Son Konu

Peygamberİmİzİn Örnek ahlaki

iltasyazilim

Yeni Üye
Katılım
25 Ara 2016
Mesajlar
2
Tepkime
1
Puanları
38
Yaş
35
Credits
-2
Geri Bildirim : 0 / 0 / 0
PEYGAMBERİMİZİN ÖRNEK AHLAKI

Hz Muhammed Aleyhissalâtü Vesselam

Takdim
Ahlâkta Mükemmel Örnek
Peygamberimizin Ahlâkî Özellikleri
Ahlâk Sahasında Büyük İnkılâp
Peygamberimizin Gençliği
Yakınlarının Dilinden Peygamberimizin Ahlâkı
Peygamberimizin Tevazuu
Peygamberimizin Hilmi ve Yumuşak Huyluluğu
Peygamberimizin Hayası
Peygamberimizin Coşkun Merhameti ve Şefkati
Peygamberimizin Fakir ve Kimsesizlere Merh
Peygamberimizin Yetimlere Şefkati
Peygamberimizin Kölelere Şefkati
Peygamberimizin Kadınlara Şefkati
Peygamberimizin Çocuklara Şefkat ve Sevgisi
Peygamberimizin Hayvanlara Merhameti
Peygamberimizin Affı ve Bağışlaması
Peygamberimizin Ahde Vefası
Peygamberimizin Nezaketi
Peygamberimizin Adaleti
Peygamberimizin Vakarı ve Sükûtu
Peygamberimizin Şecaat ve Cesareti
Peygamberimizin Sabrı
Peygamberimizin Şükrü
Peygamberimizin Ticarî Ahlâkı
Peygamberimizin AnneBaba Sevgisi
Peygamberimizin Akrabalarına iyiliği
Peygamberimizin Misafir Sevgisi
Peygamberimizin Şakaları
Peygamberimizin İltifatları
Düşmanlarının Peygamberimizin Ahlâkını İtirafları


TAKDİM


En yüce ahlâka sahip olduğunda; yüzyıllar boyunca, dost ve düşman, herkesin üzerinde birleştiği tek bir insan vardır:

Peygamberimiz Hz Muhammed Aleyhissalâtü Vesselam

Zaten o, yeryüzünde bulunuş maksadını, güzel ahlâkı tamamlamakolarak ifade ediyordu

Onu en son elçisi olarak insanlığa gönderen Yüce Allah da, Peygamberimizde bizim için en güzelörneğin bulunduğunu haber veriyor

Eğitimde güzel örneklerin ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz Büyükler kendi yaşayışlarında ne kadar iyi örnek olurlarsa, küçüklerin iyiye ve güzele yönelmesi o kadar kolay ve rahat olur

Güzel örnek olmak ve güzel örnekleri tanıtmak, gençliğe yapılabilecek en büyük hizmetlerden biridir

Çocuklarımızın ve gençlerimizin örnek alabilecekleri en mükemmel insan Peygamberimizdir

Peygamberimizin ahlâkını rahatlıkla kendimize örnek alabiliriz, taklit edebilir, ahlâkımızı güzelleştirebiliriz

Peygamberimizin ahlâkını ne kadar öğrenirsek hayatta o kadar başanlı olur ve mükemmele ulaşabiliriz

İşte, Peygamberimizin Örnek Ahlâkı,
Mehmet PAKSU

AHLAKTA MÜKEMMEL ÖRNEK

Bazı güzel hasletler vardır ki, her insan onlara sahip olmak, onları kendi hayâtında yaşamak ister: Sabır, kanaat, cömertlik, tevazu, fedakârlık, cesaret gibi

Çünkü bunlar ve benzeri güzel vasıflar, insana gerçekten insanolma özelliği kazandırır

Güzel ahlâkadı altında toplanan bu güzel vasıfları örnek insanolarak en mükemmel şekilde yaşayan insan, Peygamber Efendimizdir (asm) Onun ahlâkı o kadar yücedir ki, Cenabı Hak, ona hitap ederek şöyle buyurur:

Hiç şüphesiz senin için bitmez tükenmez bir mükâfat vardır Ve hiç şüphesiz sen pek büyük bir ahlâk üzerindesin(Kalem Sûresi, 34)

Yine Kur'ân'da Peygamberimiz için Allah'ın Resulünde sizin için güzel bir örnek vardır(Ahzâb Sûresi, 21) buyurularak, mü'minlerin, hayâtlarının bütün safhalarında onu örnek almaları tavsiye ve emredilir Çünkü onun ahlâkı bizler için en güzel örnek, onun yaşayışı, halleri, sözleri ve hareketleri en mükemmel modeldir

Peygamberimiz de, Ben ancak güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildimbuyurur ve bu özelliğini, dünyadaki göreviyle bağlantılı olarak dikkat çekip bizlere anlatmaktadır

Onun ahlâkı, Allah'ın övdüğü ve Kur'ân'ın öğrettiği temiz ahlâktır Yüce Allah, İslâmı insanlığın imdadına gönderip Kur'ân'ı indirirken, İlahî prensiplerin uygulamaya geçişini hayatıyla gösterecek bir insan olarak Peygamberimizi seçmiştir

Kur'ân'da anlatılan güzelliklerin tamamını Peygamberimizin şahsında görmek mümkündür Sahabîlerin, Peygamberimizin ahlâkı hakkında bilgi almak istemeleri üzerine, Efendimizin hanımı Hz Âişe şu cevabı vermişti:

Siz Kur'ân'ı okumuyor musunuz? Onun ahlâkı Kur'ân'dı

Peygamberimizin hayâtında ve ahlâkında, her meslek ve seviyeden insan, örnek alacak yönler bulabilir İnsan olarak onun hayâtından alacağı sayısız fazilet ve güzellik yanında, kendi mesleğini ve toplumdaki yerini ilgilendirecek yüzlerce dersi de alabilir Çünkü Peygamberimizin hayâtı her yönüyle hepimize örnektir

Meselâ, zengin bir insan, hicretten birkaç sene sonra bütün Arabistan'a hakim olup çok büyük servetlere sahip olan ve hepsini ihtiyaç sahiplerine dağıtan Peygamberimizi kendisine örnek alabilir

Sahipsiz, çaresiz ve kimsesiz insanlar; Mekke hayâtı boyunca akla hayâle gelmeyen işkence ve baskılara maruz kalıp, üstelik bütün yakınları tarafından yalnız bırakılan, ama hiçbir biçimde dâvasından ve inancından taviz vermeyen bir Peygamberi kendine rehber alabilir

Bir öğrenci; Allah tarafından Kur'ân âyetlerini vahiy yoluyla indiren Hz Cebrail karşısında oturup Kur'ân'ı öğrenen Peygamberimizi hayâtına örnek alabilir

Başarılı bir kumandan; Bedir ve Huneyn Savaşlarında düşmanı mağlûp edip, az sayıdaki mücahitleriyle beraber çok sayıdaki düşman karşısında büyük zaferler kazanan; Mekke'nin fethi sırasında muhteşem ordusuyla şehre girerken, mütevazı halinden, başım devesinin semerine eğecek kadar engin gönüllü ve vakar sahibi bir Peygambere bağlanabilir

Çiftlik sahibi bir insan; fetihlerin hemen sonunda Hayber, Beni Nadir ve Fedek topraklarına sahip olduktan sonra o araziyi ıslah edip, en iyi şekilde ürün alacak kimseleri iş başına getiren, bir avuç toprağı olmayan Sahabîlerine araziyi paylaştıran zeki ve âdil bir Peygamberden ders çıkarabilir

Bir tüccar; hanımı Hz Hatice'nin ticaretini işleten, ticarette alıp satarken doğruluktan ve dürüstlükten ayrılmayan, Suriye'ye, Basra'ya giden kafilenin en yücesi olan Peygamberimizin yaşayışını, ticarî ahlâkını rehber edinebilir

Küçük yaşta yetim kalmış bir çocuk; ana rahminde altı aylıkken babasını kaybeden, altı yaşında annesinin ölümünü gören, bütün hayâtı anasız babasız geçen, fakat daha sonra insanlığın övündüğü, Allah'ın en çok sevdiği insan, inci gibi bir yetimolarak sayılıp sevilen Sevgili Peygamberimizi örnek alabilir

Aklı başında bir genç; gençlik yılları boyunca iffet, doğruluk, haya, edep timsali olan, amcası Ebû Talib'in koyunlarını otlatarak hayâtını kazanan genç Muhammed'in (asm) hayâtını kendisine rehber edinebilir

Çünkü onun yirmi beş yaşma kadarki hayâtı boyunca ve daha sonrasında herhangi bir çirkin hareketine, bir yalanına, hilesine rastlanmamıştır

Halka nasihat eden bir vaiz; mescitte Sahabesine en güzel bir dille yol gösterici hakikatleri anlatan, tavsiye ettiklerini bizzat kendi şahsında mükemmel manada yaşayan, tek bir sözüyle kabilelerin hidayetine vesile olan mürşid Peygamberi hatırlar, onu örnek alır

Kısaca, her insan hangi şartlarda bulunursa bulunsun, hangi meslek ve sanatta çalışırsa çalışsın, sabahakşam, gecegündüz, her zaman ve her yerde Sevgili Peygamberimizi kendisi için güzel bir örnek olarak alabilir

Öyle bir rehber ki, ona uyduğumuz zaman hayâtımızın karanlıkları kaybolup, onun nuru sayesinde yolumuz aydınlanır, işlerimiz yoluna girer, hayâtımıza bir düzen ve disiplin gelir

Peygamberimizin hayâtı, insanların meşgul olduğu ve karşılaştıkları her ihtiyaca cevap verebilecek güzel ahlâkın bütün kurallarıyla süslenmiş nurlu bir zincir gibidir Onun güzel ahlâkı, o nuru arayanların önüne nur serper Onun hidayeti doğru yolu arayanlara bir kılavuz olur Onun takdim ettiği şifalı su, ıssız ve kavurucu gaflet çöllerinde bocalayan şaşkın ruhlara bir âbı hayât yerine geçer Ondan gelen ışık huzmeleri isyan ve günah bataklığında çırpınan zavallı insanların kurtuluşa ermelerine ve sahile çıkmalarına yardımcı olacak bir deniz feneri hükmüne geçer

PEYGAMBERİMİZİN AHLAKÎ ÖZELLİKLERİ

Peygamberimizin ahlâkının en önemli özelliği, Allah vergisi oluşudur O bütün güzel vasıfları, çalışıp, emek verip, bir çaba sonucu kazanmış değildir Onun ahlâkı Allah tarafından ihsan edilmiş, ikram edilmiştir Yüce Allah onu insanların örnek alacağı kusursuz, eksiksiz ve seçkin bir şekilde yaratmıştır

O dünyaya gözünü açıp kapayıncaya kadar hep aynı huy ve ahlâk üzerinde yaşamıştır Ondaki güzel vasıflar yaratılışında mevcuttu Onu eğiten, edep ve ahlâkın en üstün özellikleriyle süsleyen Yüce Rabbidir

İşte bundan dolayı, onu kendisine örnek kabul eden insan, onu ne kadar taklit edebilirse, o kadar istifadesi fazla olur, o nurdan aldığı feyiz, o nisbette çoğalır

Peygamberimizin ahlâkının en belirgin özelliklerinden birisi de, insan yaratılışında var olan birbirine zıt ve ters huyları en mükemmel şekilde bağdaştırıp, bütün duyguların ideal noktasını bulmasıdır Hiçbir şekilde aşırılığa kaçmadan, orta yola, doğruya ulaşmasıdır

Peygamberimiz, herkesin arzu edip de bir türlü ulaşamadığı en üstün değerleri ve olgunluğu mükemmel bir şekilde hayâtı boyunca ümmetine göstermiş, bütün insanlığın gözleri önüne sermiştir

Bazı anlar olmuş, en cesur bir fedai olarak, düşmanın kat kat üstünlüğüne hiç aldırmadan, binlerce düşmana tek başına meydan okumuştur Ama bu halinde bile yumuşak kalpliliğini, merhametini geri bırakmamıştır

Meselâ bir savaş sonrası, öldürülmüş olarak gördüğü düşman çocuklarına o kadar acımıştı ki, düşman da olsa çocukların öldürülmemesi gerektiğini, çünkü onların suçsuz ve Cennetlik olduklarını haber vermişti

O, bütün insanlığın kurtuluşu ve İslâmın dünyaya yayılması gibi yüce bir gaye için zihnini yorarken; bu arada binleri bulan ve Arabistan'ın her tarafına dal budak salan ümmetinin halini ve işlerini düşünürken; çevresinde bulunan yoksul ve fakir Müslümanları hiçbir zaman unutmamış; kendi çoluk çocuğunu, onların eğitim ve ihtiyaçlarını da ihmal etmemiştir Birincisini büyük görürken, öbürünü küçümsememiştir

Bu kadar ağır ve sorumluluk isteyen bir görev üzerinde bulunduğu halde, o yine kendisini Rabbine vermiş, günün büyük bir kısmını ibadet ve zikirle geçirmiştir

Kalbi her an Allah'a bağlıdır Bu haliyle dünya ile ilişkisini kesmiş gibi görünse de, yine o dünyanın içindedir Bütün işlerinde Allah'ın rızasını gözetmiştir

Peygamber Efendimiz, dâva arkadaşlarını gözü gibi korumuş, onlara anababalarından görmedikleri şefkat ve yakınlığı göstermiş, kendi şahsına yapılan kötülüğü affetmiş, intikam almayı düşünmemiştir Kendisini öldürmek için tuzak kuranları yakaladığında serbest bı

rakmış, ama Allah düşmanlarını asla bağışlamamış, onların yakasını bırakmamıştır

İçi bozuk, dıştan Müslüman gibi görünen münafıkların kalbine devamlı Cehennem korkusunu vermiş, âhiretteki acı hallerini hatırlatmıştır

İslâm toprakları, güneyde Yemen'e kuzeyde İran ve Suriye sınırına dayandığı sırada Peygamberimiz, Arapların sultanı, Arabistan'ın hakimi idi Savaş sonrası düşmanın bırakıp gittiği mallar ve ganimetler mescidin içini doldururken, en kıymetli mallar Müslümanların eline geçtiği halde, yine o kuru bir hasır üzerinde yatacak kadar engin ruhlu; içi ot dolu bir yastığa yaslanacak kadar mütevazı; her türlü imkân mevcutken, açlık sıkıntısı çekecek kadar kanaatkar ve tok gönüllü idi

Hz Ömer'in Bizans kralı ve İran şahı dünya nimetleri içinde yüzerken, Resulullah kuru hasır üstünde yaşıyordiyerek ağlaması üzerine, Sahabîsinin gönlünü hoş tutan yüce Peygamberimiz:

Yâ Ömer, varsın, Kisra ve Kayser dünya nimetlerinden zevklerini alsınlar, keyif sürsünler Âhiret nimeti bize yeterdiyerek tevekkül ve rızasını dile getiriyordu

Peygamberimizin ahlâkı bir meleke halindeydi, öz olarak mevcuttu Güneş nasıl ışık saçar, çiçekler nasıl rengi ve kokusuyla ortalığı Cennete çevirip burcu burcu kokular saçarsa; ağaçlar nasıl türlü türlü meyveler verir, yaratılışlarında var olanları ortaya çıkarırsa; Resuli Ekrem Efendimizin ahlâkî hayâtı da o şekilde normal bir seyir içinde cereyan ediyordu

Öyle ki, her gören, Peygamberimizin o faziletle birlikte yaratıldığı kanaatine varırdı Hiç kimse ondan o fazilete aykırı bir şeyin görüleceğine inanmazdı O her zaman muhtaçlara yardım eder; zayıfları korur; tatlı sözlü, güler yüzlü bulunur; izzet ve vakarını muhafaza eder; tevazu ve hoşgörüsünü hiç kimseden esirgemezdi Güneş nasıl ki, Allah'a inananın da, inanmayanın da üzerine doğarsa, Peygamberimizin dünyayı kaplayan şefkati de küçükbüyük, gençihtiyar, müslimgayri müslim herkese aynı şekilde yayılırdı

AHLAK SAHASINDA BÜYÜK İNKILAP

Ahlâk alanında en büyük inkılâp ve değişikliği, Peygamber Efendimiz yapmıştır Cahiliye Arapları inanç ve âdetlerine öylesine bağlı, körü körüne öylesine tutulmuşlardı ki, yüzyıllardır yapageldikleri alışkanlıklardan onları hiçbir kuvvetin ayırması mümkün değildi

Vahşet, dehşet ve zulümde o kadar ileri gitmişlerdi ki, vahşi hayvanlara dahi yapılması hoş görülmeyen işkence ve eziyetleri göz kırpmadan savunmasız ve mazlum insanlara yapıyorlardı Merhamet, şefkat ve acıma hisleri tamamen körelmiş, öz kızlarını canlı canlı toprağa gömecek derecede canavar kesilmişlerdi

Fuhşun, işkencenin, her türlü rezilliklerin hiç çekinmeden yapıldığı bir karanlık devir yaşanıyordu Güçlü ve varlıklı kimseler zayıfları eziyor, kadınlar bir mal gibi alınıp satılıyor, faiz ve tefecilik bütün çeşitleriyle kol geziyor, içki su gibi içiliyordu Adalet, insaf, vefa, iffet gibi duygular unutulmuştu Kendi uydurdukları manasız şeylere ve hurafelere öyle bağlanmışlardı ki, onları alışkanlıklarından vazgeçirecek, insanlığın tadını tattıracak İlahî bir güçten, bir Peygamber inkılâbından başkası düzeltemezdi

İşte Peygamberimiz birkaç sene gibi kısa bir zamanda o geniş yarımadada vahşi, âdetlerine bağlı ve inatçı kavimleri, kötü ahlâk ve vahşi alışkanlıklarından kurtarıp, onları kökünden kazıyıp temizledi, yerlerine güzel ahlâk esaslarını yerleştirdi Onları bütün dünyaya rehber ve medeni milletlere öncü birer şahsiyet haline getirdi

Daha Hicrî birinci asırda yeryüzüne yayılan Sahabîler ve iman erleri insanlığa gerçek medeniyeti, fazilet ve ahlâk düzenini öğrettiler Fazilete dayalı maddî kalkınma ve medeni yükseliş bu vesileyle gerçekleşti

Resuli Ekrem Efendimizin öğrettiği ahlâk sayesinde yüz milyonlarca insan maneviyat iklimlerinde yükselerek hem dünya, hem de âhiret mutluluğuna erdiler Pekçok muhtaç insanın imdadına koşarak hidayetlerine ve saadetlerine vesile oldular

PEYGAMBERİMİZİN GENÇLİĞİ

Peygamberimizin çocukluğu ve gençliği temiz ve iffetli bir şekilde geçmişti Peygamberlikten sonra nasıl bir ahlâka sahipse, kırk yaşından önceki hayâtı da öyle temiz ve nezihti Halbuki gençlik yıllarını geçirdiği Mekke şehri, o zamanlar o kadar karışıktı ki, Mekkeliler arasında yaşayıp da cahiliye çirkinliklerine bulaşmamak âdeta mümkün değildi

İslâm öncesi Cahiliye döneminde dolandırıcılık, hile, aldatma, hak yeme, verdiği sözde durmama, hıyanet eksik olmuyor, çok basit bir iş gibi görülüyordu

Peygamberimiz bu dikenli ve tehlikeli yollardan hiç yara almadan alnı ak, yüzü pak olarak kurtuldu Başkalarına bulaşan kötü hallerden bütünüyle uzak kaldı Çünkü Cenabı Hak onu Cahiliye devrinin her türlü mundarlıklarından, çirkinliklerinden nefret duyacak bir kabiliyette yaratmıştı

Peygamberimizin gençliği, amcası Ebû Talib'in yanında ve onun himayesi altında geçti Ebû Talib yeğeni için o zaman pek revaçta olan ticareti, meslek olarak seçmişti Zaten kendisi de meşhur bir tüccardı

Peygamberimiz amcası ile birlikte ticarî seyahatler yaparak tecrübesini arttırdı Doğruluğu, alış verişindeki adaleti ve hakkaniyeti kısa zamanda çevresinde duyuldu ve meşhur oldu O zamanlar Arabistan'da doğru ve güvenilir kimselere sermaye verilir, ticaret yapılarak kârı paylaştırılırdı Peygamberimize de buna benzer işler verilmiş, o da en doğru bir şekilde işini başarmıştı

Verdiği sözde durmak ticarî hayâtta en çok aranan bir vasıftı Peygamberimiz, peygamberlikten önce de ahde vefalı ve güven duyulan, itimat edilen bir insan olarak tanınmıştı Kendisi bu alanda örnek bir şahsiyet olarak biliniyordu

Abdullah bin Ebi'lHamsa, Peygamberimizle olan ticarî bir hatırasını şöyle anlatmaktadır:

Peygamberliğinden önce Resulullah Aleyhisselâmla birlikte bir alış verişte bulunmuştuk Bu alış verişten kendisine biraz vereceğim kalmıştı Onu, 'Bulunacağın falan yere getireceğim' diye söz vermiştim Fakat verdiğim bu sözü iki gün unuttum Üçüncü gün hatırlayıp sabahleyin gittiğim zaman onu yerinde buldum Bana, 'Delikanlı, sen beni sıkıntıda bıraktın Ben şuracıkta üç gündür seni bekliyorum' buyurdu

Peygamberimiz ticarî işlerinde hesabını doğru tutar, haksızlık etmezdi Peygamberliğinden önce kendisiyle alış veriş yapmaktan çok memnun kalırlardı

Bir gün Saîb adında bir zât Peygamberimizin huzuruna gelerek Müslüman oldu Saîb, Araplar arasında tanınmış birisiydi Sahabîler, Resuli Ekremin yanında onu övmeye başladılar

Bunun üzerine Peygamberimiz, Saîb'i methetmeyin, onu ben hepinizden iyi tanırımbuyurunca, Saîb de, Sana canım feda, seninle ticarî arkadaşlık etmiştik Hak hususunda hatır gönül tanımaz, zerre kadar riyakârlık göstermezdindiye Peygamberimize olan hayranlığını ifade etti

Peygamberimize peygamberlik vazifesi verilince Mekkeliler ona karşı tavırlarını değiştirdiler Ona inanmaya yanaşmadılar Aleyhinde konuşmaya, insanlara kötü göstermeye başladılar Daha önce çirkin bir halini görmedikleri için sadece şair, büyülenmişgibi ifadeler kullanarak çamur atmaya çalıştılar

Zaten ona kötü bir şey isnad edemezlerdi ki Çünkü sönük şahsiyetli, tanınmayan, bilinmeyen bir insan değildi Araplar onu çok iyi tanıyorlardı Mekke'de doğmuş, aralarında büyümüş, gözlerinin önünde yetişmişti Bunun için onu yakından tanıyorlar, çocukluğunu, gençliğini çok iyi biliyorlardı Kırk senelik hayâtı, aralarında geçmişti

Bu arada Peygamberimiz iman etmeleri için onlara davette bulunurken, Kur'ân diliyle onlara peygamberlikten önceki hayâtını hatırlatıyor, imana gelmeleri için ikaz ediyor, şöyle diyordu:

Bundan önce aranızda yıllarca bulundum, bunu düşünmez misiniz?(Yunus Sûresi, 16)

Peygamberimizin gençlik yıllarını siyer yazarları İbni Sa'd ile İbni İshak şöyle anlatıyorlar:

Resulullah Aleyhisselâm gençlik dönemine girinceye kadar mertlik ve insanlık bakımından içinde bulunduğu toplumun en üstünü, ahlâkça en güzeli, soy sopça en şereflisi, komşuluk haklarını en iyi gözeteni, yumuşak huylu oluşuyla en büyüğü, doğru sözlülükte en yücesi, kötülükten ve insanları alçaltan huylardan uzak duruşta en önde olanıydı Yüce Allah onda bütün iyi haslet ve meziyetleri toplamıştı Bunun için o, kavmi arasında 'elEmin (güvenilir insan)' unvanıyla anılırdı

Ne gariptir ki, Mekke müşrikleri Peygamberimize inanmadıkları, onu öldürmek için plânlar kurdukları sırada bile mallarını emanet olarak onun yanında bırakıyorlardı Nitekim, hicretinden bir gün önce topladıkları gençlere, Peygamberimizi öldürmek için görev verdiklerinde, Peygamberimiz evine Hz Ali'yi bırakarak yola çıkmıştı O sırada müşriklerin bazılarının malı Peygamberimizin yanında emanet olarak bulunuyordu Peygamberimiz yola çıkmadan önce Hz Ali'ye, sabahleyin emanetleri sahiplerine vermesini tenbih ediyordu

Dostun da, düşmanın da güvendiği, emniyet ettiği, takdir ettiği tek insan; hiç şüphesiz, Resuli Ekrem Efendimizdi

YAKINLARININ DİLİNDEN PEYGAMBERİMİZİN AHLÂKI

Peygamberimiz hiçbir halini insanlardan gizlememiş ve saklamamıştır Çünkü, onun her hali Sahabîler için bir örnek oluşturuyordu Bunun için Sahabîler, Peygamberimizin her halini, her hareketini ve sözünü takip ediyor, öğrenerek zaptetmeye çalışıyorlardı Bilemedikleri veya tereddüt ettikleri hususları da bizzat sorarak öğreniyorlardı Bundan dolayı, Peygamberimizin bütün hayât safhaları Sahabîlerce bilinmekteydi

Günümüz Müslümanı her hususta, en mahrem konulardan, toplumu, devleti ve bütün dünyayı ilgilendiren meselelere kadar Peygamberimizden bir örnek bulabilir, yol gösteren bir numune, aydınlatıcı bir ışık görebilir

Peygamberimizin güzel ahlâkını, insanlarla olan ilişkilerini, onun en yakınlarından ve kendisini bir gölge gibi takip eden Sahabîlerinden öğrenmekteyiz

Peygamberimizi en iyi tanıyan ve bilenler; hanımları, hizmetinde bulunan kimseler ve yakın arkadaşlarıdır Meselâ, on beş yılı peygamberlikten önce olmak üzere yirmi beş yılı Peygamberimizle birlikte geçen onun vefakâr ve fedakâr hanımı Hz Hatice'den, özet olarak

Peygamberimizin şahsiyet ve karakterini öğrenmekteyiz

Hazreti Hatice, Peygamberimize ilk olarak vahiy gelir gelmez hiç tereddüt etmeden inanmış, Peygamberimizin üzerindeki telaşı görünce de teskin etmiş, merak ve endişesini gidermişti

Hz Hatice, Peygamberimizi şöyle teselli ediyordu: Allah, seni kat'iyyen utandırmaz Çünkü sen akrabalarına iyi davranır, çaresizlerin yardımına koşar, yoksulu himaye eder, mazlumun elinden tutar, misafirlere ikram eder, hak yolunda musibete uğrayanları gözetir bir insansın

Dokuz sene Peygamberimizle birlikte hayât geçiren Hz Âişe, Hz Hatice'den sonra Peygamberimizin en çok sevdiği hanımıydı Peygamberimizin aile hayâtını ve şahsi özelliklerinin pek çoğunu Hz Âişe'den öğreniyoruz Hz Âişe ise, Peygamberimizin ahlâkını şöyle anlatıyor:

Resulullahın (asm) ahlâkı Kur'ân'dı Resulullah, şahsı için hiçbir zaman kin tutmaz ve intikam almazdı Bir şeye kızarsa, ona, Kur'ân kızdığı için kızardı Bir şeyi beğenirse, Kur'ân onu beğendiği için beğenirdi

Resulullah iki şeyden birisini tercih edecek olsa, muhakkak onların en kolay olanını seçerdi Şayet o kolay olan şey günah bir şey ise, Resulullah ondan da insanların en uzak duranı olurdu

Ne kötü söz söyler, ne de kimseye kötülük etmek isterdi Resulullah konuşurken sözleri birbirine ulamaz, uzatmazdı Sözü ayıra ayıra söyler, dinleyenlerin gönüllerine sindirirdi Bir şey anlatırken de kelimeleri tane tane söylerdi O kadar ki, isteyen onları sayabilir, ezberleyebilirdi

Küçük yaştan itibaren Peygamberimizin terbiyesi altında bulunan, peygamberliğinden sonra da her zaman ve her an onunla birlikte bulunan ve mübarek neslinin devamına vesile olan Hz Ali ise Sevgili Peygamberimizin ahlâkî güzelliklerini şöyle sıralıyor:

Peygamber Efendimiz her zaman güler yüzlü, yumuşak huylu ve engin gönüllü idi Asla asık suratlı, katı kalpli, kavgacı, şarlatan, kusur bulucu, dalkavuk ve kıskanç değildi

Hoşlanmadığı şeyleri görmezlikten gelir, kendisinden beklentisi olan kimseleri hayâl kırıklığına uğratmaz ve onları isteklerinden bütünüyle mahrum etmezdi

Üç şeyden titizlikle uzak dururlardı: Ağız kavgası, boşboğazlık ve faydasız şeyler Şu üç husustan da titizlikle sakınırlardı: Hiç kimseyi kötülemezler, kınamazlar ve hiç kimsenin aybı ve gizli yanlarını öğrenmeye çalışmazlardı

Sadece faydalı olacaklarını ümit ettikleri konularda konuşurlardı Peygamberimiz konuşurken meclisinde bulunan dinleyiciler, başlarının üzerine kuş konmuşçasına hiç kımıldamadan kulak kesilirlerdi Kendileri susunca da, konuşma ihtiyacı duyanlar söz alırlardı

Sahabîler Peygamberimizin huzurunda konuşurlarken asla ağız dalaşında bulunmazlardı İçlerinden birisi Peygamberimizin huzurunda konuşurken o sözünü bitirinceye kadar hepsi de can kulağıyla konuşulanı dinlerlerdi Peygamber Efendimizin katında onların hepsinin sözü, ilk önce konuşanın sözü gibi ilgi görürdü

Sahabîlerinin güldüklerine kendileri de güler, onların hayret ettikleri şeylere kendileri de hayretlerini ifade ederlerdi

Huzurlarına gelen gariplerin kaba saba konuşmaları ile yerli yersiz sorularının yol açtığı tatsızlıklara sabrederlerdi Sahabîler ise onların gelip soru sormalarını çok isterlerdi

Peygamber Efendimiz, 'İhtiyacının giderilmesini isteyen birisiyle karşılaştığınız zaman ona yardımcı olunuz' buyururlardı

Peygamberimiz ancak yapılan iyiliğe denk düşen ve fazla dalkavukluğa kaçmayan övgüleri kabul eder, haddi aşmadığı sürece hiç kimsenin sözünü kesmezdi Şayet huzurlarında haddi aşacak şekilde konuşulursa o zaman ya konuşanı susturmak, ya da meclisten kalkıp gitmekle ona engel olurlardı

Hz Hatice'nin ilk kocasından olan oğlu Hind bin Ebi Haleki bu zat aynı zamanda Peygamberimizin üvey oğludur—Hz Hasan'ın isteği üzerine Peygamberimizin üstün vasıflarım şöylece dile getirmektedir:

Resulullah daima düşünceli idi Onun susması konuşmasından uzun sürerdi Lüzumsuz yere hiç konuşmazdı Konuşmaya başlarken de, sözü bitirirken de, Allah'ın adını anardı Sözleri hak ve doğru olup, birçok manaları veciz bir şekilde az sözle ifade ederdi Konuşurken ne fazla, ne de eksik söz kullanırdı Hiç kimsenin gönlünü kırmaz, kimseyi hor görmezdi En ufak bir nimete bile saygı gösterir, hiçbir nimeti basit görmezdi Bir nimeti ne hoşuna gittiği için över, ne de hoşlanmadığı için yererdi

Dünya işleri için kızmazdı Fakat bir hak çiğnendiği zaman öyle bir kızardı ki, o hak yerini buluncaya kadar öfke ve gazabını hiçbir şey, hiçbir kimse önleyemezdi Buna karşılık, Resulullah, kendi şahıslarına ait bir mesele hakkında kimseye kızmaz ve intikam almayı düşünmez, aksine hilim ve kerem sahibi olarak, kötülük edene iyilikle mukabele ederdi

Kızdığı zaman hemen kızgınlıktan vazgeçer ve kızdığım belli etmezdi Neşelendiği, ferahlandığı zaman gözlerini yumardı En fazla gülmesi tebessümdü Gülümserken de mübarek dişleri parlak inci taneleri gibi görünürdü

Yine dokuz yıl kadar hizmetinde bulunan Hz Enes bin Malik de Peygamberimizin bir güzelliğini şöyle açıklamaktadır:

Resulullah, insanların en lütuflu olanı idi Soğuk bir günün sabahında bile bir kölenin, bir cariyenin, bir çocuğun getirdiği su ile abdest alır, onları geri çevirmezdi Kendisinden bir şey soranı can kulağıyla dinler, soru soran ayrılıp gitmedikçe Resulullah onu terk etmezdi

Birisi Resulullahın elini musafaha etmek için tutsa, tutan kimse Peygamberimizin elini bırakmadıkça Resulullah onun elini bırakmazdı

Peygamberimizin vahiy katibi Zeyd bin Sabit'in yanına birkaç zat gelerek, Ey Zeyd, Peygamberin (asm) hal, hareket ve sözlerinden bize haber verir misiniz?diye sordular

Zeyd bin Sabit de şöyle anlatmaya başladı:

O Yüce Resulden size ne haber vereyim? Siz eğer onun bütün hal, tavır ve sözlerinden sual ederseniz, o öyle bir denizdir ki, sahili yoktur Fakat bazı hallerinden size bahsedeyim:

Ben Resuli Ekremin komşusu idim Kendisine bir vahiy geldiği zaman bana birisini gönderirdi Ben de huzuruna gider, indirilen vahyi yazardım Biz huzurlarında dünya işlerinden bahsetsek, kendisi de bizimle beraber dünya işlerinden bahsederdi Biz âhiret işlerinden bahsetsek, bizimle beraber âhiretle alâkalı meselelerden konuşurdu Biz yemeğe dair konuşmaya başlasak, bizimle beraber yemek hususundaki bu sözlere katılırdı

İşte bütün bunlar, Peygamberimizin (asm) en yakınları olan şahsiyetlerin onun hakkındaki düşünceleri, müşahedeleridir Peygamberimizin her hareketine ve davranışına dikkat ederek onu rehber almaya çalışan mümtaz zatların kalp ve gönüllerinden doğan şehadetleridir

PEYGAMBERİMİZİN TEVAZUU

Engin gönüllü olmak, hakka boyun eğip kabul etmek gibi manalara gelen tevazuun en makbul olanı, yaltaklanmadan ve zillete düşmeden, ölçülü ve itidalli bir şekilde bulunmaktır

Kibir ve gururun zıddı olan tevazu ancak bu iki kötü huyun yenilmesi sayesinde kazanılır Herkesi kendi nefsinden üstün görmek, dış görünüşüne bakarak kimseyi küçümsememek, fazla lükse ve gösterişe varmadan kolay ve basit bir yaşayış benimseyip devam ettirmek, yaptığı çalışmadan, gördüğü hizmetten dolayı insanların iltifatını beklememek, tevazuun belli başlı kaidelerinden birkaçıdır

Sevgili Peygamberimiz (asm) tevazuun her çeşidini ve en idealini hayâtında göstermiştir Kimsenin yapamadığı ve istese de ulaşamayacağı bir şekilde, tevazu ve alçakgönüllülüğün en makbulünü yaşamıştır Yaratılmışların en üstünü, makam ve mertebece en yücesi olduğu, Kur'ânı Kerimde Rabbi tarafından çeşitli defalar övüldüğü halde, hiçbir şekilde insanlar arasında Peygamberlik imtiyazını kullanmamış ve kendisini onlardan üstün göstermeye çalışmamıştır

Bu üstün ahlâkî vasfını kendi aile fertleri arasında gösterdiği gibi, Sahabîleri içinde ve henüz İslâmiyeti kabul etmemiş kimselere karşı da belli etmekten asla çekinmemiştir Böylece pekçok insanın hidayetine vesile olmuştur

Cenabı Hak kendisini kral bir peygamber olmakla, kul bir peygamber olmak arasında serbest bıraktığında o, kul bir peygamberolmayı tercih edip kabul etmiştir

Bunun üzerine İsrafil Aleyhisselâm Peygamberimize, Şüphesiz, Allah, tevazu gösterdiğin için o hasleti de sana vermiştir Kıyamet gününde insanların efendisisin Yeryüzü yarılıp kabrinden çıkacak ve ilk şefaat edecek olan da sensindemiştir

Bundan sonra Peygamberimiz uzanarak yemek yemedi Ve Bir köle nasıl yemek yerse ben de öyle yemek yerim Köle nasıl oturuyorsa ben de o biçimde otururumdiyordu

Bir defasında asasına dayanarak Sahabîlerin yanına geldi Resulullahın geldiğini gören Sahabîler hemen ayağa kalktılar Bu hareketlerini tasvip etmeyen Peygamber Efendimiz onları ikaz etti:

Acemlerin (diğer milletlerin) birbirlerini ta'zim ederek ayağa kalktıkları gibi, siz de benim için ayağa kalkmayın Çünkü ben kulun yediği gibi yiyen, kulun oturduğu gibi oturan bir kulum

Peygamberimiz çok defa elini öpmek isteyenleri ve kendisine aşırı derecede hürmette bulunanları da hoş karşılamazdı

Bir alış verişi esnasında Hz Ebû Hüreyre (ra) de yanındaydı Ebû Hüreyre'nin (ra) anlattığına göre, Peygamberimiz mal sahibine aldığı elbisenin değerinden fazla bir fiyat öder Daha sonra satıcı hemen Peygamberimizin eline sarılarak öpmek ister Peygamberimiz elini çekerek şu ihtarda bulunur:

Bu senin yaptığını Acemler krallarına yaparlar Ben kral değilim Ben sadece içinizden biriyim,

Ebû Hüreyre anlatmaya devam ediyor Sonra elbiseleri aldı Ben taşımak istedim Fakat bana şöyle hitapta bulundu: 'Kişi, kendi eşyasını taşımaya daha lâyıktır Ancak taşıyamazsa Müslüman kardeşi ona yardım eder

Peygamberimiz kendi işini kendisi yapardı İnsanların kendisine hizmet etmelerini istemezdi

Âmir bin Rebia anlatıyor:

Peygamber Efendimiz ile birlikte camiye gidiyordum Yolda Peygamberimizin ayakkabısının bağı çözüldü Ben hemen eğilip bağlamak istedim Fakat Peygamberimiz ayağını önümden çekti ve şöyle buyurdu:

Bu hareketin, başkasına hizmet gördürmek demektir Ben başkasına hizmet gördürmeyi sevmem

Peygamberimizin bu konudaki bir başka örnek davranışını Abdullah bin Abbas anlatıyor:

Peygamber Efendimiz, ne suyunun hazırlanmasını, ne de herhangi bir fakire sadaka vermeyi başkasına bırakmazdı Abdest suyunu kendisi bizzat hazırlar ve bir fakire sadaka vermek istediği zaman bizzat kendi elleriyle verirlerdi

Abdullah bin Cübeyr'in anlattığına göre, bir gün Peygamberimiz Ashabıyla birlikte yürüyerek bir yere gidiyorlardı Hava çok sıcak olduğundan, Ashabdan birisi, elbisesini Peygamberimizin başının üzerine kaldırarak gölgelemek istedi Bunu gören Peygamberimiz, Bundan vazgeç Ben ancak bir insanımbuyurdu ve elbiseyi alıp indirdi

Peygamberimiz kendisini görenlerin bir kral zannıyla çekinip titremelerini uygun bulmaz, onları teskin ederek rahatlatırdı

Bir gün bir zat Peygamberimizin huzuruna gelince, peygamberlik heybetinden titremeye başladı Bu Sahabîsinin halini gören Peygamberimiz, Kendine gel, ben bir hükümdar değilim Ben ancak Kureyş kabilesinden kurumuş tuzlu ekmek yiyen bir kadının oğluyumbuyurdu

Gerçekten de Peygamberimizi ilk defa gören, heyecanlanırdı Fakat daha sonra ondaki şefkati, yüzündeki tebessümü görünce rahatlar, görüşüp konuşunca içindeki korku sevgiye dönüşürdü

Sosyal durumu ne olursa olsun; ister zengin ister fakir, ister dul bir kadın veya bir hizmetçi olsun, hangi halde bulunursa bulunsun, Peygamberimiz herkese eşit davranır, basit yaşayışından, fakir ve hizmetçi oluşundan dolayı kimseyi aşağı görmezdi Onların da diğerleri gibi ihtiyaçlarını görür, hiç gurura kapılmazdı

Peygamberimizdeki üstün tevazuu gördükten sonra Müslüman olan Adiy bin Hatim, Peygamberimizle olan ilk anlarını şöyle anlatmaktadır:

Peygamber Aleyhisselâmın yanında akraba, kadın ve çocuklarının bulunduğunu gördüğüm zaman, anladım ki, onda ne Kisra'nın (İran hükümdarı), ne de Kayser'in (Bizans kralı) saltanatı var

Resulullah benimle birlikte evine giderken yolda zayıf ve yaşlı bir kadına rastladı Kadının yanında da küçük bir çocuk bulunuyordu Kadın onu karşıladı ve durdurdu O da durup bekledi

Bizim senden bir isteğimiz var' dediler Resulullah onların ihtiyaçlarını uzun uzun konuştu Kendileriyle birlikte gidip, işlerini gördükten sonra geldi

İçimden kendi kendime, 'Vallahi, bu zat hükümdar değildir' dedim Sonra beni evine götürdü İçi hurma lifi dolu derinden bir minder alarak bana uzattı ve:

Buyur, buna otur' dedi

Ben, 'Hayır, siz oturun' dedim

O, 'Hayır, siz' diye tekrar ettiler Oturdum Kendisi de kuru yere oturdu

Peygamber Efendimiz herkesle ilgilenirdi Hiç kimseye üstten bakmazdı Öyle ki çoğu insanların dönüp bakmadığı, yüz vermediği kişilerin dahi isteklerini yerine getirirdi Çünkü Peygamberimizin gayesi insanlara faydalı yolları göstermekti

Medine'de ağzı bozuk, şuna buna çatarak sövüp sayan, ağır ve kaba lâflar söyleyen bir kadın vardı Bu kadın bir gün Peygamber Efendimizin yanından geçerken Resulullah bir seki üzerinde oturmuş haşlanmış et yiyordu

Kadın: Şu adama bakın Bir köle gibi yere oturmuş ve kölelerin yemek yiyişi gibi yemek yiyordedi

Peygamber Efendimiz:

Benden daha köle olan bir köle var mı?dedi Kadın: Kendisi yiyor da bana vermiyordedi Peygamber Efendimiz: Gel, sen de yebuyurdu Kadın: Kendi elinle bana vermezsen yememdedi

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz kendi eliyle kadına verdiyse de kadın bu sefer:

Ağzındaki lokmayı çıkarıp bana vermezsen yememdiyerek diretti

Peygamber Efendimiz de'ağzındaki lokmayı çıkarıp kadına uzattı Kadın da hemen alıp ağzına attı Kadın bu lokmayı yedikten sonra çok hayâlı ve utangaç oldu Hiç kimseye kötü söz söylemedi Medine'nin en namuslu ve iyi kadınlarından birisi oldu

Adiy bin Hatim, cömertlikle meşhur Hatimi Tai'nin oğludur Yakınlarının bir kısmı İslâm ordusu tarafından esir edilmiş, kendisi de mağlup bir şekilde Peygamberimizin huzuruna gelmişti Peygamberimiz onu mindere oturtuyor, kendisi de yere oturuyordu Ayrıca mağlup da olsa bir düşman kumandanıyla bulunduğu bir zamanda zavallı bir kadının isteğini ihmal etmiyor, onun ihtiyacını gideriyordu

Hak namına, seviyece en basit insanlarla görüştüğü gibi, dostlarıyla, düşmanlarıyla ve herkesle, gösteriş ve merasime ihtiyaç duymadan görüşüyor, konuşuyordu Böylece insanların ileriden beri görüp alışageldikleri âdet ve görenekleri fiilen değiştiriyor, yerlerine doğrusunu ve uygun olanını koyuyordu

Arapların, insandan saymayıp hor gördükleri bir grup da kölelerdi Onlarla oturmaz, birlikte yürümez, beraber yemek yemezlerdi Bu kötü alışkanlığı da Peygamberimiz bizzat yıktı

Sahabîlerin anlattığına göre, köleler arpa ekmeğine bile davet etseler, Peygamberimiz davetlerine icabet eder, yemeklerini yerdi Çünkü onların köle olmaları basit görülmelerini, horlanmalarını gerektiren bir durum değildi

Peygamberimiz, Sahabîleriyle birlikte bulunduğu zamanlarda kendisini onlardan ayırt etmez, farklı görmezdi Onlarla beraber hareket eder, kendisi için ayrı yer seçmez, aralarına oturur, yapacakları işe iştirak eder, onlara yardımcı olur, katkıda bulunurdu

Peygamberimizin amcası Hz Abbas, Sahabîleri arasında sıkışık bir vaziyette bulunduğunu, oturduğu zamanlar gelip geçenlerin kendisini rahatsız ettiğini söyleyip, ayrı bir yerde oturmasını teklif ederek şöyle demişti:

Ya Resulallah, sizin için gölgesinde oturacağınız bir çardak yapalım

Böyle bir imtiyazı asla uygun bulmayan Peygamberimiz, Allah'ın ruhumu teslim alacağı vakte kadar ben Sahabîlerimin ökçeme basmalarına da, hırkamı çekiştirmelerine de katlanacağımbuyurarak reddetti

Bir sefer sırasında Peygamberimiz Sahabîlerinden bir koyun kesip pişirmelerini istedi Ashabdan birisi öne çıktı:

Ya Resulallah, onu kesmek benim üzerime olsundedi

Bir başkası ileri atıldı:

Ya Resulallah, pişirmesi de benim üzerime olsun

Başka bir sahabî hizmete talip oldu:

Onu yüzmesi de benim üzerime olsundiyerek kendi aralarında vazife taksimi yaptılar

Peygamberimiz de, Odun toplamak da benim üzerime olsundiyerek katılmak istedi

Sahabîler buna razı olmak istemediler:

Ya Resulallah, biz sizin yapacağınız işi de görmeye yeteriz Sizin çalışmanıza ihtiyaç yokturdediler

Bunun üzerine Peygamberimiz eşsiz tevazuunu göstererek şöyle buyurdu:

Sizin benim işimi de göreceğinizi ve kâfi geleceğinizi biliyorum, fakat ben size karşı imtiyazlı bir durumda bulunmaktan hoşlanmam Çünkü Allah, kulunu Sahabîleri arasında imtiyazlı durumda görmekten hoşlanmaz

Hendek savaşından önce Medine'nin etrafına hendek kazılırken bütün Sahabîler çalışıyor, bir an önce bitirmeye gayret ediyorlardı Yiyecek bir şey bulamadıklarından, açlıklarını bastırmak için karınlarına taş bağlıyor, o şekilde kazma sallıyorlardı

En büyük örnek olan Peygamberimiz de kendisini onlardan farklı görmeden eline kazmayı alıyor, çalışıyor, o da açlığından karnına taş bağlıyordu

Kuba Mescidinin ve Medine'deki Mescidi Nebevinin inşaatında da Peygamberimiz bir işçi gibi çalışmış, Sahabîlerle birlikte sırtında kerpiç taşımıştı

Peygamberimiz İslâmın bütün dünyaya duyurulmasına çalışırken, fetih ve zafer gibi pekçok nimete de mazhar olmuştu Fakat bu fetihlerden sonra fethedilen şehre ve topraklara girerken asla gurura kapılmıyor, büyük bir tevazu içinde yol alıyordu Hiçbir merasime ihtiyaç duymadan sade bir şekilde şehre giriyordu

Yahudilerin en büyük kalesi ve yerleşim bölgesi olan Hayber'i fethettiğinde Peygamberimiz, yuları ipten olan bir merkebin üzerinde olduğu halde şehre girmişti

Halbuki o anda Arabistan'ın en verimli toprakları eline geçmiş, hazineleri dolduran ganimete sahip olmuştu

Yine Peygamberimiz Mekke'nin fethi üzerine şehre girerken, muzaffer bir komutan olduğu halde, yine hiçbir şekilde gurura kapılmamıştı

Devesinin üzerinde Yüce Allah'a karşı başını önüne o kadar eğmişti ki, tevazuundan sakalının uçları neredeyse devesinin semerine değmekte idi Bu halde iken söyle dua ediyordu:

Allah'ım, hayât ancak âhiret hayâtıdır

Veda Haccına giderken, sırtında sadece dört dirhem değerinde bir kadife parçası, devesinin üzerinde ise semer yerine yırtık bir şilte bulunuyordu Bu durumda bile riyaya kaçar endişesiyle şöyle dua ediyordu:

Allah'ım, bu halimi riya ve gösterişten uzak kıl

Halbuki o fakir de değildi Koskoca orduları yenmiş, birçok yerler fethetmiş, çok miktarda ganimetler elde etmişti Hatta bu haccında yüz deve kurban etmişti

Peygamberimiz kendi ailesi arasında ve evi içinde de son derece mütevazı idi Zaten çok sade bir hayât yaşardı Zaman zaman ev işlerinde hanımlarına yardımda bulunurdu Elbisesini yamar, ayakkabıları yırtıldığı zaman söküklerini diker, kendi hizmetini kendisi görürdü Ev süpürür; deveyi bağlar, yemler, koyunları sağar; alış verişi kendisi yapar ve aldıklarını kendisi taşırdı Hizmetçisiyle birlikte oturup yemek yer ve onunla beraber hamur yoğururdu

Hz Âişe validemiz, Hz Hasan ve Ebû Said elHudri, Peygamberimizin aile hayâtını böyle anlatıyorlardı

Peygamberimiz ne kilitli kapılar arkasına çekilir, ne perdeler arkasına dikilir, ne de önüne tabaklarla yemek taşınırdı Toprak üzerine oturur, yemeğini de yerde yerdiO tevazu gösterdikçe yükseliyordu, yüceliyordu

Allah için tevazu gösteren kimseyi Allah yüceltirbuyuruyor, hem de bizzat en mükemmel şekilde yaşıyordu

Hazreti Hüseyin, babası Hazreti Ali'den dedesi Resulullahın dışarıda nasıl davrandığını öğrenmek ister Hazreti Ali de Efendimizi şöyle anlatır:

Peygamber Efendimiz önemli bir iş olmadıkça konuşmazdı Çevresiyle hep güzel ilişkiler kurar, onları ürkütücü bir davranışı olmazdı

Her toplumun ileri gelenine özel ilgi gösterir ve onları başkan olarak göreve getirirdi İnsanları gözü gibi sakınır, hiçbirinden güleryüzünü ve tatlı dilini esirgemez, onların üstüne titrerdi

Sahabîlerini, yokluklarında arayıp sorar, durumlarını takip ederdi Karşılaştığı insanlara 'Ne var, ne yok?' diye çevrede olup bitenleri sorardı Güzel olan herşeyi beğendiğini ifade eder, onu desteklerdi Kötü olan şeye de tepkisini gösterir ve onu çürütücü bir tavır takınırdı

Peygamberimizin bütün hareketleri uyumlu idi Tutarsız hiçbir davranışı yoktu Sahabîlerin kendi özel işlerini ihmal etmeleri veya bıkkınlık duymaları endişesiyle onlar adına kendisi hep tetikte dururdu

O her durum karşısında tedarikli idi Her problemin çaresini bulurdu Onun yanında insanların en faziletlisi, başkalarına iyiliği en yaygın olanlardı; mertebesi en yüksek olanlar da, halkın dertlerine en iyi şekilde ortak olan ve onlara yardım elini uzatan kimselerdi

Hazreti Hüseyin babasına Peygamber Efendimizin toplantılardaki halini, sohbet şeklini sorar, Hazreti Ali onu da şöyle anlatır:

Peygamberimizin kalkması da, oturması da zikir üzere idi Allah'ın adını dilinden düşürmezdi Toplantı halinde olan bir topluluğa varsa, baş köşeye geçmez, meclisin hemen bir kıyısına oturuverirdi, çevresinin de böyle yapmasını isterdi

Peygamberimizin bu husustaki tavsiyesi şöyleydi: 'Herhangi biriniz bir toplantı yerine vardığında bir baksın, şayet oturacak yer gösterirlerse oraya otursun, değilse gördüğü en uygun yere ilişiversin'

Peygamberimiz birlikte oturduğu kimselerin seviyelerine göre herbirinin halini hatırını sorar, onlara iltifat ederdi Çevresindekilere öylesine candan davranırdı ki, orada hazır olanların hepsi de Resulullahın yanında en değerli kimsenin kendisi olduğu kanaatine varırdı

Bir kimse Peygamberimizin huzurunda gereğinden fazla oturursa veya bir ihtiyacını iletmek düşüncesiyle huzura gelse, o kişi kendiliğinden kalkıp gidinceye kadar sabrederdi Kendisinden bir istekte bulunan kimseyi, ya istediğini yerine getirir veya tatlı bir dille gönderir, fakat hiç boş çevirmezdi

Onun cömertliliği, tatlı dili, güzel ahlâkı insanlar arasında öyle yayılmıştı ki, âdeta halkın babası gibi olmuştu

Onun yanında bütün insanlar da, hiçbiri arasında hak ayırımı yapılmayan aynı düzeydeki evlatlar gibiydi

Peygamber Efendimizin toplantıları hep ilim, haya, emanet ve sabır gibi ahlâkî değerlerin öğretildiği bir meclisti Huzurunda kimse sesini yükseltmez, hiç kimsenin gizli ve özel halleri konuşulmaz, orada meydana gelen noksan taraflar ve hatalar dışarı sızdırılmazdı

Onun meclisinde herkes eşit durumdaydı Ancak bir diğerine karşı takva ile üstünlük kazanabilirdi Herkes tevazu üzereydi Orada yaşça büyük olanlara saygı gösterirler, küçüklere de sevgiyle davranırlardı

Toplantıda ihtiyaç sahiplerine öncelik tanırlar, özellikle garip olanlara ayrı bir ilgi gösterirlerdi

Peygamberimizin tevazu öğütleri:

Peygambembirimizin mütevazı olmamız konusunda birçok öğütleri vardır Bunlardan bazıları şöyle:

Ebû Said elHudri rivayet ediyor Peygamberimiz şöyle buyurdu:

Allah için bir derece mütevazı olan kimseyi Allah bir derece yüseltir Sonunda onu Firdevs Cennetinin en yüksek yerine çıkarır Allah'a karşı bir derece kibir gösteren kimseyi Allah alçaltır Sonunda onu Cehennemin en alçak tabakasına indirir

• • •

Hz Ömer minberde şöyle hitap ediyordu: Ey insanlar! Mütevazı olunuz Çünkü ben Peygamberimizin şöyle buyurduğunu işittim: Allah için mütevazı olanı Allah yükseltir

• • •

Ebû Hüreyre'nin rivayetine göre Peygamberimiz şöyle buyurdu:

Müslüman kardeşine karşı mütevazı olan kimseyi Allah yüceltir Müslüman kardeşine karşı üstünlük taslayan kimseyi de Allah alçaltır

Abdullah bin Mes'ud'un rivayetine göre Peygamberimiz şöyle buyurdu:

Kim büyüklenir, övünürse Allah onu alçaltır Kim de Allah korkusundan dolayı mütevazı olursa Allah da onu yüceltir

• • •

Rekbu'lMısrî'nin rivayetine göre Peygamberimiz şöyle buyurdu:

Vakarını, ağırbaşlılığını koruyarak tevazu eden, şerefini düşürmeden alçakgönüllü olan, günaha girmeden kazancını doğru yolda harcayan, düşkünlere ve yoksullara merhamet eden, ilim ve hikmet sahipleri ile kaynaşan kimseye ne mutlu!

Kazancı temiz olan, içi dışı pak olan, insanlara şerrini bulaştırmayan, bildiklerini yaşayan, malının fazlasını Allah yolunda sarfeden, verdiği sözü tutan kimseye ne mutlu!

• • •

Abdullah bin Abbas'ın rivayetine göre Peygamberimiz şöyle buyurdu:

Her insanın başında bir tarafı meleğin elinde bulunan bir halka vardır İnsan tevazu gösterince meleğe, 'Halkayı kaldır' denir Büyüklük tasladığında ise 'Halkasını bırak' denir

• • •

Hz Huzeyfe anlatıyor:

Peygamberimizle birlikte bir cenazede bulunduk Buyurdular ki:

Size Allah'ın kullarının en şerli olanını bildireyim mi? Kaba ve kibirli olan

Size Allah'ın kullarının en hayırlı olanını bildireyim mi? Zayıf ve alçakgönüllü, eski iki gömleği olan, kendisine önem verilmeyen kimsedir Eğer herhangi bir şey için Allah'a yemin etse, Allah onu kendisine ihsan eder

Iyaz bin Himar'ın rivayetine göre Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

Allah bana mütevazı olmanızı bildirdi Sakın kimse kimseye karşı övünmesin, kimse kimseye zulmetmesin

Harise bin Vehb'in rivayetine göre Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

Size Cennetlik olanları haber vereyim mi? Zayıf ve mütevazı kimsedir O Allah'a yemin ederse Allah ona ihsan eder Size Cehennemlik olanları da haber vereyim mi? İnsanlara eziyet eden, kaba davranan ve kibirli olan kimsedir

PEYGAMBERİMİZİN HİLMİ VE YUMUŞAK HUYLULUĞU

Hilm; yumuşak huylu, yavaş, uslu, sessiz, sakin olmak, heyecana kapılmayıp öfkeyi yenmek, nefsine hakim olup kızmamak, gücü yettiği halde affetmek, hoşa gitmeyen şeyler karşısında sabredip tahammül göstermek, tahrik edici sebepler karşısında soğukkanlılığı korumak, vakarlı ve ağırbaşlı bulunmak, acı ve ıstırap verici hareketlerle yüzyüze gelince kendini tutma gibi anlamlara gelen güzel bir ahlâktır

Peygamberimiz, peygamberliğinden önce de, sonra da insanların en halîmi, en yumuşak huylusuydu Hayâtı boyunca meziyetini devam ettirmiştir Cenabı Hak da kendisini korumuş ve bu sıfatından dolayı övmüştür

Âli İmran Sûresinin 159 âyetinde, Allah'ın bir rahmet eseridir ki, sen onlara karşı yumuşak davrandın Eğer huysuz ve katı kalpli birisi olsaydın muhakkak onlar senin etrafından dağılıp giderlerdibuyurmaktadır

Peygamberimiz şahsına yapılan kötülüklerden dolayı hiçbir şekilde intikam almayı düşünmemiştir Ayrıca o, insanların en az kızanı, en çabuk razı olanı ve bağışlayanı idi

Allah'ın emirlerini insanlara anlatmaya çalıştığı sırada, Kureyş müşrikleri ona her türlü hakarette bulunuyordu Onunla alay ediyor, ölüm tehdidinde bulunuyor, geçtiği yollara çalıçırpı dikenler seriyor, üzerine pislik atıyor, boynuna kement atarak sürüklemeye çalışıyorlardı Bununla da kalmayıp, ona sihirbaz, büyücü, kâhin, şair diyorlar; öfkelendirip kızdırmak için her türlü yola başvuruyorlardı Fakat o, kendisine yapılan bütün bu hakaretlere tahammül ediyor, kızmıyordu

Aslında kim olursa olsun, herkesin içinde hakarete uğrayan insan muhakkak kızar, öfkelenir, tepki gösterir, karşılık vermeye çalışır Ancak bunların hiçbirini Peygamberimizde görmek mümkün değildi O gayet sakin, engin ve sabırlı ve tahammüllü idi Üzerine aldığı görevi, İlahî daveti sağ salim, sağlıklı biçimde yerine getirmeye çalışıyordu Kendisine yapılan eziyetlere karşılık vermeyişi de bundan dolayı idi

Peygamberimiz Mekke'de kurulan Zülmecaz Panayırında insanlara İslâmı anlatırken o sırada kendisini dinlemiş olan birisi şöyle anlatıyor:

Hz Muhammed (asm) Allah'ın bir olduğunu, Ona inananların kurtulacaklarını ilan ediyordu Ebû Cehil de onun üzerine toprak atıyor, 'Ey insanlar, bu adamı dinlemeyin, sizi dininizden vazgeçirmeye çalışıyor Sizi putlarımız olan Lât ve Uzza'dan uzak tutmak istiyor' diye yaygara yapıyordu Peygamberimiz ise bu tahriklere hiç aldırmıyor, bir kere olsun dönüp Ebû Cehil'in yüzüne bile bakmıyordu O kendi görevini yapmaya çalışıyordu

Yine bir gün Peygamberimiz, Sahabîlerden hasta olan Sa'd bin Ubade'yi ziyarete gidiyordu Yolda münafıkların elebaşlarından Abdullah bin Ubey'in de bulunduğu bir topluluğa rast geldi

Orada bir müddet durdu İbni Ubey Peygamberimize sataşmaya başladı Ve küstahça, Dikkat etsene adam, hayvanın yerden toz kaldırıyor, buradan uzaklaş, hayvanın bizi rahatsız ediyordiyerek ileri geri konuşmaya durdu

Peygamberimiz oradakilere selâm verdikten sonra bazı şeyler anlattı

İbni Ubey, halkın Peygamberimizi dinlediğini görünce iyice çığırdan çıktı ve; Bize Müslümanlıktan bahsedip durma, sana gelen olursa ona istediğini anlatırsındiyerek, hakarete varan sözler sarf etmeye başladı Fakat Peygamberimiz onun terbiyesizliğine bir karşılık vermiyor, anlatmaya devam ediyordu

Buna karşılık büyük şair Abdullah bin Revaha ayağa kalktı:

Ya Resulallahdedi, buraya her zaman geliniz, bize konuşma yapınız, sizi çok seviyoruzdiye sevincini dile getirdi

Bu sırada Müslümanlarla münafıklar arasında tartışma başladı Kavga edecek duruma geldiler Çok sakin davranan ve hiç öfkelenmeyen Peygamberimiz, onları yatıştırdı ve daha sonra oradan ayrıldı ve yoluna devam etti

Yahudiler millet olarak Peygamberimizin amansız düşmanıydı Kinci, kıskanç, açgözlü, dünya düşkünü bir karakter taşıyorlardı Ayrıca Yahudiler Araplardan ayrı olarak eğitime, bilgiye ve okumaya önem veriyorlardı Bunun için bütün üstünlüklere kendileri sahip olmalıydı En zengin insan, en bilgili, en etkili insan kendi içlerinden çıkmıştı

Âhirzaman Peygamberinin aralarından çıkmasını bekliyorlardı Ne zaman ki, Peygamberimiz, peygamber olarak sesini duyurmaya başladı, Yahudilerdeki kıskançlık ve düşmanlık ayyuka çıktı Peygamberimize en çirkin tuzağı kuruyorlar, vücudunu ortadan kaldırma yollarını deniyorlardı

Bir defasında Yahudinin birisi Peygamberimize büyü yaptı Bunun üzerine Peygamber Efendimiz hastalanıp yatağa düştü Rahatsızlığı birkaç gün sürdü Sonunda Cebrail Aleyhisselâm geldi, durumu Peygamberimize haber verdi:

Muhammed, Yahudilerden biri seni büyülemiş ve üfürüp düğümlediği ipliği falanca kuyuya atmış Birini gönder de, onu kuyudan çıkarsın

Peygamber Efendimiz Hazreti Ali'yi gönderdi, o düğümlü ipliği kuyudan çıkartıp getirtti Düğümler açılır açılmaz Efendimiz sanki bağları çözülen bir kimse gibi oldu, rahatladı

Bununla birlikte Peygamberimiz âhirete göçünceye kadar bildiği halde bu durumu o Yahudinin yüzüne vurmadı

Fakat aynı zamanda içlerinde hakperest, hakkı ve doğruyu arayanlar da vardı Çünkü ellerindeki kitapta Peygamberimizin özelliklerini ve güzelliklerini anlatan epeyce işaretler ve bilgiler vardı

Peygamberimizin Tevrat'ta anlatılan ve yer verilen en belli vasıflarından birisi de hilmidir Yumuşak huyluluğuna, insanları İslama davet ederken gösterdiği tahammül ve sabra Tevrat'ta işaret ediliyordu

Yahudi bilginleri, Peygamberimizin Tevrat'ta bulunan pekçok sıfatını bizzat gözleriyle görüp tanımışlardı Bazıları ise hâlâ araştırmaya devam ediyordu Peygamberimizin Tevrat'ta anlatılan bütün sıfatlarını görecekler, ondan sonra iman edeceklerdi

Bu Yahudi bilginlerinden birisi, Onun Tevrat'ta, övülen sıfatlarından, kendisinde görmediğim, denemediğim, hilm sıfatından başka hiçbirisi kalmamıştıdiyerek, bunu da denemek ister ve sonrasını şöyle anlatır

Ben kendisini alış veriş sonunda belli bir vade ile otuz dinar borçlandırmış, borcun tahsiline bir gün kala gidip, 'Ya Muhammed, hakkımı öde Zaten siz Abdülmuttalip oğullarının âdeti borçlarını zamanında ödemeyip, uzatıp durmaktır' dedim

Bunun üzerine Ömer bana, 'Ey pis Yahudi, vallahi, Resulullahın evinde olmasaydın, gözünü patlatırdım' dedi

Resulullah (asm) Ömer'e, Ey Hafs'ın babası, Allah seni bağışlasın Biz senden, başka türlü bir davranış beklerdik Bana, onun bende olan hakkını güzellikle ödememi söyleyecektin; ona da, alacağını tahsil ederken yardımcı olacaktın ve daha nazik davranmasını söyleyecektin' buyurdu

Benim Resulullaha karşı cahilce, kaba ve sert davranışım, Resulullahın yumuşaklığını arttırmaktan başka bir şey yapmadı

Bana, 'Ey Yahudi, sana borcumu yarın sabah ödeyeceğim' buyurduktan sonra Ömer'e, 'Ey Hafs'ın babası, onu yarın sabahleyin istediği hurma bahçesine götür, beğenirse kendisine şu kadar ver Verirken de sana şu kadar fazla veriyorum de Eğer bu bahçedekine razı olmazsa, falan bahçeden şu kadar ver' buyurdu

Ertesi gün Ömer beni hurmasını beğendiğim bahçeye götürdü Oradan Resulullahın dediği kadar hurma verdi Emrettiği fazlalığı da ekledi

Yahudi, Peygamberimizdeki alacağını bu şekilde tahsil ettikten sonra kelimei şehadet getirir ve Müslüman olur Niçin Müslüman olduğunu da Hz Ömer'e şöyle açıklar:

Ey Ömer, biliyor musun, Resulullaha niçin böyle davrandım? Çünkü Resulullahın Tevrat'ta yazılı bulunan bütün özelliklerini ve ahlâkını bütünüyle onun üzerinde gördüm Görmediğim sadece hilmi ve yumuşaklığı kalmıştı Bugün de hilmini denedim, onu da aynen Tevrat'ta yazılı olduğu şekliyle buldum Sen şahit ol, şu hurmayı ve servetimin yarısını fakir Müslümanlara bağışlıyorum

Daha sonra bu Yahudi ailesinden yaşlı bir adamın dışında herkes Müslüman oldu Peygamberimizin sabrını ve yumuşaklığım sadece bir hadisede göstermesi dahi pekçok insanın iman etmesine sebep olmuştu

Efendimiz kendisine karşı çıkan, gereksiz sözler eden insanları da olgunlukla karşılar, hoşgörü gösterir ve yumuşak davranırdı Herkesin yapamayacağı, yapması mümkün olmayan güzel ahlâk örnekleri sergilerdi Ebû Said elHudrî anlatıyor

Peygamber Efendimiz, Huneyn Savaşı sonrası düşmandan kalan ganimet mallarım Sahabîlerine dağıtıyordu Sahabîlerden bazılarına fazla ganimet veriyordu Bu arada Akra bin Hâbis'le Uyeyne bin Hıns'a yüzer deve verdi

Bunun üzerine Temim oğullarından ZülHuveysıra adında birisi geldi ve;

Yâ Resulallah adaletten ve hakkaniyetten ayrılma Vallahi bu dağıtımda Allah rızası aranmamıştırdiye itiraz etti

Peygamberimiz üzüldü ve şöyle cevap verdi:

Yazıklar olsun sana, ben âdil davranmazsam, kim davranır? Eğer ben adaletli yürütmüyorsam büyük bir zarara uğramış olurum Allah, Musa'ya rahmet eylesin O bundan daha ağır sözlerle incitildiği halde sabretmiştir

Yeni Müslüman olmuş ve İslâmın yüce ahlâk esaslarını bütün varlığı ile benimseyip olgunlaşma fırsatını henüz bulamamış bedevilerin kaba ve sert davranışları olurdu Eğitimsiz bir milletti, üstelik medeni imkânlardan mahrum bir hayât yaşıyorlardı Birtakım olumsuzluk sergilemelerinin temeli de buydu zaten

Bir keresinde Peygamberimiz Mescitte Sahabîleri ile birlikte oturmuş sohbet ediyorlardı Bedevinin biri içeri girdi ve iki rekât namaz kıldıktan sonra ellerini açtı ve şöyle dua etti:

Allah'ım, bana ve Muhammed'e rahmet et Başka da kimseye rahmet etme

Bedevinin bu duasını duyan Peygamberimiz, Çok geniş olan Allah'ın rahmetine sınır çektinbuyurarak bedevinin hatasını düzeltti

Bedevi biraz sonra kalktı ve gitti Mescidin bir tarafına abdestini bozdu Sahabîler onu bu halde görür görmez adamı linç etmek için ayağa kalktılar ve başına üşüştüler

Peygamberimiz onlara müdahale etti ve şöyle buyurdu:

Onu bırakınız İşini görsün Sonra oraya bir kova su dökersiniz Çünkü siz kolaylaştırıcı olarak gönderildiniz, güçleştirici olarak değil

Sonra bedeviyi yanına çağırdı, şu dersi verdi:

Bu mescitler ne abdest bozmak için, ne başka pislik yapmak için değildir Buralar Allah'ı anmak, namaz kılmak ve Kur'ân okumak için yapılmıştır

Aslında bu olaya Sahabîlerden çok Peygamberimizin kızması gerekirdi Çünkü kendi eliyle yaptırdığı ve sadece ibadet maksadıyla kullanılan Mescide birisi geliyor, büyük bir hakarette bulunuyordu Fakat Peygamberimiz biliyordu ki, bedevi bu işi kasden yapmamıştı Bilmeyerek yapmıştı Bunun için ona kızıp bağırmak bir fayda vermezdi

Anlayış göstermek, hoşgörülü davranmak, yumuşak davranmak, bağışlayıcı olmak, tahammüllü olmak, olumsuz davranışlarla muhatap olunca bir mana kazanır Yoksa sıradan olaylar karşısında herkes sakin ve sabırlı olur Peygamberimiz her konuda olduğu gibi, hilmi ve yumuşaklığı ile de bambaşkaydı Hatta bir taneydi Onun üstüne bir diğerini düşünmek mümkün değildi

Peygamberimizin hilim ve yumuşaklığının bir örneğini de Enes bin Mâliki anlatıyor:

Peygamberimizle birlikte yürüyordum Üzerinde Necran kumaşından yapılmış sert yakalı ve kaba bir hırkası vardı Bedevinin biri koşarak geldi, Peygamberimizin arkasından yetişti ve cübbesini şiddetli bir şekilde çekti Peygamberimiz bedevinin göğsüne doğru donuverdi birdenbire Hırkası yırtıldı ve yakası boynunda kaldı Peygamberimizin ensesine baktım, kuvvetli çekişinden dolayı sertliği orada iz bıraktı Sonra bedevi:

Muhammed! Develerimi buğdayla yükle Çünkü sendeki mal ne senindir, ne de babanındır

Bedevinin yaptığı, çok kaba ve görgüsüzce bir davranıştı Peygamberimiz üzüldü Bedeviye döndü ve;

Önce beni incittiğin için özür dilededi Bedevi, Hayır özür dilemiyorumşeklinde karşılık verdi

Oysa Peygamberimiz bedeviye bir nezaket dersi vermek istiyordu Fakat adam hiç de oralı değildi

Peygamberimiz, bedevinin kabalığına bakmayarak Sahabîlerine döndü:

Bu adamın develerinin birine arpa, diğerine hurma yükleyinbuyurdu

Adam sevinerek gitti Sahabîler de Peygamberimizin bu güzelliğine hayran kaldılar

Peygamberimiz emri altında bulunan ve hizmetini gören kimselere de son derece yumuşak davranır, onlara kızmaz, kalplerini kırmazdı Onlar dediğini yapmasalar, ihmal de etseler, sadece yumuşakça ve nazikçe sebebini sorardı

Uzun yıllar hizmetinde kalan Enes bin Malik, Peygamberimizin ahlâkını şöyle anlatıyor:

Resulullaha (asm) on sene hizmet ettim Bana ne 'Öf dedi, ne de yapmadığım bir iş için 'Keşke onu yapsaydın' ve yaptığım bir iş için de 'Bunu niye yaptın?' dedi

Hz Enes, bir ihmalinden dolayı Peygamberimizin kendisini ikaz edişini şöyle anlatır:

Resulullah, bir gün beni bir iş için bir yere gönderdi Ben 'Vallahi gitmem' dedim Halbuki içimden Resulullahın beni gönderdiği yere gitmek geliyordu Dışarı çıktım, çocukların yanına uğradım, onlar sokakta oynuyorlardı Ben de aralarına karıştım, oynamaya başladım Derken Resulullah geldi, arkamdan başımı tuttu Yüzüne baktım, gülüyordu:

Enescik, seni gönderdiğim yere gittin mi?' diye sordu Evet, gidiyorum yâ Resulallah' dedim

• • •

Bir seferinde de Peygamberimiz Hz Âişe'ye şu tavsiyede bulunuyordu

Ey Âişe, yumuşak davran Zira yumuşaklık bir şeyde bulunursa mutlaka onu süsler, bir şeyden çıkarsa onu da çirkinleştirir

Peygamberimiz gerçek yiğitliğin ve kahramanlığın maddî güç ve kuvvette olmadığını, esas yiğitliğin öfke anında sakin bulunmakta ve öfkesini yenip yumuşak davranmakta olduğunu bildiriyordu

Abdullah bin Mes'ud anlatıyor:

Resulullah 'Siz aranızda kimi yiğit sayarsınız?' diye sordu

Biz de 'Kendisini pehlivanların yıkamadığı, mağlup edemediği kimseyi' dedik

Resulullah, 'Hayır, o pehlivan değildir, asıl pehlivan öfke anında kendisine hakim olabilen, kendisini tutabilendir' buyurdu

Bu yönüyle de Peygamberimiz gerçek bir yiğit ve pehlivandı Onun bu yönünü düşmanları bile yıkamamış, mağlup düşürememiş, alt edip istediklerini yaptıramamışlardı

Peygamberimiz yalnız şahsına yapılan, nefsine karşı işlenen hataları yumuşaklıkla karşılardı; Allah'a ve imana yapılan bir hücum olunca asla susmaz, gereken cevabı verirdi

Onun yumuşak huyluluğundaki asıl maksadı, iman ve İslâmın güzelliğini muhtaç gönüllere sunmaktı

Yumuşak huyluluk hakkında hadisler:

Amr bin Şuayb rivayet ediyor Peygamberimiz şöyle buyurdu:

Allah Teâlâ kıyamet gününde varlıkları topladığı vakit bir ses yükselir:

Fazilet sahipleri nerede?Buyurdular ki:

Pek az kimseler kalkar ve bunlar sür'atle Cennete giderler, onları melekler karşılar ve derler ki:

Sizin sür'atle Cennete gittiğinizi görüyoruz Sizler kimlersiniz?

Onlar da derler ki:

Bizler fazilet sahibi kimseleriz

sorarlar:

Faziletiniz nedir?

Onlar da:

Zulme uğradığımız vakit sabrederdik; bize kötülük edilince de yumuşak davranırdık

Bunun üzerine onlara:

Cennete giriniz İyi iş işleyenlerin mükâfatı ne güzeldirdenilir

Cerir bin Abdullah rivayet ediyor Peygamberimiz şöyle buyurdu:

Muhakkak Allah Teâlâ sertlik ve kabalığa vermediği şeyleri (mükâfatı) rıfk ve yumuşaklığa verir Allah bir kulu sevdiği zaman da ona rıfkı ihsan eder Rıfktan mahrum olan bir ev halkı her şeyden mahrum olurlar

• • •

Hazreti Âişe rivayet ediyor: Peygamberimizin şöyle buyurduğunu işittim:

Kızdırıldığı halde kızmayıp yumuşaklık gösteren ve sabreden kimse Allah'ın sevgisine erer

• • •

Ubade bin Sâmit anlatıyor:

Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

Allah Teâlânın şerefleri nasıl değerlendirdiğini ve derecelerini nasıl yükselttiğini bildireyim mi?

Sahabîler:

Evet, bildir yâ Resulallah!

Peygamberimiz şöyle buyurdu:

Sana karşı cahilce hareket edene yumuşak ve sabırlı olursun, sana zulmedeni bağışlarsın, sana vermeyene sen verirsin ve senden ilgisini kesenle sen yine ilgilenirsin

• • •

İbni Mes'ud rivayet ediyor: Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

Cehenneme haram olan veya Cehennem kendisine haram olan kimseyi size haber vereyim mi?

Cehennem her yumuşak huylu, sakin ve kolaylık gösterenlere haram kılınır

• • •

Hazreti Âişe rivayet ediyor: Peygamberimiz şöyle buyurdu:

Allah Teâla rıfk sahibidir ve her işte rıfk ve yumuşaklığı sever

• • •

Hazreti Ali rivayet ediyor: Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

Kul, hilim ile gündüzleri oruç tutan, geceleri ibadetle geçirenlerin derecesine yükselir

• • •

Abdurrahman bin Avf anlatıyor: Peygamberimize bir kişi geldi ve şöyle dedi:

Yâ Resulallah! Bana birkaç kelime öğret ki, onlarla huzur bulayım Çok uzun olmasın ki, unuturum

Peygamberimiz şöyle buyurdu: Öfkelenme!

• • •

Atiyye esSa'diyy rivayet ediyor: Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

Öfke şeytandandır Şeytan da ateşten yaratılmıştır Ateş ise ancak su ile söndürülür Bundan dolayı öfkelendiğiniz zaman abdest alın

• • •

Ebû Zerr rivayet ediyor:

Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

Biriniz öfkelendiği zaman ayakta ise hemen otursun Öfkesi geçerse iyi, fakat geçmezse o zaman da yan tarafına yaslansın

• • •

Hazreti Câbir rivayet ediyor: Peygamberimiz şöyle buyurdu:

Üç şey kimde bulunursa Allah onu himayesine alır ve onu Cennetine koyar Bunlar:

Zayıflara yumuşak davranmak

Annebabaya şefkatli davranmak

Emri altında bulunan hizmetçilere iyilik etmektir

• • •

Ebû Ümâme rivayet ediyor:

Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

Allah Teâlâ yumuşaklığı, güzel davranışı sever ve ondan hoşlanır; sertliğe, şiddetli hale yapmadığı yardımı ona yapar

• • •

Hazreti Âişe anlatıyor: Peygamberimiz şöyle buyurmuştur:

Yâ Âişe rıfk sahibi ol Çünkü Allah Teâlâ bir ev halkına hayır dilediği vakit onlar arasında yumuşaklık ve uysallık verir

• • •

Abdullah bin Mes'ud rivayet ediyor:

Rıfk, bereket ve uğurdur Sertlik (ve cehalet, ahmaklık ve kabalık ise) uğursuzluktur

• • •

Hazreti Âişe'ye kır gezisine çıkmaktan soruldu O da şöyle dedi:

Peygamberimiz bu vadilere çıkardı Bir keresinde kır gezisine çıkmak istedi Bana binek için kullanılmayan sadaka develerinden hırçın bir deve gönderdi ve şöyle buyurdu:

Yâ Âişe, sen yumuşak davran Çünkü yumuşaklık bir şeyde bulunursa mutlaka onu süsler Bir şeyden çıkarsa mutlaka onu çirkinleştirir

PEYGAMBERİMİZİN HAYASI

Haya, hoşa gitmeyen yahut terk edilmesi yapılmasından daha uygun olan, bir şeyin yapılması esnasında yüzünde beliren ince kızarma hali olarak tanımlanır Utanma, sıkılma manalarına da gelen haya, en geniş şekliyle İslâm ahlâkında yerini bulmuştu

Bu ahlâk en mükemmel haliyle yine Peygamberimizde görülmektedir Peygamberimiz her türlü temiz huyda olduğu gibi, haya bakımından da insanların en üstünü ve en utangacı idi

Peygamberimiz son derece haya sahibiydi Görülmesi ve açılması ayıp sayılan şeylere karşı gözü kapalı, âdeta yumuktu Bu hususta da insanların en edeplisiydi

Ebû Said elHudri, Peygamberimizin fevkalâde haya sahibi olduğunu ifade ederek şöyle demektedir:

Peygamber (asm) öyle bir haya ve edep sahibiydi ki, kimseye hoşlanmadığı şeyle hitap etmezdi

Peygamberimizin haya ve edebinin üstünlüğü, o zamanlar Arabistan ve diğer ülkelerle kıyas edilirse daha açık bir şekilde görülebilir Çünkü o devirde insanlığın haya ve edep adına hiçbir şeyden haberi yoktu

Araplar herkesin gözü önünde çıplak olarak yıkanır Hatta bazen Kabe'yi bile çırılçıplak tavaf ederlerdi Utanmak ve ayıp diye bir şey bilmiyorlardı

İşte Peygamberimiz, yaratılışı gereği Arapların bu çirkin halinden tiksinir, rahatsızlık duyardı İslâmı insanlara duyurmaya başladıktan sonra Sahabîlerine her fırsatta edep ve haya dersi veriyordu Cahiliyeden kalma âdetleri temelinden kaldırıyor; yerine Allah'ın razı olduğu en güzel ahlâk kurallarını yerleştiriyordu

Abdullah bin Mes'ud'un rivayetine göre, bir gün Resuli Ekrem Efendimiz, Sahabîlere şu tavsiyede bulundu:

Yüce Allah'tan hakkıyla, gerçek haya ile haya edinizbuyurunca, Sahabîler:

Ya Resulallah, Allah'a hamd olsun, biz Allah'tan haya edip utanıyoruzdediler

Bunun üzerine Hz Peygamber (asm) şu tavsiyede bulunur:

Haya etmek böyle değildir Allah'tan hakkıyla haya etmek, başı ve başın taşıdığı organları, karnı ve karnının içine doldurduğu organları, haramdan korumak, ölümü ve toprak altında çürümeyi hatırda tutmaktır Âhireti isteyen kişi de dünyanın zinetini bırakır İşte, kim böyle yaparsa, Allah'tan gerçek manada haya etmiş olur

Peygamberimizden haya dersi alan Sahabîler o derece yücelmişlerdi ki, onların her hareket ve davranışlarında edep ve hayanın bir yönünü görmek mümkündü

Yaratılışları icabı her türlü kusur ve hatadan uzak bulunan, çirkin ve kötü şeylere yanaşmayan meleklerin bile haya edip utandıkları Hz Osman, bu bakımdan bir sembol haline gelmişti Bazı zamanlar Peygamberimiz onun hayasını açıkça takdir ve methederdi

Peygamber Efendimiz insanların kusurlarını görmez, bazen görmezden gelir, çok zaman gözünü çevirir, kusurunu görse de yüzüne vurmaz, o kişiyle arasındaki saygı ve sevgi perdesini yırtmazdı

Ancak bazı kusurlar vardı ki, o kusuru o insanın düzeltmesi gerekirdi Çünkü o kişi o kusurun ya farkında değildir veya o davranışın bir ayıp ve kusur olduğunu bilmemektedir

Bir de kusur düzeltirken karşı taraf mahcup edilmemeli, herkesin içinde onun yanlışları, eksik yanları, ayıp ve eksikleri yüzüne vurulur şeklinde söylenmemelidir

İşte Sevgili Peygamberimiz bütün bunlara dikkat eder, ona göre insanlara davranırdı

Peygamberimize yıllarca hizmet etmiş ve onun terbiyesi altında yetişmiş olan özel talebesi Enes bin Mâlik anlatıyor:

Peygamber Efendimiz bir adamın elbisesinde sarı bir leke gördü Fakat adama bir şey söylemedi Adamcağız kalkıp gittikten sonra Sahabîlere:

Ona söyleyin de o lekeyi temizlesinbuyurdu

Çünkü Peygamber Efendimiz hoşlanmadığı herhangi bir şeyi bir kimsede gördüğü zaman, yüzyüze ona söylemeye yüzü tutmazdı

Bir başka seferinde benzer bir olayda Peygamberimizin tavrını yine Hz Enes'ten dinleyelim:

Bir gün Peygamberimizin huzuruna bir adam geldi Sarı renkli bir koku sürünmüştü Süründüğü koku rahatsız edici bir şekilde çevreye dağılıyordu

Peygamberimiz sevmediği, hoşlanmadığı bir şey görürse, o kişinin yüzüne vurmaz, söylemezdi O adamı üzüp hatırını kırmazdı Bu sebepten, o adam dışarı çıkınca yakınlarına şöyle buyurdu

Keşke şu adama sarı renkli kokuyu sürünmemesini söyleseydiniz de yüzündekini yıkasaydı

Peygamberimizin hayası başkalarının kusur ve ayıplarını hatırlatmaya ve söylemeye meydan vermezdi Söylenmesi gerekse dahi, doğrudan değil de, dolaylı olarak uyarıda bulunurdu

Aynı şekilde birisinden kötü bir şey duyduğu, hoşuna gitmeyen bir söz işittiği zaman da benzer biçimde davranır, o adamın yüzüne vurmazdı

Falanca adam niçin böyle konuşuyor?demez, Bazı kimseler niçin böyle konuşuyorlar?derdi

Bu konuyla ilgili bir başka halini Hazreti Âişe annemiz anlatıyor:

Peygamberimize, bir kimsenin hoş olmayan bir şeyi yaptığı bildirilince, Neden falan kimse böyle diyor, böyle yapıyor?demez, genel anlamda Niçin böyle yapıyorlar ve diyorlar?şeklinde konuşurdu

Böylece, o kimseyi yaptığı işten veya söylediği çirkin bir sözden alıkoyar, fakat o adamın ismini vermezdi

Yine Hz Âişe validemizin ifadelerine göre, Peygamberimiz edebe aykırı bir söz söylemez, böyle bir söz söylemeye kesinlikle teşebbüs bile etmezdi Çarşı ve pazarda herkesi rahatsız edecek şekilde yüksek sesle konuşmazdı Kötülüğe aynı ile karşılık vermez, aksine, hoşgörülü davranır veya affederdi Hoşlanmayacağı bir şeyi söylemek zorunda kalsa bile dolaylı olarak söylerdi Hayasının fazlalığından dolayı hiç kimsenin yüzüne dik ve sabit bir şekilde bakıp kalmazdı

Peygamberimizin haya ile ilgili sözleri:

Kurre bin İyas anlatıyor:

Peygamberimizle beraberdik Huzurunda hayadan bahsedildi Sordular:

Yâ Resulallah, haya dinden midir?

Peygamberimiz şöyle buyurdu:

Evet, hatta o, dinin tamamıdır

Sonra şöyle buyurdular:

Haya, haramdan sakınmak, sükût etmek, suskun olmaktır Dil sessizliği, yoksa kalp sessizliği değil İffet imandandır Bunlar âhirette sevabı arttırır, dünyalığı ise azaltır Ama âhiretten arttırdıkları dünyalıktan azalttıklarından daha fazladır Cimrilik, beceriksizlik ve yaramaz söz nifaktandır Bunlar da dünyadan olan şeyleri arttırır ve âhiretten olan şeyleri azaltırlar Âhiretten azalttığı şeyler ise dünyadan arttırdığından daha çoktur

• • •

İbni Ömer anlatıyor:

Peygamberimiz utangaçlıktan dolayı birisini azarlayan adama rastladı Adam şöyle konuşuyordu:

Sen de çok utanıyorsunSanki adam, 'Bu kadar da utangaç olmak sana zarar verir' yollu konuşuyordu

Peygamberimiz şöyle buyurdu:

Onu bırak, haya imandandır

Ebu Hüreyre'nin rivayetine göre Peygamberimiz şöyle buyurdu:

İman yetmiş küsur yahut altmış küsur bölümdür Bunların en üstünü La ilahe illallah (Allah'tan başka ilah yoktur) sözü ve en aşağısı da yolda insanları rahatsız eden şeyleri kaldırmaktır Haya da imandan bir bölümdür

• • •

Mucemmi bin Harise amcasından rivayet ediyor Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:

Haya imandan bir bölümdür, hayası olmayanın imanı da yoktur

• • •

Ebû Umame rivayet ediyor Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:

Haya ve sükût imandandır Bunlar insanı Cennete yaklaştırır ve Cehennemden uzaklaştırır Hayâsızlık ve fuhuş ise şeytandandır Bunlar da Cehenneme yaklaştırır ve Cennetten uzaklaştırır

• • •

Enes'in rivayetine göre Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:

Fuhuş (kötülük) bir şeyde bulunursa mutlaka onu çirkinleştirir; haya da bir şeyde bulunursa mutlaka onu güzelleştirir

• • •

İbni Ömer'in rivayetine göre Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:

Haya ve iman birbirlerinin yakınlarıdır Birarada bulunurlar Bunun için bunlardan biri kaldırıldığı vakit, diğeri de kaldırılır

• • •

İbni Ömer anlatıyor:

Peygamber Efendimiz şöyle buyurmuştur:

Allah bir kimseyi helak etmek istediği zaman ondan utanmayı kaldırır Utanması kalkınca hep kötülük işlediğini görürsün Kötü kişiye kimse güvenmez O zaman hep hainlik yapar ve hainliğe uğrar Bu defa da acıma duygusundan mahrum olur ve lanetlenerek kovulur Böylece o kişi İslâmdan uzaklaşır

PEYGAMBERİMİZİN COŞKUN MERHAMETİ VE ŞEFKATİ

Merhamet, esirgemek, acımak, zayıf ve fakir insanların haline acıyarak yardımda bulunmak ve ince kalpliliktir Şefkat, acıyarak ve esirgeyerek sevmek, içten gelen ve karşılıksız bir sevgidir Her iki duygu da, tariften çok yaşanan ve hissedilen duygulardır Çünkü, her ikisi de kalple ilgilidir

Merhamet ve şefkat, Peygamberimizin yüce şahsiyetinin bir aynası gibidir Onun kadar merhametli, onun kadar şefkatli ve ince ruhlu bir insan yeryüzüne gelmemişti

Cenabı Hakkın Sevgili Resulüne, kendi ismi olan Rahimve Raufsıfatlarını vermesi, Peygamberimizin ne kadar merhametli ve şefkatli bir kalbe sahip olduğunu gösterir

Tevbe Sûresinin 128 âyetinde bu gerçek şöyle ifade edilir:

And olsun ki, size içinizden bir Peygamber geldi ki, sıkıntıya uğramanız ona çok ağır ve güç gelir Size çok düşkündür Bütün mü'minlere merhametli ve esirgeyicidir

İslâmın ilk devirlerinde Müslümanların çoğunu fakir, kimsesiz ve köleler teşkil ediyordu Kureyşliler onları hor görüp aşağılarken, Peygamberimiz onları yanına almış, hak dini onların yardımıyla duyurmaya başlamıştı

Peygamberimizin kalbine ve engin rahmetine en yakın olanlar, fakir ve kimsesiz insanlardı Onları devamlı korur, diğerleri ile eşit davranırdı Bununla da kalmaz; fakirlere, fakirliğin bütün ezikliğini ve zilletini unutturacak şekilde yakınlık gösterirdi Zaten Peygamberimizin aile hayâtı ve şahsi yaşayışı da onlardan farklı değildi O hep sade ve basit yaşamayı tercih ederdi Dualarında da Allah'tan böyle bir hayât isterdi

Allah'ım, beni fakir yaşat Hayâttan fakir olarak ayrılayım Beni mahşerde fakirler arasında hasretdiye dua ediyordu

Hz Âişe bunun sebebini sorunca şöyle açıkladı:

Onlar, Cennete herkesten önce girecekler Ey Âişe, yarım ölçek hurma da olsa fakiri boş çevirme Fakirleri sev, onlara yakın ol ki, kıyamet gününde Allah da sana yakın olsun

Müşriklerin Allah'ın lütfuna mazhar olanlar bunlar mı?diye hakir gördüğü kimseleri Peygamberimiz destekler, ilgi gösterirdi Onları, diğer insanlardan üstün tuttuğu olurdu

Bir gün Peygamberimiz otururken bir adam geçti Yanındakine sordu:

Bu adamı nasıl bilirsin?

Şöyle cevap verdi:

Bu zengin ve etkin birisidir Ne derse yaparım

Peygamberimiz bir şey demedi Az sonra birisi daha geçti Peygamberimiz aynı soruyu bunun hakkında da sordu ve şu cevabı aldı:

Bu adam fakir Müslümanlardan birisidir Ona ne kızımı verir, ne de dediğini yaparım

Böyle bir sözü hoş karşılamayan Peygamberimiz şöyle buyurdu:

Dünyanın bir tarafı az önce geçen zengin kişilerle doldurulsa, bir tarafına da bu fakir adam konulsa, fakir adam onların hepsinden daha ağır gelir ve onlardan daha hayırlıdır

PEYGAMBERİMİZİN FAKİR VE KİMSESİZLERE MERHAMETİ

Peygamberimiz hep fakir ve kimsesizlerle birlikte bulunmayı tercih eder, gönüllerini alırdı Bir yerde, toplumun farklı kesimlerinin toplanmış olduklarını görünce, önce fakirlerin yanına gider, onlarla birlikte otururdu

Abdullah bin Amr bin As anlatıyor:

Bir gün mescitte oturuyordum Bazı fakir kimseler bir köşeye toplanmış sohbet ediyorlardı Resulullah içeri girdi Başka bir tarafa yönelmeden doğruca fakirlerin yanına gitti Ve onlara, fakir muhacirlere zenginlerden önce Cenneti müjdeledi Hepsinin de yüzü güldü Ben de onlardan birisi olmadığım için üzüldüm

Peygamberimiz, kendisini, toplumun zayıf ve kimsesizlerinden üstün görme duygusuna kapılanları da uyarır; her tabakanın devamlı birbirlerine muhtaç olduklarını söylerdi

Sa'd bin Ebi Vakkas'ın kendisini fakirlerden üstün gördüğünü hissedince, onu şöyle ikaz etti:

Sizin elde ettiğiniz başarı ve bereket fakirlerin emeklerinin eseridir Siz, varlığınızı bu fakir insanlara borçlusunuz

Yine Peygamberimiz, toplum içinde, belli bir yeri bulunmayan biçarelere zayıflıklarından dolayı önem verilmemesini asla hoş karşılamaz, onların da halini sorup öğrenmek arzu eder, sonra da ihtiyaçlarını karşılardı

Peygamberimizin Mescidini temizleyen fakir, zenci bir kadın vardı Bir gün Resulullah onu göremeyince nerede olduğunu sordu Öldüğünü söylediler Onun ölümüne kimse önem vermemişti

Resulullah, Bana haber vermeniz gerekmez miydi?dedi ve mezarına gitti, iki rekât namaz kıldı Sonra şöyle dua etti:

Allah'ım, bu mezarın içini nurla doldur, benim kıldığım namaz sebebiyle nurlandır

Peygamberimizin Mescidinin bir bölümünde evi barkı olmayan, fakir Sahabîler kalırdı Bunlardan bazıları odun ve su satarak geçimlerini sağlarlar, çok zaman da muhtaç durumda bulunurlardı

Bu insanlar Peygamberimizin özel talebesiydiler Gecegündüz İslâmı öğrenmek için yaptıkları ilmi çalışmalarla doluydu Eğitim ve öğretimleriyle bizzat Peygamberimiz ilgilenir, okumayazma bilen Sahabîleri de onlara öğretmen olarak tayin ederdi

Suffe Ashabı olarak tanınan bu Müslümanların eğitimleriyle birlikte geçimleri de Peygamberimizin üzerinde idi Peygamberimiz, onları gözü gibi korur, ihtiyaçlarını görür, yardımda bulunur, yetişmeleri için her türlü gayreti gösterirdi Suffelilerin ihtiyaçlarını görmeden kendisi de rahat edemezdi Hatta onları kendi ailesinden ileri düşündüğü bile olurdu

Hazreti Fatıma en çok sevdiği kızıydı Onu kendisinden bir parçaolarak görüyordu Fakat Hz Fatıma zarurî ihtiyaçlarını bile zor karşılıyor, geçim sıkıntısı çekiyordu Öyle ki, un öğütmekten elleri, su taşımaktan omuzları yaralanmıştı

Bir gün babasının yanına gelerek bir şey söylemek istedi Fakat utancından derdini açamadı Hz Ali de huzurda bulunuyordu Yardımcı oldu:

Ya Resulallah, bazı savaşlardan kadın esirler alınıyor Bunlardan birisini bize verseniz de ev işlerinde Fatıma'ya yardım etse

Peygamberimiz onlara şu cevabı verdi:

Ya Ali, ben henüz Suffelilerin ihtiyaçlarını karşılamış değilim Onların ihtiyacını görmeden böyle bir teklifi nasıl düşünebilirim?

Peygamberimizin güneş gibi engin şefkati, yağmur gibi bol merhameti sayesinde bu fakir ve zayıf insanlardan öyleleri çıkmıştır ki, dünyaya ilim ve irfan çiçekleri saçmış, ülkelere adalet ve eşitlik armağan etmiş, cihat meydanlarında kanlarını sebil ederek muhtaç gönüllere hidayet nurunu serpmişlerdir

Peygamberimizin ahlâk ve yaşayışını onlardan öğreniyoruz Tefsiri ve İslâm hukukunu onlardan öğreniyoruz Saadet Asrının yaşayışım onlardan öğreniyoruz İslâmın nasıl yaşanması gerektiğini, o yüce dâva uğrunda nasıl fedakârlık yapılacağını onlarda görüyoruz
 
Üst Alt