Son Konu

“Türkçenin Dünü, Bugünü, Yarını”

bilgiliadam

Yeni Üye
Katılım
16 Ağu 2017
Mesajlar
1,516,397
Tepkime
31
Puanları
48
Credits
-6
Geri Bildirim : 0 / 0 / 0
“Türkçenin Dünü, Bugünü, Yarını Yeni Sayfa 1 “Türkçenin Dünü, Bugünü, Yarını​ Uluslar Arası Bilgi Şöleni Üstüne Fikirler​ Prof Dr Zeynep KORKMAZ 78 Ocak 2002 tarihleri arasında Kültür Bakanlığı Yayımlar Dairesi Başkanlığının girişimi ve Öger Turizmin katkıları ile düzenlenmiş olan veri şöleni yapılmıştır Türk dili ile aracısız ilgili kurum ve kuruluşlar haricen, Yargıtay ve Danıştay Başkanlarının, bazı eski, yeni sayın bakanların, milletvekillerinin, Kültür Bakanlığının eski müsteşarlarının, yazılı ve sözlü basın organı müntesipleri ile üniversite öğretim üyelerinin, Türk dünyasından gelmiş bilim adamlarının, Türkçe ve edebiyat öğretmenlerinin katılımı ile Dedeman Otelinin büyük kongre salonunda gerçekleştirilen buluşma, genel akışı ve uyandırdığı alaka bakımından doğrusu bir data şöleni olmuştur Hele sayın Yargıtay ve Danıştay Başkanları ile bazı milletvekillerinin toplantıyı sürekli olarak izlemeleri, biz dilcileri keza duygulandırmıştır 7 Ocak Pazartesi günü saat 900915 aralarında rahmetli Ulvi Cemal Erkin’in meşhur telli çalgılar dörtlüsü ile başlayıp Anadolu yaylı çalgıları dörtlüsü ile sona eren 15 dakikalık müzik dinletisinden sonradan, toplantının açılış oturumuna geçilmiştir Bu oturumda Öger Holding Idare Heyeti Başkanı Sayın Vural Öger ile ilk Kültür Bakanı Sayın Prof Dr Talât S Halman ve Kültür Bakanımız Sayın M İstemihan Talay göre toplantının niteliği, önemi ve dilimizin bugünü ile yarına uzanan hedefini değerlendiren nitelikli ve manalı birer söylev yapılmıştır sonradan, toplantının sabahtan ve öğleden sonraki oturumları ile iki gün her tarafında toplam beş oturumu içine bölge konulara geçilmiştir Her oturumda, bir yerli, bir tanıdık olmayan bilim adamının başkanlık ettiği toplantı programında, dilimizi farklı alanlara yönlendirilmiş yönleri ile değerlendirecek 41 ilan yer almışsa da, hava muhalefeti ve uçak seferlerinin iptali dolayısıyla, 78 katılımcının gelemediği görülmüştür Ama buna rağmen, toplantının iki günde tamamlanabilecek biçimde düzenlenmiş olması, ister istemez bir sıkışıklık yaratmış ve konuşmacılara kongrelerde gelenek hâlindeki 20 dakikalık sunuş süresi yerine 15’er dakika verilmiş olması, bildirilerdeki manâlı bazı noktaların bile alt başlıklarla verilip geçilmesine yol açmıştır Bu sıkışıklık yüzünden, her oturumun sonundaki yarımşar saatlik tartışma ve değerleme süresi de bir takım oturum başkanlarınca yalnız soru sorma şeklinde sınırlandırılmıştır Oturum başkanlarınca, katkı maddesi ve değerlendirmeye de müsade bahşedilen oturumlarda ise, ele alınan konulara diğer yönleri ile de ışık tutulabildiğinden sonuç muhakkak daha verimli olmuştur Sayın okuyucular, toplantının genel akışı üstüne yapılan bu kısa açıklamalardan daha sonra, acilen sizlere bilgi şöleninde ele alınan konularla ilgili data vererek bir takım noktalardaki görüşlerimi sunmak istiyorum: Prof Dr Mustafa Canpolat, Nermin Tuğuşlu, Sedat Nuri Kayış, Mustafa Balbay, Prof Dr Zeynep Korkmaz, Prof Dr Şükrü Halûk Akalın ve Erkan Tan kadar sunulan birinci oturum bildirilerinde, günümüzün çok önemli güncel bir konusu olan yazılmış ve görsel kitle iletişim araçlarında Türkçenin yazılışı, söylenişi, yazılışı ve söylenişte yapılan çok yönü olan yanlışlar üstünde durulmuş, konuşmacılar bu türlü yanlışların dilde yol açtığı dejenerasyon eğilimini çarpıcı örneklerle dile getirmişlerdir Bildirilerin birkaçında yalnızca bu yanlışlar ve çarpıklıklar dile getirilmekle yetinilmemiş; böyle bir yozlaşmaya yol açan nedenlerin bilhassa eğitim yetersizliğinden, ana dili bilincindeki zayıflık veya körelmeden ve yabancı dil hayranlığından kaynaklandığı vurgulanarak alınması gereken önlemler sıralanmıştır Dilimizin bugün içinde bulunduğu koşul dolayısıyla bu önlemlerin başlıcalarını sizlere duyurmak yardımsever olacaktır: 1 Birincil ve orta öğretim kurumlarında dinç bir Türkçe eğitim ve öğretiminin sağlanması Liseyi tüketen her gencin, ana dilini içten konuşup içten yazabilecek bir düzeye getirilmesi, yani ilk önce sağlıklı bir eğitim; eğitim ve eğitim! 2 Bu eğitim, ilk ve orta düzeydeki eğitimöğretim kurumlarının öğrencilerine değil, icabında öğreticilerine de uygulanmalıdır Çünkü vaktiyle Millî Eğitim Bakanlığının verdiği kararla, eğitim enstitülerinde üçerbeşer aylık kurslarla nasıl hoca yetiştirildiği, dil bilgisi derslerinin bir vakit nasıl programdan çıkarılıp askıya alındığı ve okutulup okutulmaması öğretmenin isteğine bırakıldığı, yazım kurallarının dilin yapı ve işleyişini temel alan bilimsel ölçülerle değil, yazboz tahtası gibi kişiden kişiye değişen bilim dışı ölçülere bırakılarak dinç bir temele oturtulamadığı hatırlanırsa, bu durum daha iyi kavranabilir 3 Şimdiye dek yazılan dil bilgisi kitaplarında; konuların sınıflandırılması, değerlendirilmesi ve terimlere bağlanması açısından, yer yer iyice çelişen, sorun oluşturan ve bilimsel ölçülere ters düşen durumlar ortaya çıkmaktadır Bu da ister istemez dil bilgisi eğitiminde ve yetişenlerin şekillenmesinde bir bıkkınlık, bir ayrılık yaratmaktadır bu nedenle, bilimsel ölçülerle ve dili sevdirecek metin parçaları ile bezenmiş tatmin edici dil bilgisi kitaplarına gereksinim vardır 4 Yazılmış ve sözlü basın organlarında çalışanlar, belli başlı dillerine alaka ve itina belirten bir anlayışa sahip kılınmalı, bu konuda bilinçli duruma getirilmelidir 5 Radyo ve televizyon kanallarında tahsis bölge sunucu, spiker ve program yapıcıları, fizik yapılarındaki düzgünlük ve güzellikten önce, dili kullanım yeteneklerine bakılarak seçilmelidir Bu işler için görevlendirme yapılırken, başvuranların asıl dili sözlü ve yazılı olarak kullanabilme yeteneklerinin uzman kişilerden oluşan komisyonlarca değerlendirilmesi gerekir Bu kabiliyet radyo ve televizyon daire başkanlarında da aranmalıdır 6 Yazılı basında, radyo ve televizyon kurumlarında icabında birer “Dil Kontrol Kurulu oluşturulmalı Buralara Türk dili araştırmalarında, Türk dili tarihinde ve Türkiye Türkçesi alanlarında gerçekten ün yapmış kimseler alınmalıdır Ayrıca, bir hizmet içi eğitim başlatılmalıdır 7 Kayda Değer bir nokta da bütün aydınlar için olduğu gibi, yazılı ve sözlü basın organlarında çalışanlarda da sahteci; dili yozlaştırıcı yabancı söz hayranlık ve özentisinin yerine başlıca dili sevgi ve bilincini aşılayacak önlemler alınmalıdır 8 Türk Dil Kurumunca, dilimize yeni girmiş tanıdık olmayan sözcüklere yer alan karşılıkları yazılmış ve sözlü basın organlarına benimsetecek önlemler alınmalıdır 9 Dilimizi ilericilikgericilik gibi politik ve düşüncesiz çatışmalara cihaz etmekten ve tasfiyecilik saplantısından kurtararak, yüzyılların oluşturduğu bugünkü canlı yapısı ile geliştirip, modern dünya koşullarının gerekli kıldığı yeni laf ve terimlerin üretilebilmesi için bütün dil uzmanlarınca el birliği ile çalışılmalıdır Devlet Bakanı Sayın Yılmaz Karakoyunlu’nun tartışmalarda bulunan reyting “izleme oranı, primetime “altın vakit ve viyadük “köprü yol sözlerinden hareketle ve etkin konuşmasıyla başlayan ikinci oturum, sonradan Prof Dr Şerafettin Turan, Zeki Sarıhan, Prof Dr İclâl Ergenç, Harid Fedaî, Dr Aslan Tekin ve Doç Dr Sedat Sever’in bildirileriyle “Bilim, Eğitim ve Öğretim Dili Olarak Türkçe konusunda yoğunlaşmıştır herkes eğitim diline farklı bir yönden ışık tutan bu bildiriler, genellikle faydalı sonuçlar ortaya koymuştur Ancak, bu oturumun bildirilerinde var olan sorunlar dile getirilirken, ara sıra yanlış tespitlerin yapıldığına da şahit olunmuştur Sayın Turan’ın “Türkçenin Bilim Dili Olmasına İlişkin Sorunlar konusundaki bildirisi bunun tipik bir örneğidir Sayın Turan, var olan birkaç sorun aralarında, tarihî dönemlerdeki ana sorunun İslâm dinine girişten sonra başladığına sinyâl ederken, bunun nedenini Osmanlı aydınlarının bilim dili Arapça, sanat dili Farsça olacak biçimindeki kabullerine bağlamıştır Ancak, bu durum bir niçin değil, bir sonuç ve nedenin dışa vuran görüntüsünden ibarettir Ortaya çıkan sorunun esas nedeni, Anadolu’da yeni bir yazı diline esas yaratıcı Oğuz lehçesinin o dönemdeki dil yapısından kaynaklanmaktadır 1516 yüzyılların Osmanlı aydınları, Anadolu Beylikleri döneminde olduğu gibi filizlenip yeşermeye başlamış olan Türk yazı diline sahip çıkarak onun dil varlığını dağıtılmış kavramlar ve zorunlu terimler açısından zenginleştirme yöntemini benimseyecekleri yerde kendilerini Arapçanın ve Farsçanın söz ve dilbilgisi kalıplarını kabul etme gibi bir zihniyet yanlışına kaptırmışlardır Sorun zihniyet hastalığıdır Konuya sadece bir tarihçi gözüyle yüzden bakan sayın hatip, dilci olmadığı için, bir dil tarihçisinin kolayca görebileceği bu nedeni görememiş, görüntüyü ve ortaya çıkan sonucu bir niçin olarak sunmuştur Bu nokta, dilimizin geçirdiği alın yazısı açısından son derece önemli olduğu için, burada bilhassa belirtme gereğini duyduk Yine De Osmanlı aydını, Arapça, Türkçe ve Farsçadan oluşan bu yapma ve melez dile büyük emekler vererek onu o günün şartlarında muhteşem bir yazı, edebiyat, felsefe ve bilim dili düzeyine yükseltmiştir Oysa, Türkçeyi öldürme pahasına Eğer bu emeği Türkçe için verse ve asıl dilini Mustafa Şeyhoğlu’nun da Hurşidnâme’de belirttiği biçimde göbüt “fena, kaba, sovuk ve yavan bir dil olarak nitelendirerek kendini onu hor görme hastalığına kaptırmamış olsaydı, Türk dil yapısında var olan çok yönlü cevherleri ile daha o dönemde katkısız varlıklı bir yazı ve kültür dili olabilirdi Bizim burada laf konusu duyuru sebebiyle bu nokta üstünde duyarlıkla durmamızın nedeni, bu açık fikirli hastalığının yalnız o dönemle sınırlı kalmayıp Tanzimat dönemi aydınları ile günümüz aydınlarına da sıçramış olmasıdır Tanzimat döneminde Şinasi, Namık Kemal, Ziya Paşa, Ahmet Mithat Efendi ve daha başka edebî şahsiyetlerin Osmanlı Türkçesini sadeleştirme yönündeki çabalarının uygulamada yetersiz kalması, meydanı Fesahatçılarla Tasfiyecilerin birbirine direk oluşturan verimsiz çatışmalarına bırakmış; bu kez de aynı zihniyet hastalığı Fransız dili hayranlığına dönüşmüş ve dilimizi Fransızcanın akınına uğratmıştır O devirde o kadar de bugün koşul diğer mıdır? Ne gezer! Bildirilerde dile getirildiği üzere, 2 Dünya Savaşından sonraki dönemde, dilimizi yozlaşmaya sürükleyen kayda değer etkenlerden biri bu kere de İngilizce hayranlığının getirdiği yabancı kelime ve terim akınıdır Bu akın yalnız genel dilde kalmayıp iş yeri tabelâ adlarına, türlü üretim maddelerine dek sıçrayarak sonunda, bir kısım yüksek öğretim kurumlarında, Türkçe eğitimöğretim dili olamaz yaygarasıyla İngilizce eğitim ve öğretime dek uzanmıştır İşte bugün de ağır basan bu tavır, ta 1516 yüzyıllarda başlayıp da günümüze dek süregelen ve körü körüne tanıdık olmayan dil hayranlığından kaynaklanan bir zihniyet yanlışından diğer bir şey değildir Bu yanlışlardan dönülmesi için sırası düştükçe açıklanması ve vurgulanması gerekir Biz toplantının “tartışma ve değer biçme aşamasında, bu durumu anlatmak istedik Ama, kendisinin eleştirileceği endişesine kapılan sayın hatip, o sıradaki oturum başkanlığı yetkisine dayanarak, yalnız soru sorulabileceğini, katkı ve değer biçme yapılamayacağını bildirerek açıklamaya önlemek istedi Ama, sonraki oturumlarda uygulandığı üzere o faz “tartışma ve değerleme aşaması idi Toplantıyı izleyen sayın üyelerce Başkanın bu tutumu açıklık ilkesine aykırı bulunarak ayıplanmıştır Bu bildiride yetersiz kalan manâlı bir nokta da, konu “bilim dili olduğuna tarafından, bir bilim dilinde aranan özelliklerin neler olduğunun açıklanmamasıdır Türkçe bilim dili olamaz iddialarına karşısında verilecek en iyi cevap, dilin bu bakımdan taşıdığı özellik ve özelliklerin sıralanması olmalıydı Ne yazık ama bu da yapılmamıştır Laf konusu bildiride düzeltilmesi gereken bir diğer manâlı nokta da 1983 yılında yeni bir düzenlemeden geçirilen Türk Dil Kurumu çalışmalarının dinleyiciye yanlış yansıtılmasıdır Sayın konuşmacı, burada eski ve yeni Türk Dil Kurumu gibi düşüncesiz ve maksatlı bir ayırıma gitgide artarak 1983 yılına değin eski Türk Dil Kurumunda 65 alanda (!) fazla sayıda terim sözlükleri çıkarıldığını ve 120000 terimin tutunduğunu, daha sonra bu eserler yayımlanmadığı için bunların unutulup kullanımdan düştüğünü ve yerine yenilerinin konmadığını ileri sürmüştür Böyle bir yorumlama, sayın konuşmacının TDK’nın 1983’cilt sonraki yayınları üzerine hiç eğilmediğini ve ezberden konuştuğunu ortaya koymaktadır Bir kez fazla minik çaptaki bu eski sözlükler incelendiğinde görülür fakat, oralarda bulunan ve terim olarak gösterilen sözlerin büyük bir bölüğü öbür zamanda terimleşmiş olsa da genel dilde öteden beri zaten var olan ve kullanılagelen sözlerdir: Abdal “gezginci derviş, inleme, bağlama, benzetme, bunama, caize, danaburnu, delice, destan, dörtlük, ebced, halk müziği edebiyatı, ilâhî, karamuk, oyun yazarı, pamukcuk, polis romanı, sarmaşık, sığırcık, suçiçeği gibi Bunlardan bir bölüğü de toplumda genel kabul görerek benimsenmiş olan terimlerdir Kullanımda oldukları için bunların unutulması söz konusu olamaz Bir diğer bölüğü ise taşıdıkları aşırılık veya kavram yanlışlığı dolayısıyla dile mal olma değerini yitirmiş olan terimlerdir Gözyaşı tecimi, niçin bilim, akışta “koşuk, belgin, betimce, örge, örü, taşırılık, ülküt vb bu minik çaplı sözlükler bir dilcilik süzgecinden geçirilerek zorunlu olanları bitmiş yayımlanmıştır Toplumda benimsenmemiş olanları tekrar yayımlamanın bir gereği var mıdır? Kaldı ama, bunlardan bir bölüğünün mevcudu bile tükenmemiştir Türk Dil Kurumunun 1983’deri önce 65 alanda terim yaptığı, sözüne gelince: Türk Dil Kurumunun 1932 yılından beri yaptığı yayınlar ortadadır (TDK Yayınları Kataloğu 19321999, Ankara 1999) Bunun Atatürk dönemi dışarıya kalan 19501983 arasındaki yıllarında yayımlanan terim sözlüklerinin sayısı 20’dir Bu da demektir ki, bu kadar alanla ilgili terim yapılmıştır İleri sürüldüğü gibi 65 alanda değildir Türk Dil Kurumu 1983’deri daha sonra terim konusuna el atmamış ve yeni terim sözlükleri yayımlamamıştır iddiasına gelince: Sayın konuşmacı burada da kasten ya da bilmeyerek yanılgıya düşmüştür Çünkü, Türk Dil Kurumu, 1983’ten sonradan öbür alanlara olduğu gibi, terim alanına da ciddî ölçülerle eğilmiştir TDK’nın 1973’te hazırladığı küçük boy Terim Hazırlama Kılvuzu’nu yetkisiz bulduğu için, terim sözlükleri hazırlayacaklara yol göstermek üzere, Prof Dr Hamza Zülfikar’a Terim Sorunları ve Terim Yapma Yolları başlıklı 213 sayfalık, detaylı bir eser hazırlatmıştır (Ankara 1991) Keza Atatürk’ün geometri terimlerini de içine alan Geometri kitabını (1991) ve Anayasa Sözlüğü’nü yeni gereksinimlere tarafından genişleterek tekrar bastırmıştır (Ankara 1985) Daha önce Prof Dr Mutluluk Karol kadar hazırlanan Biyoloji Terimleri Sözlüğü, Sevinç KarolZekiye SuludereCevat Ayvalı tarafından yeni tekrar işlenip genişletilerek 1067 sayfalık kapsamlı bir sözlük şeklinde yayımlanmıştır (Ankara 1998) Kurumca daha önce yayımlanan Filoloji Terimleri Sözlüğü, birçok yönden yetersiz kaldığı için hem ülkemizdeki dil bilgisi ve dilbilgisi alanındaki terim kargaşasını önleme keza de dinç bir terim sistemi geliştirme bakımından Prof Dr Zeynep Korkmaz’a hazırlatılan birleştirici ve bütünleştirici nitelikte Dilbilgisi Terimleri Sözlüğü yayımlanmıştır (Ankara 1992) Buna Emine GürsoyNaskali’nin hazırladığı Türk Dünyası Dilbilgisi Terimleri Kılavuzu da eklenebilir (Ankara 1997) Matematik Terimleri Sözlüğü (1983) ile Nükleer Enerji Terimleri sözlüğü de yayımlanmış bulunmaktadır Prof Dr Turhan Baytop’un aynı zamanda terimleri ve 500 renkli devlete ait içine alan Türkçe Bitki Adları Sözlüğü (Ankara 1994) de değerli bir çalışmadır Bunlara hazırlama, inceleme ya da baskı aşamasında olan Kimya Terimleri Sözlüğü, Araç Gereç Bilimi Terimleri Sözlüğü, Bilgisayar Terimleri Kılavuzu gibi terim sözlüklerini de eklemek gerekir Görülüyor fakat, Kurum bu alanda da üzerine düşen görevi yapma gayretindedir Gerçek koşul bu iken sayın konuşmacının “eski Dil Kurumu, “yeni Dil Kurumu gibi geveze ve bölücü bir ayırımla, dinleyicilere aldatıcı hatalı bilgiler vermesi olağan karşılanacak bir koşul değildir Nitekim, bu hatalı değerlendirme Türk Dil Kurumu Başkanı Sayın Prof Dr Şükrü Halûk Akalın tarafından dile getirilerek dinleyicilere dürüst bilgiler verilmiştir Keza, TDK’ce yayımlanan, dilimize yeni girmiş Yabancı Kelimelere Karşılıklar başlıklı iki kitapta (Ankara 19951998) yer alan karşılıkların bir kısmı da terim niteliğinde olduğu için, bu yolla da gereksinim duyulan terimlere karşılıklar bulunmaktadır “Türk Dünyasında Ortak Irtibat Dili Olarak Türkçe konusuna ayrılan üçüncü oturumda, ilan sunacak beş konuşmacı gelemediği için yalnız Prof Dr Nimetullah Hafız (Kosova) ile Sayın Dr Mustafa Şerif Onaran’ın bildirileri dinlenebilmiştir Bu konu, daha önce yapılan birkaç bilimsel toplantıda dile getirildiği üzere, fazla dikkatli bir değerlendirmeyi zorunlu kılmaktadır Prof Dr Olcay Önertoy ve Prof Dr Harid Fedaî’in başkanlığında “Yazı, Tavır ve Tercüme Dili Olarak Türkçe konularıyla, 8 Ocak Salı sabahı başlayan dördüncü oturum, Prof Dr Nevzat Gözaydın, Cornelius Bischoff, Feyza Hepçilingirler, Vural Öger, Prof Dr Hamza Zülfikar ve Dr Abdülkadir Akgündüz’ün konuyu dağıtılmış yönleri ile değerlendiren bildirileri ve yapılan tartışmalarla sürmüştür Konuşmaların her biri cazibeli özellikler taşımakla birlikte Sayın Öger ile Sayın Zülfikar’ın konuşmaları bizim özellikle ilgimizi çeken birer konu olmuştur Prof Dr Şükrü Halûk Akalın ve Prof Dr Nimetullah Hafız başkanlığındaki beşinci ve son oturum, “Türkçenin Yabancı Diller Etkisinde Kalmasıyla Ortaya Meydana Çıkan Sorunlar konusuna ayrılmıştır Bu oturumda, Prof Dr Doğan Aksan’ın kısa ve veciz konuşmasını, Prof Dr Olcay Önertoy, Belli Özdemir ve Cemil Kurt’un konuşmaları izlemiştir Adları bu oturumda yer alan ve Ankara dışından gelecek olan birkaç hatip da hava muhalefeti dolayısıyla katılamamıştır Programda, her görüşme sonunda yarımşar saatlik bir ağız dalaşı ve değerleme süresi bulunduğu hâlde, bir takım konuların niteliği bakımından 15 dakikalık tavır süresini aşması ya da soru sorma ve değerlendirmelerde çok kimsenin söz almak istemesi yüzünden, toplantı konularının kapsamı içine giren bazı hususlarda gerekli direktifler yapılamamış; bu hususlar bulanık kalmıştır Fakat, Türkçenin yalnız dünü bakımından değil bugünü ve yarını açısından da önemli olan noktaların açıklanarak vurgulanması gerekirdi Zaman yetersizliği dolayısıyla açıklanamamış olan bu noktalarda ilgililerin dürüst bilgilendirilmesi gereğine inandığınız için bu konudaki bir takım görüşlerimizi sizlerle paylaşmak istedik Şöyle oysa: Bildiri sunuşları veya tartışmalar sırasında ileri sürülen görüşlerden biri (Cemil Kurt, Türkçenin Yabancı Diller Etkisinde Kalmasıyla Ortaya Meydana Çıkan Sorunlar), dilimize girmiş tanıdık olmayan sözlerin, özellikle Arapça ve Farsça olanların dilin bir kültür dönemini yansıttıkları gerekçesi ile benimsenmesi ve dilden atılmaması yolundaki görüşüdür Bizce burada üzerinde durulması gereken manâlı nokta, dile girmiş yabancı sözlerin niteliğidir Dilimizde yer almış Arapça, Farsça ve batı kökenli tanıdık olmayan sözleri ikiye karışıklığa itmek gerekir: 1) Bunların bir kısmı dile girdikten sonradan, zamanla ses ve şekil yapıları açısından olsun, manâ açısından olsun, Türkçenin kendi kalıplarına uydurularak Türkçeleştirilmiş olan dolayısıyla da Türkçe sözlerden ayırt edilemeyen nitelikteki sözlerdir Bunların Türk diline, işleyiş bakımından herhangi bir zarar getirmesi de söz konusu değildir: Aba, hafıza, anahtar, bezi, bezelye, çamaşır, çarşamba, çarşı, çerez, çengel, çiltim, düven, efendi, fistan, halat, hasta, ıspanak, kale, kiremit, meren, perşembe, hudut, sakal, tavla, vatan, halk müziği gibi yığınlarca söz, kökence Türkçe değildir lakin bunlar Türkçenin kendi malı olmuştur Konuya bu açıdan bakınca bugün bundan böyle biçim mi? şekil mi?, araç mı? alet mi?, koşul mu? şart mı?, yapıt mı? eser mi?, cevap mı? yanıt mı?, kınamak mı? ayıplamak mı?, kıyı mı? kenar mı?, söyleşi mi? sohbet mi gibi tartışmalara girmek bizce gereksizdir Süre bunlar için en iyi süzgeçtir Ya bunlardan birini tutar ötekini atar; yahut da aralarında bazı manâ incelikleri oluşturarak ve her ikisini de laf varlığına alarak dile zenginlik katar: Us ile zihin (uysal çocuk akıllı adam), baş ile kafa (kafa çekmek kafayı çekmek, kafa tutmak), yürek ile yürek (yüreksiz adam insafsız adam), şüphe ile belirsizlik (amma kuşkulu adam değişkenlik etmeyiniz) arasındaki kasıt ayrılık ve incelikleri gibi Bu türlü Türkçeleşmiş sözleri köken yapılarına bakarak dilden atmaya kalkmak, dile hiçbir şey kazandırmaz Tersine, kullanımda söz varlığı bakımından bir büzülmeye ve manâ kısırlığına yol açar Bugün gençliğimizin laf dağarcığının yetersizliğinden yakınıyoruz Bu yetersizlik, kısmen okuyup öğrenme yetersizliğinden kaynaklanıyorsa, kısmen de belirli sözlere saplanıp kalma alışkanlığından kaynaklanmaktadır Aşama, basamak, safha, derece, rütbe gibi anlam ayrılıkları içeren sözlerin hep aşama ile; seviye, devre, dereke, plân gibi sözlerin her zaman seviye; adam, insan, şahıs, kişi, kimse sözlerinin daima kişi; sebep, sebebiyle, vasıtasıyla, nedeniyle, dolayısıyla, yüzünden gibi sözlerin de her zaman neden sözü ile karşılanması bu yüzdendir Çoğu gencimiz bayram dolayısıyla gelen kartlar yerine bayram sebebiyle gelen kartlar diyerek kar yüzünden yollar tıkanmış diyecek yerde kar sebebiyle yolar tıkanmış diyerek Türkçemizin tadını tuzunu kaçıran cümleler kurmaktadır Bunlar aynı zamanda belirtilen sözlere takılıp kalmanın getirdiği manâ büzülmeleri, amaç yetersizlikleridir Bu konuda bir ikinci örnek de olay sözüdür Bugün birçok aydınımız oluş, kılış, eylem ya da vaka ile hiçbir bağlantısı olmayan durumlarda bile olay sözüne saplanıp kalmaktadır Onlar için konu, şart vb sözler ile karşılanabilecek anlatımlar bir yana, her nesnenin adı bile durum’dır: konut olayı, masa olayı, yol olayı gibi Bu konuda daha nice örnek sıralanabilir 2 İkinci cins tanıdık olmayan sözler, dilimize, geldikleri dilin ses yapıları ve dilbilgisi kalıpları ile birlikte girmiş olanlardır Bunlar kültürlü dilinde yer eden, halka ve topluma mal edilmemiş olan sözlerdir: enformasyon “danışma, entelektüel “aydın, iane “yardım, intihap “seçim, kat’iyet “kesinlik, mahrukat “yakıt, mü’min “inançlı, mücrim “suçlu, nikbîn “iyimser, plâsman “yatırım, rivayet “rivayet, tenevvür “aydınlanma, müsamaha “şımartma, yer sarsıntısı “deprem gibi Bu sözler, vaktiyle Türkçe sözlerin yerlerini aldıkları ve dilimizin gelişme yolunu tıkadıkları için atılması gereken sözlerdir Nitekim atılmışlardır da Dilimizin Osmanlı Devleti döneminde Arapça ve Farsçadan, Tanzimat döneminde Fransızcadan bugün de, İngilizce sözlerden çektiği sıkıntı daima bu yüzdendir böylece, günümüz bilim dünyasında uluslar arası karşılıklı dilekçe özelliği içeren bir takım sözler bir yanlamasına, onların haricen kalan ve dilimize köstek olan tanıdık olmayan sözler atılıp yerlerine dinç Türkçe karşılıklar konmalıdır Ama, bunların dilde yerleşmiş olanlarını söküp atmanın kolay olmadığı da unutulmamalıdır Üzerinde durulması gereken bir diğer nokta, lüzum bir iki bildiride dile getirilen gerek değerleme konuşmaları sırasında, bir ara ihtilal sözünün yasaklanmış olması dolayısıyla çıkan suçlayıcı tartışmadır Bu tartışmada devrim yerine inkılâp sözünün kullanılması eleştirilmiştir Evet, eleştirilmesine eleştirilmiştir de, ihtilal sözünün niçin yasaklanır olduğu açıklanmamıştır Bize kalırsa, o laf o dönemde kendi kendisini devreden çıkarmış ve bazı aydınların kullanımından düşmüştür Bu şart dil ile toplum ve sosyal yapı arasındaki sıkı bağlantının sonucudur 19701980 yılları arasında ülkemizde irtifa gösteren ideolojik akıntı ve çatışmaların Atatürk ilkelerini ve Cumhuriyet rejimini uçurumun kıyısına sürükleme açık havada, yer yer bir takım kesimlerce dilin de bir ideolojik vasıta olarak kullanmaya yeltenilmesi, bir kısım aydınları ihtilal yerine inkılâp sözünü kullanmaya yöneltmiştir Bunun Osmanlıca sözleri benimsemekle en küçük bir ilişkisi yoktur Devyol, Devsol, ihtilal nikâhı gibi o dönemde türemiş kanunsuz örgüt adları ile bazı kalıp sözlerde, devir sözünün ideolojik bir kirlenme ile “ihtilâl, bozgunculuk, yıkım ve rejim düşmanlığı anlatan kavram kargaşası, ben dâhil bir kısım aydını bu sözü kullanmaktan soğutmuştur O çalkantılı yıllarda, dildeki bazı anahtar sözlerin var olan içeriklerinin boşaltılarak, kuzeyden esen ideolojik rüzgârların etkisi aşağıda nasıl bir anlam yozlaşmasına uğradıkları aşina bir gerçektir Devrim sözü de bunların başında kazanç Bu sözün bir süre yasaklanmış olması da her hâlde bu durumla ilgili olmalıdır Bugün çok şükür o dönem atlatılmış ve ihtilal sözcüğü de kendi kimliğini kurtarabilmiştir Bu eleştiriyi yapanlar, dilin o günün sosyal çalkantılarına nasıl alet edildiğini bilirler Ayrıca de bilirler Ancak, toplantıda politik bir davranışla ve ola ki de özel bir maksatla, kapalı ya da açık olarak hatta ad belirleyerek bir takım kimseleri suçlamaya yeltenmişlerdir Böyle bir tepki, şayet de bilinçaltı bir etkiyle başkalarını itham görüntüsü aşağı kendilerini mazur manzara eğiliminden kaynaklanmış olabilir Ama değer biçme aşamasında da bunlar yargı ettikleri ağır cevabı almışlar ve bilimsel bir şamar yemişlerdir Bu koşul, bir takım konuların hâlâ sen ben davasına alet edilmesinin acı bir göstergesidir Bu yazıda ad belirtilmeden özel olarak vurgulanmasının nedeni de budur Bu münasebetle spesifize etmek isteriz ancak, biz, ilke olarak kelime yasaklanmasının da doğru olmadığı görüşündeyiz Yukarıda özel olarak belirtildiği gibi, sağlıklı bir gelişme rayına oturtulabilmiş olan dilde, “süre böyle bir ayıklama için en iyi kevgir görevindedir TRT Idare Kurulunda görev aldığımız yıllarda, dil konusu dolayısıyla yaptığımız bir takım uyarılar ve zabıtlara yansımış olan görüşlerimiz bu durumun tanıklarıdır Bu konudaki en güzel değerlendirmeyi de dil devrimi uygulamalarının usul yanlışı yüzünden ortaya koyduğu bazı aksaklıklara bakarak tekrar Atatürk’ün kendisi yapmıştır Onun 1936 yılında dil konusundaki bir sohbet sırasında: “Yeni Türkçe sözler önerge edebiliriz Bu yönde ısrarla çalışmalıyız Fakat bunları Türk dilinin olgunlaşma seyrine bırakmalıyız Birkaç gün önce Ahmet Cevat Bey’e söyledim “ketebe, yektübü, arabındır; “kâtip, “mektup Türkündür sözleri, bu açıdan ne değin manalı ve yol göstericidir Tavır ve tartışmalarda altı çizilmesi gereken bir diğer nokta da dilimizin dilbilgisi kuralları ile ilgili bir takım yanlış değerlendirmelerdir Sayın Emin Özdemir, kendi bildirisinde üzerlerine basa basa öz hayat, ön deneme, ön hak, daha aşağı yapı gibi örnekler sıralayarak, bunlardaki öz, ön ve alt sözcüklerinin bundan böyle birer ön ek durumuna geldiğini söylemiştir Böyle bir değer biçme, dilimizin kendi inşa ve işleyiş ölçülerine kadar değerlendirilmesi gereken gramer konularının, adlandırma ve sınıflandırma açısından, yüzyıllardır nasıl bir yanlamasına Arap dilinin bir yanlamasına da batı dillerinin özellikle Fransız dilinin dilbilgisi kalıplarına kurban edildiğinin tipik örneklerinden biridir Bilindiği gibi Türkçe, genel dil sınıflamasında sondan eklemeli diller (iltisaklı diller, agglutinative languages) grubunda bulunan bir dildir ön, öz, alt, son gibi bağımsız sözleri birer ilave saymak havsalanın alamayacağı bir yanlıştır Bunlar ek değil birer bağımsız sözcüktür Öz yaşam gibi bir kuruluşta, öz sözü önad görevindedir Dolayısıyla bu söz kalıbı da bir önad tamlaması oluşturmuştur Alt yapı gibi bir kuruluşta ise, önad tamlaması kalıbında bir birleşik isim niteliğindedir Durum böyle iken bunları birer ön ek gibi kullanmak, dilin yapısını tanımama ve bunları bir yenilik gibi gösterme gayretkeşliği değil midir? Bağlaç yerine bağlama edatı, ünlem yerine ünlem edatı, edat (edat) yerine son çekim edatı, mı? mu? soru eki yerine soru edatı gibi terim ve sınıflandırmalar da yine Arap gramerindeki isim, fiil, ilgeç (veya harf) biçimindeki üçlü sınıflandırmanın bize yansıyan örnekleridir Artık laf varlığında olduğu gibi, dilbilgisi konularının sınıflandırılıp terimlere bağlamasında da Türkçenin kendi malzemesinin verdiği sonuçlara ve gördüğü işlevlere bakılarak değerlendirilme yapılması kaçınılmazdır Bu konudaki bilinçsiz taklitçiliğe son verilmelidir Gramerlerimizde bu açıdan üstünde durulacak epey konu vardır Değerlendirmeler sırasında, bir takım konuşmacıların, dilimizin kaynak eser niteliğinde fonksiyonel bir gramere ihtiyacı olduğu noktasındaki dilekleri fazla yerindedir Türk Dil Kurumunun bu konuda yaptığı hazırlıklar sanırız kısa bir süre sonradan meyvesini verecektir Üstünde son olarak durmak istediğimiz bir başka kayda değer husus da lüzum sunulan bildiriler gerek değerlendirmeler sırasında bazı konuşmacıların hissi ve politik nedenlerle Türk Dil Kurumunun kapatılmış olduğunu bildirmeleri veya ayrımcılık yapmış olmalarıdır Türk Dil Kurumu, bilindiği gibi yapageldiği yüzlerce detaylı ve kaliteli yayınları ile dilimize ve ülkeye yararlı çalışmalarını sürdüregelmektedir 19321983 arası yıllarda, dernek niteliğindeki Türk Dil Kurumu ile Atatürk’ün 1936 yılındaki dileğine uygun şekilde 1983 yılında yeni bir düzenlemeden geçirilerek akademik bir kuruluş durumuna getirilmiş olan Türk Dil Kurumunu birbirinden ayırıp suçlayıcı bir tutumla eski Dil Kurumu, yeni Dil Kurumu gibi bir ayırıma gidilmesi doğrusu çok yakışıksız kaçmıştır Çünkü her ikisi de aynı gaye doğrultusunda hizmet veren birbirinin devamı özelliğinde bir kurumdur Atatürk, birbirinin tamamlayıcısı durumunda olan tarih ve dil konularının, yabancıların kasıtlı yorumlarından kurtarılması için, doğrusu birer bilim kuruluşuna gereksinim olduğunu daha Dil ve Tarih Kurumlarının kuruluşundan epey önce görmüştür Hatta, Türk dilinin özel durumu dolayısıyla, bir dil akademisi kurulması direktifini de vermiştir İsmet Paşa’nın 7 Kasım 1925 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisinde yaptığı “Millî harsa ait teşebbüsattan elde etmek üzere bu sene bir lisan akademisi, hars noktai nazarından Türk lisanı üzerinde vezaifi esasiyeyi ifa etmek üzere en yüksek mütehassıslardan mürekkep bir yüksekokul vücuda getireceğiz1 biçimindeki konuşması, devletin bu konudaki kararının ifadesidir Oysa, zamanın Millî Eğitim Bakanı Mustafa Necati’nin 9 Şubat 1926 tarihinde gazetecilere verdiği demeçten anlaşıldığı üzere2o günün şartlarında böyle bir kuruluşu besleyecek bilim kadrosu bulunmadığı için Atatürk, dil ve tarih konularının ele alınması ve dil devrimin başlatılabilmesi için, bu kuruluşların ilk olarak birer dernek hâlinde çalışmalara başlamasının yerinde olacağını düşünmüştür Nitekim TDTC (sonradan TDK)’nin kurulması ile başlayan araştırmalar; fazla eksik sayıdaki bilim adamı, edebî karakter ve gazeteci dışarıda defalarca taşradaki gönüllü aydınlar eliyle yürütülmüştür Daha sonraki yıllarda baştan ele alınan Derleme ve Tarama dergileri bu türlü çalışmaların ürünüdür Atatürk bu yolla yapılacak çalışmaların birer ön egzersiz olacağını biliyor ve ileride bu çalışmaları sağlam temellere oturtma gereğini duyuyordu “Hayatta en hakikî mürşit (gerçek yol gösterici) ilimdir diyen, Türk toplumunu sağlam sosyal temeller üzerine oturtmak isteyen uzakta görüşlü bir devlet kurucusunun, Türk dilini, sürekli olarak amatör dilcilere itimat etmesi düşünülemezdi Yine De, o dönemde ön çalışmaların yapılabilmesi ve ulusa asıl dili sevgi ve bilincinin aşılanabilmesi için bu gerekliydi Ama, bir zaman daha sonra Kurumun akademik bir yapıya kavuşturulması da kayda değer idi Nitekim, Atatürk’ün 1936 yılında TBMM’nin açış konuşmasını yaparken “Bu ulusal kurumkarın eksik vakit içinde ulusal akademiler hâlini almasını temenni ederim Bunun için işine düşkün tarih ve dil âlimlerimizin, dünya ilim âlemince tanınacak orijinal eserlerini görmekle bahtiyar olmamızı dilerim3 sözleri böyle bir gereğin ifadesidir İşte 1983 yılında gerçekleştirilen yeni düzenleme, Atatürk’ün bu dileğini yerine getirme amacına dayanan ve Kurumu bilimsel temellere oturtma hedefi güden bir düzenlemedir Türk Dil Kurumunun egemen bir bilim kuruluşu olması belki daha uygun olurdu Ne var oysa, o günün şartlarında bu yol benimsenmiştir Doğrusu TDK, bilimsel çalışmalarını bugün de bütün bir özgürlük içinde yürütegelmiştir Yukarıda belirtildiği gibi, Türk Dil Kurumu böyle bir gelişme süreci gösterdiği hâlde, bunu eski, yeni gibi bir ayırıma sokan gösterme fazla yakışıksızdır Türk Dil Kurumu 1932’den başlayıp bugüne uzanan bir bütünlük içindedir Dil konusuna gönül vermiş olanlara da böyle geveze bir ayırımcılık gerçekleştirmek değil, yapılacak çalışmalarda birleşip bütünleşmek gerekir Çünkü, dava, sen ben davası değil, Türk diline hizmet davasıdır Toplantıda, birkaç kişi göre da olsa söylenmiş olan bu tatsız söz ve tutumlar ayrıca tarafımızdan keza öteki üyeler göre hem de kapanış değerlendirmesinde, TDK başkanı Sayın Akalın göre eleştirilerek ortak amaçta birleşme gereğine sinyâl edilmiştir sonuç olarak, “Türk Dilinin Dünü Bugünü ve Yarını konusundaki uluslar arası data şöleni, Kültür Bakanlığı Yayımlar Dairesinin çok iyi organizasyonu, iştirakçi kuruluş ve şahısların düzeyli ve olgun tutumu dolayısıyla, genelde çok başarılı ve verimli olmuştur Sayın Kültür Bakanı İstemihan Talay’ın oturumları durmadan izlemesi ve kendisine yöneltilen bir takım soruları cevaplandırırken gösterdiği olgunluk da hayran eden niteliktedir Bakanlığın Yayımlar Dairesi Başkanı Sayın Ali Osman Güzel ile bu düzenlemede emeği geçen sayın görevlilere ve Bakanlığa maddî destek karşılayan Öger Turizm sahibi Sayın Vural Öger’e ne dek teşekkür edilse azdır Biz de bu alanın mütevazı bir mensubu olarak Sayın Kültür Bakanı öncelikle almak üzere bütün ilgililere Türk dili adına şükran duygularımızı ve yürekten teşekkürlerimizi sunmayı bir borç biliriz  
 
Üst Alt