Son Konu

mekruh ne demektir kaça ayrılır?

bilgilihocam

Yeni Üye
Katılım
28 Mar 2019
Mesajlar
1,604
Tepkime
0
Puanları
36
Yaş
35
Credits
0
Geri Bildirim : 0 / 0 / 0
Mekruh Ne Demektir Kaça Ayrılır?

Mekruh; yapılması dinen doğru bulunmayan, terk edilmesi istenen, yapılmaması yapılmasından daha uygun olan davranışlardır.

Hanefi mezhebine göre mekruh; tahrimen mekruh ve tenzihen mekruh olmak üzere iki kısma ayrılır.

Tahrimen mekruh; harama yakın olan mekruhtur. Vacip olan bir şeyi terketmek gibi. Tahrimen mekruh olan bir şeyi işlememek sevaptır, işleyenin ise azaba uğrama ihtimali vardır.

Tenzihen mekruh; helale yakın olan mekruhtur. Namazın sünnet ve adabını terk etmek gibi. Tenzihen mekruh olan bir şeyi terkedene sevap, yapana da azab yoktur, kınama vardır.

Şafii mezhebine göre, mekruh tek çeşittir. Şer'in terkedilmesini kesin ve bağlayıcı olmadan istediği şeydir. Bunu terkeden medhedilir, sevap alır, yapan da zemmedilmez, cezalandırılmaz.

Bu kısa açıklamadan sonra mekruh ile ilgili genel bilgiler şunlardır:

Mekruh, Şariin yapılmamasını kesin ve bağlayıcı olmayan bir tarzda istediği fiil anlamında usul-i fıkıh terimidir.

Sözlükte "çirkin bulmak, kötü görmek, istememek; meşakkat, sıkıntı, zorluk" gibi anlamlara gelen kerh (kurh, kerahet, kerahiyyet) kökünden türeyen mekruh kelimesi "içerisinde zorluk ve sıkıntı bulunan, hoşa gitmeyen, çirkin ve kötü görülen şey" demektir. "Kerh" ve "kürhün” aynı manaya geldiğini söyleyenlerin yanı sıra, bunlar arasında farklılığın bulunduğunu belirten dilciler de vardır.

Kerh, insanın dıştan gelen baskı sonucunda katlanmak zorunda kaldığı meşakkati, kürh ise kendi iradesiyle katlandığı hoş olmayan bir durumu ifade eder. Bu da tabiatı itibariyle hoşlanmadığı ve akıl yahut dinin hükmü açısından tasvip etmediği hususlar olmak üzere iki türlüdür. Dolayısıyla bir kimsenin aynı şey için, "Bunu istiyorum, fakat kerih görüyorum" dediğinde, "Mizaç olarak onu istiyorum, ancak akli veya şeri bakımdan hoş görmüyorum." anlamını ya da bunun aksini kastetmesi mümkündür.

Aynı kökten türeyen kerih "çirkin görülmüş, hoşa gitmeyen şey", ikrah da "bir kimseyi istemediği ve hoşlanmadığı bir fiili yapmaya zorlamak" anlamına gelir.

Usul-i fıkıh terimi olarak mekruh genellikle "şariin yapılmamasını kesin ve bağlayıcı olmayan bir tarzda istediği fiil" şeklinde tarif edilir. Ayrıca füru-i fıkıh kitaplarında bazı haram, mekruh ve helal fiillerin ele alındığı bölümlere "kitabü'l-kerahiyye ve'l-istihsan" adı verilir.

Kur'an-ı Kerim'de ve hadislerde kerh kökünden türemiş kelimelerin sözlük anlamlarında sıkça kullanıldığı görülmektedir. Mekruh ise sadece,

"Bütün bu sayılanların kötü olanları rabbinin nezdinde çirkindir."(İsra 17/ 38)

mealindeki ayette geçer. Bundan önceki ayetlerde Allah katında hoşa gitmeyen ve çirkin görülen davranışlar geçim endişesiyle çocukları öldürmek, zinaya yaklaşmak, haklı bir sebep olmadıkça Allah'ın saygın kıldığı cana kıymak, yetimin malını haksız yere yemek, ölçüye ve tartıya riayet etmemek, hakkında bilgi sahibi olunmayan şeyin ardına düşmek, yeryüzünde böbürlenerek yürümek şeklinde sayılmıştır. (İsra 17/ 31-37).

İlk dönem İslam alimlerinden bazılarının bir davranışın dini hükmünü belirtirken kullandıkları, "Bu mekruhtur; bunu çirkin görürüm" şeklindeki ifadelerde, mekruh kelimesinin ve aynı kökten türeyen fiillerin yerleşik fıkıh usulü terminolojisinde kısmen haram, kısmen de mekruh terimleriyle belirtilen durumları karşıladığı görülür.

Fıkıh usulünde "teklifi hüküm" başlığı altında şariin mükelleften bir işi yapıp yapmamasını istemesi veya onu serbest bırakması beş ana ihtimale göre ele alınır. Kesin ve bağlayıcı tarzda yapılmasını istedikleri vacip (farz), kesin ve bağlayıcı olmaksızın yapılmasını istedikleri mendup, kesin ve bağlayıcı tarzda yapılmamasını istedikleri haram, kesin ve bağlayıcı olmaksızın yapılmamasını istedikleri mekruh ve serbest bıraktıkları mubah terimiyle ifade edilir.

Şafii mezhebine mensup usulcülerce (mütekellimin) şariin mükelleflerin fiillerine ilişkin hitabı, Hanefi usulcülerince (fukaha) bu hitabın sonucu hüküm olarak nitelendirildiğinden, birinci gruptakilere göre şariin bir fiilin yapılmamasını kesin ve bağlayıcı olmayan bir tarzda istemesi (mekruh kılması), ikinci gruptakilere göre böyle bir hitabın sonucu (o fiilin mekruh olması) hükümdür; fakat Arapça'da her iki anlamı belirtmek üzere "kerahe" kelimesi kullanılır. Buna karşılık mesela haramda fiilin yapılmamasını kesin ve bağlayıcı tarzda isteyen hitap "tahrim", bu hitabın sonucu ise "hürmet" olarak adlandırılır.

Mekruh lafzının fakihler arasında farklı manalarda kullanıldığını belirten Gazzali bunları şöyle açıklar

1. "Haram kılınan (mahzur)" anlamında. İmam Şafii çok defa, "Bunu kerih görüyorum" derken haramlığı kastetmiştir.

2. "Tenzihen yasaklanan" anlamında. Bu manada mekruh, yapılmasına ceza verilmese de bir fiilin terk edilmesinin işlenmesinden daha iyi olduğunu belirten bir kavramdır.

3. "Yasaklanmış olmasa da en uygun olanın terk edilmesi (terkü'l-evla)" anlamında. Mesela kuşluk namazının kılınmamasının mekruh sayılması, bu hususta bir yasaklama bulunmasından dolayı değil, faziletinin büyüklüğü sebebiyledir.

4. "Haram kılındığında şüphe ve tereddüt bulunan" anlamında. Mesela yırtıcı hayvanların etini yemek böyledir. Ancak bu anlamdaki mekruhlar içtihada açıktır. Eğer bir müctehidin içtihadı kendisini söz konusu fiilin haram olduğu sonucuna götürürse, bu onun açısından haram iken içtihadı helal olduğu sonucuna ulaştıran müctehid açısından helal sayılır ve artık bunu mekruh addetmenin anlamı kalmaz. Fakat karşı görüş sahibinin bu kanaati müctehidin kalbinde haramlık şüphesi meydana getirdiği takdirde kendi, galip zannı helallik yönünde olsa bile bu fiil için kerahet kelimesinin kullanılmasında sakınca yoktur. Nitekim Hz. Peygamber (asm),

"Günah kalbin rahatsızlık duymasıdır.” buyurmuştur. (bk. Mustasfa, 1/66-67)

Gazzali'nin mekruhun anlamıyla ilgili bu açıklamaları Fahreddin er-Razi, Seyfeddin el-Amidi, İbnü'l-Hacib, Zerkeşi ve Şevkani gibi usulcüler tarafından benzer ifadelerle nakledilmiştir. Fıkıh usulünde genellikle mekruh terimiyle kastedilen, Gazzali'nin saydığı anlamlardan ikincisi yani tenzihen yasaklananlardır. Bu da dinen kesin bir yasağa konu olmayıp, ilgili delillerden terkedilmesinin işlenmesinden daha iyi olduğu anlaşılan durumları belirtmektedir. Zerkeşi "terkü'1-evla" (hilafü'l-evla) adı verilen durumların usulcülerce ihmal edildiğini ve fakihlerce ele alındığını, fakat çoğunluğun kerahet ile ibaha arasında yer alan bu durumların mekruh olarak nitelenmesine karşı çıktığını belirtir.

Usul eserlerinde mekruhun mahiyetini belirlemeye yönelik incelemeler daha çok bunun yasaklanmış bir fiil sayılıp sayılmayacağı, onu işlemenin masiyet ve günah olup olmadığı ve bu tür fiillerin kabih/çirkin olarak nitelenip nitelenemeyeceği tartışmaları üzerinden yürütülmekte, bunun simetriği kabul edilen mendup teriminin incelenmesi esnasında belirtilen görüş ve gerekçelere atıf yapılmaktadır. Mu'tezile alimleri ise mekruhu "terkedilmesinde herhangi bir maslahat bulunan fiil" şeklinde tanımlamışlardır. (Zerkeşi, 1/296-303)

Şariin bir fiilin yapılmamasını kesin olarak yasaklamaksızın istemesi değişik şekillerde olabilir; bunların başlıcaları şunlardır:

1. Kesin yasak anlamına gelmeyecek bir bağlamda "kerahe" lafzını kullanması. Mesela Hz. Peygamber'in, "Allah analara saygısızlık göstermeyi, kız çocuklarını diri diri gömmeyi -ödenmesi gereken hakkı- önlemeyi ve -hak edilmeyen şeyi- istemeyi haram kılmıştır. Onun bunun dediklerini aktararak vakit geçirmeyi, çok soru sormayı ve malı boşa harcamayı da sizin için mekruh görmüştür (bk. Darimi, Rikak, 38; Buhari, Zekat, 53; Müslim, "Akzıye", 10, 13, 14) mealindeki hadisinin son cümlesinde "kerahe" kökünden türemiş bir fiil kullanılmıştır.

2. Yasaklayıcı bir siga kullanmakla beraber bunun haramlığı değil, mekruhluğu ifade ettiğini gösteren başka bir delil (karine) bulunması. Mesela,

"Ey iman edenler! Cuma günü namaz için çağrıldığı (ezan okunduğu) zaman hemen Allah'ı anmaya koşun ve alışverişi bırakın." (Cum'a 62/9)

mealindeki ayette geçen "alışverişi bırakın" emri aslında "alışveriş yapmayın" manasına gelen, yani cuma namazı sırasında bu işi yasaklayan bir ifadedir. Ancak başka deliller ve bağlam, bu yasağın bizzat alım satımın kötü görülmesi sebebine değil, mükellefi cuma namazının edasından alıkoyması gerekçesine bağlı olduğunu göstermektedir.

3. Bir fiilin yapılmamasını özendirici ifade kullanması. Mesela,

"Mehrin (veya nikahın) en iyisi kolay olanıdır." (Ebu Davud, "Nikah", 31)

mealindeki hadiste mehirde kolaylaştırma yolunun özendirilmesi, zıt anlamıyla mehir miktarında aşırıya gitmenin mekruh olduğunu göstermektedir.

Mekruh bir fiilin işlenmesi fakihlerin çoğunluğuna göre cezayı gerektirmez, fakat kınanan (Müslümana yakışmayan) bir davranış sayılır; bu tür fiilleri Allah rızası için terk eden kimse övgüye layık olur ve sevabı hak eder.

Hanefi fakihleri ise mekruhu "tahrimen" ve "tenzihen" kısımlarına ayırıp hükmünü de buna göre belirlemeye çalışmışlardır. Tahrimen mekruh şariin yapılmamasını kesin ve bağlayıcı tarzda istediği, ancak bu talebin haber-i vahid gibi zanni bir delille sabit olduğu durumları ifade eder. Bu tür mekruh harama yakın ve vacibin simetriği kabul edildiğinden, işlenmesinin vacibin terkinde olduğu gibi cezayı gerektireceği belirtilir. Tahrimen mekruha, başkalarının devam etmekte olan akid müzakeresine katılıp yeni bir teklif yapmak, başkasının evlenme teklifi üzerine evlenme teklifinde bulunmak fiilleri örnek verilebilir. Çünkü Hz. Peygamber (asm) böyle davranışlardan sakınmayı kesin ve bağlayıcı tarzda istemiştir. (bk. Buhari, Nikah, 4; Müslim, Nikah, 38, 49) Ancak bu talep zanni bir delil olan haber-i vahidle sabit olduğu için fiil haram değil tahrimen mekruh sayılmıştır.

Tenzihen mekruh ise, şariin yapılmamasını kesin ve bağlayıcı olmayan bir tarzda istediği fiildir; helale yakın sayıldığından bu fiili işlemek cezayı gerektirmezse de kınanır. Allah rızası için onu terk eden kişi sevabı hak eder. Bu tür mekruha camiye gidecek kimsenin çiğ soğan ve sarımsak gibi ağır kokan şeyler yemesi örnek verilebilir. Zira Resul-i Ekrem'in ilgili ikazından (Buhari, Ezan, 160; Ebu Davud, Eteime, 41) böyle bir sonuç çıkarılmıştır. (Ta’rifat, "Mekruh" md.)

Fakihlerin çoğunluğu, konuya ilişkin şer'i delilin kat'ilik ve zannilik durumunu değil fiili terk etme talebinin kesinlik ve bağlayıcılık özelliğini dikkate aldığından kesin ve bağlayıcı tarzda yasaklanan fiile haram, böyle olmaksızın yasaklanana ise mekruh adını vermiştir. Dolayısıyla her olaya ilişkin delillerin değerlendirilmesi neticesinde farklı somut sonuçlara ulaşılabilmesi bir yana Hanefiler'in terminolojisindeki tahrimen mekruh cumhur tarafından haram kapsamında mütalaa edilmekte, tenzihen mekruh ise cumhurun mekruh dediğine karşılık gelmektedir.

Bu anlayışın bir uzantısı olarak Hanefiler'e göre vacip zanni delille sübut bulduğundan bunun terki de tahrimen mekruh kapsamında değerlendirilmiştir. Öte yandan bu ayırım delilin kafiliği-zanniliği ölçüsüne dayalı olduğu için haramı inkar küfrü gerektirdiği halde tahrimen mekruhu inkar böyle bir itikadı sonuca yol açmaz. Hanefi imamlarından Muhammed b. Hasan eş-Şeybani'den, bütün mekruhların (mutlak zikredildiğinde mekruh kelimesinin) haramı belirttiği ve tahrimen mekruhun harama yakınlığı değil zanni delille sabit haramlığı ifade ettiği nakledilir. Bu nakillerden onunla Ebu Hanife ve Ebu Yusuf arasında bu konuda köklü bir görüş ayrılığının bulunduğu izlenimi edinilirse de İbnü'l-Hümam, Şeybaninin asıl maksadının tahrimen mekruhu inkarın küfrü gerektirmeyeceğini vurgulamak olduğunu ve bu imamlar arasında esasa ilişkin görüş ayrılığı bulunmadığını ileri sürmektedir. (bk. İbn Abidin, I, 438-439)

Şatıbi, tek tek ele alındığında mekruh sayılan fiillerin devamlı işlenmesinin adet haline getirilmesi durumunda konuya külli bir bakış yapılması ve bunun memnu kapsamında düşünülmesi gerektiğini savunur. Yine mekruhla haram arasında -mendupla vacip arasındaki gibi- bir hazırlama ve hatırlatma ilişkisi bulunduğunu, yani mekruhtan kaçınma gayreti gösteren kişinin öncellikle haramdan uzak durma çabası içinde olacağını vurgular. Diğer taraftan mekruhların mekruh olarak yerleşebilmesi için gerek haramlarla gerekse mubahlarla denk tutulmaması gerektiğine dikkat çeker; birinci tutumun zamanla bunların haramlığı, ikinci tutumun da mubahlığı yönünde bir inancın doğmasına yol açabileceğini belirtir. (Muuafakat, 1, 133, 151-152; IV, 331-332)

Müctehid imamların "tahrim" lafzından çekindikleri için zaman zaman "kerahet" (mekruh) kavramını "haram" anlamında kullandıklarını hatırlatan İbn Kayyim el-Cevziyye de bu noktayı dikkatten kaçıran bazı mezhep mensuplarının, belirtilen durumları haram değil mekruh olarak nitelemeleri sonucunda o hususlarda tenzihi bir kerahetin, hatta terk-i evlanın söz konusu olduğu kanaatinin yaygınlaştığını, böylece dine ve müctehidlere karşı büyük bir yanlışlığın yapıldığını ifade eder. (İ'lamü'l'Muvakkıin, I, 39-40)

Sırf dini sebeplerin yanında dünyevi bir maslahat sebebiyle de (kerahe irşadiyye) Şari’ tarafından bazı fiillerin mekruh sayıldığı (Zerkeşi, Bahr, 1, 298) göz önüne alındığında bütün ibadet ve muamelat bahislerinde mükellef tarafından işlenmesi hoş karşılanmayan birtakım davranışların söz konusu olabileceği tabiidir. Bu tür davranışlar genellikle füru-i fıkıh kitaplarında her bir ana konu içerisinde incelenir. Namaz kılınması mekruh olan vakitler, namazın mekruhları, orucun mekruhları gibi. Ayrıca yeme içme, giyim kuşam, temizlik, kadın-erkek ve karı-koca ilişkileri, alım satım gibi konularda dünyevi herhangi bir maslahat sebebiyle mekruh sayılan bazı davranışlar fıkıh ve ilmihal kitaplarının "kerahiye ve istihsan" bölümleriyle ahlak ve adab kitaplarında müstakil olarak ele alınır.
 
Üst Alt