtaoba Köyü şenliği durdu o gün Savaşa yolladıkları yirmi civanın yerine geriye doğru dönen bu bitkin genç için toy vuruldu, düğün kuruldu, kurbanlar kesildi Anası başındaki kahır kasnağını çıkardı Seferberliğe giden de geri gelirmiş aramak Bekledi Hüseyin Susup bekledi birilerinin Hediye'den bahsetmesini Ne anası, ne bacısı adını anmadı gelinlerinin ''Yoksa ahtını bozup kocaya mı verdiler sözlümü ? diye bir endişe zihnini yakıp geçti Olamazdı lakin aht vardı besbelli Ayrıca ailesi verecek olsa da yavuklusu çiğnemezdi yar hatırını Dayanamadı, töreyi bozup sordu sonunda Başlıca Armağan'm nasıl? Gözlerini oğlundan kaçırıp başını iki yandan salladı anası Birilerine ilenerek döğündü Armağan'yi sorma oğul, kız kısmı bunca sene duru mu? Uçurdular yuvadan, tip kuşlar kaptı onu Anlayamadı Hüseyin Söz vermişti ana babası, nasıl uçururlardı yuvadan Anasının ağzından daha fazlaca gidemedi lakin bin bir türlü kuruntuyla geçirdi geceyi Sabah Tokat'a giden at arabasına binip Örtmeliönü'ndeki ahşap evin önüne geldi Kalbi pıtır pıtır atarak sekiz yıldır kavuşmayı düşlediği yavuklusunun evini seğirtti uzaktan İşte çoğu şey bıraktığı gibi duruyor Gözeler şırıldıyor yol ortasındaki arktan Armağan'nin bahçesinde kirazlarda çiçek açmış Evin kafesli penceresinden yavuklusu onu seğrediyor belkide Siyah perçemleri lal yanağını gölgeliyordur Öyleyse ne seslenmek istemişti anası Bakır kapı halkasını vurdu elleri titreyerek İçeride ses soluk yok, bir daha denedi, tekrar yanıt veren olmadı Geri çekilip pencerelere baktı, kimsecikler görünmüyordu Karşı evin önünde kendisini seğreden bir adama sordu, Evdekiler nerede? O evdekiler buradan ayrılalı çok oluyor Nereye gittiler fakat? Geyras'ta bir çiftliğe Ya Armağan Hediye'ye ne olduğunu bilmeyen mi var Tokat'ta Kötü yola düştüydü yosma El elinde misafir etme olduydu Laf laf ettiler çevreden Gözümle görmedim ama birileri alıp, götürüyormuş bazan Asıl babası utancından terk etti buraları zaten Armağan'de alıp başını gitti Dedikoduya dayanamadı dediler Hatta giderken söylediği mani kızların dilinde Gidiyom elinizden Kurtulam dilinizden Yeşil baş ördek olsam Su içmem gölünüzden Can herif kurşunlara uğradığında bu kadar yıkılmamıştı Hüseyin Er başına iş kazanç demiş ya soy, böylesi işte gelirmiş seslenmek Eli ayağı kesiliverirmiş insanın, yıldırım çarpmışçasına yanarmış demek Karşısındaki adamın anlattıklarını duymuyordu artık Sekiz yıldır yüreğinde muhabbetini sakladığı, uğrun uğrun hasret çektiği yavuklusunun sesi kulaklarında çınlıyordu Vedalaşmaya geldiğinde pencerede beliren gölgeyle hatırlıyordu onu Cephede üzerine top mermisi düşüp parçalanan dostları geldi gözlerinin önüne O mahşerin içindeyken bile ölümü istemeyen delikanlı bir haberle ölüden beter ışık halkası gelirmiş demek Ah dönmez olaydım sılaya Başımın üstünde vızıldayan kurşunlardan biri yüreğimi parçalasaydı keşke Canlı canlı kumlara gömülen dostlarımın içinde bende olsaydım Geri dönmeye sevinmek ne gafletmiş meğer, diye inledi Ardını döndü konuştuğu adama Yedi düvel düşmanın yıkamadığı yiğit, omuzları düşmüş bir şekilde döndü köyüne Aslan yarim kız senin adın Armağan Ben dolandım sende dolan gel beriye Fistan aldım endazesi on yediye Eksik mı geldi gönderdiğim hediye bundan böyle Hüseyin'e bahtsız yiğit dediler''Sevdiceği hoyrat ellerde dolaşırmış, yarine haram olmuş'' dediler Örtmeliönü'nün nazlı güzeli, yüzü hiç somurtkan bir bayan olmuş Sekiz yıldır hasretini çeken yavuklusu kan kusar olmuş da yabanın destursuzu safasını sürermiş Aldı başını gitti Hüseyin Hediye gibi onun nereye gittiğini bilen çıkmadı Verimli elleriyle kavgalı sac üstünde çökelekli gözleme yapan reyhan kokulu Türkmen kadınları bir türkü mırıldanır ki nağmesini duyan, mutlu kızın türküsü sanır onu Bilinmez oysa dünyanın yedi köşesinde gök esin misali tutam tutam biçilen Anadolu evlatlarının yasıdır anlatılan Fazla yok, iki cins önce al fistanlı bir yosma , çakır gözlerinden akıcı yaşı kına görmemiş elinin tersiyle silip söylerdi bu türküyü Irmaklar gibi çağıl çağıl ağlardı söylerken O da kayıplara karıştı Tokat'ın yitirdiği yağız yiğitlerle beraber Hac Dağı'nda yatan kırk kızlar değin meçhul artık Üfleme ateşi sönmüş külleri oğul Kabuk bağlamış yaraları kakşatma Sus, bilen olmasın Armağan'nin hikayesini İçleri yerinde duramayan olarak ünlesin kızlar Varsın onu bir cilveli yosmanın türküsü sansınlar Hangi yarayı sarmadı vakit, hangi gözyaşı kurumadı toprağa zihin? Yitirdiğimiz hangi canın yası bizle kaldı ancak? Kapat bu bahsi balam, ört kimsenin bilmediği ayıbı Armağan namuslu bir kadındı Cepheden dönen Hüseyin yeniden yavuklusunun yüzünü fark etti mü bilmiyoruz Yahut bildiklerimizi söylememek şayet en iyisi Şuarası muhakkak fakat onların kara bahtını Tokat'ın ipek bürüklere bürünmüş fidanlara benzer kızlar türkü yapıp söyledi Tarihler yazmadı savaşa dışarı giden gençlerin geride bıraktığı yüreği zarar görmüş kızların acısını Onların hatırasını yaşatacak anıtlar dikilmedi hiçbir yere kara sevdalı gençlerin her biri yaşadı, kocadı, dünyayı terk etti ama halkın hafızası o felaket günlerinde solup gitmiş gülleri canlı tuttu O gün bu gündür Tokatlı bir güzele vurulana derler ki; Tokat bir dağ içinde Gülü bardağ içinde Tokat'tan yar sevenin Yüreği yağ içinde Kaynak: Hulusi ÜSTÜN Tokat Reşadiyem Dergisi 2002  
 
Üst Alt