Son Konu

Alevilik Nedir - Aleviliğin Bozulma Nedenleri

iltasyazilim

Yeni Üye
Katılım
25 Ara 2016
Mesajlar
2
Tepkime
1
Puanları
38
Yaş
35
Credits
-2
Geri Bildirim : 0 / 0 / 0
Gerçekten bir Müslüman ’ın veya bir tarikatın Hz Ali muhabbetini meslek ve meşrebine esas almasının dinen hiçbir mahzuru yoktur Diğer sahabelere tecâvüz etmemek, Kur'lahza ve Sünnet'in ışığında namazını kılmak, orucunu tutmak ve öteki sorumluluklarını yerine getirmek kaydı ile, Hz Ali ve Ehli Beyt muhabbetini kılavuz edinmenin hiçbir mahzuru yoktur Gerçek şu ama, Kitap ve Sünnet'i haberdar olan ve gereği gibi yaşamış hakikî bir Alevî, oysa Allahü Teâlâ'yı ma'bûd olarak tanır Kendisini, İslâmîyet ’in bir ferdi olarak bilir, Peygamberimizi, en son Peygamber, Kur'ânı Kerîm'i de son semavî kitap kabul eder

Bu sun ’î ayrılığın ortadan kalkmasının tek yolu, Kur'lahza'ın ışığı altına girmek ve O'nu yegâne ölçü kabul etmektir Nitekim Cenâbı Yargı Kur'ânı Kerim'de, “Hepiniz Allah'ın ipine sımsıkı sarılınız ve ayrılmayınız buyurmakla, bütün Müslümanların Kur'lahza etrafında toplanmasını emretmektedir

Bu anlayış içinde sualin cevabını vermeye çalışacağım

Önce Alevîliğin ne olduğunu belirlememiz gerekir fakat, hüküm vermekte isabet edelim Gerçekte de Alevîlik nedir? Evet, cevabını aradığımız soru budur Alevîliğin ne olduğunu belirleyebilsek mesele biter

Alevilik Kur'ân'ın haricen olamaz Sünnetin zıddına anlaşılamaz Peygamber Efendimiz'in yaşayışına ters şekilde yorumlanamaz, Alevîlik'te namaz, oruç, hac, zekât gibi dinî emirlerin hepsi de vardır ve mevcuttur Aksini bahis edenler Alevîliği kendi maksatlarına âlet etmek isteyenlerdir Onların oyununa gelinmemeli, Aleviliği İslâm'ın dıştan kullanmak isteyenlere asalet edilmemelidir

Alevîlik böyleyse bir diyeceğimiz olmaz Din kardeşi anlayışı içinde bakarız kendilerine, hatta bir kısım hata ve noksanlarını da görmezlikten geliriz Çünkü hepimizde vardır hata ve amel eksikleri

Ama böyle değil de, alevîlik bazılarının iddia ettikleri gibi ise Yani:

Namaz, oruç, zekât yoksa; ibadetlerini sadece bir kalb, gönül meselesi telâkki ediyor, beş vakit namazı inkarda bulunuyorlarsa: Resulüllah 'ın raşid halifelerine hürmetsizliği alıyor, bir takım tarihî olayları günümüze taşıyarak düşmanlığı canlı tutmayı düşünüyorlarsa; özellikle farz olan guslü kabul etmiyor, cünüblükten daha sonra yıkanmayı yerinde bulmuyorlarsa böyle insanlara müslüman demek olası değildir


Kur'ân'ı tanrısal kitabımız olarak başlıca alıyorlarsa, Kur'ân'ın mânâsının sünnette açıklandığını kabul ediyorlarsa, Resulüllah'ın ve Ehli Beytin yaşayışını misal biliyorlarsa aramızda temelde ayrılık yok demektir Diğer farklılıkları hoşgörmek muhtemel olabilir

Farzları kabul eden kimse mü'mindir Kabul etmeyen ise inkarcı konumundadır Bunu tesbit ise, görüşüp konuşmakla olası olur Görüşüp konuşmadan kestirip atmak peşin hükümlülük olur

Bu şartlara uyan bir alevi ehli imandır Bu bakımdan her kesimde olduğu gibi aleviler içerisinde de müslüman ve gayri müslimler bulunmaktadır

Bir önemli noktaya daha dikkat çekici etmek isterim:

Alevîlik Kur'ân'm dıştan olamaz Sünnetin zıddına anlaşılamaz Peygamber Efendimiz'in yaşayışına ters şekilde yorumlanamaz Alevîlik'te namaz, oruç, hac, zekât gibi dinî emirlerin hepsi de vardır ve mevcuttur Aksini bahis edenler Alevîliği kendi maksatlarına âlet etmek isteyenlerdir Onların oyununa gelinmemeli, Alevîliği İslâm'ın açık havada göstermek isteyenlere itibar edilmemelidir Resûlüllah'ın güvey ve kayınpederliğe lâyık bulduklarını sevmek ve saymak bizim görevimizdir


Aleviliğin deformasyon nedeni nedir

Alevîlik sahiden bir fırka veya mezhep değildir Âli Beyt'in muhabbetini esas alan bir tarikat şeklinde ortaya çıkmıştır Meselenin tarihi seyrine baktığımızda Alevîliğin bir tarikat şekline gelişmesi şöyle olmuştur:

Timur, Osmanlı Sultanı Şimşek Bayazıt'ı yendikten daha sonra Anadolu'dan aldığı otuz bin dek esiri İran'a götürmüştü Bunları Erdebil'e yerleştirmişti Bunlar zamanla, Şah İsmail ’in dedesi olan ve Erdebil Şeyhi olarak ta tanıdık Şeyh Ali'ye intisap ettiler ve ondan tarikat dersi aldılar Bir vakit sonradan Timur, nadiren ziyarete gittiği Erdebil Şeyhinin kendisinden bir arzusu olup olmadığını sorduğunda, şeyh, “Hiçbir dileğim değil, yalnızca Anadolu'dan esir olarak getirmiş olduğun Türkleri bağımsızlık bırakmanı istiyorum dedi Timur, şeyhin bu arzusunu memnuniyetle kabul etti ve onları bağımsızlık bıraktı

Bu esirler, bu vesile ile, şeyhe olan muhabbetlerini aşırı derecede ziyâdeleştirdiler Şeyhin bu sofilerinin bir kısmı Anadolu'ya döndü, bir kısmı da Erdebil'de kaldı Erdebil Şeyhi, Anadolu'ya dönen bu müritleriyle alâkasını devam ettirdi Erdebil Şeyhi'nin tarikatında “Hz Ali muhabbeti esas alındığı için, bu tarikata devam edenler Hz Ali sevgisi ile adamakıllı boyandılar Bunlara bu niteliklerinden nedeniyle “Alevî denildi

Gerçekten bu esirlerin ecdatları ve kendileri, bu tarikat ile bono kuruncaya kadar, Ehli Sünnet inanışında idiler Bu tarikatla irtibatlarını yoğunlaştırdıktan daha sonra, iyice Erdebil tekkesinin emrine girdiler Oradan gelen her emri, harfiyen yerine getirmeye gayret gösterdiler O Kadar fakat, bu müritler vergi, sadaka ve zekâtlarını bile Erdebil'e tahsis ettiler

Bunların bu fedakârane gayretleri ve karşılıklı diyalogları, gidip gelmeleri devam etti Hattâ Erdebil'den gönderilen ve şeyhin “halifesi olarak isimlendirilen şahıslar, Anadolu'da “nezir ve “sadaka namıyla para topluyor ve bu paraları kuytu olarak İran'a gönderiyorlardı Bu Nedenle Erdebil Şeyhi'nin tekkesi gittikçe genişliyor, müritleri çoğalıyordu

Bu Şeyh'in asıl amacı, gerek İran'da, gerekse Anadolu'da müritlerini çoğaltarak irşat postundan saltanat tahtına, şeyhlikten şahlığa geçmekti Ama bu arzusuna nâil olamadan ölünce, yerine oğlu Şeyh Cüneyd geçti O da babasının sıcacık emelini sürdürmeye devam etti Bunu hisseden o zamanın İran hükümdarı Cinahşah, kendisini İran'dan sürdü Bunun üstüne Şeyh Cüneyd Anadolu'ya geldi Onun altı yıl süren bu Anadolu ziyareti, tarikatına çok mürit kazandırdı

Sadece bir şeyh yok, bununla birlikte bir “seyyid unvanı ile de dolaştığı için beklediğinin fazla üstünde taraftar topladı Bundan Böyle Erdebil tekkesi Anadolu'da güçlenmiş, küçümsenmeyecek kadar büyük bir tesir sahasına sahip olmuştu

Şeyh Cüneyd de babasının âkıbetine uğradı Yerine geçen oğlu Şeyh Haydar da benzer gayeyi takip etti Tüm çaba ve ihtiraslarına karşın o da siyasî amacına eremedi Nihayet oğlu Şah İsmail, babasının ve dedelerinin rüyalarını gerçekleştirmeye maalesef muvaffak oldu 13 yaşında iken Anadolu'daki müritlerinden teşkil ettiği bir orduyla, o gün İran'da hâkim olan Akkoyunlulara harp ilân etti ve Akkoyunlu hükümdarını devirerek irşat postundan saltanat tahtına çıkmaya muvaffak oldu ve Safeviler Devleti'ni kurdu

Bununla Birlikte Şah İsmail Anadolu'dan elini çekmedi ara sıra birçok halifeler göndererek Anadolu'daki nüfûzunu kuvvetlendirmek için çalıştı Bu çeşitlilik etkinlikler, Çaldıran Muharebesi'ne kadar artan bir şipşak devam etti Bu muharebeden sonradan İran'la Osmanlı Devleti arasında belli hudutlar çizildi Böylece Erdebil sofileriyle Anadolu arasındaki irtibat kesik oluyordu Bunun neticesi olarak Anadolu'daki müritler, pirlerin tesirinden azar azar uzaklaştılar

Bu tarikatın Anadolu'da kalan mensupları, Erdebil tekkesinden aldıkları tesirle, kendilerinin dışarıya kalan Müslümanları Ehli Beyt'e gerektiği gibi muhabbet beslemedikleri zannına kapıldılar Onların bu kavrama ve davranışları öteki Müslümanlarla arasında bir soğukluk ortaya çıkardı Bu soğukluk, zamanla ayrılığa dönüştü Bu ayrılık sonucunda, Erdebil tekkesine alt Anadolu Türkleri medreseden uzakta kaldıkları için, İtikada, ibadete, ait çoğu hükümleri gereği gibi öğrenemediler Sadece babadan oğula intikal eden birtakım telkinlerle yetindiler

Öteki Müslümanlar ise, bunlarla yakın alâka kuramadı ve onlara aleyhinde görevlerini lâyıkıyla yerine getiremediler Ölçüsüz tartışmalar, boşboğaz tenkitler ve davranışlarla, aradaki soğukluk gittikçe büyüdü ve derin bir ayrılığa dönüştü Buna üstelik idarecilerin ihmali eklenince, Anadolu Müslümanları aralarında Sünnîlik ve Alevîlik biçiminde bir ikilik ortaya çıktı

Fiilen bir Müslüman ’ın ya da bir tarikatın Hz Ali muhabbetini meslek ve meşrebine almasının dinen hiçbir mahzuru yoktur Diğer sahabelere tecâvüz etmemek, Kur'lahza ve Sünnet'in ışığında namazını kılmak, orucunu yetişmek ve diğer sorumluluklarını yapmak kaydı ile, Hz Ali ve Ehli Beyt muhabbetini kılavuz edinmenin hiçbir mahzuru yoktur

Reel şu ancak, Kitap ve Sünnet'i haberdar olan ve gereği gibi yaşayan hakikî bir Alevî, ama Allahü Teâlâ'yı ma'bûd olarak tanır Kendisini, İslâmîyet ’in bir ferdi olarak bilir, Peygamberimizi, en son Peygamber, Kur'ânı Kerîm'i de son semavî kitap kabul eder Bu sun ’î ayrılığın ortadan kalkmasının tek yolu, Kur'an'ın ışığı altına girmek ve O'nu yegâne ölçü kabul etmektir Nitekim Cenâbı Yargı Kur'ânı Kerim'de, “Hepiniz Allah'ın ipine sımsıkı sarılınız ve ayrılmayınız buyurmakla, bütün Müslümanların Kur'lahza civarda toplanmasını emretmektedir Müslümanların birlik ve beraberlikleri ama bu nedenle tedarik edilebilir, ayrılıklar O'nun prensipleriyle ortadan kaldırılabilir Her türlü hurafe ve safsatalardan fakat bu nedenle uzaktan kalınabilir

Evet, Hakk'ı bulmanın, hakikate ermenin tek yolu, Kur'an'a iman ve onun gereği ile amel etmektir Çünkü, Kur'an, insanlığı mutlak hayır ve hakikate sevk etmek için, kişisel olarak Allahü Teâlâ göre gönderilmiş mukaddes bir kitaptır İnsanın dünyevî ve uhrevî saadetini gösterecek ve olgunlaştıracak olan O'dur O, insanı iman ve tevhide; ubudiyet ve kulluğa, kardeşlik ve sevgiye misafir etme eder İman ve salih amele ait ölçülerin en güzelini O vazetmiştir İslâmîyet oysa ve fakat O'nun ölçüleriyle yapılanmıştır

O'nun sarsılmaz ve müthiş kurallarının dışarıda hiçbir hakikat yoktur ve aranılmaz O'nun güzel görüp tasdik ettiği Her şey realite; çirkin bulup reddettiği Her şey ise uydurmadır O'nun tesis ettiği İslâmîyet yıkık dökük hurafeleri, batıl inanışları, rezalet ve fuhşiyatı şiddetle reddeder Şu halde, bütün Müslümanlar, itikada, ibadete, ahlâka, helâle, harama, zikre, fikre, muhabbete ait kutsî hakikatleri, O'nun terazisiyle tartacaklardır

Kur'lahza ayetlerinin Allah'a ait beyanları her insanı ikna edecek bir kuvvettedir Basmakalıp ırk, O'nun beyanının sadeliğine meftûn, bilim adamları da fesahat ve belagatına hayrandır “Kalpler O'nun zikriyle memnuniyet olur ve her seviyedeki fikir erbabı, inanma ihtiyacını O'nunla karşılarlar, O'na uymakla kemâle ererler Kur'lahza, insanları tefekküre özendirme etmiş ve bunun ölçülerini aklın eline vermiştir Insanlar fakat O'nun ders verdiği ölçülerle kâinat Kitabı'nı okuyabilmişler ve O'ndaki gizli hakikatlerini keşfedip Hâliklarını, Mabûtlarını bulabilmişlerdir O, hayatın karanlık ve fırtınalı yollarını parlatmak için aklın eline bahşedilen bir ilâhi meşaledir Güneş, madde âlemini aydınlattığı gibi, Kur'lahza da manevi olarak âlemini neşelendirmek için nazil olmuştur Kur'ânı Kerim'de şöyle buyurulmaktadır: “Doğrusu bu Kur'lahza, insanları en dürüst yola götürür (İsrâ, 9)

Bir fende terakki etmek için, o fennin kanunlarına uymak bir zaruret olduğu gibi, hak ve hakikati bulmak için de, Kur'ân ve Sünnet'in düsturlarını kılavuz benimsemek son derece gereklidir Evet, insan Cenâbı Hakk'ın zâtını, sıfatlarını fakat Kur'an'ın ve Sünnet'in irşadıyla bilebilir Nereden gelip, nereye gittiğini, dünyadaki görevinin ne olduğunu, gideceği öbür dünya âleminin mahiyetini, hakikatini ve o âlemde nelerin makbul, nelerin merdut olduğunu, ancak bu iki vesile ile anlayabilir

Hangi fiil ve hareketlerin, hangi hâl ve tavırların Cenâbı Hakk'ın rızasını, hangilerinin de gazabını celp edeceğini; neyin hak, neyin batıl ve neyin kusur, neyin dürüst olduğunu yeniden Allah'ın Kitabı ve O'nun sevgili Peygamberinden (sav) öğrenecektir Her Müslüman, kendi inanç ve ibadet dünyasını, bu iki hakikatin rehberliğinde gerçekleştirmekle sorumludur Nelere, nasıl inanmakla iman dairesine gireceğini ve hangi amelleri işleyip nelerden çekinerek İslâm dairesinde kalacağını yeniden bu iki esastan, yâni Kur ’an ve Sünnet'ten öğrenecektir

oysa ki, bütün Müslümanların ölçüsü Kur'lahza ve Sünnet'tir, o halde bir Müslüman beşerî her fikri, her iddiayı, her inancı, her itikadı Kur'lahza'a ve O'nun birinci derecede tefsiri olan Hadîsi şeriflere göre değerlendirecek ve muvazene edecektir Kur'ânı Azimüşşân, imanın birinci rüknü olan “Allah'a imanı bizlere ders verdiği gibi, “melâikelere, semavî kitaplara, peygamberlere, ahirete, kadere (hayır ve şerri O'nun yarattığına) iman etmeyi de ders verir Bir insan, fakat iman hakikatlerine Kur'lahza'ın bildirdiği gibi iman etmekle mümin olur Hem Kur'ânı Kerim, Allahü Teâlâ'nın bütün dikte ve yasaklarından ibaret olan İslâmîyet ’i müminlere talim etmiştir Bir mümin, bu dikte ve yasaklara harfiyen uymakla kâmil bir Müslüman olur *
 
Üst Alt