Son Konu

Kainatta Zikrullah ve Seher

iltasyazilim

Yeni Üye
Katılım
25 Ara 2016
Mesajlar
2
Tepkime
1
Puanları
38
Yaş
35
Credits
-2
Geri Bildirim : 0 / 0 / 0
Kainatta Zikrullah ve Seher


Bütün varlıklar kendilerine mahsus bir surette Allah'ı zikrederler Fakat bu hususta varlıklar farklı seviyelerdedir Mahlukat içinde gafletten en uzak olanı cemadattır Çünkü onlar, yemek içmek, hava teneffüs etmek gibi ihtiyaçlardan müstagnidirler




Yedi gök, yer ve bunlarda bulunan herkes O'nu tesbih eder O'nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur Ne var ki siz, onların tesbîhini anlamazsınız(elİsrâ, 44)



Rabbimiz, elHayismi şerîfinin tecellîsi ile, yarattığı bütün varlıklara hayat nasîb etmiştir Kâinatta esâsen cansızdenilebilecek hiçbir varlık yoktur Bitki, hayvan, insan gibi canlıları dikkate alarak, canlılık, yalnız onlara mahsus görülürse de, bir atomun içindeki maddelerin cümbüşünü ilâhî muhabbet gözlüğüyle temâşâ edersek, cansız zannedilen bir maddenin aslında sâhip bulunduğu müthiş canlılığın hayranlığı ve dehşeti içinde kalırız Bu dehşet, mikro varlıklardan makro varlıklara doğru mütemâdiyen artarak tezâhür eder



Cenâbı Hak yarattığı canlıcansız bütün mahlukâtına kendini tanıtmış ve onları dâimî bir sûrette zikir ile vazifelendirmiştir Bu sebeple bütün varlıklar, yaradılışları muktezâsınca kendi hâllerine mahsus bir sûretle Rablerini tanırlar ve O'nu zikrederler



Cemâdât, nebâtât ve hayvânât, aynı zamanda Hazreti Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz'i ve diğer peygamberleri de tanırlar Bu hâl nebevî mûcizelerde mütemâdiyen görülür Onlar yeri geldiğinde taşa, asâya ve benzeri cansız varlıklara Allâh'ın lutfuyla âdetâ ruh verirler Bu sebepledir ki Ebû Cehl'in elindeki taşlar, Peygamberimizin mûcizesi olarak lisâna gelmiş, O'nun doğruluğunu tasdîk etmiş ve Hakk'ı zikretmiştir Hazreti Mûsâ'nın elindeki asâ ise yine Allâh'ın lutfuyla ejderhâya dönüşmüş, Firavun'u korkutmuştur Yine bir zamanlar Kızıldeniz, ilâhî emre boyun eğerek Hazreti Mûsâ ve ashâbına yol olmuş, buna mukâbil sıra Firavun ve askerlerine geldiğinde ise, onları tanıyıp helâk etmiştir Mescidi Nebevîdeki hurma kütüğü, Rasûlullâh'a firak ve hasretinden inleyerek ağlamıştır Ayrıca bir çok hayvan da, kendilerine zulmeden sahiplerini, yine o Varlık Nûru'na şikâyet etmişlerdir



Hazreti Mevlânâ şu veciz beyitleriyle cemâdâtın ilâhî emre itaat etmelerini ne güzel ifâde eder:



Görmez misin? Bulutlar, güneş, ay ve yıldızların hepsi de bir nizam üzere hareket ederler Bu sayısız yıldızların her biri, vaktinde doğar, doğuş zamanları ne geri kalır, ne de önce olur



Bu hârikaları nasıl oldu da, peygamberlerin mûcizelerinden bilmedik, anlayamadık? Onlar taşı ve asâyı akıllı hâle getirdiler Bunları gör de öbür cansızları asâ ile, taş parçası ile kıyas et



Taş parçalarının azîz Peygamber Efendimize ve asânın da Hazreti Mûsâ'ya itaat etmeleri, diğer cansız sandığımız bütün varlıkların Hakk'ın emrine nasıl boyun eğdiklerini haber verirler



Onlar derler ki: Biz Allâh'ı biliyoruz ve O'na itaat ediyoruz Biz rastgele yaratılmış boş şeyler değiliz Biz hepimiz Kızıldeniz'e benzeriz O, deniz olduğu halde batırıp boğacağı Firavun ile İsrâiloğullarını tanıyıp ayırd etti



Nerede bir ağaç ve taş varsa, Hazreti Mustafâ'yı görünce apaçık selâm vermişti ya İşte cansız bildiğin her şeyin de canlı olduklarını böylece bil!



Yâni sadece insanlar ve cinler değil, hayvânat ve hattâ cemâdâta kadar bütün varlıklar, yüzü suyu hürmetine yaratıldıkları Fahri Kâinât sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz'i ilâhî bir sır ile tanırlar O'na sonsuz bir muhabbetle kayıtsız şartsız itaat ederler Fakat dünyâ hayatındaki imtihan sırrına binâen insanoğlunun gözlerine çekilen gayb perdesi, bunun farkedilmesine çoğu zaman mânî olur Hazreti Peygamber sallâllâhu aleyhi ve sellem'in bizleri gafletten uyandırıcı şu hadîsi şerîfleri, ne kadar ibretlidir:



Cinlerin ve insanların isyankâr olanları dışında, yerde ve göklerde bulunan bütün varlıklar, benim, Allâh'ın Rasûlü olduğumu bilirler(Ahmed bin Hanbel, Müsned)



Bu da gösteriyor ki Allâh ve Rasûlünü tanıyıp itaat etme keyfiyeti sâdece insana münhasır değildir Bilakis bu hususta diğer mahlûkâtın, gayri irâdî olarak daha ileri seviyede bulunduğu bile söylenebilir



Âyeti kerîmede Cenâbı Hak bu gerçeğin bir başka varlıktaki tezâhürünü de şöyle bildirir:



Kuşları ve tesbih eden dağları da Dâvud'a boyun eğdirdik (Bunları) biz yapmaktayız(elEnbiyâ, 79)



Rabbimiz âyetlerinde gâfilleri uyandırmakta, yarattığı her şeyin kendisini tanıdığını ve bizim idrâkimiz dışında bir hâl lisânı ile Halık'ını zikrettiğini bildirmektedir Mahlûkâtın zikrini işitebilmekse, ancak ibâdet, zikir, tesbîh ve samîmî bir kulluk hayatı netîcesinde gönlün saf hâle gelmesi ve böylece gaflet perdelerinin kalkıp hakîkat âlemine vâkıf olmasıyla mümkündür Yûnus Emre Hazretleri'nin sarı çiçekle sohbeti de bu kabildendir Büyük Hak dostu Aziz Mahmûd Hüdâyî Hazretleri'nin şu kıssası, bitkiler âleminin de zikrullâh ile meşgûl bulunduklarını ne güzel ifâde eder:


Birgün Üftâde Hazretleri, müridleriyle berâber bir kır sohbetine çıkmıştı Emri üzerine bütün dervişler kırın en güzel yerlerini dolaşarak hocalarına birer demet çiçek getirdiler Ancak Kadı Mahmud Efendi'nin elinde sapı kırılmış, solgun bir çiçek vardı sâdece Diğerlerinin neşeyle elindekileri hocalarına takdîminden sonra Kadı Mahmûd, boynunu bükerek bu kırık ve solmuş çiçeği Üftâde Hazretleri'ne takdîm etti Üftâde Hazretleri diğer mürîdânın meraklı bakışları arasında sordu:


Evlâdım Mahmûd! Herkes demet demet çiçek getirdikleri hâlde sen niçin sapı kırık, solgun bir çiçek getirdin?



Kadı Mahmûd edeple başını önüne indirerek cevap verdi:



Efendim! Size ne takdîm etsem azdır Ancak hangi çiçeği koparmak için elimi uzattıysam, onu Allâh, Allâhdiyerek Rabbini tesbîh eder bir hâlde buldum Gönlüm onların bu zikirlerine mânî olmaya râzı olmadı Çâresiz ben de elimdeki, tesbîhine devâm edemeyen şu çiçeği getirmek zorunda kaldım


Hazreti Mevlânâ buyurur:


Kuşların sultanı leylektir Onun lek, lekleri nedir bilir misin? O:


Hamd ü lek, şükrü lek, mülkü lek, yâ Müsteân! (Yâni hamd sana, şükür sana, mülk senin ey kendisinden yardım beklenen Rabbim!) demektir



Muhyiddîni Arabî kuddise sirruh da bu hususta şöyle buyurur:



Bütün varlıklar kendilerine mahsûs bir sûrette Allâh'ı zikrederler Fakat bu hususta varlıklar farklı seviyelerdedir



Mahlûkât içinde gafletten en uzak olanı cemâdâttır Çünkü onlar, yemek içmek, hava teneffüs etmek gibi ihtiyaçlardan müstağnîdirler



Cemâdattan sonra nebâtat gelir ki, ihtiyaç başlar Zîrâ, toprak, su ve güneşten aldıkları gıdâları ilâhî tâyinle terkîb edip rengârenk çiçekler, yapraklar ve meyveler vücûda getirirler



Daha sonra hayvânât gelir Bunların hayatî fonksiyonları nebâtâttan daha mütekâmildir Bundan dolayı ihtiyaçları çoğalmıştır Nefsâniyet artmıştır



İnsanın ihtiyâçları ise bitmek tükenmek bilmez Benlik, hayâlât ve dünyevî ihtiraslar onu devamlı gaflete sevk eder


Âyeti kerîmede buyurulur:


Ey insan! Seni yaratıp seni düzgün ve dengeli kılan, seni istediği gibi şekillendiren, kerem sâhibi (ihsânı bol) Rabbine karşı seni aldatan nedir?(elİnfitar, 68)


Kâinât sayfalarındaki esrar ve hikmeti gerçek anlamıyla telakkî edebilmek, ancak gönül âleminde derinleşmeye bağlı bir keyfiyettir Gönül gözüyle yeryüzüne ve semâya nazar eden bir mü'min, kalbinin bambaşka bir hissiyat ile dolduğunu farkeder Kur'ânı Kerim, göklerde ve yerde zerreden kürreye herşeyin Hâlık'ını zikr u tesbihte bulunduğunu îlân etmektedir Göklerin, yerin, dağların, ağaçların, çimenlerin, güneşin, ayın, yıldız ve yıldırımların, hayvanların, yuvarlanan taşların, hattâ yere düşen sağlı sollu gölgelerin sabahakşam secde ettiğini şöyle bildirir:


Göklerde ve yerde bulunanlar da onların gölgeleri de sabah akşam ister istemez sadece Allâh'a secde ederler(erRa‘d, 15)


Allâh'ın yarattığı herhangi bir şeyi görmediler mi? Onun gölgeleri, küçülerek ve Allâh'a secde ederek sağa sola döner(enNahl, 48)

Âyeti kerîmeler, önümüze son derece ihtişamlı bir manzara seriyor Bu manzarada secdeler, gölgelerin de iştirâkiyle


hâldedir Yâni biri varlığın; diğeri de o varlığın gölgesinin olmak üzere aynı anda çift secde Kâinâtın her zerresi, inanarak veya inanmayarak hep birlikte Rabb'e ibâdet için secdeye varmış ve kendisini Hâlık'ının huzûrunda vazifesini îfâ etmeye vermiş Bütün kâinât secdedeyken, hattâ münkir ve gâfillerin varlıkları bile gayri irâdî Hak Teâlâ'nın irâdesine râm olmuşken, heyhât ki o gâfillerin kalbleri inkâr ve mâsiyetin gaflet ve şaşkınlığı içindedir!


Allâh'tan başka ilâhlar edinen gâfiller de bilmezler ki, putlaştırdıkları eşyanın gölgesine varıncaya kadar bütün varlık, aslında o inkâr ettikleri Allâh'a yönelmiş hâlde ve Rabb'in bütün kâinâta koyduğu nizâma tâbî durumdadır! Bu ne büyük aldanış ve ziyandır!


Yine âyetlerde gölgelerden, eşyâdan, canlılardan ve meleklerden müteşekkil bir sahne tasvîr ediliyor Hepsi bir ibâdet vecdiyle ve huşû içinde vazîfesini îfâ ediyor Allâh'a ibâdet etmekten kaçınıp, emrine muhâlefet etmek bedbahtlığı ise yalnızca insanoğlunun şaşkın gâfillerine âid bir keyfiyet olarak kalıyor Âyeti kerîmeler, bütün mahlûkâtın ve hattâ gölgelerinin bile Rablerine boyun büküşünü, bu gâfillerle âdetâ istihzâ edercesine yüzlerine çarpıyor

Gerçekten etrafımızı bir ibret nazarıyla seyredersek, ufukların derinliklerine doğru uzanan göklerin yerlere kapanışı, dağların uzanışları ne değişik bir secde hâlidir Ağaçların, çiçek ve çimenlerin, hayvanların ve insanların, sağdan soldan topraklara düşen gölgeleri, o heyecanlı secde hâlini ne güzel sergiler Sanki toprak her varlığın gölgesinin bir seccâdesidir Yağmur hâdisesi de, sanki bir semâvî ağlayış, çakan şimşeklerin arkasından gelen gök gürültüleri, semânın sînesinden fışkıran âşikâre feryatlardır

Yerdeki ve göklerdeki mahlukâtın hâlleri duyarlı bir yürek için ne müthiş bir irşaddır En küçük bir böceğin iğne ucu kadar kalbindeki niyazlarından taa cesim ve haşmetli hayvanların kükreyişlerine kadar hepsi ilâhî kudret akışlarının ayrı ayrı tezâhürleridir

Bülbüllerin bir damlacık yüreklerinden dökülen feryat nağmeleri, kumrulardan yayılan hû, hûlar, leyleklerin lek, lekleri, alıcı gönüller için ne duygulu tesbihlerdir Hak Teâlâ âyette şöyle buyurur:

Görmez misin ki; göklerde ve yerde olanlar güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanların birçoğu Allâh'a secde ediyor: Birçoğunun üzerine de azap hak olmuştur(elHacc, 18)

Görüldüğü gibi varlıklar ve hattâ cemâdât, hep tesbihât hâlindedir Ne yazık ki insanların bir kısmı Allâh'ın zikrinden gâfil kalmaları sebebi ile azâba dûçâr olacaklardır Gerçekten cihandaki zerrelerden kürrelere kadar her şey Halık'ını tanımakta, kuşlar bile ibâdet ve niyazlarını bilmekte, dağlar, dereler zikr ü tesbîhe devam etmektedir Hâl böyleyken kâinâtın bu ihtişamlı zikir, tesbih ve ibâdet programı karşısında bile insanın intibâha gelmemesi ve bu ibretli manzaradan hisse alamayıp alık ve abus bir hâlde Hakk'ın zikrinden mahrum kalması, insanlık haysiyetiyle bağdaşmayan ne acı bir kayıptır

Şüphesiz ki, ilâhî ünsiyetin yolu, kulun Rabbini unutmamasıdır Basîret sahibi mü'minler hangi yöne baksalar O'nun zikir nûrunu; neye kulak verseler O'nun tesbih nâğmelerini dinlerler Bizler de bu dünya hayatında Rabbimizi ne kadar anarsak yarın ukbâda ilâhî vuslata o seviyede vâsıl oluruz

Temiz bir vicdanla yaşamanın, îmânla ölüp ebedî huzur ve safâya kavuşmanın yolu Rabbi unutmamaktır Zîra Rabbini unutanın ömrü, bir gaflet girdabındaziyan olur gider O gafletten ancak ölümle uyanılır Lâkin o vakit her şey bitmiş ve büyük bir hüsranın içine düşülmüş olur

Âyeti kerîmede buyurulur:

Allâh'ı unutan ve bu yüzden Allâh'ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın Onlar yoldan çıkan kimselerdir(elHaşr, 19)

Sahâbeden biri:

Yâ Rasûlallâh! İslâmî hükümler çoğaldı Bana Allâh'ın rızâsını ve âhiret saâdetini kolayca kazanacağım bir şey öğret ki yapayımdeyince, sallâllâhu aleyhi ve sellem Efendimiz ona:

Dilin zikrullâh tesbihiyle dâimâ ıslak olsunbuyurmuşlardır

Allâh'ı zikretmek, Allâh lafzını sâdece kelime olarak tekrarlamaktan ibâret değildir Zikir, ancak tahassüs istîdâdının merkezi olan kalbde mekân bulduğu zaman niyet ve amellerin seviye bulmasına âmil olur İşte bu keyfiyette bir zikir, kulun bezmi elestte, Evet! Sen bizim Rabbimizsin!şeklinde Cenâbı Hakk ile yapmış olduğu ahdine vefâ göstermesi ve o sadâkatle Rabbini aslâ unutmamasıdır

Zikrullâh'tan gâfil kalmanın büyük tehlikesinden dolayıdır ki Cenâbı Hak biz kullarına bu hususta pek çok îkâzlarda bulunmuştur Hattâ Hazreti Mûsâ ve Hârûn aleyhimesselâm birer peygamber oldukları hâlde Cenâbı Hak onları Firavun'a gönderirken:

Sen ve kardeşin, birlikte âyetlerimi götürün Beni anmayı ihmâl etmeyin(Tâhâ, 42) buyurarak, onları dahî bu îkazdan hâriç tutmamış, bu sûretle muhtemel ki bizlere bir örnek ve ibret teşkil etmesini murâd eylemiştir

Mü'min gönüllerin gaflet katılığından kurtulup ilâhî rızâya nâil olabilecek hassâsiyete ulaşmasının yolu, zikri dâimîden geçmektedir Bu da bir müddet veya bir mevsim değil; bir ömür boyu, her nefes alıp verişte zikrullâh şuurunu taşımakla mümkündür ki ancak bu sâyede mânevî uyanıklık hâsıl olur

Cenâbı Hak Kur'ânı Kerîm'de:


Îmân edenlerin Allâh'ı zikretme ve O'ndan inen Kur'ân sebebiyle kalblerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi?(elHadîd, 16) buyurur Bu âyet, Mekke'de çile ve sıkıntı içinde yaşadıkları hâlde, hicretten sonra bol rızık ve nîmetlere kavuştukları için gevşeyen bir kısım sahâbîyi uyarmak için nâzil olmuştur Bu itibarla bizler de Rabb'e sonsuz bir muhabbet iklîmine girerek, dünyevî ihtirasların ve fânî menfaatlerin sarsamayacağı bir mânevî zindeliğe erişme gayreti içinde bulunmalıyız

Zîrâ sevenler sevdiklerini dâimâ gönüllerinde taşırlar ve aslâ hatırlarından çıkarmazlar Sevgisiz bir kalb ise ham toprak gibidir Mârifet sevmektedir Zîrâ varlığın sebebi muhabbettir Cenâbı Hak zâtına duyduğu muhabbet sâikıyla bilinmeyi murâd etmiş ve bu âlemi yaratmıştır Sevginin büyüklüğü, sevilen uğrunda yapılan fedâkârlık ölçüsündedir İşte seherlerde uyanıp Hak Teâlâ'ya ilticâ etmek de bu hâlin en bâriz misâllerinden biridir


Mü'minlerin dâimî bir zikrullâh şuuruna sâhip bulunması gerekmekle birlikte, diğer taraftan zikrin en bereketli vakti, seherlerdir Cenâbı Hak gecenin bu vaktinde îfâ edilen zikre, sâir zamanlardakinden daha fazla kıymet vermektedir Zîrâ seherlerde zikir ve ibâdetle meşgûl olabilmek, diğer zamanlardan daha zordur Bu sebepledir ki seherleri ihyâ, kulun Rabbine karşı duyduğu hâlisâne muhabbet ve ta‘zîmin bir ifâdesidir Gönüldeki aşk ve muhabbeti ilâhiyyenin şiddeti ne kadarsa muhakkak ki gece namazına ve tesbihâta rağbet de o derecede tezâhür eder Bu bakımdan da, gece namazı ve tesbîhâtı, âdetâ yüce yâr ile buluşup sohbet etme mâhiyeti taşır
Âyeti kerîmelerde buyurulur:

Gecenin bir kısmında O'na secde et; gecenin uzun bir bölümünde de O'nu tesbih et Şu insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü (âhireti) ihmâl ediyorlar(elİnsan, 2627)

(O muttakî kimseler geceleri namaz kılmak ve istiğfar etmek için) yanlarını (tatlı) yataklarından kaldırırlar Rablerinin azâbından korkarak ve rahmetini umarak duâ ederler Kendilerine verdiğimiz rızıklardan da hayır yollarına infak ederler(Secde, 16)
Hakîkaten, kemâle erişmiş mü'minler için geceler, derûnundaki sükûnet ve feyz dolayısı ile müstesna bir ganîmettir Bu ganimetin kadrini lâyıkı ile bilenler bilhassa gece yarısından sonra yani cihanı derin bir sükûnetin kapladığı hengamda duâ, ibadet ve Hakk'a yanık yalvarışların kabûlü için Rablerine teveccüh etmenin feyizli zeminini bulurlar Nasıl ki gündüzler, beden gıdâsını temin maksadıyla çalışma vaktiyse, onların nazarında geceler de rûha gıda verip kalbi feyzi ilâhî ile aydınlatmanın fırsat demleridir
Bir Hak dostuna, talebeleri, hikmetini anlayamadıkları bir mes'ele sorarlar:

Efendim, etrafımıza baktığımızda görüyoruz ki, köpekler diğer bazı hayvanlar gibi eti için kesilmeyip eceli ile ölürler Üstelik sâir hayvanlara nazaran, bir batında çokça yavruladıkları hâlde bir türlü çoğalmazlar

Lâkin, insanlar ibâdet kastıyla ekseriyetle koyunları kurban etmekte ve eti ile de gıdâlanmaktadırlar Koyunlar bu kadar sarfiyâtın zıddına umumiyetle tek kuzu yavrularlar Ama yine de sayıları bir türlü eksilmez hattâ aksine artar Koyunlardaki bu bereketin hikmeti acabâ nedir?

O zât, soruyu tebessümle dinledikten sonra şu hikmetli cevabı verdi

Ne ibrettir ki hayvanlarda müşâhede ettiğiniz bu hâl, seher vaktinin bereketine bâriz bir işârettir Çünkü seherler, rahmet ve feyzin sağanak hâlinde boşandığı bir bereket vaktidir Köpekler, gece boyunca havlayıp dururlar Ancak seher vakti uykuya dalarlar Koyunlar ise seher vaktinde uyanıktırlar Bu yüzden seher vaktinin bereketinden paylarına düşeni alırlar

Görüldüğü üzere seherlerini uykuya mahkûm edenler, çöle, denize ve yalçın kayalıklara yağan bereketli nisan yağmurlarının hebâ olması gibi, bu bereket ve feyizden mahrum kalırlar

Yâ Rabbî! Biz kullarını bir nefes bile Sen'den gâfil eyleme! Günlerimizi ve gecelerimizi zikrullâhın bereketiyle tenvîr eyle! Seherlerin feyz yağmurlarıyla gönlümüzü ihyâ eyle! Zikrullâhın ihtişamlı hakîkatinden hisse alabilmeyi cümlemize nasîb eyle! Senin azameti ilâhiyyeni idrakten mahrum kalanlara da hidâyet eyle!

Seherlerde Sen'i zikredenler hürmetine vatanımızı ve milletimizi şerirlerin şerlerinden muhâfaza eyle! İçinde bulunduğumuz maddi, manevî, ictimaî ve iktisadî şu zor günleri, saadet günlerine tahvil eyle!

Osman Nuri Topbaş

Kaynak: netpano
 
Üst Alt