Son Konu

GURURUN AKILA OYUNU

kral41

Yeni Üye
Katılım
10 May 2017
Mesajlar
456
Tepkime
0
Puanları
16
Credits
0
Geri Bildirim : 0 / 0 / 0
GURURUN AKILA OYUNU



Aklın aklından kaçan, peygamber ve velilere uymayan kişi meşhur Harut’la Marut’a benzer Onlar da gururları yüzünden zehirli ok yediler Mukaddes yaradılışlarına, melek olduklarına itimat ettiler Fakat bu itimat, su sığırının aslana itimadı gibidir Manda, aslana ne kadar itimat edebilir?
Onun yüz tane boynuzu olsa ve bu boynuzlarla korunmaya çalışsa yine aslan, onun boynuzunu değil; boynuzunun boynuzunu bile parça parça eder Kirpi gibi baştan aşağı diken olsa, aslan, yine onu çaresiz öldürür
Kasırga, birçok ağaçları kökünden sökerse de alçacık bir ota ihsanda bulunur O sert rüzgar, otun zayıflığına acır Gönül, artık sen de kuvvetten dem vurma Balta ağaçların, dalların çokluğundan, sıklığından hiç korkar mı? Hepsini paramparça eder, kesip biçer Fakat bir ota saldırmaz Neşter yaradan başka yere vurulmaz Aleve odunun çokluğundan ne gam? Kasap koyun sürüsünden kaçar mı?
Manaya nispetle suret nedir? Çok zayıf, çok aciz Kötüyü baş aşağı tutan ondaki manadır Dolap gibi dönüp duran gökten kıyas tut Onun dönmesi nedendir? Onda müdebbir olan akıldan Oğul, siper gibi olan bu kalıbın dönüşü, hareketi de gizli ruhtandır
Bu rüzgarın hareketi onun manasından ( o suretle zahir olan manadan, Tanrı kudretindendir) değirmen çarkına benzer; çark, ırmak suyunun esiridir Bu nefesin alınıp verilmesi, girip çıkması da hevesli candan başka kimdendir? Can, o nefesi, nefesle çıkan sözü, bazen cim haline kor; bazen de ha ve dal haline ( bu suretle de inkar da bulunur) Gah o sözü barış sözü yapar, gah savaş sözü
Can, o nefesi bazen sağa götürmektedir, bazen sola Bazen gül bahçesine koymaktadır, bazen diken haline Yine böyle Tanrımız, bu rüzgarı Ad kavmine ejderha yaptığı halde, Yine aynı rüzgarı; müminlere rahmet, hayat ve emniyet verici bir hale getirmişti
Alemlerin Rabbinin manalar denizi olan bin Şeyhi, “ mana Allah’dır dedi Bütün yerler, gökler; o yürüyen denizde, o can deryasında çör çöp gibidir Suda çör çöpün saldırması, oynaması, suyun dalgalanmasındandır İnat eder de onları hareketsiz bırakmayı dilerse kıyıya atıverir Kıyıdan dalgalandığı yere, kendisine çekti mi ateş, ota ne yaparsa deniz de onlara onu yapar (hepsini siler, süpürür, yok eder) Bu söze de son yoktur Ey genç sen yine Harut Marut hikayesine dön
Bu iki melek, cihan halkının günahını, kötülüğünü görünce, hiddetlerinden ellerini ısırıyorlardı Fakat gözleriyle kendi ayıplarını görmüyorlardı Bir çirkin, aynada kendisini görünce yüzünü çevirmiş, kızmış Kendisini gören kendisini beğenen; birisinde bir suç gördü müİçinde cehennemden daha şiddetli bir ateş parlar O, bu kibre din gayreti adını takar; kendi kafir nefsini görmez
Din gayretinin başka alameti vardır O ateşten bütün bir dünya yeşerir, hayat bulur Tanrı; Harut’la Marut’a “ Eğer siz, nurdan yaratılmış, masum melekseniz aldanmış, ziyankar suçları görmeyin
Ey gökyüzünün askerleri, benim kullarım! Şükredin ki şehvetten ve cinsi temayülden kurtulmuşsunuz Eğer size de şehvet versem, artık gök, sizi kabul etmez Sizdeki masumluk, benim ismetimin, benim korumamın aksindendir O masumluğu benden bilin, kendinizden değil Kendinize gelin, kendinize Lanetlenmiş Şeytan, size galip gelmesin dedi
Nitekim Peygamberin vahiy katibi de hikmeti kendisinde gördü, kendine de vahiy geliyor zannetti
Tanrı kuşlarının sesi, kendinde de var sandı, o kötü ıslık, o kuşların sesi gibi güzeldir zannına düştü Sen, kuşların seslerini övüp dururken nereden kuşun muradını anlayacaksın Bülbülün sesini öğrensen, tanısan da gül ile ne yapıyor, ne işi var? Nereden bileceksin?
Kıyas ve şüphe yoluyla bildiğini farz edelim O biliş sağırların, dudak oynamasından anladıkları kadar bir anlayış ve bilişten ibarettir
Anlayışlı, hal hatır, yol yordam bilen birisi bir sağıra “ komşun hasta diye haber verdi Sağır kendi kendisine dedi ki: “ Bu sağır kulakla ben onun sözünü nereden anlayacağım Hele hasta olur, sesi pek çıkmazsa Fakat mutlaka da gitmek lazım Dudağını oynar görünce ne dediğini kıyas yoluyla kendiliğinden düşünür, bulurum
Ey benim mihnete düşmüş dostum, nasılsın? Derim O, elbette iyiyim, yahut hoşum, diyecek Şükürler olsun diye cevap verir, ne çorbası yedin diye sorarım O mesela, mercimek çorbası diye cevap verir Afiyet olsun der, hekimlerden kim geliyor, kendini hangisine tedavi ettiriyorsun? derim
O, filan deyince derim ki: ayağı çok kutludur Geldi mi işin yoluna girdi demektir Biz de onun kademini denedik Nerede vardıysa dilek hasıl oldu O iyi adam, kıyas yoluyla tasarladığı bu cevapları düzüp koşarak hastaya hal hatır sormaya gitti
“Nasılsın “dedi Hasta “öldüm deyince dedi ki: “ Çok şükür! Hasta, bu sözden hiddetlendi, canı pek sıkıldı “ Bu ne biçim şükür? O bizim kötülüğümüzü istiyormuş, anlaşıldı diye düşündü Sağır bir sözdür, tasarladı ama yanlış düştü Sonra “Ne yedin ?diye sorunca hasta
“Zehir dedi Sağır “ Afiyet olsun der demez hastanın kahırlanması fazlalaştı
Sağır, bundan sonra da “ Tedavi için hekimlerden kim geliyor? diye sordu Hasta “ Hadi be, defol, Azrail geliyor! diye cevap verdi Sağır “ Ayağı pek kutludur, sevin, neşelen!dedi Sağır; şükür, böyle bir zamanda hal hatır sorup komşuluk hakkını gözettim diye sevinerek dışarı çıktı
Sağır, eşekliğinden tamamı ile aksini sandı, ziyanın ta kendisi olan o işi kar zannetti Hasta ise “Bu, bizim canımıza düşmanmış, onun cefa madeni olduğunu bilmiyormuşuz diyordu Hatırına yüz türlü kötü şeyler geliyor, ona türlü ,türlü haber göndermeyi kuruyordu
Kötü bir yemek yiyenin o yemeği kusuncaya kadar gönlü bulanır İşte hiddeti yenmek budur; onu kusma ki karşılık tatlı sözler duyasın Hasta olmadığı için hasta kıvranmakta, “ nerede bu kötü sözlü köpek ki Söylediklerinin hepsine karşılık vereyim O zaman tamamı ile hastaydım, aslan gibi olan aklım uyumuştu, hatırıma bir şey gelmedi Hal hatır sorma, gönül almak ve teselli etmek içindir Halbuki bu, hatır sorma değil, düşmanlık!
Düşmanını zayıf ve bitkin bir halde görüp memnun olmak istemiş diyordu Nice ibadetten vazgeçmiş, kulluktan çıkmış kişilerin gönüllerinde Tanrının rızasını almak, sevaba nail olmak vardır, bunu umarlar Halbuki bu, esasen gizli bir günahtır
Nice bulanık şeyler vardır ki sen, onları saf ve berrak sanırsın O sağır gibiSağır, iyilik yaptım sanmıştı, halbuki aksi zuhur etti O, bir hastaya iyilikte bulundum hatırını ele aldım, komşuluk hakkını ele getirdim diye rahatça oturmuştu Halbuki hastanın gönlünde bir ateş alevlenmiş, kendisini de yakmıştı Yaktığınız ateşlerden korkun Siz, onu günahlarınızla çoğalttınız, günahınız yüzünden alevdesiniz
Peygamber bir riyakara namaz kıldığı halde “ Ey yiğit kalk, namaz kıl, çünkü senin kıldığın namaz değil dedi Bu korkular yüzünden her namazda “ ihdinassıratal müstakime sen bizi doğru yola hidayet et denir
Yani “ Ey Tanrı! Bu namazımı yolunu azıtmışların, riyakarların namazıyla karıştırma O sağır adamın seçtiği kıyas yüzünden on yıllık konuşma hiç olup gitti Ulu kişi, hele bu kıyas, tavsif edilemeyecek vahiyde aşağılık duygusunun kıyası olursa Senin duygu kulağın harfleri anlayabilirse de bil ki gaybı duyan kulağın sağırdır
Tanrı nurlarına karşı bu kıyasçıkları ileri süren ilk kişi, İblisti Dedi ki: “ Şüphe yok, ateş topraktan daha iyidir Ben ateşten yaratıldım Adem kapkara topraktan Şu halde fer’i, asla nispetle mukayese edelim: O zulmettendir, biz aydın nurdan
Tanrı “ Hayır, soy sop yok Zahitlik ve şüpheli şeylerden çekinmek, faziletin mihrabıdır Bu, fani dünyanın mirası değildir ki soy sop yüzünden onu elde edesin Bu can mirasıdır Hatta peygamberlerin mirası Bunun varisi şüpheli şeylerden sakınan müminlerin canıdır
O Ebucehl’in oğlu, açıkça müslüman oldu; şu Nuh Peygamberin oğlu yolunu yanılanlardan Topraktan yaratılan, ay gibi nurlandı Ateşten yaratılan sen, yüzü kara oldun, defol! dedi
Bu kıyaslar, bu araştırmalar; bulutlu günde, yahut geceleyin kıbleyi bulmak içindir Fakat güneş doğmuş, Kabe de karşıdayken bu kıyası, bu araştırmayı bırak, arama! Kıyas yüzünden Kabe’yi görmezlikten gelme, ondan yüz çevirme
Doğruyu Tanrı daha iyi bilir Tanrı kuşundan bir ötüş duyunca ders beller gibi yalnız zahirini beller, hatırında tutarsın Sonra da kendinden kıyaslar yapar, hayalin ta kendisini hakikat sanırsın Abdalların ıstılahları vardır ki sözlerin, onlardan haberi yok Sen, kuş dilini, yalnız ses bakımından öğrendin; yüzlerce kıyas ve hevesler ateşledin
Fakat o hastanın incindiği gibi senden de gönüller incindi, kederlendi Halbuki sağır, kendi zannına kapılıp, isabet ettiğini sanıp sevincinden sarhoş oldu O vahiy Katibi de kuşun sesini duyup kendini de o kuşla eşit sandı Fakat kuş, bir kanat vurup onu kör etti işte Onu ölümün ve elemin ta dibine kadar götürdü
Kendinize gelin, sizde bir akis, yahut zan yüzünden göklerdeki duraklarınızdan düşmeyesiniz Harut’la Marut’sanız da, “ Biz sana saf ,saf ibadet ediyoruz damının üstünde herkesten ileriyseniz de Kötülerin kötülüklerine acıyın Benliğin kendini görüp beğenmenin etrafında dolaşmayın Kendinize gelin Tanrı gayreti, pusudan çıkmayı görsün; baş aşağı yerin dibine gidersiniz
İkisi de dediler ki: “ Tanrı, ferman senin ihsanın, senin koruman olmazsa nerede bir ihsan, nerede bir koruyan? Hem bunu söylemekte, hem de yeryüzüne inip hükmetmek için yürekleri oynamaktaydı “ Bizden kötülük gelir mi? Biz ne güzel kullarız! diyorlardı
Bunların bu gurur ve istekleri, kendilerini rahat bırakmadı: nihayet bunları kendilerini beğenmiş bir hale soktu
“Ey toprağa, suya, yere, ateşe mensup insanlar, ey ruhanilerin temizliğinden haberi olmayanlar Biz şu gökyüzünün üstünde perdeler dokuyor, yeryüzüne inip şadırvanlar kuruyoruz Adalet yapar, ibadet eder; her gece yine göklere uçar gideriz Bu suretle de şu devrin şaşılacak büyükleri olur, yeryüzüne adalet ve emniyeti yayarız diyorlardı Gökyüzü ahvalini yeryüzüne kıyas ettiler, fakat bu kıyas, doğru değil Arada büyük bir fark var!
Perde altına girmiş olan Hakimin sözünü dinle: Şarap içtiğin yere baş koy, yat Meyhaneden çıkıp yol, yanılan sarhoş, çocukların maskarası ve oyuncağı olur Her tarafa, her yola, çamurların içine düşer, her ahmak da ona güler O bu haldeyken onun sarhoşluğundan, içtiği şarabın neşe ve zevkinden haberleri olmayan çocuklar peşine takılırlar
Tanrı sarhoşundan başka bütün halk, çocuktur Heva ve hevesinden kurtulmuş kişiden başka baliğ yoktur Tanrı “ Dünya kuru bir istek, faydasız bir oyuncaktan ibarettir, siz de çocuklarsınız Dedi Tanrı doğru buyurur Oyuncağı terk etmedikçe çocuksun Ruh arınmadıkça nasıl temiz olabilirsiniz?
Dünyada daima istenen, peşinde koşulan, bir türlü terk edilemeyen bu şehvet; bil ki çocukların cimaı gibidir Çocuğun cimaı nedir ki? Bir Rüstem’in, bir yiğidin cimaına nispetle oyundan ibaret Halkın savaşı da çocukların savaşı gibidir Tamamı ile manasız, esassız ve hor! Hepsi sopadan kılıçlarla savaşırlar
Hepsi faydasız bir şeyle uğraşıp dururlar Hepsi, bu bizim Burak’ımız Düldül yürüyüşlü atımız diye bir sopaya binmiştir Sırtlarında yük var, fakat bilgisizliklerinden kendilerini yüksek görüp ata binmiş, yol gidiyor sanırlar
Hele dur halk atlıları, bir gün atlarını sürerek dokuz kat gökten geçsinler de bak! O gün ruh ve melek Tanrı’ya yücelir Ruhun yücelmesinden gök titrer! Siz ise umumiyetle çocuklar gibi eteğinize binmişsiniz Ata binmiş gibi eteğinizin ucunu tutmuşsunuz!
Tanrı’dan “ Şüphe yok ki zan fayda vermez hükmü gelmiştir Zan merkebi nerede gökler koşacak? İki türlü zan olursa kuvvet hangisindeyse o tercih edilir Fakat güneş zuhur etti mi onun varlığında ve parlaklığında inat edilmez İşte o zaman bindiğiniz şeyleri görürsünüz; anlarsınız ki ancak ayaklarınıza binmişsiniz
Vehmi, fikri, duyguyu, anlayışları sopa gibi çocuk atı bil! Gönül ehlinin ilimleri, kendilerini taşır Ten ehlinin ilimleriyse kendilerine yüktür Gönle uran, adamı gönül ehli yapan ilim; insana fayda verir Yalnız tene tesir eden, insana mal olmayan ilim yükten ibarettir
Tanrı “ Yahmilü esfaraTevrat’ı bilip onunla amel etmeyen kitap taşıyan eşeğe benzer dedi Tanrı’dan olmayan bilgi yüktür Tanrı’dan vasıtasız olarak verilmeyen ilim, gelini süsleyen kadının ona sürdüğü renk gibi diri kalmaz, uçup gider Fakat bu yükü iyi çekersen yükünü alırlar, rahat ettirirler
Heva ve heves uğrunda o bilgi yükünü taşıma ki içindeki ilim ambarını göresin İlmin rahvan atına bindikten sonra sırtından yükü alırlar Tanrı kadehi olmadıkça heva ve heveslerden nereden geçeceksin? Ey Tanrı’ya ait yalnız “HU ismine kani olan! Sıfattan, addan ne doğar? Hayal! O hayal, sahibine ancak vuslat delili olur Medlulü olmayan bir delalet edici hiç gördün mü?
Yol olmadıkça katiyen gül de olmaz Hakikatı olmayan bir adı hiç gördün mü; yahut Kar ve Lam harflerinden gül topladın mı? Mademki ismi okudun; var, müsemmayı da ara Ayı gökte bil derede değil!
Addan ve harften geçmek istersen hemencecik kendini tamamı ile kendinden arıt (yok ol!) Demir gibi demirlikten çık, renksiz bir hale gel Riyazatta tozsuz passız bir ayna ol! Kendini kendi vasıflarından arıt ki asıl kendi saf, pak zatını göresin
O vakit kitap, müzakereci ve üstat olmaksızın gönlünde peygamberlerin ilimlerini görür bulursun Peygamber “ ümmetimden öyleleri vardır ki onlar, benimle aynı yaratılıştadırlar, benimle aynı himmete sahiptirler Ben onları hangi nurla görüyorsam onların canları da beni mutlaka aynı nurla görür dedi
Bunlar Peygamberi, Shihayn kitapları, hadisler, hadisi rivayet edenler olmaksızın, bunlara hacet kalmaksızın abıhayat kaynağında (gönüllerinde) görürler “Kürt olarak yattık sırrını bil, “ Arap olarak sabahladık sırrını oku! Gizli ilme dair bir misal istersen Rum halkıyla Çinlilere ait hikayeyi söyle:



':bilgilihocamcommesnevi2htm'Mesnevi'den Hikayeler

 
Üst Alt